الْحَجِّ
Hac Suresi
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اتَّقُوا
رَبَّكُمْۚ
اِنَّ
زَلْزَلَةَ
السَّاعَةِ
شَيْءٌ
عَظ۪يمٌ
١
Yâ eyyuhâ-nnâsu-ttekû rabbekum(c) inne zelzelete-ssâ’ati şey-un ‘azîm(un)
Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir.
يَوْمَ
تَرَوْنَهَا
تَذْهَلُ
كُلُّ
مُرْضِعَةٍ
عَمَّٓا
اَرْضَعَتْ
وَتَضَعُ
كُلُّ
ذَاتِ
حَمْلٍ
حَمْلَهَا
وَتَرَى
النَّاسَ
سُكَارٰى
وَمَا
هُمْ
بِسُكَارٰى
وَلٰكِنَّ
عَذَابَ
اللّٰهِ
شَد۪يدٌ
٢
Yevme teravnehâ teżhelu kullu murdi’atin ‘ammâ erda’at veteda’u kullu żâti hamlin hamlehâ veterâ-nnâse sukârâ vemâ hum bisukârâ velâkinne ‘ażâba(A)llâhi şedîd(un)
Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirmekte olduğu çocuğundan geçer ve her hamile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; halbuki onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki Allah'ın azabı çok şiddetlidir.
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُجَادِلُ
فِي
اللّٰهِ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
وَيَتَّبِعُ
كُلَّ
شَيْطَانٍ
مَر۪يدٍۙ
٣
Vemine-nnâsi men yucâdilu fi(A)llâhi biġayri ‘ilmin veyettebi’u kulle şeytânin merîd(in)
İnsanlardan kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı halde Allah hakkında tartışmaya girer ve her azgın şeytanın ardına düşer.
كُتِبَ
عَلَيْهِ
اَنَّهُ
مَنْ
تَوَلَّاهُ
فَاَنَّهُ
يُضِلُّهُ
وَيَهْد۪يهِ
اِلٰى
عَذَابِ
السَّع۪يرِ
٤
Kutibe ‘aleyhi ennehu men tevellâhu feennehu yudilluhu veyehdîhi ilâ ‘ażâbi-sse’îr(i)
Şeytan hakkında, "Her kim onu dost edinirse mutlaka o kimseyi saptırır ve onu cehennem azabına sürükler" diye yazılmıştır.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اِنْ
كُنْتُمْ
ف۪ي
رَيْبٍ
مِنَ
الْبَعْثِ
فَاِنَّا
خَلَقْنَاكُمْ
مِنْ
تُرَابٍ
ثُمَّ
مِنْ
نُطْفَةٍ
ثُمَّ
مِنْ
عَلَقَةٍ
ثُمَّ
مِنْ
مُضْغَةٍ
مُخَلَّقَةٍ
وَغَيْرِ
مُخَلَّقَةٍ
لِنُبَيِّنَ
لَكُمْۜ
وَنُقِرُّ
فِي
الْاَرْحَامِ
مَا
نَشَٓاءُ
اِلٰٓى
اَجَلٍ
مُسَمًّى
ثُمَّ
نُخْرِجُكُمْ
طِفْلاً
ثُمَّ
لِتَبْلُغُٓوا
اَشُدَّكُمْۚ
وَمِنْكُمْ
مَنْ
يُتَوَفّٰى
وَمِنْكُمْ
مَنْ
يُرَدُّ
اِلٰٓى
اَرْذَلِ
الْعُمُرِ
لِكَيْلَا
يَعْلَمَ
مِنْ
بَعْدِ
عِلْمٍ
شَيْـٔاًۜ
وَتَرَى
الْاَرْضَ
هَامِدَةً
فَاِذَٓا
اَنْزَلْنَا
عَلَيْهَا
الْمَٓاءَ
اهْتَزَّتْ
وَرَبَتْ
وَاَنْبَتَتْ
مِنْ
كُلِّ
زَوْجٍ
بَه۪يجٍ
٥
Yâ eyyuhâ-nnâsu in kuntum fî raybin mine-lba’śi fe-innâ ḣalaknâkum min turâbin śümme min nutfetin śümme min ‘alekatin śümme min mudġatin muḣallekatin veġayri muḣallekatin linubeyyine lekum(c) venukirru fî-l-erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen śümme nuḣricukum tiflen śümme litebluġû eşuddekum(s) veminkum men yuteveffâ veminkum men yuraddu ilâ erżeli-l’umuri likeylâ ya’leme min ba’di ‘ilmin şey-â(en)(c) veterâ-l-arda hâmideten fe-iżâ enzelnâ ‘aleyhâ-lmâe-htezzet verabet veenbetet min kulli zevcin behîc(in)
Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir "alaka"dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir "mudga"dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hale gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir
ذٰلِكَ
بِاَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْحَقُّ
وَاَنَّهُ
يُحْـيِ
الْمَوْتٰى
وَاَنَّهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌۙ
٦
Żâlike bi-enna(A)llâhe huve-lhakku veennehu yuhyî-lmevtâ veennehu ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Bu böyle. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. Şüphesiz O ölüleri diriltir ve O her şeye hakkıyla kadirdir.
وَاَنَّ
السَّاعَةَ
اٰتِيَةٌ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهَاۙ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
يَبْعَثُ
مَنْ
فِي
الْقُبُورِ
٧
Veenne-ssâ’ate âtiyetun lâ raybe fîhâ veenna(A)llâhe yeb’aśu men fî-lkubûr(i)
Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur ve şüphesiz Allah kabirdeki kimseleri diriltecektir.
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُجَادِلُ
فِي
اللّٰهِ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
وَلَا هُدًى
وَلَا
كِتَابٍ
مُن۪يرٍۙ
٨
Vemine-nnâsi men yucâdilu fi(A)llâhi biġayri ‘ilmin velâ huden velâ kitâbin munîr(in)
İnsanlardan öylesi de vardır ki, ne bir ilmi, ne bir yol göstericisi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde kibirlenerek insanları Allah'ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız.
ثَانِيَ
عِطْفِه۪
لِيُضِلَّ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِۜ
لَهُ
فِي
الدُّنْيَا
خِزْيٌ
وَنُذ۪يقُهُ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
عَذَابَ
الْحَر۪يقِ
٩
Śâniye ‘itfihi liyudille ‘an sebîli(A)llâh(i)(s) lehu fî-ddunyâ ḣizy(un)(s) venużîkuhu yevme-lkiyâmeti ‘ażâbe-lharîk(i)
İnsanlardan öylesi de vardır ki, ne bir ilmi, ne bir yol göstericisi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde kibirlenerek insanları Allah'ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız.
ذٰلِكَ
بِمَا
قَدَّمَتْ
يَدَاكَ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
لَيْسَ
بِظَلَّامٍ
لِلْعَب۪يدِ۟
١٠
Żâlike bimâ kaddemet yedâke veenna(A)llâhe leyse bizallâmin lil’abîd(i)
(Ona), "İşte bu kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah kesinlikle kullara zulmedici değildir" (denir.)
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يَعْبُدُ
اللّٰهَ
عَلٰى
حَرْفٍۚ
فَاِنْ
اَصَابَهُ
خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ
بِه۪ۚ
وَاِنْ
اَصَابَتْهُ
فِتْنَةٌۨ
انْقَلَبَ
عَلٰى
وَجْهِه۪۠
خَسِرَ
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةَۜ
ذٰلِكَ
هُوَ
الْخُسْرَانُ
الْمُب۪ينُ
١١
Vemine-nnâsi men ya’budu(A)llâhe ‘alâ harf(in)(s) fe-in esâbehu ḣayrun(i)tmeenne bih(i)(s) ve-in esâbet-hu fitnetun(i)nkalebe ‘alâ vechihi ḣasira-ddunyâ vel-âḣira(te)(c) żâlike huve-lḣusrânu-lmubîn(u)
İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse gerisin geri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.
يَدْعُوا
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَا يَضُرُّهُ
وَمَا
لَا
يَنْفَعُهُۜ
ذٰلِكَ
هُوَ
الضَّلَالُ
الْبَع۪يدُ
١٢
Yed’û min dûni(A)llâhi mâ lâ yedurruhu vemâ lâ yenfe’uh(u)(c) żâlike huve-ddalâlu-lbe’îd(u)
O, Allah'ı bırakır da kendine ne zarar, ne de fayda veren şeylere tapar. Bu da derin sapıklığın ta kendisidir.
يَدْعُوا
لَمَنْ
ضَرُّهُٓ
اَقْرَبُ
مِنْ
نَفْعِه۪ۜ
لَبِئْسَ
الْمَوْلٰى
وَلَبِئْسَ
الْعَش۪يرُ
١٣
Yed’û lemen darruhu akrabu min nef’ihi lebi/se-lmevlâ velebi/se-l’aşîr(u)
Zararı faydasından daha yakın olana tapar. O (taptığı) ne kötü yardımcı, ne fena yoldaştır!
اِنَّ
اللّٰهَ
يُدْخِلُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يَفْعَلُ
مَا
يُر۪يدُ
١٤
İnna(A)llâhe yudḣilu-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâr(u)(c) inna(A)llâhe yef’alu mâ yurîd(u)
Muhakkak ki Allah iman edip salih ameller işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.
مَنْ
كَانَ
يَظُنُّ
اَنْ
لَنْ
يَنْصُرَهُ
اللّٰهُ
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِ
فَلْيَمْدُدْ
بِسَبَبٍ
اِلَى
السَّمَٓاءِ
ثُمَّ
لْيَقْطَعْ
فَلْيَنْظُرْ
هَلْ
يُذْهِبَنَّ
كَيْدُهُ
مَا
يَغ۪يظُ
١٥
Men kâne yazunnu en len yensurahu(A)llâhu fî-ddunyâ vel-âḣirati felyemdud bisebebin ilâ-ssemâ-i śümme-lyakta’ felyenzur hel yużhibenne keyduhu mâ yaġîz(u)
Her kim ona (Muhammed'e) Allah'ın dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin, sonra kendini assın da bir baksın; başvurduğu (bu yöntem), öfkelendiği şeyi giderecek mi?
وَكَذٰلِكَ
اَنْزَلْنَاهُ
اٰيَاتٍ
بَيِّنَاتٍۙ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
يَهْد۪ي
مَنْ
يُر۪يدُ
١٦
Vekeżâlike enzelnâhu âyâtin beyyinâtin veenna(A)llâhe yehdî men yurîd(u)
Böylece biz Kur'an'ı apaçık âyetler halinde indirdik. Şüphesiz Allah dilediğini doğru yola iletir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَالَّذ۪ينَ
هَادُوا
وَالصَّابِـ۪ٔينَ
وَالنَّصَارٰى
وَالْمَجُوسَ
وَالَّذ۪ينَ
اَشْرَكُواۗ
اِنَّ
اللّٰهَ
يَفْصِلُ
بَيْنَهُمْ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
شَه۪يدٌ
١٧
İnne-lleżîne âmenû velleżîne hâdû ve-ssâbi-îne ve-nnasârâ velmecûse velleżîne eşrakû inna(A)llâhe yefsilu beynehum yevme-lkiyâme(ti)(c) inna(A)llâhe ‘alâ kulli şey-in şehîd(un)
Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Allah'a ortak koşanlar var ya, Allah kıyamet günü onların aralarında mutlaka hüküm verecektir. Çünkü Allah her şeye şahittir.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يَسْجُدُ
لَهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَنْ
فِي
الْاَرْضِ
وَالشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ
وَالنُّجُومُ
وَالْجِبَالُ
وَالشَّجَرُ
وَالدَّوَٓابُّ
وَكَث۪يرٌ
مِنَ
النَّاسِۜ
وَكَث۪يرٌ
حَقَّ
عَلَيْهِ
الْعَذَابُۜ
وَمَنْ
يُهِنِ
اللّٰهُ
فَمَا
لَهُ
مِنْ
مُكْرِمٍۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يَفْعَلُ
مَا
يَشَٓاءُ
١٨
Elem tera enna(A)llâhe yescudu lehu men fî-ssemâvâti vemen fî-l-ardi ve-şşemsu velkameru ve-nnucûmu velcibâlu ve-şşeceru ve-ddevâbbu vekeśîrun mine-nnâs(i)(s) vekeśîrun hakka ‘aleyhi-l’ażâb(u)(k) vemen yuhini(A)llâhu femâ lehu min mukrim(in)(c) inna(A)llâhe yef’alu mâ yeşâ/
Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz, Allah dilediğini yapar.
هٰذَانِ
خَصْمَانِ
اخْتَصَمُوا
ف۪ي
رَبِّهِمْۘ
فَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
قُطِّعَتْ
لَهُمْ
ثِيَابٌ
مِنْ
نَارٍۜ
يُصَبُّ
مِنْ
فَوْقِ
رُؤُ۫سِهِمُ
الْحَم۪يمُۚ
١٩
Hâżâni ḣasmâni-ḣtesamû fî rabbihim(s) felleżîne keferû kutti’at lehum śiyâbun min nârin yusabbu min fevki ruûsihimu-lhamîm(u)
İşte iki hasım taraf ki, Rableri hakkında tartışmaya girmişlerdir. Bunlardan inkar edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür.
يُصْهَرُ
بِه۪
مَا
ف۪ي
بُطُونِهِمْ
وَالْجُلُودُۜ
٢٠
Yusheru bihi mâ fî butûnihim vel-culûd(u)
Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir.
وَلَهُمْ
مَقَامِعُ
مِنْ
حَد۪يدٍ
٢١
Velehum mekâmi’u min hadîd(in)
Onlar için bir de demirden topuzlar vardır.
كُلَّمَٓا
اَرَادُٓوا
اَنْ
يَخْرُجُوا
مِنْهَا
مِنْ
غَمٍّ
اُع۪يدُوا
ف۪يهَا
وَذُوقُوا
عَذَابَ
الْحَر۪يقِ۟
٢٢
Kullemâ erâdû en yaḣrucû minhâ min ġammin u’îdû fîhâ veżûkû ‘ażâbe-lharîk(i)
Her ne zaman cehennemden, o ızdıraptan çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler ve onlara, "Tadın yangın azabını" denilir.
اِنَّ
اللّٰهَ
يُدْخِلُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
يُحَلَّوْنَ
ف۪يهَا
مِنْ
اَسَاوِرَ
مِنْ
ذَهَبٍ
وَلُؤْلُؤً۬اۜ
وَلِبَاسُهُمْ
ف۪يهَا
حَر۪يرٌ
٢٣
İnna(A)llâhe yudḣilu-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru yuhallevne fîhâ min esâvira min żehebin velu/lu-â(en)(s) velibâsuhum fîhâ harîr(un)
Şüphesiz, Allah iman edip salih ameller işleyenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altından bileziklerle, incilerle süsleneceklerdir. Oradaki giysileri ise ipektir.
وَهُدُٓوا
اِلَى
الطَّيِّبِ
مِنَ
الْقَوْلِۗ
وَهُدُٓوا
اِلٰى
صِرَاطِ
الْحَم۪يدِ
٢٤
Vehudû ilâ-ttayyibi mine-lkavli vehudû ilâ sirâti-lhamîd(i)
Onlar hem sözün hoş olanına ulaştırılmışlar, hem de övgüye layık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَيَصُدُّونَ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَالْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
الَّذ۪ي
جَعَلْنَاهُ
لِلنَّاسِ
سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ
ف۪يهِ
وَالْبَادِۜ
وَمَنْ
يُرِدْ
ف۪يهِ
بِـاِلْحَادٍ
بِظُـلْمٍ
نُذِقْهُ
مِنْ
عَذَابٍ
اَل۪يمٍ۟
٢٥
İnne-lleżîne keferû veyesuddûne ‘an sebîli(A)llâhi velmescidi-lharâmi-lleżî ce’alnâhu linnâsi sevâen(i)l’âkifu fîhi velbâd(i)(c) vemen yurid fîhi bi-ilhâdin bizulmin nużikhu min ‘ażâbin elîm(in)
İnkar edenler ile Allah'ın yolundan ve içinde, yerli, misafir bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir.) Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız.
وَاِذْ
بَوَّأْنَا
لِاِبْرٰه۪يمَ
مَكَانَ
الْبَيْتِ
اَنْ
لَا
تُشْرِكْ
ب۪ي
شَيْـٔاً
وَطَهِّرْ
بَيْتِيَ
لِلطَّٓائِف۪ينَ
وَالْقَٓائِم۪ينَ
وَالرُّكَّعِ
السُّجُودِ
٢٦
Ve-iż bevve/nâ li-ibrâhîme mekâne-lbeyti en lâ tuşrik bî şey-en vetahhir beytiye littâ-ifîne velkâ-imîne ve-rrukke’i-ssucûd(i)
Hani biz İbrahim'e, Kâbe'nin yerini, "Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle" diye belirlemiştik.
وَاَذِّنْ
فِي
النَّاسِ
بِالْحَجِّ
يَأْتُوكَ
رِجَالاً
وَعَلٰى
كُلِّ
ضَامِرٍ
يَأْت۪ينَ
مِنْ
كُلِّ
فَجٍّ
عَم۪يقٍۙ
٢٧
Veeżżin fî-nnâsi bilhacci ye/tûke ricâlen ve’alâ kulli dâmirin ye/tîne min kulli feccin ‘amîk(in)
İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.
لِيَشْهَدُوا
مَنَافِـعَ
لَهُمْ
وَيَذْكُرُوا
اسْمَ
اللّٰهِ
ف۪ٓي
اَيَّامٍ
مَعْلُومَاتٍ
عَلٰى
مَا
رَزَقَهُمْ
مِنْ
بَه۪يمَةِ
الْاَنْعَامِۚ
فَكُلُوا
مِنْهَا
وَاَطْعِمُوا
الْـبَٓائِسَ
الْفَق۪يرَۘ
٢٨
Liyeşhedû menâfi’a lehum veyeżkurû-sma(A)llâhi fî eyyâmin ma’lûmâtin ‘alâ mâ razekahum min behîmeti-l-en’âm(i)(s) fekulû minhâ veat’imû-lbâ-ise-lfakîr(a)
Gelsinler ki, kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah'ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.
ثُمَّ
لْيَقْضُوا
تَفَثَهُمْ
وَلْيُوفُوا
نُذُورَهُمْ
وَلْيَطَّوَّفُوا
بِالْبَيْتِ
الْعَت۪يقِ
٢٩
Śumme-lyakdû tefeśehum velyûfû nużûrahum velyattavvefû bilbeyti-l’atîk(i)
Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler.
ذٰلِكَۗ
وَمَنْ
يُعَظِّمْ
حُرُمَاتِ
اللّٰهِ
فَهُوَ
خَيْرٌ
لَهُ
عِنْدَ
رَبِّه۪ۜ
وَاُحِلَّتْ
لَكُمُ
الْاَنْعَامُ
اِلَّا
مَا
يُتْلٰى
عَلَيْكُمْ
فَاجْتَنِبُوا
الرِّجْسَ
مِنَ
الْاَوْثَانِ
وَاجْتَنِبُوا
قَوْلَ
الزُّورِۙ
٣٠
Żâlike vemen yu’azzim hurumâti(A)llâhi fehuve ḣayrun lehu ‘inde rabbih(i)(k) veuhillet lekumu-l-en’âmu illâ mâ yutlâ ‘aleykum(s) fectenibû-rricse mine-l-evśâni vectenibû kavle-zzûr(i)
Bu böyle. Kim Allah'ın hükümlerine saygı gösterirse bu Rabbi katında kendisi için bir hayırdır. Haramlığı size okunanların (bildirilenlerin) dışında bütün hayvanlar size helal kılındı. Artık putlara tapma pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının.
حُنَفَٓاءَ
لِلّٰهِ
غَيْرَ
مُشْرِك۪ينَ
بِه۪ۜ
وَمَنْ
يُشْرِكْ
بِاللّٰهِ
فَكَاَنَّمَا
خَرَّ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
فَتَخْطَفُهُ
الطَّيْرُ
اَوْ
تَهْو۪ي
بِهِ
الرّ۪يحُ
ف۪ي
مَكَانٍ
سَح۪يقٍ
٣١
Hunefâe li(A)llâhi ġayra muşrikîne bih(i)(c) vemen yuşrik bi(A)llâhi fekeennemâ ḣarra mine-ssemâ-i fetaḣtafuhu-ttayru ev tehvî bihi-rrîhu fî mekânin sehîk(in)
Allah'a yönelen, ona ortak koşmayan kimseler (olun). Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir
ذٰلِكَۗ
وَمَنْ
يُعَظِّمْ
شَعَٓائِرَ
اللّٰهِ
فَاِنَّهَا
مِنْ
تَقْوَى
الْقُلُوبِ
٣٢
Żâlike vemen yu’azzim şe’â-ira(A)llâhi fe-innehâ min takvâ-lkulûb(i)
Bu böyle. Her kim de Allah'ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah'a karşı gelmekten sakınmasından)dır.
لَكُمْ
ف۪يهَا
مَنَافِـعُ
اِلٰٓى
اَجَلٍ
مُسَمًّى
ثُمَّ
مَحِلُّـهَٓا
اِلَى
الْبَيْتِ
الْعَت۪يقِ۟
٣٣
Lekum fîhâ menâfi’u ilâ ecelin musemmen śümme mehilluhâ ilâ-lbeyti-l’atîk(i)
Sizin için onlarda belli bir zamana kadar bir takım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)'dir.
وَلِكُلِّ
اُمَّةٍ
جَعَلْنَا
مَنْسَكاً
لِيَذْكُرُوا
اسْمَ
اللّٰهِ
عَلٰى
مَا
رَزَقَهُمْ
مِنْ
بَه۪يمَةِ
الْاَنْعَامِۜ
فَاِلٰهُكُمْ
اِلٰهٌ
وَاحِدٌ
فَلَـهُٓ
اَسْلِمُواۜ
وَبَشِّرِ
الْمُخْبِت۪ينَۙ
٣٤
Velikulli ummetin ce’alnâ menseken liyeżkurû-sma(A)llâhi ‘alâ mâ razekahum min behîmeti-l-en’âm(i)(k) fe-ilâhukum ilâhun vâhidun felehu eslimû(k) vebeşşiri-lmuḣbitîn(e)
Her ümmet için, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!
اَلَّذ۪ينَ
اِذَا
ذُكِرَ
اللّٰهُ
وَجِلَتْ
قُلُوبُهُمْ
وَالصَّابِر۪ينَ
عَلٰى
مَٓا
اَصَابَهُمْ
وَالْمُق۪يمِي
الصَّلٰوةِۙ
وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
يُنْفِقُونَ
٣٥
Elleżîne iżâ żukira(A)llâhu vecilet kulûbuhum va-ssâbirîne ‘alâ mâ esâbehum velmukîmî-ssalâti vemimmâ razeknâhum yunfikûn(e)
Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.
وَالْبُدْنَ
جَعَلْنَاهَا
لَكُمْ
مِنْ
شَعَٓائِرِ
اللّٰهِ
لَكُمْ
ف۪يهَا
خَيْرٌۗ
فَاذْكُرُوا
اسْمَ
اللّٰهِ
عَلَيْهَا
صَوَٓافَّۚ
فَاِذَا
وَجَبَتْ
جُنُوبُهَا
فَكُلُوا
مِنْهَا
وَاَطْعِمُوا
الْقَانِـعَ
وَالْمُعْتَرَّۜ
كَذٰلِكَ
سَخَّرْنَاهَا
لَكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
٣٦
Velbudne ce’alnâhâ lekum min şe’â-iri(A)llâhi lekum fîhâ ḣayr(un)(s) feżkurû-sma(A)llâhi ‘aleyhâ savâf(fe)(s) fe-iżâ vecebet cunûbuhâ fekulû minhâ veat’imû-lkâni’a velmu’ter(ra)(c) keżâlike seḣḣarnâhâ lekum le’allekum teşkurûn(e)
Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.
لَنْ
يَنَالَ
اللّٰهَ
لُحُومُهَا
وَلَا
دِمَٓاؤُ۬هَا
وَلٰكِنْ
يَنَالُهُ
التَّقْوٰى
مِنْكُمْۜ
كَذٰلِكَ
سَخَّرَهَا
لَكُمْ
لِتُكَبِّرُوا
اللّٰهَ
عَلٰى
مَا
هَدٰيكُمْۜ
وَبَشِّرِ
الْمُحْسِن۪ينَ
٣٧
Len yenâla(A)llâhe luhûmuhâ velâ dimâuhâ velâkin yenâluhu-ttakvâ minkum(c) keżâlike seḣḣarahâ lekum litukebbirû(A)llâhe ‘alâ mâ hedâkum(k) vebeşşiri-lmuhsinîn(e)
Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.
اِنَّ
اللّٰهَ
يُدَافِـعُ
عَنِ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُواۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُحِبُّ
كُلَّ
خَوَّانٍ
كَفُورٍ۟
٣٨
İnna(A)llâhe yudâfi’u ‘ani-lleżîne âmenû(k) inna(A)llâhe lâ yuhibbu kulle ḣavvânin kefûr(in)
Şüphesiz, Allah inananları savunur. Doğrusu Allah hiçbir haini, nankörü sevmez.
اُذِنَ
لِلَّذ۪ينَ
يُقَاتَلُونَ
بِاَنَّهُمْ
ظُلِمُواۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
نَصْرِهِمْ
لَقَد۪يرٌۙ
٣٩
Użine lilleżîne yukâtelûne bi-ennehum zulimû(c) ve-inna(A)llâhe ‘alâ nasrihim lekadîr(un)
Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeğe gücü yeter.
اَلَّذ۪ينَ
اُخْرِجُوا
مِنْ
دِيَارِهِمْ
بِغَيْرِ
حَقٍّ
اِلَّٓا
اَنْ
يَقُولُوا
رَبُّنَا
اللّٰهُۜ
وَلَوْلَا
دَفْعُ
اللّٰهِ
النَّاسَ
بَعْضَهُمْ
بِبَعْضٍ
لَهُدِّمَتْ
صَوَامِــعُ
وَبِيَعٌ
وَصَلَوَاتٌ
وَمَسَاجِدُ
يُذْكَرُ
ف۪يهَا
اسْمُ
اللّٰهِ
كَث۪يراًۜ
وَلَيَنْصُرَنَّ
اللّٰهُ
مَنْ
يَنْصُرُهُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَقَوِيٌّ
عَز۪يزٌ
٤٠
Elleżîne uḣricû min diyârihim biġayri hakkin illâ en yekûlû rabbuna(A)llâh(u)(k) velevlâ def’u(A)llâhi-nnâse ba’dahum biba’din lehuddimet savâmi’u vebiye’un vesalevâtun vemesâcidu yużkeru fîhâ-smu(A)llâhi keśîrâ(an)(c) veleyensuranna(A)llâhu men yensuruh(u)(k) inna(A)llâhe lekaviyyun ‘azîz(un)
Onlar, haksız yere, sırf, "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
اَلَّذ۪ينَ
اِنْ
مَكَّنَّاهُمْ
فِي
الْاَرْضِ
اَقَامُوا
الصَّلٰوةَ
وَاٰتَوُا
الزَّكٰوةَ
وَاَمَرُوا
بِالْمَعْرُوفِ
وَنَهَوْا
عَنِ
الْمُنْكَرِۜ
وَلِلّٰهِ
عَاقِبَةُ
الْاُمُورِ
٤١
Elleżîne in mekkennâhum fî-l-ardi ekâmû-ssalâte veâtevû-zzekâte veemerû bilma’rûfi venehev ‘ani-lmunker(i)(k) veli(A)llâhi ‘âkibetu-l-umûr(i)
Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkan ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah'a aittir.
وَاِنْ
يُكَذِّبُوكَ
فَقَدْ
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ
وَعَادٌ
وَثَمُودُۙ
٤٢
Ve-in yukeżżibûke fekad keżżebet kablehum kavmu nûhin ve’âdun veśemûd(u)
Ey Muhammed! Eğer seni yalanlarlarsa bil ki, onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd kavimleri de (peygamberlerini) yalanlamışlardı.
وَقَوْمُ
اِبْرٰه۪يمَ
وَقَوْمُ
لُوطٍۙ
٤٣
Vekavmu ibrâhîme vekavmu lût(in)
İbrahim'in kavmi ile Lût'un kavmi ve Medyen halkı da (yalanlamışlardı). Mûsâ da yalanlandı ve nihayet o inkarcılara mühlet verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Beni inkar etmek nasılmış, (gördüler).
وَاَصْحَابُ
مَدْيَنَۚ
وَكُذِّبَ
مُوسٰى
فَاَمْلَيْتُ
لِلْكَافِر۪ينَ
ثُمَّ
اَخَذْتُهُمْۚ
فَكَيْفَ
كَانَ
نَك۪يرِ
٤٤
Veas-hâbu medyen(e)(s) vekużżibe mûsâ feemleytu lilkâfirîne śümme eḣażtuhum(s) fekeyfe kâne nekîr(i)
İbrahim'in kavmi ile Lût'un kavmi ve Medyen halkı da (yalanlamışlardı). Mûsâ da yalanlandı ve nihayet o inkarcılara mühlet verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Beni inkar etmek nasılmış, (gördüler).
فَكَاَيِّنْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
اَهْلَكْنَاهَا
وَهِيَ
ظَالِمَةٌ
فَهِيَ
خَاوِيَةٌ
عَلٰى
عُرُوشِهَا
وَبِئْرٍ
مُعَطَّـلَةٍ
وَقَصْرٍ
مَش۪يدٍ
٤٥
Fekeeyyin min karyetin ehleknâhâ vehiye zâlimetun fehiye ḣâviyetun ‘alâ ‘urûşihâ vebi/rin mu’attaletin vekasrin meşîd(in)
Halkı zulmetmekteyken helak ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır!
اَفَلَمْ
يَس۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
فَتَكُونَ
لَهُمْ
قُلُوبٌ
يَعْقِلُونَ
بِهَٓا
اَوْ
اٰذَانٌ
يَسْمَعُونَ
بِهَاۚ
فَاِنَّهَا
لَا
تَعْمَى
الْاَبْصَارُ
وَلٰكِنْ
تَعْمَى
الْقُلُوبُ
الَّت۪ي
فِي
الصُّدُورِ
٤٦
Efelem yesîrû fî-l-ardi fetekûne lehum kulûbun ya’kilûne bihâ ev âżânun yesme’ûne bihâ(s) fe-innehâ lâ ta’mâ-l-ebsâru velâkin ta’mâ-lkulûbu-lletî fî-ssudûr(i)
Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالْعَذَابِ
وَلَنْ
يُخْلِفَ
اللّٰهُ
وَعْدَهُۜ
وَاِنَّ
يَوْماً
عِنْدَ
رَبِّكَ
كَاَلْفِ
سَنَةٍ
مِمَّا
تَعُدُّونَ
٤٧
Veyesta’cilûneke bil’ażâbi velen yuḣlifa(A)llâhu va’deh(u)(c) ve-inne yevmen ‘inde rabbike keelfi senetin mimmâ te’uddûn(e)
Bir de senden acele azap istiyorlar. Halbuki Allah asla va'dinden caymaz. Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.
وَكَاَيِّنْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
اَمْلَيْتُ
لَهَا
وَهِيَ
ظَالِمَةٌ
ثُمَّ
اَخَذْتُهَاۚ
وَاِلَيَّ
الْمَص۪يرُ۟
٤٨
Vekeeyyin min karyetin emleytu lehâ vehiye zâlimetun śümme eḣażtuhâ ve-ileyye-lmasîr(u)
Zalim oldukları halde, mühlet verdiğim, sonra da kendilerini azabımla yakaladığım nice memleket halkları vardır. Dönüş yalnız banadır.
قُلْ
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اِنَّـمَٓا
اَنَا۬
لَكُمْ
نَذ۪يرٌ
مُب۪ينٌۚ
٤٩
Kul yâ eyyuhâ-nnâsu innemâ enâ lekum neżîrun mubîn(un)
De ki: "Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım."
فَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَرِزْقٌ
كَر۪يمٌ
٥٠
Felleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti lehum maġfiratun verizkun kerîm(un)
Artık iman edip salih ameller işleyenler var ya, işte onlar için bir bağışlama, güzel bir nimet (cennet) vardır.
وَالَّذ۪ينَ
سَعَوْا
ف۪ٓي
اٰيَاتِنَا
مُعَاجِز۪ينَ
اُو۬لٰٓئِكَ
اَصْحَابُ
الْجَح۪يمِ
٥١
Velleżîne se’av fî âyâtinâ mu’âcizîne ulâ-ike ashâbu-lcahîm(i)
Âyetlerimizi geçersiz kılmak için çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir.
وَمَٓا
اَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
مِنْ
رَسُولٍ
وَلَا
نَبِيٍّ
اِلَّٓا
اِذَا
تَمَنّٰٓى
اَلْقَى
الشَّيْطَانُ
ف۪ٓي
اُمْنِيَّتِه۪ۚ
فَيَنْسَخُ
اللّٰهُ
مَا
يُلْقِي
الشَّيْطَانُ
ثُمَّ
يُحْكِمُ
اللّٰهُ
اٰيَاتِه۪ۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
حَك۪يمٌۙ
٥٢
Vemâ erselnâ min kablike min rasûlin velâ nebiyyin illâ iżâ temennâ elkâ-şşeytânu fî umniyyetihi feyenseḣu(A)llâhu mâ yulkî-şşeytânu śümme yuhkimu(A)llâhu âyâtih(i)(k) va(A)llâhu ‘alîmun hakîm(un)
Senden önce hiçbir resül ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah âyetlerini sağlamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
لِيَجْعَلَ
مَا
يُلْقِي
الشَّيْطَانُ
فِتْنَةً
لِلَّذ۪ينَ
ف۪ي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ
وَالْقَاسِيَةِ
قُلُوبُهُمْۜ
وَاِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
لَف۪ي
شِقَاقٍ
بَع۪يدٍۙ
٥٣
Liyec’ale mâ yulkî-şşeytânu fitneten lilleżîne fî kulûbihim meradun velkâsiyeti kulûbuhum(k) ve-inne-zzâlimîne lefî şikâkin be’îd(in)
Allah şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler derin bir ayrılık içindedirler. ,,
وَلِيَعْلَمَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْعِلْمَ
اَنَّهُ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكَ
فَيُؤْمِنُوا
بِه۪
فَتُخْبِتَ
لَهُ
قُلُوبُهُمْۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
لَهَادِ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اِلٰى
صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ
٥٤
Veliya’leme-lleżîne ûtû-l’ilme ennehu-lhakku min rabbike feyu/minû bihi fetuḣbite lehu kulûbuhum(k) ve-inna(A)llâhe lehâdi-lleżîne âmenû ilâ sirâtin mustekîm(in)
Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah iman edenleri doğru yola iletir.
وَلَا
يَزَالُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
ف۪ي
مِرْيَةٍ
مِنْهُ
حَتّٰى
تَأْتِيَهُمُ
السَّاعَةُ
بَغْتَةً
اَوْ
يَأْتِيَهُمْ
عَذَابُ
يَوْمٍ
عَق۪يمٍ
٥٥
Velâ yezâlu-lleżîne keferû fî miryetin minhu hattâ te/tiyehumu-ssâ’atu baġteten ev ye/tiyehum ‘ażâbu yevmin ‘akîm(in)
İnkar edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye, yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya dek o Kur'an'dan bir şüphe içinde kalırlar.
اَلْمُلْكُ
يَوْمَئِذٍ
لِلّٰهِۜ
يَحْكُمُ
بَيْنَهُمْۜ
فَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
ف۪ي
جَنَّاتِ
النَّع۪يمِ
٥٦
Elmulku yevme-iżin li(A)llâhi yahkumu beynehum(c) felleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti fî cennâti-nne’îm(i)
İşte o gün mülk (hükümranlık) Allah'ındır. O, insanların arasında hükmünü verir. Artık iman edip salih ameller işlemiş olanlar Naîm Cennetleri'ndedirler.
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَا
فَاُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
مُه۪ينٌ
٥٧
Velleżîne keferû vekeżżebû bi-âyâtinâ feulâ-ike lehum ‘ażâbun muhîn(un)
İnkar edip âyetlerimizi yalanlamış olanlara gelince, onlar için de alçaltıcı bir azap vardır.
وَالَّذ۪ينَ
هَاجَرُوا
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
ثُمَّ
قُتِلُٓوا
اَوْ
مَاتُوا
لَيَرْزُقَنَّهُمُ
اللّٰهُ
رِزْقاً
حَسَناًۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
لَهُوَ
خَيْرُ
الرَّازِق۪ينَ
٥٨
Velleżîne hâcerû fî sebîli(A)llâhi śümme kutilû ev mâtû leyerzukannehumu(A)llâhu rizkan hasenâ(en)(c) ve-inna(A)llâhe lehuve ḣayru-rrâzikîn(e)
Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
لَيُدْخِلَنَّهُمْ
مُدْخَلاً
يَرْضَوْنَهُۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
لَعَل۪يمٌ
حَل۪يمٌ
٥٩
Leyudḣilennehum mudḣalen yerdavneh(u)(k) ve-inna(A)llâhe le’alîmun halîm(un)
Elbette onları hoşnut olacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
ذٰلِكَۚ
وَمَنْ
عَاقَبَ
بِمِثْلِ
مَا
عُوقِبَ
بِه۪
ثُمَّ
بُغِيَ
عَلَيْهِ
لَيَنْصُرَنَّهُ
اللّٰهُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَعَفُوٌّ
غَفُورٌ
٦٠
Żâlike vemen ‘âkabe bimiśli mâ ‘ûkibe bihi śümme buġiye ‘aleyhi leyensurannehu(A)llâh(u)(k) inna(A)llâhe le’afuvvun ġafûr(un)
Bu böyle. Bir de kim kendisine verilen eziyetin dengiyle karşılık verir de sonra yine kendisine zulmedilirse, elbette Allah ona yardım eder. Hiç şüphesiz ki Allah çok affedendir, çok bağışlayandır.
ذٰلِكَ
بِاَنَّ
اللّٰهَ
يُولِجُ
الَّيْلَ
فِي
النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي
الَّيْلِ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
سَم۪يعٌ
بَص۪يرٌ
٦١
Żâlike bi-enna(A)llâhe yûlicu-lleyle fî-nnehâri veyûlicu-nnehâra fî-lleyli veenna(A)llâhe semî’un basîr(un)
Bu böyle. Çünkü Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.
ذٰلِكَ
بِاَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْحَقُّ
وَاَنَّ
مَا
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِه۪
هُوَ
الْبَاطِلُ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْعَلِيُّ
الْكَب۪يرُ
٦٢
Żâlike bi-enna(A)llâhe huve-lhakku veenne mâ yed’ûne min dûnihi huve-lbâtilu veenna(A)llâhe huve-l’aliyyu-lkebîr(u)
Bu böyle. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. O'nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۘ
فَتُصْبِـحُ
الْاَرْضُ
مُخْضَرَّةًۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَط۪يفٌ
خَب۪يرٌۚ
٦٣
Elem tera enna(A)llâhe enzele mine-ssemâ-i mâen fetusbihu-l-ardu muḣdarra(ten)(k) inna(A)llâhe latîfun ḣabîr(un)
Allah'ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz, Allah çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır.
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
لَهُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَم۪يدُ۟
٦٤
Lehu mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)(k) ve-inna(A)llâhe lehuve-lġaniyyu-lhamîd(u)
. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O'nundur. Şüphesiz ki Allah elbette zengindir, elbette övgüye layıktır.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
سَخَّرَ
لَكُمْ
مَا
فِي
الْاَرْضِ
وَالْفُلْكَ
تَجْر۪ي
فِي
الْبَحْرِ
بِاَمْرِه۪ۜ
وَيُمْسِكُ
السَّمَٓاءَ
اَنْ
تَقَعَ
عَلَى
الْاَرْضِ
اِلَّا
بِاِذْنِه۪ۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
بِالنَّاسِ
لَرَؤُ۫فٌ
رَح۪يمٌ
٦٥
Elem tera enna(A)llâhe seḣḣara lekum mâ fî-l-ardi velfulke tecrî fî-lbahri bi-emrihi veyumsiku-ssemâe en teka’a ‘alâ-l-ardi illâ bi-iżnih(i)(k) inna(A)llâhe bi-nnâsi leraûfun rahîm(un)
Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَحْيَاكُمْۘ
ثُمَّ
يُم۪يتُكُمْ
ثُمَّ
يُحْي۪يكُمْۜ
اِنَّ
الْاِنْسَانَ
لَكَفُورٌ
٦٦
Vehuve-lleżî ahyâkum śümme yumîtukum śümme yuhyîkum(k) inne-l-insâne lekefûr(un)
O, size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz, insan çok nankördür.
لِكُلِّ
اُمَّةٍ
جَعَلْنَا
مَنْسَكاً
هُمْ
نَاسِكُوهُ
فَلَا
يُنَازِعُنَّكَ
فِي
الْاَمْرِ
وَادْعُ
اِلٰى
رَبِّكَۜ
اِنَّكَ
لَعَلٰى
هُدًى
مُسْتَق۪يمٍ
٦٧
Likulli ummetin ce’alnâ menseken hum nâsikûh(u)(s) felâ yunâzi’unneke fî-l-emr(i)(c) ved’u ilâ rabbik(e)(s) inneke le’alâ huden mustekîm(in)
Biz her ümmet için uygulayacağı bir ibadet yolu verdik. O halde din işinde seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin.
وَاِنْ
جَادَلُوكَ
فَقُلِ
اللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
٦٨
Ve-in câdelûke fekuli(A)llâhu a’lemu bimâ ta’melûn(e)
Eğer seninle mücadele ederlerse, de ki: "Allah yapmakta olduğunuzu daha iyi bilmektedir."
اَللّٰهُ
يَحْكُمُ
بَيْنَكُمْ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
ف۪يمَا
كُنْتُمْ
ف۪يهِ
تَخْتَلِفُونَ
٦٩
(A)llâhu yahkumu beynekum yevme-lkiyâmeti fîmâ kuntum fîhi taḣtelifûn(e)
Hakkında ayrılığa düşüp durduğunuz şeyler konusunda kıyamet günü Allah aranızda hüküm verecektir.
اَلَمْ
تَعْلَمْ
اَنَّ
اللّٰهَ
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
ف۪ي
كِتَابٍۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
عَلَى
اللّٰهِ
يَس۪يرٌ
٧٠
Elem ta’lem enna(A)llâhe ya’lemu mâ fî-ssemâ-i vel-ard(i)(k) inne żâlike fî kitâb(in)(c) inne żâlike ‘ala(A)llâhi yesîr(un)
Bilmez misin ki kuşkusuz Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz bunların hepsi bir kitapta (Levh-i mahfuz'da)dır. Şüphesiz bu Allah'a göre çok kolaydır.
وَيَعْبُدُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَمْ
يُنَزِّلْ
بِه۪
سُلْطَاناً
وَمَا
لَيْسَ
لَهُمْ
بِه۪
عِلْمٌۜ
وَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
نَص۪يرٍ
٧١
Veya’budûne min dûni(A)llâhi mâ lem yunezzil bihi sultânen vemâ leyse lehum bihi ‘ilm(un)(k) vemâ lizzâlimîne min nasîr(in)
Onlar, Allah'ı bırakıp, hakkında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, kendilerinin de hakkında hiçbir bilgilerinin bulunmadığı şeylere kulluk ederler. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.
وَاِذَا
تُتْلٰى
عَلَيْهِمْ
اٰيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ
تَعْرِفُ
ف۪ي
وُجُوهِ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
الْمُنْكَرَۜ
يَكَادُونَ
يَسْطُونَ
بِالَّذ۪ينَ
يَتْلُونَ
عَلَيْهِمْ
اٰيَاتِنَاۜ
قُلْ
اَفَاُنَبِّئُكُمْ
بِشَرٍّ
مِنْ
ذٰلِكُمْۜ
اَلنَّارُۜ
وَعَدَهَا
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُواۜ
وَبِئْسَ
الْمَص۪يرُ۟
٧٢
Ve-iżâ tutlâ ‘aleyhim âyâtunâ beyyinâtin ta’rifu fî vucûhi-lleżîne keferû-lmunker(a)(s) yekâdûne yestûne billeżîne yetlûne ‘aleyhim âyâtinâ(k) kul efeunebbi-ukum bişerrin min żâlikum(k) ennâru ve’adeha(A)llâhu-lleżîne keferû(s) vebi/se-lmasîr(u)
Kendilerine âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman o kafirlerin yüz ifadelerinden inkarlarını anlarsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyanlara hışımla saldıracaklar. De ki: "Şimdi size bu durumdan daha beterini haber vereyim mi: Ateş... Allah onu kafirlere vaad etti. Ne kötü varış yeridir orası!"
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
ضُرِبَ
مَثَلٌ
فَاسْتَمِعُوا
لَهُۜ
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
لَنْ
يَخْلُقُوا
ذُبَاباً
وَلَوِ
اجْتَمَعُوا
لَهُۜ
وَاِنْ
يَسْلُبْهُمُ
الذُّبَابُ
شَيْـٔاً
لَا
يَسْتَنْقِذُوهُ
مِنْهُۜ
ضَعُفَ
الطَّالِبُ
وَالْمَطْلُوبُ
٧٣
Yâ eyyuhâ-nnâsu duribe meśelun festemi’û leh(u)(c) inne-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi len yaḣlukû żubâben velevi-cteme’û leh(u)(s) ve-in yeslubuhumu-żżubâbu şey-en lâ yestenkiżûhu minh(u)(c) da’ufe-ttâlibu velmatlûb(u)
Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.
مَا
قَدَرُوا
اللّٰهَ
حَقَّ
قَدْرِه۪ۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَقَوِيٌّ
عَز۪يزٌ
٧٤
Mâ kaderû(A)llâhe hakka kadrih(i)(k) inna(A)llâhe lekaviyyun ‘azîz(un)
Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
اَللّٰهُ
يَصْطَف۪ي
مِنَ
الْمَلٰٓئِكَةِ
رُسُلاً
وَمِنَ
النَّاسِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
سَم۪يعٌ
بَص۪يرٌۚ
٧٥
(A)llâhu yastafî mine-lmelâ-iketi rusulen vemine-nnâs(i)(c) inna(A)llâhe semî’un basîr(un)
Allah meleklerden de resüller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
يَعْلَمُ
مَا
بَيْنَ
اَيْد۪يهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
تُرْجَعُ
الْاُمُورُ
٧٦
Ya’lemu mâ beyne eydîhim vemâ ḣalfehum(k) ve-ila(A)llâhi turce’u-l-umûr(u)
Onların önlerindekini de (yaptıklarını da), arkalarındakini de (yapacaklarını da) bilir. Bütün işler hep Allah'a döndürülür.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
ارْكَعُوا
وَاسْجُدُوا
وَاعْبُدُوا
رَبَّكُمْ
وَافْعَلُوا
الْخَيْرَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَۚ
٧٧
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-rke’û vescudû va’budû rabbekum vef’alû-lḣayra le’allekum tuflihûn(e)
Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.
وَجَاهِدُوا
فِي
اللّٰهِ
حَقَّ
جِهَادِه۪ۜ
هُوَ
اجْتَبٰيكُمْ
وَمَا
جَعَلَ
عَلَيْكُمْ
فِي
الدّ۪ينِ
مِنْ
حَرَجٍۜ
مِلَّةَ
اَب۪يكُمْ
اِبْرٰه۪يمَۜ
هُوَ
سَمّٰيكُمُ
الْمُسْلِم۪ينَ
مِنْ
قَبْلُ
وَف۪ي
هٰذَا
لِيَكُونَ
الرَّسُولُ
شَه۪يداً
عَلَيْكُمْ
وَتَكُونُوا
شُهَدَٓاءَ
عَلَى
النَّاسِۚ
فَاَق۪يمُوا
الصَّلٰوةَ
وَاٰتُوا
الزَّكٰوةَ
وَاعْتَصِمُوا
بِاللّٰهِۜ
هُوَ
مَوْلٰيكُمْۚ
فَنِعْمَ
الْمَوْلٰى
وَنِعْمَ
النَّص۪يرُ
٧٨
Vecâhidû fi(A)llâhi hakka cihâdih(i)(c) huve-ctebâkum vemâ ce’ale ‘aleykum fî-ddîni min harac(in)(c) millete ebîkum ibrâhîm(e)(c) huve semmâkumu-lmuslimîne minkablu vefî hâżâ liyekûne-rrasûlu şehîden ‘aleykum vetekûnû şuhedâe ‘alâ-nnâs(i)(c) feakîmû-ssalâte veâtû-zzekâte va’tasimû bi(A)llâhi huve mevlâkum(s) feni’me-lmevlâ veni’me-nnasîr(u)
Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim'in dinine uyun. Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur'an'da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!