سُبْحَانَ
الَّـذ۪ٓي
اَسْرٰى
بِعَبْدِه۪
لَيْلاً
مِنَ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
اِلَى
الْمَسْجِدِ
الْاَقْصَا
الَّذ۪ي
بَارَكْنَا
حَوْلَهُ
لِنُرِيَهُ
مِنْ
اٰيَاتِنَاۜ
اِنَّهُ
هُوَ
السَّم۪يعُ
الْبَص۪يرُ
١
Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
وَاِذْ
قُلْنَا
لَكَ
اِنَّ
رَبَّكَ
اَحَاطَ
بِالنَّاسِۜ
وَمَا
جَعَلْنَا
الرُّءْيَا
الَّت۪ٓي
اَرَيْنَاكَ
اِلَّا
فِتْنَةً
لِلنَّاسِ
وَالشَّجَرَةَ
الْمَلْعُونَةَ
فِي
الْقُرْاٰنِۜ
وَنُخَوِّفُهُمْۙ
فَمَا
يَز۪يدُهُمْ
اِلَّا
طُغْيَاناً
كَب۪يراً۟
٦٠
Hani sana, “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur’an’da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı.
وَالنَّجْمِ
اِذَا
هَوٰىۙ
١
مَا
ضَلَّ
صَاحِبُكُمْ
وَمَا
غَوٰىۚ
٢
1,2. Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
وَمَا
يَنْطِقُ
عَنِ
الْهَوٰىۜ
٣
اِنْ
هُوَ
اِلَّا
وَحْيٌ
يُوحٰىۙ
٤
O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
عَلَّمَهُ
شَد۪يدُ
الْقُوٰىۙ
٥
ذُومِرَّةٍۜ
فَاسْتَوٰىۙ
٦
وَهُوَ
بِالْاُفُقِ
الْاَعْلٰىۜ
٧
5,6,7. (Kur’an’ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
ثُمَّ
دَنَا
فَتَدَلّٰىۙ
٨
فَكَانَ
قَابَ
قَوْسَيْنِ
اَوْ
اَدْنٰىۚ
٩
فَاَوْحٰٓى
اِلٰى
عَبْدِه۪
مَٓا
اَوْحٰىۜ
١٠
Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. (Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
مَا كَذَبَ
الْفُؤٰ۬ادُ
مَا
رَاٰى
١١
اَفَتُمَارُونَهُ
عَلٰى
مَا
يَرٰى
١٢
وَلَقَدْ
رَاٰهُ
نَزْلَةً
اُخْرٰىۙ
١٣
Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. (Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
عِنْدَ
سِدْرَةِ
الْمُنْتَهٰى
١٤
عِنْدَهَا
جَنَّةُ
الْمَأْوٰىۜ
١٥
اِذْ
يَغْشَى
السِّدْرَةَ
مَا
يَغْشٰىۙ
١٦
Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında. Me’vâ cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır. O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.
مَا
زَاغَ
الْبَصَرُ
وَمَا
طَغٰى
١٧
لَقَدْ
رَاٰى
مِنْ
اٰيَاتِ
رَبِّهِ
الْـكُبْرٰى
١٨
Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.