وَاتَّقُوا
يَوْماً
لَا
تَجْز۪ي
نَفْسٌ
عَنْ
نَفْسٍ
شَيْـٔاً
وَلَا
يُقْبَلُ
مِنْهَا
شَفَاعَةٌ
وَلَا
يُؤْخَذُ
مِنْهَا
عَدْلٌ
وَلَا
هُمْ
يُنْصَرُونَ
٤٨
Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.
وَاِذْ
قَالَ
مُوسٰى
لِقَوْمِه۪
يَا
قَوْمِ
اِنَّكُمْ
ظَلَمْتُمْ
اَنْفُسَكُمْ
بِاتِّخَاذِكُمُ
الْعِجْلَ
فَتُوبُٓوا
اِلٰى
بَارِئِكُمْ
فَاقْتُلُٓوا
اَنْفُسَكُمْۜ
ذٰلِكُمْ
خَيْرٌ
لَكُمْ
عِنْدَ
بَارِئِكُمْۜ
فَتَابَ
عَلَيْكُمْۜ
اِنَّهُ
هُوَ
التَّوَّابُ
الرَّح۪يمُ
٥٤
Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”
اَللّٰهُ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۚ
اَلْحَيُّ
الْقَيُّومُۚ
لَا
تَأْخُذُهُ
سِنَةٌ
وَلَا
نَوْمٌۜ
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
مَنْ
ذَا
الَّذ۪ي
يَشْفَعُ
عِنْدَهُٓ
اِلَّا
بِاِذْنِه۪ۜ
يَعْلَمُ
مَا
بَيْنَ
اَيْد۪يهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْۚ
وَلَا
يُح۪يطُونَ
بِشَيْءٍ
مِنْ
عِلْمِه۪ٓ
اِلَّا
بِمَا
شَٓاءَۚ
وَسِعَ
كُرْسِيُّهُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَۚ
وَلَا
يَؤُ۫دُهُ
حِفْظُهُمَاۚ
وَهُوَ
الْعَلِيُّ
الْعَظ۪يمُ
٢٥٥
Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.
مَنْ
يَشْفَعْ
شَفَاعَةً
حَسَنَةً
يَكُنْ
لَهُ
نَص۪يبٌ
مِنْهَاۚ
وَمَنْ
يَشْفَعْ
شَفَاعَةً
سَيِّئَةً
يَكُنْ
لَهُ
كِفْلٌ
مِنْهَاۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
مُق۪يتاً
٨٥
Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.
وَاَنْذِرْ
بِهِ
الَّذ۪ينَ
يَخَافُونَ
اَنْ
يُحْشَرُٓوا
اِلٰى
رَبِّهِمْ
لَيْسَ
لَهُمْ
مِنْ
دُونِه۪
وَلِيٌّ
وَلَا
شَف۪يعٌ
لَعَلَّهُمْ
يَتَّقُونَ
٥١
Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab’lerinin huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla (Kur’an ile) uyar.
وَذَرِ
الَّذ۪ينَ
اتَّخَذُوا
د۪ينَهُمْ
لَعِباً
وَلَهْواً
وَغَرَّتْهُمُ
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَا
وَذَكِّرْ
بِه۪ٓ
اَنْ
تُبْسَلَ
نَفْسٌ
بِمَا
كَسَبَتْۗ
لَيْسَ
لَهَا
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
وَلِيٌّ
وَلَا
شَف۪يعٌۚ
وَاِنْ
تَعْدِلْ
كُلَّ
عَدْلٍ
لَا
يُؤْخَذْ
مِنْهَاۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
اُبْسِلُوا
بِمَا
كَسَبُواۚ
لَهُمْ
شَرَابٌ
مِنْ
حَم۪يمٍ
وَعَذَابٌ
اَل۪يمٌ
بِمَا
كَانُوا
يَكْفُرُونَ۟
٧٠
Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.
وَلَقَدْ
جِئْتُمُونَا
فُرَادٰى
كَمَا
خَلَقْنَاكُمْ
اَوَّلَ
مَرَّةٍ
وَتَرَكْتُمْ
مَا
خَوَّلْنَاكُمْ
وَرَٓاءَ
ظُهُورِكُمْۚ
وَمَا
نَرٰى
مَعَكُمْ
شُفَعَٓاءَكُمُ
الَّذ۪ينَ
زَعَمْتُمْ
اَنَّهُمْ
ف۪يكُمْ
شُرَكٰٓؤُ۬اۜ
لَقَدْ
تَقَطَّعَ
بَيْنَكُمْ
وَضَلَّ
عَنْكُمْ
مَا
كُنْتُمْ
تَزْعُمُونَ۟
٩٤
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.
هَلْ
يَنْظُرُونَ
اِلَّا
تَأْو۪يلَهُۜ
يَوْمَ
يَأْت۪ي
تَأْو۪يلُهُ
يَقُولُ
الَّذ۪ينَ
نَسُوهُ
مِنْ
قَبْلُ
قَدْ
جَٓاءَتْ
رُسُلُ
رَبِّنَا
بِالْحَقِّۚ
فَهَلْ
لَنَا
مِنْ
شُفَعَٓاءَ
فَيَشْفَعُوا
لَـنَٓا
اَوْ
نُرَدُّ
فَنَعْمَلَ
غَيْرَ
الَّذ۪ي
كُنَّا
نَعْمَلُۜ
قَدْ
خَسِرُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
وَضَلَّ
عَنْهُمْ
مَا
كَانُوا
يَفْتَرُونَ۟
٥٣
Onlar ise ancak, (“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini) bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: “Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?” Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
اِنَّ
رَبَّكُمُ
اللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِ
يُدَبِّرُ
الْاَمْرَۜ
مَا
مِنْ
شَف۪يعٍ
اِلَّا
مِنْ
بَعْدِ
اِذْنِه۪ۜ
ذٰلِكُمُ
اللّٰهُ
رَبُّكُمْ
فَاعْبُدُوهُۜ
اَفَلَا
تَذَكَّرُونَ
٣
Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?
وَيَعْبُدُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَا
يَضُرُّهُمْ
وَلَا
يَنْفَعُهُمْ
وَيَقُولُونَ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
شُفَعَٓاؤُ۬نَا
عِنْدَ
اللّٰهِۜ
قُلْ
اَتُنَبِّؤُ۫نَ
اللّٰهَ
بِمَا
لَا
يَعْلَمُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَلَا
فِي
الْاَرْضِۜ
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالٰى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ
١٨
Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”.
لَا
يَمْلِكُونَ
الشَّفَاعَةَ
اِلَّا
مَنِ
اتَّخَذَ
عِنْدَ
الرَّحْمٰنِ
عَهْداًۢ
٨٧
Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
يَوْمَئِذٍ
لَا
تَنْفَعُ
الشَّفَاعَةُ
اِلَّا
مَنْ
اَذِنَ
لَهُ
الرَّحْمٰنُ
وَرَضِيَ
لَهُ
قَوْلاً
١٠٩
O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.
يَعْلَمُ
مَا
بَيْنَ
اَيْد۪يهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْ
وَلَا يَشْفَعُونَۙ
اِلَّا
لِمَنِ
ارْتَضٰى
وَهُمْ
مِنْ
خَشْيَتِه۪
مُشْفِقُونَ
٢٨
Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالْعَذَابِ
وَلَنْ
يُخْلِفَ
اللّٰهُ
وَعْدَهُۜ
وَاِنَّ
يَوْماً
عِنْدَ
رَبِّكَ
كَاَلْفِ
سَنَةٍ
مِمَّا
تَعُدُّونَ
٤٧
Bir de senden acele azap istiyorlar. Hâlbuki Allah asla va’dinden caymaz. Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.
فَمَا
لَنَا
مِنْ
شَافِع۪ينَۙ
١٠٠
“İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok.”
وَلَمْ
يَكُنْ
لَهُمْ
مِنْ
شُرَكَٓائِهِمْ
شُفَعٰٓؤُ۬ا
وَكَانُوا
بِشُرَكَٓائِهِمْ
كَافِر۪ينَ
١٣
Onların, Allah’a koştukları ortaklardan kendileri için şefaatçılar da olmayacaktır. Artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkâr ederler.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِۜ
مَا
لَكُمْ
مِنْ
دُونِه۪
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلَا
شَف۪يعٍۜ
اَفَلَا
تَتَذَكَّرُونَ
٤
Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?
وَلَا
تَنْفَعُ
الشَّفَاعَةُ
عِنْدَهُٓ
اِلَّا
لِمَنْ
اَذِنَ
لَهُۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
فُزِّعَ
عَنْ
قُلُوبِهِمْ
قَالُوا
مَاذَاۙ
قَالَ
رَبُّكُمْۜ
قَالُوا
الْحَقَّۚ
وَهُوَ
الْعَلِيُّ
الْكَب۪يرُ
٢٣
Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.
ءَاَتَّخِذُ
مِنْ
دُونِه۪ٓ
اٰلِهَةً
اِنْ
يُرِدْنِ
الرَّحْمٰنُ
بِضُرٍّ
لَا
تُغْنِ
عَنّ۪ي
شَفَاعَتُهُمْ
شَيْـٔاً
وَلَا
يُنْقِذُونِۚ
٢٣
“O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”
اَمِ
اتَّخَذُوا
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
شُفَعَٓاءَۜ
قُلْ
اَوَلَوْ
كَانُوا
لَا
يَمْلِكُونَ
شَيْـٔاً
وَلَا
يَعْقِلُونَ
٤٣
قُلْ
لِلّٰهِ
الشَّفَاعَةُ
جَم۪يعاًۜ
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
ثُمَّ
اِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ
٤٤
Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?” De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
وَاَنْذِرْهُمْ
يَوْمَ
الْاٰزِفَةِ
اِذِ
الْقُلُوبُ
لَدَى
الْحَنَاجِرِ
كَاظِم۪ينَۜ
مَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
حَم۪يمٍ
وَلَا شَف۪يعٍ
يُطَاعُۜ
١٨
Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.
وَلَا
يَمْلِكُ
الَّذ۪ينَ
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِهِ
الشَّفَاعَةَ
اِلَّا
مَنْ
شَهِدَ
بِالْحَقِّ
وَهُمْ
يَعْلَمُونَ
٨٦
O’nu bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler şefaat edebilirler.
وَكَمْ
مِنْ
مَلَكٍ
فِي
السَّمٰوَاتِ
لَا
تُغْن۪ي
شَفَاعَتُهُمْ
شَيْـٔاً
اِلَّا
مِنْ
بَعْدِ
اَنْ
يَأْذَنَ
اللّٰهُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَرْضٰى
٢٦
Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
فَمَا
تَنْفَعُهُمْ
شَفَاعَةُ
الشَّافِع۪ينَۜ
٤٨
Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
يَوْمَ
يَقُومُ
الرُّوحُ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
صَفاًّۜ
لَا يَتَكَلَّمُونَ
اِلَّا
مَنْ
اَذِنَ
لَهُ
الرَّحْمٰنُ
وَقَالَ
صَوَاباً
٣٨
36,37,38. Bunlar kendilerine; Rabbinden, göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbinden, Rahmân’dan bir mükâfat, yeterli bir ihsan olarak verilmiştir. Onlar, Ruh’un (Cebrail’in) ve meleklerin saf duracakları gün Allah’a hitap edemeyeceklerdir. Sadece Rahmân’ın izin vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilecektir.