الْمُنَافِقُونَ
Münafikun Suresi
اِذَا
جَٓاءَكَ
الْمُنَافِقُونَ
قَالُوا
نَشْهَدُ
اِنَّكَ
لَرَسُولُ
اللّٰهِۢ
وَاللّٰهُ
يَعْلَمُ
اِنَّكَ
لَرَسُولُهُۜ
وَاللّٰهُ
يَشْهَدُ
اِنَّ
الْمُنَافِق۪ينَ
لَـكَاذِبُونَۚ
١
İżâ câeke-lmunâfikûne kâlû neşhedu inneke lerasûlu(A)llâh(i)(k) va(A)llâhu ya’lemu inneke lerasûluhu va(A)llâhu yeşhedu inne-lmunâfikîne lekâżibûn(e)
(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, "Senin, elbette Allah'ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz" derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder.
اِتَّخَذُٓوا
اَيْمَانَهُمْ
جُنَّةً
فَصَدُّوا
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِۜ
اِنَّهُمْ
سَٓاءَ
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٢
İtteḣażû eymânehum cunneten fesaddû ‘an sebîli(A)llâh(i)(c) innehum sâe mâ kânû ya’melûn(e)
Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah'ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!
ذٰلِكَ
بِاَنَّهُمْ
اٰمَنُوا
ثُمَّ
كَفَرُوا
فَطُبِعَ
عَلٰى
قُلُوبِهِمْ
فَهُمْ
لَا
يَفْقَهُونَ
٣
Żâlike bi-ennehum âmenû śümme keferû fetubi’a ‘alâ kulûbihim fehum lâ yefkahûn(e)
Bu, onların önce iman edip sonra inkar etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar.
وَاِذَا
رَاَيْتَهُمْ
تُعْجِبُكَ
اَجْسَامُهُمْۜ
وَاِنْ
يَقُولُوا
تَسْمَعْ
لِقَوْلِهِمْۜ
كَاَنَّهُمْ
خُشُبٌ
مُسَنَّدَةٌۜ
يَحْسَبُونَ
كُلَّ
صَيْحَةٍ
عَلَيْهِمْۜ
هُمُ
الْعَدُوُّ
فَاحْذَرْهُمْۜ
قَاتَلَهُمُ
اللّٰهُۘ
اَنّٰى
يُؤْفَـكُونَ
٤
Ve-iżâ raeytehum tu’cibuke ecsâmuhum(s) ve-in yekûlû tesma’ likavlihim(s) ke-ennehum ḣuşubun musennede(tun)(s) yahsebûne kulle sayhatin ‘aleyhim(c) humu-l’aduvvu fahżerhum(c) kâtelehumu(A)llâh(u)(s) ennâ yu/fekûn(e)
Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!
وَاِذَا
ق۪يلَ
لَهُمْ
تَعَالَوْا
يَسْتَغْفِرْ
لَكُمْ
رَسُولُ
اللّٰهِ
لَـوَّوْا
رُؤُ۫سَهُمْ
وَرَاَيْتَهُمْ
يَصُدُّونَ
وَهُمْ
مُسْتَكْبِرُونَ
٥
Ve-iżâ kîle lehum te’âlev yestaġfir lekum rasûlu(A)llâhi levvev ruûsehum ve raeytehum yesuddûne vehum mustekbirûn(e)
O münafıklara, "Gelin, Allah'ın Resülü sizin için bağışlama dilesin" denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.
سَوَٓاءٌ
عَلَيْهِمْ
اَسْتَغْفَرْتَ
لَهُمْ
اَمْ
لَمْ
تَسْتَغْفِرْ
لَهُمْۜ
لَنْ
يَغْفِرَ
اللّٰهُ
لَهُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الْفَاسِق۪ينَ
٦
Sevâun ‘aleyhim estaġferte lehum em lem testaġfir lehum len yaġfira(A)llâhu lehum(c) inna(A)llâhe lâ yehdî-lkavme-lfâsikîn(e)
Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.
هُمُ
الَّذ۪ينَ
يَقُولُونَ
لَا
تُنْفِقُوا
عَلٰى
مَنْ
عِنْدَ
رَسُولِ
اللّٰهِ
حَتّٰى
يَنْفَضُّواۜ
وَلِلّٰهِ
خَزَٓائِنُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلٰكِنَّ
الْمُنَافِق۪ينَ
لَا
يَفْقَهُونَ
٧
Humu-lleżîne yekûlûne lâ tunfikû ‘alâ men ‘inde rasûli(A)llâhi hattâ yenfaddû(k) veli(A)llâhi ḣazâ-inu-ssemâvâti vel-ardi ve lâkinne-lmunâfikîne lâ yefkahûn(e)
Onlar, "Allah Resûlü'nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar.
يَقُولُونَ
لَئِنْ
رَجَعْنَٓا
اِلَى
الْمَد۪ينَةِ
لَيُخْرِجَنَّ
الْاَعَزُّ
مِنْهَا
الْاَذَلَّۜ
وَلِلّٰهِ
الْعِزَّةُ
وَلِرَسُولِه۪
وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ
وَلٰكِنَّ
الْمُنَافِق۪ينَ
لَا
يَعْلَمُونَ۟
٨
Yekûlûne le-in raca’nâ ilâ-lmedîneti leyuḣricenne-l-e’azzu minhâ-l-eżel(le)(c) ve li(A)llâhi-l’izzetu ve lirasûlihi ve lilmu/minîne ve lâkinne-lmunâfikîne lâ ya’lemûn(e)
Onlar, "Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır" diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تُلْهِكُمْ
اَمْوَالُكُمْ
وَلَٓا
اَوْلَادُكُمْ
عَنْ
ذِكْرِ
اللّٰهِۚ
وَمَنْ
يَفْعَلْ
ذٰلِكَ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْخَاسِرُونَ
٩
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tulhikum emvâlukum velâ evlâdukum ‘an żikri(A)llâh(i)(c) vemen yef’al żâlike feulâ-ike humu-lḣâsirûn(e)
Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
وَاَنْفِقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاكُمْ
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
يَأْتِيَ
اَحَدَكُمُ
الْمَوْتُ
فَيَقُولَ
رَبِّ
لَوْلَٓا
اَخَّرْتَـن۪ٓي
اِلٰٓى
اَجَلٍ
قَر۪يبٍۙ
فَاَصَّدَّقَ
وَاَكُنْ
مِنَ
الصَّالِح۪ينَ
١٠
Ve enfikû min mâ razeknâkum min kabli en ye/tiye ehadekumu-lmevtu feyekûle rabbi levlâ aḣḣartenî ilâ ecelin karîbin fe-assaddeka ve ekun mine-ssâlihîn(e)
Herhangi birinize ölüm gelip de, "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.
وَلَنْ
يُؤَخِّرَ
اللّٰهُ
نَفْساً
اِذَا
جَٓاءَ
اَجَلُهَاۜ
وَاللّٰهُ
خَب۪يرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
١١
Velen yu-aḣḣira(A)llâhu nefsen iżâ câe eceluhâ(c) va(A)llâhu ḣabîrun bimâ ta’melûn(e)
Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.