الْاَعْرَافِ

A'râf Sûresi

A'râf Sûresi 1 . Ayet

الٓمٓصٓۜ

١

Elif-lâm-mîm-sâd

Elif Lâm Mîm Sâd.

A'râf Sûresi 2 . Ayet

كِتَابٌ

اُنْزِلَ

اِلَيْكَ

فَلَا

يَكُنْ

ف۪ي

صَدْرِكَ

حَرَجٌ

مِنْهُ

لِتُنْذِرَ

بِه۪

وَذِكْرٰى

لِلْمُؤْمِن۪ينَ

٢

Kitâbun unzile ileyke felâ yekun fî sadrike haracun minhu litunżira bihi veżikrâ lilmu/minîn(e)

Bu, sana, kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü'minlere öğüt olarak indirilmiş bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.

A'râf Sûresi 3 . Ayet

اِتَّبِعُوا

مَٓا

اُنْزِلَ

اِلَيْكُمْ

مِنْ

رَبِّكُمْ

وَلَا

تَتَّبِعُوا

مِنْ

دُونِه۪ٓ

اَوْلِيَٓاءَۜ

قَل۪يلاً

مَا

تَذَكَّرُونَ

٣

İttebi’û mâ unzile ileykum min rabbikum velâ tettebi’û min dûnihi evliyâ/(e)(c) kalîlen mâ teżekkerûn(e)

Rabbinizden size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

A'râf Sûresi 4 . Ayet

وَكَمْ

مِنْ

قَرْيَةٍ

اَهْلَكْنَاهَا

فَجَٓاءَهَا

بَأْسُنَا

بَيَاتاً

اَوْ

هُمْ

قَٓائِلُونَ

٤

Vekem min karyetin ehleknâhâ fecâehâ be/sunâ beyâten ev hum kâ-ilûn(e)

Nice memleketleri helak ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat halinde iken gelmişti.

A'râf Sûresi 5 . Ayet

فَمَا

كَانَ

دَعْوٰيهُمْ

اِذْ

جَٓاءَهُمْ

بَأْسُنَٓا

اِلَّٓا

اَنْ

قَالُٓوا

اِنَّا

كُنَّا

ظَالِم۪ينَ

٥

Femâ kâne da’vâhum iż câehum be/sunâ illâ en kâlû innâ kunnâ zâlimîn(e)

Azabımız kendilerine geldiğinde, "(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk" demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.

A'râf Sûresi 6 . Ayet

فَلَنَسْـَٔلَنَّ

الَّذ۪ينَ

اُرْسِلَ

اِلَيْهِمْ

وَلَنَسْـَٔلَنَّ

الْمُرْسَل۪ينَۙ

٦

Felenes-elenne-lleżîne ursile ileyhim velenes-elenne-lmurselîn(e)

Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız.Peygamberlere de elbette soracağız.

A'râf Sûresi 7 . Ayet

فَلَنَقُصَّنَّ

عَلَيْهِمْ

بِعِلْمٍ

وَمَا

كُنَّا

غَٓائِب۪ينَ

٧

Felenekussanne ‘aleyhim bi’ilm(in)(s) vemâ kunnâ ġâ-ibîn(e)

Andolsun, onlara (yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değiliz.

A'râf Sûresi 8 . Ayet

وَالْوَزْنُ

يَوْمَئِذٍۨ

الْحَقُّۚ

فَمَنْ

ثَقُلَتْ

مَوَاز۪ينُهُ

فَاُو۬لٰٓئِكَ

هُمُ

الْمُفْلِحُونَ

٨

Velveznu yevme-iżini-lhakk(u)(c) femen śekulet mevâzînuhu feulâ-ike humu-lmuflihûn(e)

O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

A'râf Sûresi 9 . Ayet

وَمَنْ

خَفَّتْ

مَوَاز۪ينُهُ

فَاُو۬لٰٓئِكَ

الَّذ۪ينَ

خَسِرُٓوا

اَنْفُسَهُمْ

بِمَا

كَانُوا

بِاٰيَاتِنَا

يَظْلِمُونَ

٩

Vemen ḣaffet mevâzînuhu feulâ-ike-lleżîne ḣasirû enfusehum bimâ kânû bi-âyâtinâ yazlimûn(e)

Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.

A'râf Sûresi 10 . Ayet

وَلَقَدْ

مَكَّنَّاكُمْ

فِي

الْاَرْضِ

وَجَعَلْنَا

لَكُمْ

ف۪يهَا

مَعَايِشَۜ

قَل۪يلاً

مَا

تَشْكُرُونَ۟

١٠

Velekad mekkennâkum fî-l-ardi vece’alnâ lekum fîhâ me’âyiş(e)(k) kalîlen mâ teşkurûn(e)

Andolsun, size yeryüzünde imkan ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkanları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!

A'râf Sûresi 11 . Ayet

وَلَقَدْ

خَلَقْنَاكُمْ

ثُمَّ

صَوَّرْنَاكُمْ

ثُمَّ

قُلْنَا

لِلْمَلٰٓئِكَةِ

اسْجُدُوا

لِاٰدَمَۗ

فَسَجَدُٓوا

اِلَّٓا

اِبْل۪يسَۜ

لَمْ

يَكُنْ

مِنَ

السَّاجِد۪ينَ

١١

Velekad ḣaleknâkum śümme savvernâkum śümme kulnâ lilmelâ-iketi-scudû li-âdeme fesecedû illâ iblîse lem yekun mine-ssâcidîn(e)

Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, "Adem için saygı ile eğilin" dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

A'râf Sûresi 12 . Ayet

قَالَ

مَا

مَنَعَكَ

اَلَّا

تَسْجُدَ

اِذْ

اَمَرْتُكَۜ

قَالَ

اَنَا۬

خَيْرٌ

مِنْهُۚ

خَلَقْتَن۪ي

مِنْ

نَارٍ

وَخَلَقْتَهُ

مِنْ

ط۪ينٍ

١٢

Kâle mâ mene’ake ellâ tescude iż emertuk(e)(s) kâle enâ ḣayrun minhu ḣalaktenî min nârin veḣalaktehu min tîn(in)

Allah, "Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?" dedi. (O da) "Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın" dedi.

A'râf Sûresi 13 . Ayet

قَالَ

فَاهْبِطْ

مِنْهَا

فَمَا

يَكُونُ

لَكَ

اَنْ

تَتَكَبَّرَ

ف۪يهَا

فَاخْرُجْ

اِنَّكَ

مِنَ

الصَّاغِر۪ينَ

١٣

Kâle fehbit minhâ femâ yekûnu leke en tetekebbera fîhâ faḣruc inneke mine-ssâġirîn(e)

Allah, "Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın" dedi.

A'râf Sûresi 14 . Ayet

قَالَ

اَنْظِرْن۪ٓي

اِلٰى

يَوْمِ

يُبْعَثُونَ

١٤

Kâle enzirnî ilâ yevmi yub’aśûn(e)

Şeytan dedi ki: "(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver."

A'râf Sûresi 15 . Ayet

قَالَ

اِنَّكَ

مِنَ

الْمُنْظَر۪ينَ

١٥

Kâle inneke mine-lmunzarîn(e)

Allah da, "Sen süre verilenlerdensin" dedi.

A'râf Sûresi 16 . Ayet

قَالَ

فَبِمَٓا

اَغْوَيْتَن۪ي

لَاَقْعُدَنَّ

لَهُمْ

صِرَاطَكَ

الْمُسْتَق۪يمَۙ

١٦

Kâle febimâ aġveytenî leak’udenne lehum sirâtake-lmustekîm(e)

Şeytan dedi ki: "(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım."

A'râf Sûresi 17 . Ayet

ثُمَّ

لَاٰتِيَنَّهُمْ

مِنْ

بَيْنِ

اَيْد۪يهِمْ

وَمِنْ

خَلْفِهِمْ

وَعَنْ

اَيْمَانِهِمْ

وَعَنْ

شَمَٓائِلِهِمْۜ

وَلَا

تَجِدُ

اَكْثَرَهُمْ

شَاكِر۪ينَ

١٧

Śumme leâtiyennehum min beyni eydîhim vemin ḣalfihim ve’an eymânihim ve’an şemâ-ilihim(s) velâ tecidu ekśerahum şâkirîn(e)

"Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın."

A'râf Sûresi 18 . Ayet

قَالَ

اخْرُجْ

مِنْهَا

مَذْؤُ۫ماً

مَدْحُوراًۜ

لَمَنْ

تَبِعَكَ

مِنْهُمْ

لَاَمْلَـَٔنَّ

جَهَنَّمَ

مِنْكُمْ

اَجْمَع۪ينَ

١٨

Kâle-ḣruc minhâ meż-ûmen medhûr(an)(s) lemen tebi’ake minhum leemleenne cehenneme minkum ecme’în(e)

Allah dedi ki: "Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum."

A'râf Sûresi 19 . Ayet

وَيَٓا

اٰدَمُ

اسْكُنْ

اَنْتَ

وَزَوْجُكَ

الْجَنَّةَ

فَكُلَا

مِنْ

حَيْثُ

شِئْتُمَا

وَلَا

تَقْرَبَا

هٰذِهِ

الشَّجَرَةَ

فَتَكُونَا

مِنَ

الظَّالِم۪ينَ

١٩

Veyâ âdemu-skun ente vezevcuke-lcennete fekulâ min hayśu şi/tumâ velâ takrabâ hâżihi-şşecerate fetekûnâ mine-zzâlimîn(e)

"Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz."

A'râf Sûresi 20 . Ayet

فَوَسْوَسَ

لَهُمَا

الشَّيْطَانُ

لِيُبْدِيَ

لَهُمَا

مَا

وُ۫رِيَ

عَنْهُمَا

مِنْ

سَوْاٰتِهِمَا

وَقَالَ

مَا

نَهٰيكُمَا

رَبُّكُمَا

عَنْ

هٰذِهِ

الشَّجَرَةِ

اِلَّٓا

اَنْ

تَكُونَا

مَلَكَيْنِ

اَوْ

تَكُونَا

مِنَ

الْخَالِد۪ينَ

٢٠

Fevesvese lehumâ-şşeytânu liyubdiye lehumâ mâ vûriye ‘anhumâ min sev-âtihimâ vekâle mâ nehâkumâ rabbukumâ ‘an hâżihi-şşecerati illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ mine-lḣâlidîn(e)

Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki:(Öyle ise, yasak ağacın meyvesinden yiyin ki melek olasınız yahut cennette ebediyyen kalasınız)" Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız, diye yasakladı.

A'râf Sûresi 21 . Ayet

وَقَاسَمَـهُمَٓا

اِنّ۪ي

لَكُمَا

لَمِنَ

النَّاصِح۪ينَۙ

٢١

Vekâsemehumâ innî lekumâ lemine-nnâsihîn(e)

"Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim" diye de onlara yemin etti.

A'râf Sûresi 22 . Ayet

فَدَلّٰيهُمَا

بِغُرُورٍۚ

فَلَمَّا

ذَاقَا

الشَّجَرَةَ

بَدَتْ

لَهُمَا

سَوْاٰتُهُمَا

وَطَفِقَا

يَخْصِفَانِ

عَلَيْهِمَا

مِنْ

وَرَقِ

الْجَنَّةِۜ

وَنَادٰيهُمَا

رَبُّهُمَٓا

اَلَمْ

اَنْهَكُمَا

عَنْ

تِلْكُمَا

الشَّجَرَةِ

وَاَقُلْ

لَكُمَٓا

اِنَّ

الشَّيْطَانَ

لَكُمَا

عَدُوٌّ

مُب۪ينٌ

٢٢

Fedellâhumâ biġurûr(in)(c) felemmâ żâkâ-şşecerate bedet lehumâ sev-âtuhumâ vetafikâ yaḣsifâni ‘aleyhimâ min veraki-lcenne(ti)(s) venâdâhumâ rabbuhumâ elem enhekumâ ‘an tilkumâ-şşecerati veekul lekumâ inne-şşeytâne lekumâ ‘aduvvun mubîn(un)

Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?" diye seslendi.

A'râf Sûresi 23 . Ayet

قَالَا

رَبَّـنَا

ظَلَمْنَٓا

اَنْفُسَنَا

وَاِنْ

لَمْ

تَغْفِرْ

لَنَا

وَتَرْحَمْنَا

لَنَكُونَنَّ

مِنَ

الْخَاسِر۪ينَ

٢٣

Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve-in lem taġfir lenâ veterhamnâ lenekûnenne mine-lḣâsirîn(e)

Dediler ki: "Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz."

A'râf Sûresi 24 . Ayet

قَالَ

اهْبِطُوا

بَعْضُكُمْ

لِبَعْضٍ

عَدُوٌّۚ

وَلَكُمْ

فِي

الْاَرْضِ

مُسْتَقَرٌّ

وَمَتَاعٌ

اِلٰى

ح۪ينٍ

٢٤

Kâle-hbitû ba’dukum liba’din ‘aduvv(un)(s) velekum fî-l-ardi mustekarrun vemetâ’un ilâhîn(in)

Allah dedi ki: "Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır."

A'râf Sûresi 25 . Ayet

قَالَ

ف۪يهَا

تَحْيَوْنَ

وَف۪يهَا

تَمُوتُونَ

وَمِنْهَا

تُخْرَجُونَ۟

٢٥

Kâle fîhâ tahyevne vefîhâ temûtûne veminhâ tuḣracûn(e)

Allah dedi ki: "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız."

A'râf Sûresi 26 . Ayet

يَا

بَن۪ٓي

اٰدَمَ

قَدْ

اَنْزَلْنَا

عَلَيْكُمْ

لِبَاساً

يُوَار۪ي

سَوْاٰتِكُمْ

وَر۪يشاً۠

وَلِبَاسُ

التَّقْوٰى

ذٰلِكَ

خَيْرٌۜ

ذٰلِكَ

مِنْ

اٰيَاتِ

اللّٰهِ

لَعَلَّهُمْ

يَذَّكَّرُونَ

٢٦

Yâ benî âdeme kad enzelnâ ‘aleykum libâsen yuvârî sev-âtikum verîşâ(en)(s) velibâsu-ttakvâ żâlike ḣayr(un)(c) żâlike min âyâti(A)llâhi le’allehum yeżżekkerûn(e)

Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah'ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).

A'râf Sûresi 27 . Ayet

يَا

بَن۪ٓي

اٰدَمَ

لَا يَفْتِنَنَّكُمُ

الشَّيْطَانُ

كَمَٓا

اَخْرَجَ

اَبَوَيْكُمْ

مِنَ

الْجَنَّةِ

يَنْزِعُ

عَنْهُمَا

لِبَاسَهُمَا

لِيُرِيَهُمَا

سَوْاٰتِهِمَاۜ

اِنَّهُ

يَرٰيكُمْ

هُوَ

وَقَب۪يلُهُ

مِنْ

حَيْثُ

لَا

تَرَوْنَهُمْۜ

اِنَّا

جَعَلْنَا

الشَّيَاط۪ينَ

اَوْلِيَٓاءَ

لِلَّذ۪ينَ

لَا

يُؤْمِنُونَ

٢٧

Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumu-şşeytânu kemâ aḣrace ebeveykum mine-lcenneti yenzi’u ‘anhumâ libâsehumâ liyuriyehumâ sev-âtihimâ(k) innehu yerâkum huve vekabîluhu min hayśu lâ teravnehum(k) innâ ce’alnâ-şşeyâtîne evliyâe lilleżîne lâ yu/minûn(e)

Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.

A'râf Sûresi 28 . Ayet

وَاِذَا

فَعَلُوا

فَاحِشَةً

قَالُوا

وَجَدْنَا

عَلَيْهَٓا

اٰبَٓاءَنَا

وَاللّٰهُ

اَمَرَنَا

بِهَاۜ

قُلْ

اِنَّ

اللّٰهَ

لَا

يَأْمُرُ

بِالْفَحْشَٓاءِۜ

اَتَقُولُونَ

عَلَى

اللّٰهِ

مَا

لَا تَعْلَمُونَ

٢٨

Ve-iżâ fe’alû fâhişeten kâlû vecednâ ‘aleyhâ âbâenâ va(A)llâhu emeranâ bihâ(k) kul inna(A)llâhe lâ ye/muru bilfahşâ-/(i)(s) etekûlûne ‘ala(A)llâhi mâ lâ ta’lemûn(e)

Çirkin bir iş işledikleri vakit, "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?"

A'râf Sûresi 29 . Ayet

قُلْ

اَمَرَ

رَبّ۪ي

بِالْقِسْطِ۠

وَاَق۪يمُوا

وُجُوهَكُمْ

عِنْدَ

كُلِّ

مَسْجِدٍ

وَادْعُوهُ

مُخْلِص۪ينَ

لَهُ

الدّ۪ينَۜ

كَمَا

بَدَاَكُمْ

تَعُودُونَۜ

٢٩

Kul emera rabbî bilkist(i)(s) veekîmû vucûhekum ‘inde kulli mescidin ved’ûhu muḣlisîne lehu-ddîn(e)(c) kemâ bedeekum te’ûdûn(e)

De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (ona) doğrultun. Dini Allah'a has kılarak ona ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine ona) döneceksiniz."

A'râf Sûresi 30 . Ayet

فَر۪يقاً

هَدٰى

وَفَر۪يقاً

حَقَّ

عَلَيْهِمُ

الضَّلَالَةُۜ

اِنَّهُمُ

اتَّخَذُوا

الشَّيَاط۪ينَ

اَوْلِيَٓاءَ

مِنْ

دُونِ

اللّٰهِ

وَيَحْسَبُونَ

اَنَّهُمْ

مُهْتَدُونَ

٣٠

Ferîkan hedâ ve ferîkan hakka ‘aleyhimu-ddalâle(tu)(k) innehumu-tteḣażû-şşeyâtîne evliyâe min dûni(A)llâhi veyahsebûne ennehum muhtedûn(e)

Allah bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık layık oldu. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.

A'râf Sûresi 31 . Ayet

يَا

بَن۪ٓي

اٰدَمَ

خُذُوا

ز۪ينَتَكُمْ

عِنْدَ

كُلِّ

مَسْجِدٍ

وَكُلُوا

وَاشْرَبُوا

وَلَا تُسْرِفُواۚ

اِنَّهُ

لَا

يُحِبُّ

الْمُسْرِف۪ينَ۟

٣١

Yâ benî âdeme ḣużû zînetekum ‘inde kulli mescidin vekulû veşrabû velâ tusrifû(c) innehu lâ yuhibbu-lmusrifîn(e)

Ey Ademoğulları! Her mescitde ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.

A'râf Sûresi 32 . Ayet

قُلْ

مَنْ

حَرَّمَ

ز۪ينَةَ

اللّٰهِ

الَّت۪ٓي

اَخْرَجَ

لِعِبَادِه۪

وَالطَّيِّبَاتِ

مِنَ

الرِّزْقِۜ

قُلْ

هِيَ

لِلَّذ۪ينَ

اٰمَنُوا

فِي

الْحَيٰوةِ

الدُّنْيَا

خَالِصَةً

يَوْمَ

الْقِيٰمَةِۜ

كَذٰلِكَ

نُفَصِّلُ

الْاٰيَاتِ

لِقَوْمٍ

يَعْلَمُونَ

٣٢

Kul men harrame zîneta(A)llâhi-lletî aḣrace li’ibâdihi ve-ttayyibâti mine-rrizk(i)(c) kul hiye lilleżîne âmenû fî-lhayâti-ddunyâ ḣâlisaten yevme-lkiyâme(ti)(k) keżâlike nufassilu-l-âyâti likavmin ya’lemûn(e)

De ki: "Allah'ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında mü'minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz."

A'râf Sûresi 33 . Ayet

قُلْ

اِنَّمَا

حَرَّمَ

رَبِّيَ

الْفَوَاحِشَ

مَا

ظَهَرَ

مِنْهَا

وَمَا

بَطَنَ

وَالْاِثْمَ

وَالْبَغْيَ

بِغَيْرِ

الْحَقِّ

وَاَنْ

تُشْرِكُوا

بِاللّٰهِ

مَا

لَمْ

يُنَزِّلْ

بِه۪

سُلْطَاناً

وَاَنْ

تَقُولُوا

عَلَى

اللّٰهِ

مَا

لَا

تَعْلَمُونَ

٣٣

Kul innemâ harrame rabbiye-lfevâhişe mâzahera minhâ vemâ betane vel-iśme velbaġye biġayri-lhakki veen tuşrikû bi(A)llâhi mâ lem yunezzil bihi sultânen veen tekûlû ‘ala(A)llâhi mâ lâ ta’lemûn(e)

De ki: "Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."

A'râf Sûresi 34 . Ayet

وَلِكُلِّ

اُمَّةٍ

اَجَلٌۚ

فَاِذَا

جَٓاءَ

اَجَلُهُمْ

لَا

يَسْتَأْخِرُونَ

سَاعَةً

وَلَا

يَسْتَقْدِمُونَ

٣٤

Velikulli ummetin ecel(un)(s) fe-iżâ câe eceluhum lâ yeste/ḣirûne sâ’a(ten)(s) velâ yestakdimûn(e)

Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.

A'râf Sûresi 35 . Ayet

يَا

بَن۪ٓي

اٰدَمَ

اِمَّا

يَأْتِيَنَّكُمْ

رُسُلٌ

مِنْكُمْ

يَقُصُّونَ

عَلَيْكُمْ

اٰيَات۪يۙ

فَمَنِ

اتَّقٰى

وَاَصْلَحَ

فَلَا

خَوْفٌ

عَلَيْهِمْ

وَلَا

هُمْ

يَحْزَنُونَ

٣٥

Yâ benî âdeme immâ ye/tiyennekum rusulun minkum yakussûne ‘aleykum âyâtî(ﻻ) femeni-ttekâ veasleha felâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)

Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah'a karşı gelmekten sakınır ve halini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.

A'râf Sûresi 36 . Ayet

وَالَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

وَاسْتَكْبَرُوا

عَنْهَٓا

اُو۬لٰٓئِكَ

اَصْحَابُ

النَّارِۚ

هُمْ

ف۪يهَا

خَالِدُونَ

٣٦

Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ vestekberû ‘anhâ ulâ-ike ashâbu-nnâr(i)(s) hum fîhâ ḣâlidûn(e)

Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

A'râf Sûresi 37 . Ayet

فَمَنْ

اَظْلَمُ

مِمَّنِ

افْتَرٰى

عَلَى

اللّٰهِ

كَذِباً

اَوْ

كَذَّبَ

بِاٰيَاتِه۪ۜ

اُو۬لٰٓئِكَ

يَنَالُهُمْ

نَص۪يبُهُمْ

مِنَ

الْكِتَابِۜ

حَتّٰٓى

اِذَا

جَٓاءَتْهُمْ

رُسُلُنَا

يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ

قَالُٓوا

اَيْنَ

مَا

كُنْتُمْ

تَدْعُونَ

مِنْ

دُونِ

اللّٰهِۜ

قَالُوا

ضَلُّوا

عَنَّا

وَشَهِدُوا

عَلٰٓى

اَنْفُسِهِمْ

اَنَّهُمْ

كَانُوا

كَافِر۪ينَ

٣٧

Femen azlemu mimmeni-fterâ ‘ala(A)llâhi keżiben ev keżżebe bi-âyâtih(i)(c) ulâ-ike yenâluhum nasîbuhum mine-lkitâb(i)(s) hattâ iżâ câet-hum rusulunâ yeteveffevnehum kâlû eyne mâ kuntum ted’ûne min dûni(A)llâh(i)(s) kâlû dallû ‘annâ veşehidû ‘alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(e)

Kim, Allah'a karşı yalan uyduran veya onun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, "Hani Allah'ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?" derler. Onlar da, "Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular" derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.

A'râf Sûresi 38 . Ayet

قَالَ

ادْخُلُوا

ف۪ٓي

اُمَمٍ

قَدْ

خَلَتْ

مِنْ

قَبْلِكُمْ

مِنَ

الْجِنِّ

وَالْاِنْسِ

فِي

النَّارِۜ

كُلَّمَا

دَخَلَتْ

اُمَّةٌ

لَعَنَتْ

اُخْتَهَاۜ

حَتّٰٓى

اِذَا

ادَّارَكُوا

ف۪يهَا

جَم۪يعاًۙ

قَالَتْ

اُخْرٰيهُمْ

لِاُو۫لٰيهُمْ

رَبَّنَا

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ

اَضَلُّونَا

فَاٰتِهِمْ

عَذَاباً

ضِعْفاً

مِنَ

النَّارِۜ

قَالَ

لِكُلٍّ

ضِعْفٌ

وَلٰكِنْ

لَا

تَعْلَمُونَ

٣٨

Kâle-dḣulû fî umemin kad ḣalet min kablikum mine-lcinni vel-insi fî-nnâr(i)(s) kullemâ deḣalet ummetun le’anet uḣtehâ(s) hattâ iżâ-ddârakû fîhâ cemî’an kâlet uḣrâhum li-ûlâhum rabbenâ hâulâ-i edallûnâ feâtihim ‘ażâben di’fen mine-nnâr(i)(s) kâle likullin di’fun velâkin lâ ta’lemûn(e)

Allah şöyle der: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin." Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lanet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, "Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver" derler. Allah der ki: "Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz."

A'râf Sûresi 39 . Ayet

وَقَالَتْ

اُو۫لٰيهُمْ

لِاُخْرٰيهُمْ

فَمَا

كَانَ

لَكُمْ

عَلَيْنَا

مِنْ

فَضْلٍ

فَذُوقُوا

الْعَذَابَ

بِمَا

كُنْتُمْ

تَكْسِبُونَ۟

٣٩

Vekâlet ûlâhum li-uḣrâhum femâ kâne lekum ‘aleynâ min fadlin feżûkû-l’ażâbe bimâ kuntum teksibûn(e)

Öncekiler sonrakilere, "Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın" derler.

A'râf Sûresi 40 . Ayet

اِنَّ

الَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

وَاسْتَكْبَرُوا

عَنْهَا

لَا

تُفَتَّحُ

لَهُمْ

اَبْوَابُ

السَّمَٓاءِ

وَلَا يَدْخُلُونَ

الْجَنَّةَ

حَتّٰى

يَلِجَ

الْجَمَلُ

ف۪ي

سَمِّ

الْخِيَاطِۜ

وَكَذٰلِكَ

نَجْزِي

الْمُجْرِم۪ينَ

٤٠

İnne-lleżîne keżżebû bi-âyâtinâ vestekberû ‘anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbu-ssemâ-i velâ yedḣulûne-lcennete hattâ yelice-lcemelu fî semmi-lḣiyât(i)(c) vekeżâlike neczî-lmucrimîn(e)

Âyetlerimizi yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete de giremezler! Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.

A'râf Sûresi 41 . Ayet

لَهُمْ

مِنْ

جَهَنَّمَ

مِهَادٌ

وَمِنْ

فَوْقِهِمْ

غَوَاشٍۜ

وَكَذٰلِكَ

نَجْزِي

الظَّالِم۪ينَ

٤١

Lehum min cehenneme mihâdun vemin fevkihim ġavâş(in)(c) vekeżâlike neczî-zzâlimîn(e)

Onlar için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.

A'râf Sûresi 42 . Ayet

وَالَّذ۪ينَ

اٰمَنُوا

وَعَمِلُوا

الصَّالِحَاتِ

لَا نُكَلِّفُ

نَفْساً

اِلَّا

وُسْعَهَاۘ

اُو۬لٰٓئِكَ

اَصْحَابُ

الْجَنَّةِۚ

هُمْ

ف۪يهَا

خَالِدُونَ

٤٢

Velleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ulâ-ike ashâbu-lcenne(ti)(s) hum fîhâ ḣâlidûn(e)

İman edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.

A'râf Sûresi 43 . Ayet

وَنَزَعْنَا

مَا

ف۪ي

صُدُورِهِمْ

مِنْ

غِلٍّ

تَجْر۪ي

مِنْ

تَحْتِهِمُ

الْاَنْهَارُۚ

وَقَالُوا

الْحَمْدُ

لِلّٰهِ

الَّذ۪ي

هَدٰينَا

لِهٰذَا

وَمَا

كُنَّا

لِنَهْتَدِيَ

لَوْلَٓا

اَنْ

هَدٰينَا

اللّٰهُۚ

لَقَدْ

جَٓاءَتْ

رُسُلُ

رَبِّنَا

بِالْحَقِّۜ

وَنُودُٓوا

اَنْ

تِلْكُمُ

الْجَنَّةُ

اُو۫رِثْتُمُوهَا

بِمَا

كُنْتُمْ

تَعْمَلُونَ

٤٣

Veneza’nâ mâ fî sudûrihim min ġillin tecrî min tahtihimu-l-enhâr(u)(s) ve kâlû-lhamdu li(A)llâhi-lleżî hedânâ lihâżâ vemâ kunnâ linehtediye levlâ en hedâna(A)llâh(u)(s) lekad câet rusulu rabbinâ bilhakk(i)(s) venûdû en tilkumu-lcennetu ûriśtumûhâ bimâ kuntum ta’melûn(e)

Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar. "Hamd, bizi buna eriştiren Allah'a mahsustur. Eğer Allah'ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirmişler" derler. Onlara, "İşte yaptığınız (iyi işler) sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!" diye seslenilir.

A'râf Sûresi 44 . Ayet

وَنَادٰٓى

اَصْحَابُ

الْجَنَّةِ

اَصْحَابَ

النَّارِ

اَنْ

قَدْ

وَجَدْنَا

مَا

وَعَدَنَا

رَبُّنَا

حَقاًّ

فَهَلْ

وَجَدْتُمْ

مَا

وَعَدَ

رَبُّكُمْ

حَقاًّۜ

قَالُوا

نَعَمْۚ

فَاَذَّنَ

مُؤَذِّنٌ

بَيْنَهُمْ

اَنْ

لَعْنَةُ

اللّٰهِ

عَلَى

الظَّالِم۪ينَۙ

٤٤

Venâdâ ashâbu-lcenneti ashâbe-nnâri en kad vecednâ mâ ve’adenâ rabbunâ hakkan fehel vecedtum mâ ve’ade rabbukum hakk(an)(s) kâlû ne’am(c) feeżżene mu-eżżinun beynehum en la’netu(A)llâhi ‘alâ-zzâlimîn(e)

Cennetlikler cehennemliklere, "Rabbimizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va'd ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar, "Evet" derler. O zaman aralarında bir duyurucu, "Allah'ın laneti zalimlere!" diye seslenir.

A'râf Sûresi 45 . Ayet

اَلَّذ۪ينَ

يَصُدُّونَ

عَنْ

سَب۪يلِ

اللّٰهِ

وَيَبْغُونَهَا

عِوَجاًۚ

وَهُمْ

بِالْاٰخِرَةِ

كَافِرُونَۜ

٤٥

Elleżîne yesuddûne ‘an sebîli(A)llâhi veyebġûnehâ ‘ivecen vehum bil-âḣirati kâfirûn(e)

Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkar edenlerdir.

A'râf Sûresi 46 . Ayet

وَبَيْنَـهُمَا

حِجَابٌۚ

وَعَلَى

الْاَعْرَافِ

رِجَالٌ

يَعْرِفُونَ

كُلاًّ

بِس۪يمٰيهُمْۚ

وَنَادَوْا

اَصْحَابَ

الْجَنَّةِ

اَنْ

سَلَامٌ

عَلَيْكُمْ

لَمْ

يَدْخُلُوهَا

وَهُمْ

يَطْمَعُونَ

٤٦

Vebeynehumâ hicâb(un)(c) ve’alâ-l-a’râfi ricâlun ya’rifûne kullen bisîmâhum(c) venâdev ashâbe-lcenneti en selâmun ‘aleykum(c) lem yedḣulûhâ vehum yatme’ûn(e)

İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur A'râf üzerinde de bir takım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, "Selam olsun size!" diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.

A'râf Sûresi 47 . Ayet

وَاِذَا

صُرِفَتْ

اَبْصَارُهُمْ

تِلْقَٓاءَ

اَصْحَابِ

النَّارِۙ

قَالُوا

رَبَّنَا

لَا

تَجْعَلْنَا

مَعَ

الْقَوْمِ

الظَّالِم۪ينَ۟

٤٧

Ve-iżâ surifet ebsâruhum tilkâe ashâbi-nnâri kâlû rabbenâ lâ tec’alnâ me’a-lkavmi-zzâlimîn(e)

Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, "Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma" derler.

A'râf Sûresi 48 . Ayet

وَنَادٰٓى

اَصْحَابُ

الْاَعْرَافِ

رِجَالاً

يَعْرِفُونَهُمْ

بِس۪يمٰيهُمْ

قَالُوا

مَٓا

اَغْنٰى

عَنْكُمْ

جَمْعُكُمْ

وَمَا

كُنْتُمْ

تَسْتَكْبِرُونَ

٤٨

Venâdâ ashâbu-l-a’râfi ricâlen ya’rifûnehum bisîmâhum kâlû mâ aġnâ ‘ankum cem’ukum vemâ kuntum testekbirûn(e)

A'râftakiler simalarından tanıdıkları bir takım adamlara da seslenir ve şöyle derler: "Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!"

A'râf Sûresi 49 . Ayet

اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ

الَّذ۪ينَ

اَقْسَمْتُمْ

لَا

يَنَالُهُمُ

اللّٰهُ

بِرَحْمَةٍۜ

اُدْخُلُوا

الْجَنَّةَ

لَا

خَوْفٌ

عَلَيْكُمْ

وَلَٓا

اَنْتُمْ

تَحْزَنُونَ

٤٩

Ehâulâ-i-lleżîne aksemtum lâ yenâluhumu(A)llâhu birahme(tin)(c) udḣulû-lcennete lâ ḣavfun ‘aleykum velâ entum tahzenûn(e)

"Sizin, ‘Allah bunları rahmete erdirmez' diye yemin ettikleriniz şunlar mı?" (Sonra cennetliklere dönerek) "Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz" derler.

A'râf Sûresi 50 . Ayet

وَنَادٰٓى

اَصْحَابُ

النَّارِ

اَصْحَابَ

الْجَنَّةِ

اَنْ

اَف۪يضُوا

عَلَيْنَا

مِنَ

الْمَٓاءِ

اَوْ

مِمَّا

رَزَقَكُمُ

اللّٰهُۜ

قَالُٓوا

اِنَّ

اللّٰهَ

حَرَّمَهُمَا

عَلَى

الْكَافِر۪ينَۙ

٥٠

Venâdâ ashâbu-nâri ashâbe-lcenneti en efîdû ‘aleynâ mine-lmâ-i ev mimmâ razekakumu(A)llâh(u)(c) kâlû inna(A)llâhe harramehumâ ‘alâ-lkâfirîn(e)

Cehennemlikler de cennetliklere, "Ne olur, sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın" diye çağrışırlar. Onlar, "Şüphesiz, Allah bunları kafirlere haram kılmıştır" derler.

A'râf Sûresi 51 . Ayet

اَلَّذ۪ينَ

اتَّخَذُوا

د۪ينَهُمْ

لَهْواً

وَلَعِباً

وَغَرَّتْهُمُ

الْحَيٰوةُ

الدُّنْيَاۚ

فَالْيَوْمَ

نَنْسٰيهُمْ

كَمَا

نَسُوا

لِقَٓاءَ

يَوْمِهِمْ

هٰذَاۙ

وَمَا

كَانُوا

بِاٰيَاتِنَا

يَجْحَدُونَ

٥١

Elleżîne-tteḣażû dînehum lehven vela’iben veġarrat-humu-lhayâtu-ddunyâ(c) felyevme nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâżâ vemâ kânû bi-âyâtinâ yechadûn(e)

Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkar edip durdularsa biz de onları bugün öyle unuturuz.

A'râf Sûresi 52 . Ayet

وَلَقَدْ

جِئْنَاهُمْ

بِكِتَابٍ

فَصَّلْنَاهُ

عَلٰى

عِلْمٍ

هُدًى

وَرَحْمَةً

لِقَوْمٍ

يُؤْمِنُونَ

٥٢

Velekad ci/nâhum bikitâbin fassalnâhu ‘alâ ‘ilmin huden verahmeten likavmin yu/minûn(e)

Andolsun biz onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol gösterici ve rahmet olarak getirdik.

A'râf Sûresi 53 . Ayet

هَلْ

يَنْظُرُونَ

اِلَّا

تَأْو۪يلَهُۜ

يَوْمَ

يَأْت۪ي

تَأْو۪يلُهُ

يَقُولُ

الَّذ۪ينَ

نَسُوهُ

مِنْ

قَبْلُ

قَدْ

جَٓاءَتْ

رُسُلُ

رَبِّنَا

بِالْحَقِّۚ

فَهَلْ

لَنَا

مِنْ

شُفَعَٓاءَ

فَيَشْفَعُوا

لَـنَٓا

اَوْ

نُرَدُّ

فَنَعْمَلَ

غَيْرَ

الَّذ۪ي

كُنَّا

نَعْمَلُۜ

قَدْ

خَسِرُٓوا

اَنْفُسَهُمْ

وَضَلَّ

عَنْهُمْ

مَا

كَانُوا

يَفْتَرُونَ۟

٥٣

Hel yenzurûne illâ te/vîleh(u)(c) yevme ye/tî te/vîluhu yekûlu-lleżîne nesûhu min kablu kad câet rusulu rabbinâ bilhakki fehel lenâ min şufe’âe feyeşfe’û lenâ ev nuraddu fena’mele ġayra-lleżî kunnâ na’mel(u)(c) kad ḣasirû enfusehum vedalle ‘anhum mâ kânû yefterûn(e)

Onlar ise ancak, ("Görelim bakalım!" diyerek) Kur'an'ın bildirdiği sonucu (te'vilini) bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?" Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlah diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır.

A'râf Sûresi 54 . Ayet

اِنَّ

رَبَّكُمُ

اللّٰهُ

الَّذ۪ي

خَلَقَ

السَّمٰوَاتِ

وَالْاَرْضَ

ف۪ي

سِتَّةِ

اَيَّامٍ

ثُمَّ

اسْتَوٰى

عَلَى

الْعَرْشِ

يُغْشِي

الَّيْلَ

النَّهَارَ

يَطْلُبُهُ

حَث۪يثاًۙ

وَالشَّمْسَ

وَالْقَمَرَ

وَالنُّجُومَ

مُسَخَّرَاتٍ

بِاَمْرِه۪ۜ

اَلَا

لَهُ

الْخَلْقُ

وَالْاَمْرُۜ

تَبَارَكَ

اللّٰهُ

رَبُّ

الْعَالَم۪ينَ

٥٤

İnne rabbekumu(A)llâhu-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda fî sitteti eyyâmin śümme-stevâ ‘alâ-l’arşi yuġşî-lleyle-nnehâra yatlubuhu haśîśen ve-şşemse velkamera ve-nnucûme musaḣḣarâtin bi-emrih(i)(k) elâ lehu-lḣalku vel-emr(u)(k) tebâraka(A)llâhu rabbu-l’âlemîn(e)

Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş'a kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah'tır. Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı yücedir.

A'râf Sûresi 55 . Ayet

اُدْعُوا

رَبَّكُمْ

تَضَرُّعاً

وَخُفْيَةًۜ

اِنَّهُ

لَا

يُحِبُّ

الْمُعْتَد۪ينَۚ

٥٥

Ud’û rabbekum tedarru’en veḣufye(ten)(c) innehu lâ yuhibbu-lmu’tedîn(e)

Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.

A'râf Sûresi 56 . Ayet

وَلَا تُفْسِدُوا

فِي

الْاَرْضِ

بَعْدَ

اِصْلَاحِهَا

وَادْعُوهُ

خَوْفاً

وَطَمَعاًۜ

اِنَّ

رَحْمَتَ

اللّٰهِ

قَر۪يبٌ

مِنَ

الْمُحْسِن۪ينَ

٥٦

Velâ tufsidû fî-l-ardi ba’de islâhihâ ved’ûhu ḣavfen vetame’â(an)(c) inne rahmeta(A)llâhi karîbun mine-lmuhsinîn(e)

Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah'ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.

A'râf Sûresi 57 . Ayet

وَهُوَ

الَّذ۪ي

يُرْسِلُ

الرِّيَاحَ

بُشْراً

بَيْنَ

يَدَيْ

رَحْمَتِه۪ۜ

حَتّٰٓى

اِذَٓا

اَقَلَّتْ

سَحَاباً

ثِقَالاً

سُقْنَاهُ

لِبَلَدٍ

مَيِّتٍ

فَاَنْزَلْنَا

بِهِ

الْمَٓاءَ

فَاَخْرَجْنَا

بِه۪

مِنْ

كُلِّ

الثَّمَرَاتِۜ

كَذٰلِكَ

نُخْرِجُ

الْمَوْتٰى

لَعَلَّكُمْ

تَذَكَّرُونَ

٥٧

Vehuve-lleżî yursilu-rriyâha buşran beyne yedey rahmetih(i)(s) hattâ iżâ ekallet sehâben śikâlen suknâhu libeledin meyyitin feenzelnâ bihi-lmâe feaḣracnâ bihi min kulli-śśemerât(i)(c) keżâlike nuḣricu-lmevtâ le’allekum teżekkerûn(e)

O, rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgarlar ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde (yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz

A'râf Sûresi 58 . Ayet

وَالْبَلَدُ

الطَّيِّبُ

يَخْرُجُ

نَبَاتُهُ

بِاِذْنِ

رَبِّه۪ۚ

وَالَّذ۪ي

خَبُثَ

لَا يَخْرُجُ

اِلَّا

نَكِداًۜ

كَذٰلِكَ

نُصَرِّفُ

الْاٰيَاتِ

لِقَوْمٍ

يَشْكُرُونَ۟

٥٨

Velbeledu-ttayyibu yaḣrucu nebâtuhu bi-iżni rabbih(i)(s) velleżî ḣabuśe lâ yaḣrucu illâ nekidâ(en)(c) keżâlike nusarrifu-l-âyâti likavmin yeşkurûn(e)

(Toprağı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı) kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.

A'râf Sûresi 59 . Ayet

لَقَدْ

اَرْسَلْنَا

نُوحاً

اِلٰى

قَوْمِه۪

فَقَالَ

يَا

قَوْمِ

اعْبُدُوا

اللّٰهَ

مَا

لَكُمْ

مِنْ

اِلٰهٍ

غَيْرُهُۜ

اِنّ۪ٓي

اَخَافُ

عَلَيْكُمْ

عَذَابَ

يَوْمٍ

عَظ۪يمٍ

٥٩

Lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihi fekâle yâ kavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruhu innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin ‘azîm(in)

Andolsun, Nûh'u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum" dedi.

A'râf Sûresi 60 . Ayet

قَالَ

الْمَلَأُ

مِنْ

قَوْمِه۪ٓ

اِنَّا

لَنَرٰيكَ

ف۪ي

ضَلَالٍ

مُب۪ينٍ

٦٠

Kâle-lmeleu min kavmihi innâ lenerâke fî dalâlin mubîn(in)

Kavminin ileri gelenleri, "Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz" dediler.

A'râf Sûresi 61 . Ayet

قَالَ

يَا

قَوْمِ

لَيْسَ

ب۪ي

ضَلَالَةٌ

وَلٰكِنّ۪ي

رَسُولٌ

مِنْ

رَبِّ

الْعَالَم۪ينَ

٦١

Kâle yâkavmi leyse bî dalâletun velâkinnî rasûlun min rabbi-l’âlemîn(e)

(Nûh onlara) şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim."

A'râf Sûresi 62 . Ayet

اُبَلِّغُكُمْ

رِسَالَاتِ

رَبّ۪ي

وَاَنْصَحُ

لَكُمْ

وَاَعْلَمُ

مِنَ

اللّٰهِ

مَا

لَا

تَعْلَمُونَ

٦٢

Ubelliġukum risâlâti rabbî veensahu lekum vea’lemu mina(A)llâhi mâ lâ ta’lemûn(e)

"Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum."

A'râf Sûresi 63 . Ayet

اَوَعَجِبْتُمْ

اَنْ

جَٓاءَكُمْ

ذِكْرٌ

مِنْ

رَبِّكُمْ

عَلٰى

رَجُلٍ

مِنْكُمْ

لِيُنْذِرَكُمْ

وَلِتَتَّقُوا

وَلَعَلَّكُمْ

تُرْحَمُونَ

٦٣

Eve ‘acibtum en câekum żikrun min rabbikum ‘alâ raculin minkum liyunżirakum velitettekû vele’allekum turhamûn(e)

Sizi uyarması ve sizin de Allah'a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?

A'râf Sûresi 64 . Ayet

فَكَذَّبُوهُ

فَاَنْجَيْنَاهُ

وَالَّذ۪ينَ

مَعَهُ

فِي

الْفُلْكِ

وَاَغْرَقْنَا

الَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَاۜ

اِنَّهُمْ

كَانُوا

قَوْماً

عَم۪ينَ۟

٦٤

Fekeżżebûhu feenceynâhu velleżîne me’ahu fî-lfulki veaġraknâ-lleżîne keżżebû bi-âyâtinâ(c) innehum kânû kavmen ‘amîn(e)

Derken kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka kapalı) kör bir kavim idiler.

A'râf Sûresi 65 . Ayet

وَاِلٰى

عَادٍ

اَخَاهُمْ

هُوداًۜ

قَالَ

يَا

قَوْمِ

اعْبُدُوا

اللّٰهَ

مَا

لَكُمْ

مِنْ

اِلٰهٍ

غَيْرُهُۜ

اَفَلَا

تَتَّقُونَ

٦٥

Ve-ilâ ‘âdin eḣâhum hûdâ(en)(k) kâle yâ kavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruh(u)(c) efelâ tettekûn(e)

Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gönderdik. Onlara, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" dedi.

A'râf Sûresi 66 . Ayet

قَالَ

الْمَلَأُ

الَّذ۪ينَ

كَفَرُوا

مِنْ

قَوْمِه۪ٓ

اِنَّا

لَنَرٰيكَ

ف۪ي

سَفَاهَةٍ

وَاِنَّا

لَنَظُنُّكَ

مِنَ

الْكَاذِب۪ينَ

٦٦

Kâle-lmeleu-lleżîne keferû min kavmihi innâ lenerâke fî sefâhetin ve-innâ lenezunnuke mine-lkâżibîn(e)

Kavminin ileri gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz."

A'râf Sûresi 67 . Ayet

قَالَ

يَا

قَوْمِ

لَيْسَ

ب۪ي

سَفَاهَةٌ

وَلٰكِنّ۪ي

رَسُولٌ

مِنْ

رَبِّ

الْعَالَم۪ينَ

٦٧

Kâle yâkavmi leyse bî sefâhetun velâkinnî rasûlun min rabbi-l’âlemîn(e)

Hûd şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim."

A'râf Sûresi 68 . Ayet

اُبَلِّغُكُمْ

رِسَالَاتِ

رَبّ۪ي

وَاَنَا۬

لَكُمْ

نَاصِحٌ

اَم۪ينٌ

٦٨

Ubelliġukum risâlâti rabbî veenâ lekum nâsihun emîn(un)

"Rabbimin vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım."

A'râf Sûresi 69 . Ayet

اَوَعَجِبْتُمْ

اَنْ

جَٓاءَكُمْ

ذِكْرٌ

مِنْ

رَبِّكُمْ

عَلٰى

رَجُلٍ

مِنْكُمْ

لِيُنْذِرَكُمْۜ

وَاذْكُرُٓوا

اِذْ

جَعَلَكُمْ

خُلَـفَٓاءَ

مِنْ

بَعْدِ

قَوْمِ

نُوحٍ

وَزَادَكُمْ

فِي

الْخَلْقِ

بَصْۣـطَةًۚ

فَاذْكُرُٓوا

اٰلَٓاءَ

اللّٰهِ

لَعَلَّكُمْ

تُفْلِحُونَ

٦٩

Eve ‘acibtum en câekum żikrun min rabbikum ‘alâ raculin minkum liyunżirakum(c) veżkurû iż ce’alekum ḣulefâe min ba’di kavmi nûhin vezâdekum fî-lḣalki besta(ten)(s) feżkurû âlâa(A)llâhi le’allekum tuflihûn(e)

"Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz."

A'râf Sûresi 70 . Ayet

قَالُٓوا

اَجِئْتَنَا

لِنَعْبُدَ

اللّٰهَ

وَحْدَهُ

وَنَذَرَ

مَا

كَانَ

يَعْبُدُ

اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ

فَأْتِنَا

بِمَا

تَعِدُنَٓا

اِنْ

كُنْتَ

مِنَ

الصَّادِق۪ينَ

٧٠

Kâlû eci/tenâ lina’buda(A)llâhe vahdehu veneżera mâ kâne ya’budu âbâunâ(s) fe/tinâ bimâ ta’idunâ in kunte mine-ssâdikîn(e)

Onlar, "Sen bize tek Allah'a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir" dediler.

A'râf Sûresi 71 . Ayet

قَالَ

قَدْ

وَقَعَ

عَلَيْكُمْ

مِنْ

رَبِّكُمْ

رِجْسٌ

وَغَضَبٌۜ

اَتُجَادِلُونَن۪ي

ف۪ٓي

اَسْمَٓاءٍ

سَمَّيْتُمُوهَٓا

اَنْتُمْ

وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ

مَا

نَزَّلَ

اللّٰهُ

بِهَا

مِنْ

سُلْطَانٍۜ

فَانْتَظِرُٓوا

اِنّ۪ي

مَعَكُمْ

مِنَ

الْمُنْتَظِر۪ينَ

٧١

Kâle kad veka’a ‘aleykum min rabbikum ricsun veġadab(un)(s) etucâdilûnenî fî esmâ-in semmeytumûhâ entum veâbâukum mâ nezzela(A)llâhu bihâ min sultân(in)(c) fentazirû innî me’akum mine-lmuntazirîn(e)

Hûd, "Artık size Rabbinizden bir azap ve öfke inmiştir. Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu bir takım isimler (düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse (başınıza geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" dedi.

A'râf Sûresi 72 . Ayet

فَاَنْجَيْنَاهُ

وَالَّذ۪ينَ

مَعَهُ

بِرَحْمَةٍ

مِنَّا

وَقَطَعْنَا

دَابِرَ

الَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

وَمَا

كَانُوا

مُؤْمِن۪ينَ۟

٧٢

Feenceynâhu velleżîne me’ahu birahmetin minnâ vekata’nâ(s) dâbira-lleżîne keżżebû bi-âyâtinâ vemâ kânû mu/minîn(e)

Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik.

A'râf Sûresi 73 . Ayet

وَاِلٰى

ثَمُودَ

اَخَاهُمْ

صَـالِـحاًۢ

قَالَ

يَا

قَوْمِ

اعْبُدُوا

اللّٰهَ

مَا

لَكُمْ

مِنْ

اِلٰهٍ

غَيْرُهُۜ

قَدْ

جَٓاءَتْكُمْ

بَيِّنَةٌ

مِنْ

رَبِّكُمْۜ

هٰذِه۪

نَاقَةُ

اللّٰهِ

لَكُمْ

اٰيَةً

فَذَرُوهَا

تَأْكُلْ

ف۪ٓي

اَرْضِ

اللّٰهِ

وَلَا

تَمَسُّوهَا

بِسُٓوءٍ

فَيَأْخُذَكُمْ

عَذَابٌ

اَل۪يمٌ

٧٣

Ve-ilâ śemûde eḣâhum sâlihâ(an)(c) kâle yâkavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruh(u)(s) kad câetkum beyyinetun min rabbikum(s) hâżihi nâkatu(A)llâhi lekum âye(ten)(s) feżerûhâ te/kul fî ardi(A)llâh(i)(s) velâ temessûhâ bisû-in feye/ḣużekum ‘ażâbun elîm(un)

Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için ondan başka bir ilah yoktur. Gerçekten size Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte size bir mucize olarak Allah'ın şu devesi... Bırakın onu da Allah'ın mülkünde yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir azap yakalar."

A'râf Sûresi 74 . Ayet

وَاذْ‌كُرُٓوا

اِذْ

جَعَلَكُمْ

خُلَـفَٓاءَ

مِنْ

بَعْدِ

عَادٍ

وَبَوَّاَكُمْ

فِي

الْاَرْضِ

تَتَّخِذُونَ

مِنْ

سُهُولِهَا

قُصُوراً

وَتَنْحِتُونَ

الْجِبَالَ

بُيُوتاًۚ

فَاذْكُـرُٓوا

اٰلَٓاءَ

اللّٰهِ

وَلَا

تَعْثَوْا

فِي

الْاَرْضِ

مُفْسِد۪ينَ

٧٤

Veżkurû iż ce’alekum ḣulefâe min ba’di ‘âdin ve bevveekum fî-l-ardi tetteḣiżûne min suhûlihâ kusûran vetenhitûne-lcibâle buyûtâ(en)(c) feżkurû âlâa(A)llâhi velâ ta’śev fî-l-ardi mufsidîn(e)

"Hatırlayın ki Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."

A'râf Sûresi 75 . Ayet

قَالَ

الْمَلَأُ

الَّذ۪ينَ

اسْتَكْبَرُوا

مِنْ

قَوْمِه۪

لِلَّذ۪ينَ

اسْتُضْعِفُوا

لِمَنْ

اٰمَنَ

مِنْهُمْ

اَتَعْلَمُونَ

اَنَّ

صَالِحاً

مُرْسَلٌ

مِنْ

رَبِّه۪ۜ

قَالُٓوا

اِنَّا

بِمَٓا

اُرْسِلَ

بِه۪

مُؤْمِنُونَ

٧٥

Kâle-lmeleu-lleżîne-stekberû min kavmihi lilleżîne-stud’ifû limen âmene minhum eta’lemûne enne sâlihan murselun min rabbih(i)(c) kâlû innâ bimâ ursile bihi mu/minûn(e)

Kavminin büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, "Siz, Salih'in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor musunuz?" dediler. Onlar da, "Biz şüphesiz onunla gönderilene inananlarız" dediler.

A'râf Sûresi 76 . Ayet

قَالَ

الَّذ۪ينَ

اسْتَكْبَرُٓوا

اِنَّا

بِالَّـذ۪ٓي

اٰمَنْتُمْ

بِه۪

كَافِرُونَ

٧٦

Kâle-lleżîne-stekberû innâ billeżî âmentum bihi kâfirûn(e)

Büyüklük taslayanlar, "Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkar edenleriz." dediler.

A'râf Sûresi 77 . Ayet

فَعَقَرُوا

النَّاقَةَ

وَعَتَوْا

عَنْ

اَمْرِ

رَبِّهِمْ

وَقَالُوا

يَا

صَالِحُ

ائْتِنَا

بِمَا

تَعِدُنَٓا

اِنْ

كُنْتَ

مِنَ

الْمُرْسَل۪ينَ

٧٧

Fe’akarû-nnâkate ve’atev ‘an emri rabbihim ve kâlû yâ sâlihu-/tinâ bimâ ta’idunâ in kunte mine-lmurselîn(e)

Nihayet deveyi kestiler, Rablerinin emrine karşı geldiler ve "Ey Salih! Sen eğer (dediğin gibi) peygamberlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir" dediler.

A'râf Sûresi 78 . Ayet

فَاَخَذَتْهُمُ

الرَّجْفَةُ

فَاَصْبَحُوا

ف۪ي

دَارِهِمْ

جَاثِم۪ينَ

٧٨

Feeḣażet-humu-rracfetu feasbehû fî dârihim câśimîn(e)

Derken, onları o kuvvetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.

A'râf Sûresi 79 . Ayet

فَتَوَلّٰى

عَنْهُمْ

وَقَالَ

يَا

قَوْمِ

لَقَدْ

اَبْلَغْتُكُمْ

رِسَالَةَ

رَبّ۪ي

وَنَصَحْتُ

لَـكُمْ

وَلٰكِنْ

لَا

تُحِبُّونَ

النَّاصِح۪ينَ

٧٩

Fetevellâ ‘anhum vekâle yâ kavmi lekad eblaġtukum risâlete rabbî venasahtu lekum velâkin lâ tuhibbûne-nnâsihîn(e)

Artık Salih onlardan yüz çevirdi ve "Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz" dedi.

A'râf Sûresi 80 . Ayet

وَلُوطاً

اِذْ

قَالَ

لِقَوْمِه۪ٓ

اَتَأْتُونَ

الْفَاحِشَةَ

مَا

سَبَقَكُمْ

بِهَا

مِنْ

اَحَدٍ

مِنَ

الْعَالَم۪ينَ

٨٠

Velûtan iżkâle likavmihi ete/tûne-lfâhişete mâ sebekakum bihâ min ehadin mine-l’âlemîn(e)

Lût'u da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?"

A'râf Sûresi 81 . Ayet

اِنَّكُمْ

لَتَأْتُونَ

الرِّجَالَ

شَهْوَةً

مِنْ

دُونِ

النِّسَٓاءِۜ

بَلْ

اَنْتُمْ

قَوْمٌ

مُسْرِفُونَ

٨١

İnnekum lete/tûne-rricâle şehveten min dûni-nnisâ-/(i)(c) bel entum kavmun musrifûn(e)

"Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz."

A'râf Sûresi 82 . Ayet

وَمَا

كَانَ

جَوَابَ

قَوْمِه۪ٓ

اِلَّٓا

اَنْ

قَالُٓوا

اَخْرِجُوهُمْ

مِنْ

قَرْيَتِكُمْۚ

اِنَّهُمْ

اُنَاسٌ

يَتَطَهَّرُونَ

٨٢

Vemâ kâne cevâbe kavmihi illâ en kâlû aḣricûhum min karyetikum(s) innehum unâsun yetetahherûn(e)

Kavminin cevabı ise sadece, "Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlar!..." demek oldu.

A'râf Sûresi 83 . Ayet

فَاَنْجَيْنَاهُ

وَاَهْلَهُٓ

اِلَّا

امْرَاَتَهُۘ

كَانَتْ

مِنَ

الْغَابِر۪ينَ

٨٣

Feenceynâhu veehlehu illâ-mraetehu kânet mine-lġâbirîn(e)

Bunun üzerine biz de onu ve karısı dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab içinde kalanlardan oldu.

A'râf Sûresi 84 . Ayet

وَاَمْطَرْنَا

عَلَيْهِمْ

مَطَراًۜ

فَانْظُرْ

كَيْفَ

كَانَ

عَاقِبَةُ

الْمُجْرِم۪ينَ۟

٨٤

Veemtarnâ ‘aleyhim metarâ(an)(c) fenzur keyfe kâne ‘âkibetu-lmucrimîn(e)

Onların üstüne bir azap yağmuru yağdırdık." Bak, suçluların akıbeti nasıl oldu.

A'râf Sûresi 85 . Ayet

وَاِلٰى

مَدْيَنَ

اَخَاهُمْ

شُعَيْباًۜ

قَالَ

يَا

قَوْمِ

اعْبُدُوا

اللّٰهَ

مَا

لَكُمْ

مِنْ

اِلٰهٍ

غَيْرُهُۜ

قَدْ

جَٓاءَتْكُمْ

بَيِّنَةٌ

مِنْ

رَبِّكُمْ

فَاَوْفُوا

الْكَيْلَ

وَالْم۪يزَانَ

وَلَا

تَبْخَسُوا

النَّاسَ

اَشْيَٓاءَهُمْ

وَلَا

تُفْسِدُوا

فِي

الْاَرْضِ

بَعْدَ

اِصْلَاحِهَاۜ

ذٰلِكُمْ

خَيْرٌ

لَكُمْ

اِنْ

كُنْتُمْ

مُؤْمِن۪ينَۚ

٨٥

Ve-ilâ medyene eḣâhum şu’aybâ(en)(k) kâle yâ kavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruh(u)(s) kad câetkum beyyinetun min rabbikum(s) feevfû-lkeyle velmîzâne velâ tebḣasû-nnâse eşyâehum velâ tufsidû fî-l-ardi ba’de islâhihâ(c) żâlikum ḣayrun lekum in kuntum mu/minîn(e)

Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Rabbinizden size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır."

A'râf Sûresi 86 . Ayet

وَلَا تَقْعُدُوا

بِكُلِّ

صِرَاطٍ

تُوعِدُونَ

وَتَصُدُّونَ

عَنْ

سَب۪يلِ

اللّٰهِ

مَنْ

اٰمَنَ

بِه۪

وَتَبْغُونَهَا

عِوَجاًۚ

وَاذْكُرُٓوا

اِذْ

كُنْتُمْ

قَل۪يلاً

فَكَثَّرَكُمْۖ

وَانْظُرُوا

كَيْفَ

كَانَ

عَاقِبَةُ

الْمُفْسِد۪ينَ

٨٦

Velâ tak’udû bikulli sirâtin tû’idûne vetasuddûne ‘an sebîli(A)llâhi men âmene bihi vetebġûnehâ ‘ivecâ(en)(c) veżkurû iż kuntum kalîlen fekeśśerakum(s) venzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lmufsidîn(e)

"Bir de, tehdit ederek Allah'ın yolundan O'na iman edenleri çevirmek, Allah'ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve güçsüz) idiniz de o sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!?"

A'râf Sûresi 87 . Ayet

وَاِنْ

كَانَ

طَٓائِفَةٌ

مِنْكُمْ

اٰمَنُوا

بِالَّـذ۪ٓي

اُرْسِلْتُ

بِه۪

وَطَٓائِفَةٌ

لَمْ

يُؤْمِنُوا

فَاصْبِرُوا

حَتّٰى

يَحْكُمَ

اللّٰهُ

بَيْنَنَاۚ

وَهُوَ

خَيْرُ

الْحَاكِم۪ينَ

٨٧

Ve-in kâne tâ-ifetun minkum âmenû billeżî ursiltu bihi vetâ-ifetun lem yu/minû fasbirû hattâ yahkuma(A)llâhu beynenâ(c) vehuve ḣayru-lhâkimîn(e)

"Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır."

A'râf Sûresi 88 . Ayet

قَالَ

الْمَلَأُ

الَّذ۪ينَ

اسْتَكْبَرُوا

مِنْ

قَوْمِه۪

لَنُخْرِجَنَّكَ

يَا

شُعَيْبُ

وَالَّذ۪ينَ

اٰمَنُوا

مَعَكَ

مِنْ

قَرْيَتِنَٓا

اَوْ

لَتَعُودُنَّ

ف۪ي

مِلَّتِنَاۜ

قَالَ

اَوَلَوْ

كُنَّا

كَارِه۪ينَ

٨٨

Kâle-lmeleu-lleżîne-stekberû min kavmihi lenuḣricenneke yâ şu’aybu velleżîne âmenû me’ake min karyetinâ ev lete’ûdunne fî milletinâ(c) kâle eve lev kunnâ kârihîn(e)

Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: "Ey Şuayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız." Şuayb, "İstemesek de mi?" dedi.

A'râf Sûresi 89 . Ayet

قَدِ

افْتَرَيْنَا

عَلَى

اللّٰهِ

كَذِباً

اِنْ

عُدْنَا

ف۪ي

مِلَّتِكُمْ

بَعْدَ

اِذْ

نَجّٰينَا

اللّٰهُ

مِنْهَاۜ

وَمَا

يَكُونُ

لَـنَٓا

اَنْ

نَعُودَ

ف۪يهَٓا

اِلَّٓا

اَنْ

يَشَٓاءَ

اللّٰهُ

رَبُّنَاۜ

وَسِعَ

رَبُّنَا

كُلَّ

شَيْءٍ

عِلْماًۜ

عَلَى

اللّٰهِ

تَوَكَّلْنَاۜ

رَبَّـنَا

افْتَحْ

بَيْنَنَا

وَبَيْنَ

قَوْمِنَا

بِالْحَقِّ

وَاَنْتَ

خَيْرُ

الْفَاتِح۪ينَ

٨٩

Kadi-fteraynâ ‘ala(A)llâhi keżiben in ‘udnâ fî milletikum ba’de iż neccâna(A)llâhu minhâ(c) vemâ yekûnu lenâ en ne’ûde fîhâ illâ en yeşâa(A)llâhu rabbunâ(c) vesi’a rabbunâ kulle şey-in ‘ilmâ(en)(c) ‘ala(A)llâhi tevekkelnâ(c) rabbenâ-fteh beynenâ vebeyne kavminâ bilhakki veente ḣayru-lfâtihîn(e)

"Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi olmadıkça sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın."

A'râf Sûresi 90 . Ayet

وَقَالَ

الْمَلَأُ

الَّذ۪ينَ

كَفَرُوا

مِنْ

قَوْمِه۪

لَئِنِ

اتَّبَعْتُمْ

شُعَيْباً

اِنَّكُمْ

اِذاً

لَخَاسِرُونَ

٩٠

Vekâle-lmeleu-lleżîne keferû min kavmihi le-ini-tteba’tum şu’ayben innekum iżen leḣâsirûn(e)

Şuayb'ın kavminden inkar eden ileri gelenler dediler ki: "(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şuayb'a uyarsanız o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz."

A'râf Sûresi 91 . Ayet

فَاَخَذَتْهُمُ

الرَّجْفَةُ

فَاَصْبَحُوا

ف۪ي

دَارِهِمْ

جَاثِم۪ينَۚۛ

٩١

Feeḣażet-humu-rracfetu feasbehû fî dârihim câśimîn(e)

Derken, onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.

A'râf Sûresi 92 . Ayet

اَلَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

شُعَيْباً

كَاَنْ

لَمْ

يَغْنَوْا

ف۪يهَاۚۛ

اَلَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

شُعَيْباً

كَانُوا

هُمُ

الْخَاسِر۪ينَ

٩٢

Elleżîne keżżebû şu’ayben keen lem yaġnev fîhâ(c) elleżîne keżżebû şu’ayben kânû humu-lḣâsirîn(e)

Şuayb'ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şuayb'ı yalanlayanlar var ya, asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.

A'râf Sûresi 93 . Ayet

فَتَوَلّٰى

عَنْهُمْ

وَقَالَ

يَا

قَوْمِ

لَقَدْ

اَبْلَغْتُكُمْ

رِسَالَاتِ

رَبّ۪ي

وَنَصَحْتُ

لَكُمْۚ

فَكَيْفَ

اٰسٰى

عَلٰى

قَوْمٍ

كَافِر۪ينَ۟

٩٣

Fetevellâ ‘anhum vekâle yâ kavmi lekad eblaġtukum risâlâti rabbî venesahtu lekum(s) fekeyfe âsâ ‘alâ kavmin kâfirîn(e)

(Şuayb) onlardan yüzçevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini ulaştırdım. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, inkarcı bir topluluğa nasıl üzülürüm?"

A'râf Sûresi 94 . Ayet

وَمَٓا

اَرْسَلْنَا

ف۪ي

قَرْيَةٍ

مِنْ

نَبِيٍّ

اِلَّٓا

اَخَذْنَٓا

اَهْلَهَا

بِالْبَأْسَٓاءِ

وَالضَّرَّٓاءِ

لَعَلَّهُمْ

يَضَّرَّعُونَ

٩٤

Vemâ erselnâ fî karyetin min nebiyyin illâ eḣażnâ ehlehâ bilbe/sâ-i ve-ddarrâ-i le’allehum yeddarra’ûn(e)

Biz hiçbir memlekete bir peygamber göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım.

A'râf Sûresi 95 . Ayet

ثُمَّ

بَدَّلْنَا

مَكَانَ

السَّيِّئَةِ

الْحَسَنَةَ

حَتّٰى

عَفَوْا

وَقَالُوا

قَدْ

مَسَّ

اٰبَٓاءَنَا

الضَّرَّٓاءُ

وَالسَّرَّٓاءُ

فَاَخَذْنَاهُمْ

بَغْتَةً

وَهُمْ

لَا

يَشْعُرُونَ

٩٥

Śümme beddelnâ mekâne-sseyyi-eti-lhasenete hattâ ‘afev ve kâlû kad messe âbâenâ-ddarrâu ve-sserrâu feeḣażnâhum baġteten vehum lâ yeş’urûn(e)

Sonra kötülüğün (sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve (nankörlük edip): "Atalarımız da darlığa uğramış ve bolluğa kavuşmuşlardı" dediler. Biz de, farkında değillerken onları ansızın yakaladık.

A'râf Sûresi 96 . Ayet

وَلَوْ

اَنَّ

اَهْلَ

الْقُرٰٓى

اٰمَنُوا

وَاتَّقَوْا

لَفَتَحْنَا

عَلَيْهِمْ

بَرَكَاتٍ

مِنَ

السَّمَٓاءِ

وَالْاَرْضِ

وَلٰكِنْ

كَذَّبُوا

فَاَخَذْنَاهُمْ

بِمَا

كَانُوا

يَكْسِبُونَ

٩٦

Velev enne ehle-lkurâ âmenû vettekav lefetahnâ ‘aleyhim berakâtin mine-ssemâ-i vel-ardi velâkin keżżebû feeḣażnâhum bimâ kânû yeksibûn(e)

Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik.

A'râf Sûresi 97 . Ayet

اَفَاَمِنَ

اَهْلُ

الْقُرٰٓى

اَنْ

يَأْتِيَهُمْ

بَأْسُنَا

بَيَاتاً

وَهُمْ

نَٓائِمُونَۜ

٩٧

Efeemine ehlu-lkurâ en ye/tiyehum be/sunâ beyâten vehum nâ-imûn(e)

Memleketlerin halkları geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?

A'râf Sûresi 98 . Ayet

اَوَاَمِنَ

اَهْلُ

الْقُرٰٓى

اَنْ

يَأْتِيَهُمْ

بَأْسُنَا

ضُحًى

وَهُمْ

يَلْعَبُونَ

٩٨

Eve emine ehlu-lkurâ en ye/tiyehum be/sunâ duhan vehum yel’abûn(e)

Ya da o memleketlerin halkları kuşluk vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?

A'râf Sûresi 99 . Ayet

اَفَاَمِنُوا

مَكْرَ

اللّٰهِۚ

فَلَا

يَأْمَنُ

مَكْرَ

اللّٰهِ

اِلَّا

الْقَوْمُ

الْخَاسِرُونَ۟

٩٩

Efeeminû mekra(A)llâh(i)(c) felâ ye/menu mekra(A)llâhi illâ-lkavmu-lḣâsirûn(e)

Yoksa Allah'ın tuzağından emin mi oldular? Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah'ın tuzağından emin olamaz.

A'râf Sûresi 100 . Ayet

اَوَلَمْ

يَهْدِ

لِلَّذ۪ينَ

يَرِثُونَ

الْاَرْضَ

مِنْ

بَعْدِ

اَهْلِهَٓا

اَنْ

لَوْ

نَشَٓاءُ

اَصَبْنَاهُمْ

بِذُنُوبِهِمْۚ

وَنَطْبَعُ

عَلٰى

قُلُوبِهِمْ

فَهُمْ

لَا

يَسْمَعُونَ

١٠٠

Eve lem yehdi lilleżîne yeriśûne-l-arda min ba’di ehlihâ en lev neşâu esabnâhum biżunûbihim(c) venatbe’u ‘alâ kulûbihim fehum lâ yesme’ûn(e)

Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara şu gerçek apaçık belli olmadı mı ki, biz dileseydik onları da (öncekiler gibi) günahları yüzünden cezalandırırdık. Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar hakkı işitmezler.

A'râf Sûresi 101 . Ayet

تِلْكَ

الْقُرٰى

نَقُصُّ

عَلَيْكَ

مِنْ

اَنْـبَٓائِهَاۚ

وَلَقَدْ

جَٓاءَتْهُمْ

رُسُلُهُمْ

بِالْبَيِّنَاتِۚ

فَمَا

كَانُوا

لِيُؤْمِنُوا

بِمَا

كَذَّبُوا

مِنْ

قَبْلُۜ

كَذٰلِكَ

يَطْبَعُ

اللّٰهُ

عَلٰى

قُلُوبِ

الْكَافِر۪ينَ

١٠١

Tilke-lkurâ nekussu ‘aleyke min enbâ-ihâ(c) velekad câet-hum rusuluhum bilbeyyinâti femâ kânû liyu/minû bimâ keżżebû min kabl(u)(c) keżâlike yatbe’u(A)llâhu ‘alâ kulûbi-lkâfirîn(e)

İşte memleketler! Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler.

A'râf Sûresi 102 . Ayet

وَمَا

وَجَدْنَا

لِاَكْثَرِهِمْ

مِنْ

عَهْدٍۚ

وَاِنْ

وَجَدْنَٓا

اَكْثَرَهُمْ

لَفَاسِق۪ينَ

١٠٢

Vemâ vecednâ li-ekśerihim min ‘ahd(in)(s) ve-in vecednâ ekśerahum lefâsikîn(e)

Biz onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulmadık. Ama gerçekten onların çoklarını yoldan çıkmış kimseler bulduk. ﴾

A'râf Sûresi 103 . Ayet

ثُمَّ

بَعَثْنَا

مِنْ

بَعْدِهِمْ

مُوسٰى

بِاٰيَاتِنَٓا

اِلٰى

فِرْعَوْنَ

وَمَلَا۬ئِه۪

فَظَلَمُوا

بِهَاۚ

فَانْظُرْ

كَيْفَ

كَانَ

عَاقِبَةُ

الْمُفْسِد۪ينَ

١٠٣

Śumme be’aśnâ min ba’dihim mûsâ bi-âyâtinâ ilâ fir’avne vemele-ihi fezalemû bihâ(s) fenzur keyfe kâne ‘âkibetu-lmufsidîn(e)

Sonra onların ardından Mûsâ'yı, apaçık mucizelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkar ettiler. Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu.

A'râf Sûresi 104 . Ayet

وَقَالَ

مُوسٰى

يَا

فِرْعَوْنُ

اِنّ۪ي

رَسُولٌ

مِنْ

رَبِّ

الْعَالَم۪ينَۚ

١٠٤

Vekâle mûsâ yâ fir’avnu innî rasûlun min rabbi-l’âlemîn(e)

Mûsâ dedi ki: "Ey Firavun! Şüphesiz ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim."

A'râf Sûresi 105 . Ayet

حَق۪يقٌ

عَلٰٓى

اَنْ

لَٓا

اَقُولَ

عَلَى

اللّٰهِ

اِلَّا

الْحَقَّۜ

قَدْ

جِئْتُكُمْ

بِبَيِّنَةٍ

مِنْ

رَبِّكُمْ

فَاَرْسِلْ

مَعِيَ

بَن۪ٓي

اِسْرَٓائ۪لَۜ

١٠٥

Hakîkun ‘alâ en lâ ekûle ‘ala(A)llâhi illâ-lhakk(a)(c) kad ci/tukum bibeyyinetin min rabbikum feersil me’iye benî isrâ-îl(e)

Bana, Allah'a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.

A'râf Sûresi 106 . Ayet

قَالَ

اِنْ

كُنْتَ

جِئْتَ

بِاٰيَةٍ

فَأْتِ

بِهَٓا

اِنْ

كُنْتَ

مِنَ

الصَّادِق۪ينَ

١٠٦

Kâle in kunte ci/te bi-âyetin fe/ti bihâ in kunte mine-ssâdikîn(e)

Firavun, "Eğer açık bir delil getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen" dedi.

A'râf Sûresi 107 . Ayet

فَاَلْقٰى

عَصَاهُ

فَاِذَا

هِيَ

ثُعْبَانٌ

مُب۪ينٌۚ

١٠٧

Feelkâ ‘asâhu fe-iżâ hiye śu’bânun mubîn(un)

Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha.

A'râf Sûresi 108 . Ayet

وَنَزَعَ

يَدَهُ

فَاِذَا

هِيَ

بَيْضَٓاءُ

لِلنَّاظِر۪ينَ۟

١٠٨

Veneze’a yedehu fe-iżâ hiye beydâu linnâzirîn(e)

Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş.

A'râf Sûresi 109 . Ayet

قَالَ

الْمَلَأُ

مِنْ

قَوْمِ

فِرْعَوْنَ

اِنَّ

هٰذَا

لَسَاحِرٌ

عَل۪يمٌۙ

١٠٩

Kâle-lmeleu min kavmi fir’avne inne hâżâ lesâhirun ‘alîm(un)

Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır."

A'râf Sûresi 110 . Ayet

يُر۪يدُ

اَنْ

يُخْرِجَكُمْ

مِنْ

اَرْضِكُمْۚ

فَمَاذَا

تَأْمُرُونَ

١١٠

Yurîdu en yuḣricekum min ardikum(s) femâżâ te/murûn(e)

"Sizi yerinizden çıkarmak istiyor." Firavun ileri gelenlere, "Öyle ise siz ne düşünüyorsunuz?" dedi.

A'râf Sûresi 111 . Ayet

قَالُٓوا

اَرْجِهْ

وَاَخَاهُ

وَاَرْسِلْ

فِي

الْمَدَٓائِنِ

حَاشِر۪ينَۙ

١١١

Kâlû ercih veeḣâhu veersil fî-lmedâ-ini hâşirîn(e)

Onlar şöyle dediler: "Mûsâ'yı ve kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem yapma) ve şehirlere toplayıcılar yolla."

A'râf Sûresi 112 . Ayet

يَأْتُوكَ

بِكُلِّ

سَاحِرٍ

عَل۪يمٍ

١١٢

Ye/tûke bikulli sâhirin ‘alîm(in)

"Bütün usta sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler."

A'râf Sûresi 113 . Ayet

وَجَٓاءَ

السَّحَرَةُ

فِرْعَوْنَ

قَالُٓوا

اِنَّ

لَنَا

لَاَجْراً

اِنْ

كُنَّا

نَحْنُ

الْغَالِب۪ينَ

١١٣

Vecâe-sseharatu fir’avne kâlû inne lenâ leecran in kunnâ nahnu-lġâlibîn(e)

Sihirbazlar Firavun'a geldiler. "Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükafat vardır, değil mi?" dediler.

A'râf Sûresi 114 . Ayet

قَالَ

نَعَمْ

وَاِنَّكُمْ

لَمِنَ

الْمُقَرَّب۪ينَ

١١٤

Kâle ne’am ve-innekum lemine-lmukarrabîn(e)

Firavun, "Evet. Üstelik siz (ücretle de kalmayacaksınız) mutlaka benim en yakınlarımdan olacaksınız" dedi.

A'râf Sûresi 115 . Ayet

قَالُوا

يَا

مُوسٰٓى

اِمَّٓا

اَنْ

تُلْقِيَ

وَاِمَّٓا

اَنْ

نَكُونَ

نَحْنُ

الْمُلْق۪ينَ

١١٥

Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkiye ve-immâ en nekûne nahnu-lmulkîn(e)

(Sihirbazlar), "Ey Mûsâ!" Ya önce sen at, ya da önce atanlar biz olalım" dediler.

A'râf Sûresi 116 . Ayet

قَالَ

اَلْقُواۚ

فَلَمَّٓا

اَلْقَوْا

سَحَرُٓوا

اَعْيُنَ

النَّاسِ

وَاسْتَرْهَبُوهُمْ

وَجَٓاؤُ۫

بِسِحْرٍ

عَظ۪يمٍ

١١٦

Kâle elkû(s) felemmâ elkav seharû a’yune-nnâsi vesterhebûhum vecâû bisihrin ‘azîm(in)

(Mûsâ), "Siz atın" dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.

A'râf Sûresi 117 . Ayet

وَاَوْحَيْنَٓا

اِلٰى

مُوسٰٓى

اَنْ

اَلْقِ

عَصَاكَۚ

فَاِذَا

هِيَ

تَلْقَفُ

مَا

يَأْفِكُونَۚ

١١٧

Veevhaynâ ilâ mûsâ en elki ‘asâk(e)(s) fe-iżâ hiye telkafu mâ ye/fikûn(e)

Biz de Mûsâ'ya, "Elindeki değneğini at" diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.

A'râf Sûresi 118 . Ayet

فَوَقَعَ

الْحَقُّ

وَبَطَلَ

مَا

كَانُوا

يَعْمَلُونَۚ

١١٨

Feveka’a-lhakku vebetale mâ kânû ya’melûn(e)

Böylece hak yerini buldu ve onların yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı.

A'râf Sûresi 119 . Ayet

فَغُلِبُوا

هُنَالِكَ

وَانْقَلَبُوا

صَاغِر۪ينَۚ

١١٩

Feġulibû hunâlike venkalebû sâġirîn(e)

Artık orada yenilmişler ve küçük düşmüşlerdi.

A'râf Sûresi 120 . Ayet

وَاُلْقِيَ

السَّحَرَةُ

سَاجِد۪ينَۚ

١٢٠

Veulkiye-sseharatu sâcidîn(e)

Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.

A'râf Sûresi 121 . Ayet

قَالُٓوا

اٰمَنَّا

بِرَبِّ

الْعَالَم۪ينَۙ

١٢١

Kâlû âmennâ birabbi-l’âlemîn(e)

"Âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler.

A'râf Sûresi 122 . Ayet

رَبِّ

مُوسٰى

وَهٰرُونَ

١٢٢

Rabbi mûsâ vehârûn(e)

"Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine."

A'râf Sûresi 123 . Ayet

قَالَ

فِرْعَوْنُ

اٰمَنْتُمْ

بِه۪

قَبْلَ

اَنْ

اٰذَنَ

لَكُمْۚ

اِنَّ

هٰذَا

لَمَكْرٌ

مَكَرْتُمُوهُ

فِي

الْمَد۪ينَةِ

لِتُخْرِجُوا

مِنْهَٓا

اَهْلَهَاۚ

فَسَوْفَ

تَعْلَمُونَ

١٢٣

Kâle fir’avnu âmentum bihi kable en âżene lekum(s) inne hâżâ lemekrun mekertumûhu fî-lmedîneti lituḣricû minhâ ehlehâ(s) fesevfe ta’lemûn(e)

Firavun, "Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha!" dedi. "Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!"

A'râf Sûresi 124 . Ayet

لَاُقَطِّعَنَّ

اَيْدِيَكُمْ

وَاَرْجُلَكُمْ

مِنْ

خِلَافٍ

ثُمَّ

لَاُصَلِّبَنَّكُمْ

اَجْمَع۪ينَ

١٢٤

Leukatti’anne eydiyekum veerculekum min ḣilâfin śümme leusallibennekum ecme’în(e)

"Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin tümünüzü elbette asacağım."

A'râf Sûresi 125 . Ayet

قَالُٓوا

اِنَّٓا

اِلٰى

رَبِّنَا

مُنْقَلِبُونَۚ

١٢٥

Kâlû innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(e)

Dediler ki: "Biz mutlaka Rabbimize döneceğiz."

A'râf Sûresi 126 . Ayet

وَمَا

تَنْقِمُ

مِنَّٓا

اِلَّٓا

اَنْ

اٰمَنَّا

بِاٰيَاتِ

رَبِّنَا

لَمَّا

جَٓاءَتْنَاۜ

رَبَّـنَٓا

اَفْرِغْ

عَلَيْنَا

صَبْراً

وَتَوَفَّـنَا

مُسْلِم۪ينَ۟

١٢٦

Vemâ tenkimu minnâ illâ en âmennâ bi-âyâti rabbinâ lemmâ câetnâ(c) rabbenâ efriġ ‘aleynâ sabran veteveffenâ muslimîn(e)

"Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al."

A'râf Sûresi 127 . Ayet

وَقَالَ

الْمَلَأُ

مِنْ

قَوْمِ

فِرْعَوْنَ

اَتَذَرُ

مُوسٰى

وَقَوْمَهُ

لِيُفْسِدُوا

فِي

الْاَرْضِ

وَيَذَرَكَ

وَاٰلِهَتَكَۜ

قَالَ

سَنُقَتِّلُ

اَبْنَٓاءَهُمْ

وَنَسْتَحْـي۪

نِسَٓاءَهُمْۚ

وَاِنَّا

فَوْقَهُمْ

قَاهِرُونَ

١٢٧

Vekâle-lmeleu min kavmi fir’avne eteżeru mûsâ vekavmehu liyufsidû fî-l-ardi veyeżerake veâlihetek(e)(c) kâle senukattilu ebnâehum venestahyî nisâehum ve-innâ fevkahum kâhirûn(e)

Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsâ'yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye bırakacak mısın?" Firavun, "Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?" dedi.

A'râf Sûresi 128 . Ayet

قَالَ

مُوسٰى

لِقَوْمِهِ

اسْتَع۪ينُوا

بِاللّٰهِ

وَاصْبِرُواۚ

اِنَّ

الْاَرْضَ

لِلّٰهِۚ

يُورِثُهَا

مَنْ

يَشَٓاءُ

مِنْ

عِبَادِه۪ۜ

وَالْعَاقِبَةُ

لِلْمُتَّق۪ينَ

١٢٨

Kâle mûsâ likavmihi-ste’înû bi(A)llâhi vasbirû(s) inne-l-arda li(A)llâhi yûriśuhâ men yeşâu min ‘ibâdih(i)(s) vel’âkibetu lilmuttekîn(e)

Mûsâ kavmine, "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır" dedi.

A'râf Sûresi 129 . Ayet

قَالُٓوا

اُو۫ذ۪ينَا

مِنْ

قَبْلِ

اَنْ

تَأْتِيَنَا

وَمِنْ

بَعْدِ

مَا

جِئْتَنَاۜ

قَالَ

عَسٰى

رَبُّكُمْ

اَنْ

يُهْلِكَ

عَدُوَّكُمْ

وَيَسْتَخْلِفَكُمْ

فِي

الْاَرْضِ

فَيَنْظُرَ

كَيْفَ

تَعْمَلُونَ۟

١٢٩

Kâlû ûżînâ min kabli en te/tiyenâ vemin ba’di mâ ci/tenâ(c) kâle ‘asâ rabbukum en yuhlike ‘aduvvekum veyestaḣlifekum fî-l-ardi feyenzura keyfe ta’melûn(e)

Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da." Mûsâ, "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizi bu yerde (Mısır'da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır" dedi.

A'râf Sûresi 130 . Ayet

وَلَقَدْ

اَخَذْنَٓا

اٰلَ

فِرْعَوْنَ

بِالسِّن۪ينَ

وَنَقْصٍ

مِنَ

الثَّمَرَاتِ

لَعَلَّهُمْ

يَذَّكَّرُونَ

١٣٠

Velekad eḣażnâ âle fir’avne bi-ssinîne venaksin mine-śśemerâti le’allehum yeżżekkerûn(e)

Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık.

A'râf Sûresi 131 . Ayet

فَاِذَا

جَٓاءَتْهُمُ

الْحَسَنَةُ

قَالُوا

لَنَا

هٰذِه۪ۚ

وَاِنْ

تُصِبْهُمْ

سَيِّئَةٌ

يَطَّيَّرُوا

بِمُوسٰى

وَمَنْ

مَعَهُۜ

اَلَٓا

اِنَّمَا

طَٓائِرُهُمْ

عِنْدَ

اللّٰهِ

وَلٰكِنَّ

اَكْثَرَهُمْ

لَا

يَعْلَمُونَ

١٣١

Fe-iżâ câet-humu-lhasenetu kâlû lenâ hâżih(i)(s) ve-in tusibhum seyyi-etun yettayyerû bimûsâ vemen me’ah(u)(k) elâ innemâ tâ-iruhum ‘inda(A)llâhi velâkinne ekśerahum lâ ya’lemûn(e)

Fakat onlara iyilik geldiği zaman, "Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)" derler. Eğer başlarına bir kötülük gelirse Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat çokları bilmezler.

A'râf Sûresi 132 . Ayet

وَقَالُوا

مَهْمَا

تَأْتِنَا

بِه۪

مِنْ

اٰيَةٍ

لِتَسْحَرَنَا

بِهَاۙ

فَمَا

نَحْنُ

لَكَ

بِمُؤْمِن۪ينَ

١٣٢

Ve kâlû mehmâ te/tinâ bihi min âyetin litesharanâ bihâ femâ nahnu leke bimu/minîn(e)

Dediler ki: "Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz."

A'râf Sûresi 133 . Ayet

فَاَرْسَلْنَا

عَلَيْهِمُ

الطُّوفَانَ

وَالْجَرَادَ

وَالْقُمَّلَ

وَالضَّفَادِعَ

وَالدَّمَ

اٰيَاتٍ

مُفَصَّلَاتٍ

فَاسْتَكْبَرُوا

وَكَانُوا

قَوْماً

مُجْرِم۪ينَ

١٣٣

Feerselnâ ‘aleyhimu-ttûfâne velcerâde velkummele ve-ddafâdi’a ve-ddeme âyâtin mufassalâtin festekberû vekânû kavmen mucrimîn(e)

Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşerât), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular.

A'râf Sûresi 134 . Ayet

وَلَمَّا

وَقَعَ

عَلَيْهِمُ

الرِّجْزُ

قَالُوا

يَا

مُوسَى

ادْعُ

لَنَا

رَبَّكَ

بِمَا

عَهِدَ

عِنْدَكَۚ

لَئِنْ

كَشَفْتَ

عَنَّا

الرِّجْزَ

لَنُؤْمِنَنَّ

لَكَ

وَلَنُرْسِلَنَّ

مَعَكَ

بَن۪ٓي

اِسْرَٓائ۪لَۚ

١٣٤

Velemmâ veka’a ‘aleyhimu-rriczu kâlû yâ mûsâ-d’u lenâ rabbeke bimâ ‘ahide ‘indek(e)(s) le-in keşefte ‘annâ-rricze lenu/minenne leke velenursilenne me’ake benî isrâ-îl(e)

Üzerlerine azap çökünce, "Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz" dediler.

A'râf Sûresi 135 . Ayet

فَلَمَّا

كَشَفْنَا

عَنْهُمُ

الرِّجْزَ

اِلٰٓى

اَجَلٍ

هُمْ

بَالِغُوهُ

اِذَا

هُمْ

يَنْكُثُونَ

١٣٥

Felemmâ keşefnâ ‘anhumu-rricze ilâ ecelin hum bâliġûhu iżâ hum yenkuśûn(e)

Fakat erişecekleri bir süreye kadar biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozarlar.

A'râf Sûresi 136 . Ayet

فَانْتَقَمْنَا

مِنْهُمْ

فَاَغْرَقْنَاهُمْ

فِي

الْيَمِّ

بِاَنَّهُمْ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

وَكَانُوا

عَنْهَا

غَافِل۪ينَ

١٣٦

Fentekamnâ minhum feaġraknâhum fî-lyemmi bi-ennehum keżżebû bi-âyâtinâ vekânû ‘anhâ ġâfilîn(e)

Bu yüzden onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini denizde boğduk.

A'râf Sûresi 137 . Ayet

وَاَوْرَثْنَا

الْقَوْمَ

الَّذ۪ينَ

كَانُوا

يُسْتَضْعَفُونَ

مَشَارِقَ

الْاَرْضِ

وَمَغَارِبَهَا

الَّت۪ي

بَارَكْنَا

ف۪يهَاۜ

وَتَمَّتْ

كَلِمَتُ

رَبِّكَ

الْحُسْنٰى

عَلٰى

بَن۪ٓي

اِسْرَٓائ۪لَ

بِمَا

صَبَرُواۜ

وَدَمَّرْنَا

مَا

كَانَ

يَصْنَعُ

فِرْعَوْنُ

وَقَوْمُهُ

وَمَا

كَانُوا

يَعْرِشُونَ

١٣٧

Veevraśnâ-lkavme-lleżîne kânû yustad’afûne meşârika-l-ardi vemeġâribehâ-lletî bâraknâ fîhâ(s) vetemmet kelimetu rabbike-lhusnâ ‘alâ benî isrâ-île bimâ saberû(s) vedemmernâ mâ kâne yasne’u fir’avnu vekavmuhu vemâ kânû ya’rişûn(e)

Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.

A'râf Sûresi 138 . Ayet

وَجَاوَزْنَا

بِبَن۪ٓي

اِسْرَٓائ۪لَ

الْبَحْرَ

فَاَتَوْا

عَلٰى

قَوْمٍ

يَعْكُفُونَ

عَلٰٓى

اَصْنَامٍ

لَهُمْۚ

قَالُوا

يَا

مُوسَى

اجْعَلْ

لَـنَٓا

اِلٰهاً

كَمَا

لَهُمْ

اٰلِهَةٌۜ

قَالَ

اِنَّكُمْ

قَوْمٌ

تَجْهَلُونَ

١٣٨

Vecâveznâ bibenî isrâ-île-lbehra feetev ‘alâ kavmin ya’kufûne ‘alâ asnâmin lehum(c) kâlû yâ mûsâ-c’al lenâ ilâhen kemâ lehum âlihe(tun)(c) kâle innekum kavmun techelûn(e)

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, "Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana" dediler. Mûsa şöyle dedi: "Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz."

A'râf Sûresi 139 . Ayet

اِنَّ

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ

مُتَبَّرٌ

مَا

هُمْ

ف۪يهِ

وَبَاطِلٌ

مَا

كَانُوا

يَعْمَلُونَ

١٣٩

İnne hâulâ-i mutebberun mâ hum fîhi vebâtilun mâ kânû ya’melûn(e)

Şüphesiz bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkumdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır."

A'râf Sûresi 140 . Ayet

قَالَ

اَغَيْرَ

اللّٰهِ

اَبْغ۪يكُمْ

اِلٰهاً

وَهُوَ

فَضَّلَكُمْ

عَلَى

الْعَالَم۪ينَ

١٤٠

Kâle eġayra(A)llâhi ebġîkum ilâhen vehuve faddalekum ‘alâ-l’âlemîn(e)

"Sizi âlemlere üstün kılmış iken, Allah'tan başka ilah mı araştırayım size?"

A'râf Sûresi 141 . Ayet

وَاِذْ

اَنْجَيْنَاكُمْ

مِنْ

اٰلِ

فِرْعَوْنَ

يَسُومُونَكُمْ

سُٓوءَ

الْعَذَابِۚ

يُقَتِّلُونَ

اَبْنَٓاءَكُمْ

وَيَسْتَحْيُونَ

نِسَٓاءَكُمْۜ

وَف۪ي

ذٰلِكُمْ

بَلَٓاءٌ

مِنْ

رَبِّكُمْ

عَظ۪يمٌ۟

١٤١

Ve-iż enceynâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sû-e-l’ażâb(i)(s) yukattilûne ebnâekum veyestahyûne nisâekum(c) vefî żâlikum belâun min rabbikum ‘azîm(un)

Hani sizi Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı. Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.

A'râf Sûresi 142 . Ayet

وَوٰعَدْنَا

مُوسٰى

ثَلٰث۪ينَ

لَيْلَةً

وَاَتْمَمْنَاهَا

بِعَشْرٍ

فَتَمَّ

م۪يقَاتُ

رَبِّه۪ٓ

اَرْبَع۪ينَ

لَيْلَةًۚ

وَقَالَ

مُوسٰى

لِاَخ۪يهِ

هٰرُونَ

اخْلُفْن۪ي

ف۪ي

قَوْم۪ي

وَاَصْلِحْ

وَلَا

تَتَّبِـعْ

سَب۪يلَ

الْمُفْسِد۪ينَ

١٤٢

Vevâ’adnâ mûsâ śelâśîne leyleten veetmemnâhâ bi’aşrin fetemme mîkâtu rabbihi erba’îne leyle(ten)(c) vekâle mûsâ li-eḣîhi hârûne-ḣlufnî fî kavmî veaslih velâ tettebi’ sebîle-lmufsidîn(e)

Mûsâ'ya otuz gece süre belirledik, buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı. Mûsâ kardeşi Hârûn'a, "Kavmim arasında benim yerime geç ve yapıcı ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma" dedi.

A'râf Sûresi 143 . Ayet

وَلَمَّا

جَٓاءَ

مُوسٰى

لِم۪يقَاتِنَا

وَكَلَّمَهُ

رَبُّهُۙ

قَالَ

رَبِّ

اَرِن۪ٓي

اَنْظُرْ

اِلَيْكَۜ

قَالَ

لَنْ

تَرٰين۪ي

وَلٰكِنِ

انْظُرْ

اِلَى

الْجَبَلِ

فَاِنِ

اسْتَقَرَّ

مَكَانَهُ

فَسَوْفَ

تَرٰين۪يۚ

فَلَمَّا

تَجَلّٰى

رَبُّهُ

لِلْجَبَلِ

جَعَلَهُ

دَكاًّ

وَخَرَّ

مُوسٰى

صَعِقاًۚ

فَلَمَّٓا

اَفَاقَ

قَالَ

سُبْحَانَكَ

تُبْتُ

اِلَيْكَ

وَاَنَا۬

اَوَّلُ

الْمُؤْمِن۪ينَ

١٤٣

Velemmâ câe mûsâ limîkâtinâ vekellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk(e)(c) kâle len terânî velâkini-nzur ilâ-lcebeli fe-ini-stekarra mekânehu fesevfe terânî(c) felemmâ tecellâ rabbuhu lilcebeli ce’alehu dekken veḣarra mûsâ sa’ikâ(an)(c) felemmâ efâka kâle subhâneke tubtu ileyke veenâ evvelu-lmu/minîn(e)

Mûsa, belirlediğimiz yere (Tûr'a) gelip Rabbi de ona konuşunca, "Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım" dedi. Allah da, "Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin." dedi. Rabbi dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, "Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah'ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" dedi.

A'râf Sûresi 144 . Ayet

قَالَ

يَا

مُوسٰٓى

اِنِّي

اصْطَفَيْتُكَ

عَلَى

النَّاسِ

بِرِسَالَات۪ي

وَبِكَلَام۪يۘ

فَخُذْ

مَٓا

اٰتَيْتُكَ

وَكُنْ

مِنَ

الشَّاكِر۪ينَ

١٤٤

Kâle yâ mûsâ innî-stafeytuke ‘alâ-nnâsi birisâlâtî vebikelâmî feḣuż mâ âteytuke vekun mine-şşâkirîn(e)

(Allah) "Ey Mûsâ! Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol" dedi.

A'râf Sûresi 145 . Ayet

وَكَتَبْنَا

لَهُ

فِي

الْاَلْوَاحِ

مِنْ

كُلِّ

شَيْءٍ

مَوْعِظَةً

وَتَفْص۪يلاً

لِكُلِّ

شَيْءٍۚ

فَخُذْهَا

بِقُوَّةٍ

وَأْمُرْ

قَوْمَكَ

يَأْخُذُوا

بِاَحْسَنِهَاۜ

سَاُر۪يكُمْ

دَارَ

الْفَاسِق۪ينَ

١٤٥

Veketebnâ lehu fî-l-elvâhi min kulli şey-in mev’izaten vetefsîlen likulli şey-in feḣużhâ bikuvvetin ve/mur kavmeke ye/ḣużû bi-ahsenihâ(c) seurîkum dâra-lfâsikîn(e)

Mûsâ için, Tevrat levhalarında her şeye dair bir öğüt ve her şeyin bir açıklamasını yazdık ve ona şöyle dedik: "Şimdi onları kuvvetle tut, kavmine de emret. Onları en güzeliyle alsınlar (uygulasınlar). Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim."

A'râf Sûresi 146 . Ayet

سَاَصْرِفُ

عَنْ

اٰيَاتِيَ

الَّذ۪ينَ

يَتَكَبَّرُونَ

فِي

الْاَرْضِ

بِغَيْرِ

الْحَقِّۜ

وَاِنْ

يَرَوْا

كُلَّ

اٰيَةٍ

لَا يُؤْمِنُوا

بِهَاۚ

وَاِنْ

يَرَوْا

سَب۪يلَ

الرُّشْدِ

لَا

يَتَّخِذُوهُ

سَب۪يلاًۚ

وَاِنْ

يَرَوْا

سَب۪يلَ

الْغَيِّ

يَتَّخِذُوهُ

سَب۪يلاًۜ

ذٰلِكَ

بِاَنَّهُمْ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

وَكَانُوا

عَنْهَا

غَافِل۪ينَ

١٤٦

Seasrifu ‘an âyâtiye-lleżîne yetekebberûne fî-l-ardi biġayri-lhakki ve-in yerav kulle âyetin lâ yu/minû bihâ ve-in yerav sebîle-rruşdi lâ yetteḣiżûhu sebîlen ve-in yerav sebîle-lġayyi yetteḣiżûhu sebîlâ(en)(c) żâlike bi-ennehum keżżebû bi-âyâtinâ vekânû ‘anhâ ġâfilîn(e)

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen)yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.

A'râf Sûresi 147 . Ayet

وَالَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

وَلِقَٓاءِ

الْاٰخِرَةِ

حَبِطَتْ

اَعْمَالُهُمْۜ

هَلْ

يُجْزَوْنَ

اِلَّا

مَا

كَانُوا

يَعْمَلُونَ۟

١٤٧

Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ velikâ-i-l-âḣirati habitat a’mâluhum(c) hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(e)

Âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını çekerler.

A'râf Sûresi 148 . Ayet

وَاتَّخَذَ

قَوْمُ

مُوسٰى

مِنْ

بَعْدِه۪

مِنْ

حُلِيِّهِمْ

عِجْلاً

جَسَداً

لَهُ

خُوَارٌۜ

اَلَمْ

يَرَوْا

اَنَّهُ

لَا يُكَلِّمُهُمْ

وَلَا

يَهْد۪يهِمْ

سَب۪يلاًۢ

اِتَّخَذُوهُ

وَكَانُوا

ظَالِم۪ينَ

١٤٨

Vetteḣaże kavmu mûsâ min ba’dihi min huliyyihim ‘iclen ceseden lehu ḣuvâr(un)(c) elem yerav ennehu lâ yukellimuhum velâ yehdîhim sebîlâ(en)(m) itteḣażûhu vekânû zâlimîn(e)

Mûsâ'nın kavmi onun (Tur'a gitmesinin) ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan bir buzağı heykeli (yaparak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara hiçbir yol göstermediğini görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilah) edindiler de zalim kimseler oldular.

A'râf Sûresi 149 . Ayet

وَلَمَّا

سُقِطَ

ف۪ٓي

اَيْد۪يهِمْ

وَرَاَوْا

اَنَّهُمْ

قَدْ

ضَلُّواۙ

قَالُوا

لَئِنْ

لَمْ

يَرْحَمْنَا

رَبُّنَا

وَيَغْفِرْ

لَنَا

لَنَكُونَنَّ

مِنَ

الْخَاسِر۪ينَ

١٤٩

Velemmâ sukita fî eydîhim veraev ennehum kad dallû kâlû le-in lem yerhamnâ rabbunâ veyaġfir lenâ lenekûnenne mine-lḣâsirîn(e)

İsrailoğulları (yaptıklarına) pişman olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce, "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz" dediler.

A'râf Sûresi 150 . Ayet

وَلَمَّا

رَجَعَ

مُوسٰٓى

اِلٰى

قَوْمِه۪

غَضْبَانَ

اَسِفاًۙ

قَالَ

بِئْسَمَا

خَلَفْتُمُون۪ي

مِنْ

بَعْد۪يۚ

اَعَجِلْتُمْ

اَمْرَ

رَبِّكُمْۚ

وَاَلْقَى

الْاَلْوَاحَ

وَاَخَذَ

بِرَأْسِ

اَخ۪يهِ

يَجُرُّهُٓ

اِلَيْهِۜ

قَالَ

ابْنَ

اُمَّ

اِنَّ

الْقَوْمَ

اسْتَضْعَفُون۪ي

وَكَادُوا

يَقْتُلُونَن۪يۘ

فَلَا

تُشْمِتْ

بِيَ

الْاَعْدَٓاءَ

وَلَا

تَجْعَلْن۪ي

مَعَ

الْقَوْمِ

الظَّالِم۪ينَ

١٥٠

Velemmâ race’a mûsâ ilâ kavmihi ġadbâne esifen kâle bi/semâ ḣaleftumûnî min ba’dî(s) e’aciltum emra rabbikum(s) veelkâ-l-elvâha veeḣaże bira/si eḣîhi yecurruhu ileyh(i)(c) kâle-bne umme inne-lkavme-sted’afûnî vekâdû yaktulûnenî felâ tuşmit biye-l-a’dâe velâ tec’alnî me’a-lkavmi-zzâlimîn(e)

Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndüğünde, "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?" dedi. (Öfkesinden) levhaları attı ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) "Ey anamoğlu" dedi, "Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma."

A'râf Sûresi 151 . Ayet

قَالَ

رَبِّ

اغْفِرْ

ل۪ي

وَلِاَخ۪ي

وَاَدْخِلْنَا

ف۪ي

رَحْمَتِكَۘ

وَاَنْتَ

اَرْحَمُ

الرَّاحِم۪ينَ۟

١٥١

Kâle rabbi-ġfir lî veli-eḣî veedḣilnâ fî rahmetik(e)(s) veente erhamu-rrâhimîn(e)

(Mûsâ), "Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen merhametlilerin en merhametlisisin" dedi.

A'râf Sûresi 152 . Ayet

اِنَّ

الَّذ۪ينَ

اتَّخَذُوا

الْعِجْلَ

سَيَنَالُهُمْ

غَضَبٌ

مِنْ

رَبِّهِمْ

وَذِلَّةٌ

فِي

الْحَيٰوةِ

الدُّنْيَاۜ

وَكَذٰلِكَ

نَجْزِي

الْمُفْتَر۪ينَ

١٥٢

İnne-lleżîne-tteḣażû-l’icle seyenâluhum ġadabun min rabbihim veżilletun fî-lhayâti-ddunyâ(c) vekeżâlike neczî-lmufterîn(e)

Buzağıyı ilah edinenlere mutlaka (ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.

A'râf Sûresi 153 . Ayet

وَالَّذ۪ينَ

عَمِلُوا

السَّيِّـَٔاتِ

ثُمَّ

تَابُوا

مِنْ

بَعْدِهَا

وَاٰمَنُواۘ

اِنَّ

رَبَّكَ

مِنْ

بَعْدِهَا

لَغَفُورٌ

رَح۪يمٌ

١٥٣

Velleżîne ‘amilû-sseyyi-âti śümme tâbû min ba’dihâ veâmenû inne rabbeke min ba’dihâ leġafûrun rahîm(un)

Kötülükleri işleyip de sonra ardından tövbe edenler ile iman (larında sebat) edenlere gelince şüphe yok ki, Rabbin ondan (tövbeden) sonra elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

A'râf Sûresi 154 . Ayet

وَلَمَّا

سَكَتَ

عَنْ

مُوسَى

الْغَضَبُ

اَخَذَ

الْاَلْوَاحَۚ

وَف۪ي

نُسْخَتِهَا

هُدًى

وَرَحْمَةٌ

لِلَّذ۪ينَ

هُمْ

لِرَبِّهِمْ

يَرْهَبُونَ

١٥٤

Velemmâ sekete ‘an mûsâ-lġadabu eḣaże-l-elvâh(a)(s) vefî nusḣatihâ huden verahmetun lilleżîne hum lirabbihim yerhebûn(e)

Mûsâ'nın öfkesi dinince (attığı) levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardı.

A'râf Sûresi 155 . Ayet

وَاخْتَارَ

مُوسٰى

قَوْمَهُ

سَبْع۪ينَ

رَجُلاً

لِم۪يقَاتِنَاۚ

فَلَمَّٓا

اَخَذَتْهُمُ

الرَّجْفَةُ

قَالَ

رَبِّ

لَوْ

شِئْتَ

اَهْلَكْتَهُمْ

مِنْ

قَبْلُ

وَاِيَّايَۜ

اَتُهْلِكُنَا

بِمَا

فَعَلَ

السُّفَـهَٓاءُ

مِنَّاۚ

اِنْ

هِيَ

اِلَّا

فِتْنَتُكَۜ

تُضِلُّ

بِهَا

مَنْ

تَشَٓاءُ

وَتَهْد۪ي

مَنْ

تَشَٓاءُۜ

اَنْتَ

وَلِيُّنَا

فَاغْفِرْ

لَنَا

وَارْحَمْنَا

وَاَنْتَ

خَيْرُ

الْغَافِر۪ينَ

١٥٥

Vaḣtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen limîkâtinâ(s) felemmâ eḣażet-humu-rracfetu kâle rabbi lev şi/te ehlektehum min kablu ve-iyyây(e)(s) etuhlikunâ bimâ fe’ale-ssufehâu minnâ(s) in hiye illâ fitnetuke tudillu bihâ men teşâu vetehdî men teşâ/(u)(s) ente veliyyunâ faġfir lenâ verhamnâ(s) veente ḣayru-lġâfirîn(e)

Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ, "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helak ederdin. Şimdi içimizden bir takım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helak mı edeceksin? Bu sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen bağışlayanların en hayırlısısın" dedi.

A'râf Sûresi 156 . Ayet

وَاكْتُبْ

لَنَا

ف۪ي

هٰذِهِ

الدُّنْيَا

حَسَنَةً

وَفِي

الْاٰخِرَةِ

اِنَّا

هُدْنَٓا

اِلَيْكَۜ

قَالَ

عَذَاب۪ٓي

اُص۪يبُ

بِه۪

مَنْ

اَشَٓاءُۚ

وَرَحْمَت۪ي

وَسِعَتْ

كُلَّ

شَيْءٍۜ

فَسَاَكْتُبُهَا

لِلَّذ۪ينَ

يَتَّقُونَ

وَيُؤْتُونَ

الزَّكٰوةَ

وَالَّذ۪ينَ

هُمْ

بِاٰيَاتِنَا

يُؤْمِنُونَۚ

١٥٦

Vektub lenâ fî hâżihi-ddunyâ haseneten vefî-l-âḣirati innâ hudnâ ileyk(e)(c) kâle ‘ażâbî usîbu bihi men eşâ/(u)(s) verahmetî vesi’at kulle şey-/(in)(c) feseektubuhâ lilleżîne yettekûne veyu/tûne-zzekâte velleżîne hum bi-âyâtinâ yu/minûn(e)

"Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik." Allah şöyle dedi: "Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekatı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım."

A'râf Sûresi 157 . Ayet

اَلَّذ۪ينَ

يَتَّبِعُونَ

الرَّسُولَ

النَّبِيَّ

الْاُمِّيَّ

الَّذ۪ي

يَجِدُونَهُ

مَكْتُوباً

عِنْدَهُمْ

فِي

التَّوْرٰيةِ

وَالْاِنْج۪يلِۘ

يَأْمُرُهُمْ

بِالْمَعْرُوفِ

وَيَنْهٰيهُمْ

عَنِ

الْمُنْكَرِ

وَيُحِلُّ

لَهُمُ

الطَّيِّبَاتِ

وَيُحَرِّمُ

عَلَيْهِمُ

الْخَبَٓائِثَ

وَيَضَعُ

عَنْهُمْ

اِصْرَهُمْ

وَالْاَغْلَالَ

الَّت۪ي

كَانَتْ

عَلَيْهِمْۜ

فَالَّذ۪ينَ

اٰمَنُوا

بِه۪

وَعَزَّرُوهُ

وَنَصَرُوهُ

وَاتَّبَعُوا

النُّورَ

الَّـذ۪ٓي

اُنْزِلَ

مَعَهُٓۙ

اُو۬لٰٓئِكَ

هُمُ

الْمُفْلِحُونَ۟

١٥٧

Elleżîne yettebi’ûne-rrasûle-nnebiyye-l-ummiyye-lleżî yecidûnehu mektûben ‘indehum fî-ttevrâti vel-incîli ye/muruhum bilma’rûfi veyenhâhum ‘ani-lmunkeri veyuhillu lehumu-ttayyibâti veyuharrimu ‘aleyhimu-lḣabâ-iśe veyeda’u ‘anhum israhum vel-aġlâle-lletî kânet ‘aleyhim(c) felleżîne âmenû bihi ve’azzerûhu venasarûhu vettebe’û-nnûra-lleżî unzile me’ahu(ﻻ) ulâ-ike humu-lmuflihûn(e)

Onlar, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

A'râf Sûresi 158 . Ayet

قُلْ

يَٓا

اَيُّهَا

النَّاسُ

اِنّ۪ي

رَسُولُ

اللّٰهِ

اِلَيْكُمْ

جَم۪يعاًۨ

الَّذ۪ي

لَهُ

مُلْكُ

السَّمٰوَاتِ

وَالْاَرْضِۚ

لَٓا

اِلٰهَ

اِلَّا

هُوَ

يُحْـي۪

وَيُم۪يتُۖ

فَاٰمِنُوا

بِاللّٰهِ

وَرَسُولِهِ

النَّبِيِّ

الْاُمِّيِّ

الَّذ۪ي

يُؤْمِنُ

بِاللّٰهِ

وَكَلِمَاتِه۪

وَاتَّبِعُوهُ

لَعَلَّكُمْ

تَهْتَدُونَ

١٥٨

Kul yâ eyyuhâ-nnâsu innî rasûlu(A)llâhi ileykum cemî’an(i)-lleżî lehu mulku-ssemâvâti vel-ard(i)(s) lâ ilâhe illâ huve yuhyî veyumît(u)(s) feâminû bi(A)llâhi verasûlihi-nnebiyyi-l-ummiyyi-lleżî yu/minu bi(A)llâhi vekelimâtihi vettebi’ûhu le’allekum tehtedûn(e)

(Ey Muhammed!) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, diriltir ve öldürür. O halde Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız."

A'râf Sûresi 159 . Ayet

وَمِنْ

قَوْمِ

مُوسٰٓى

اُمَّةٌ

يَهْدُونَ

بِالْحَقِّ

وَبِه۪

يَعْدِلُونَ

١٥٩

Vemin kavmi mûsâ ummetun yehdûne bilhakki vebihi ya’dilûn(e)

Mûsâ'nın kavminden (insanları) hak ile doğru yola ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk da vardı.

A'râf Sûresi 160 . Ayet

وَقَطَّعْنَاهُمُ

اثْنَتَيْ

عَشْرَةَ

اَسْبَاطاً

اُمَماًۜ

وَاَوْحَيْنَٓا

اِلٰى

مُوسٰٓى

اِذِ

اسْتَسْقٰيهُ

قَوْمُهُٓ

اَنِ

اضْرِبْ

بِعَصَاكَ

الْحَجَرَۚ

فَانْبَجَسَتْ

مِنْهُ

اثْنَتَا

عَشْرَةَ

عَيْناًۜ

قَدْ

عَلِمَ

كُلُّ

اُنَاسٍ

مَشْرَبَهُمْۜ

وَظَلَّلْنَا

عَلَيْهِمُ

الْغَمَامَ

وَاَنْزَلْنَا

عَلَيْهِمُ

الْمَنَّ

وَالسَّلْوٰىۜ

كُلُوا

مِنْ

طَيِّبَاتِ

مَا

رَزَقْنَاكُمْۜ

وَمَا

ظَلَمُونَا

وَلٰكِنْ

كَانُٓوا

اَنْفُسَهُمْ

يَظْلِمُونَ

١٦٠

Vekatta’nâhumu-śnetey ‘aşrate esbâtan umemâ(en)(c) veevhaynâ ilâ mûsâ iżi-steskâhu kavmuhu eni-drib bi’asâke-lhacer(a)(s) fenbeceset minhu-śnetâ ‘aşrate ‘aynâ(en)(s) kad ‘alime kullu unâsin meşrabehum(c) vezallelnâ ‘aleyhimu-lġamâme veenzelnâ ‘aleyhimu-lmenne ve-sselvâ(s) kulû min tayyibâti mâ razeknâkum(c) vemâ zalemûnâ velâkin kânû enfusehum yazlimûn(e)

Biz onları on iki kabile halinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ'dan su istediğinde biz ona, "Asânı taşa vur" diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin" (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.

A'râf Sûresi 161 . Ayet

وَاِذْ

ق۪يلَ

لَهُمُ

اسْكُنُوا

هٰذِهِ

الْقَرْيَةَ

وَكُلُوا

مِنْهَا

حَيْثُ

شِئْتُمْ

وَقُولُوا

حِطَّةٌ

وَادْخُلُوا

الْبَابَ

سُجَّداً

نَغْفِرْ

لَكُمْ

خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ

سَنَز۪يدُ

الْمُحْسِن۪ينَ

١٦١

Ve-iż kîle lehumu-skunû hâżihi-lkaryete vekulû minhâ hayśu şi/tum vekûlû hittatun vedḣulû-lbâbe succeden naġfir lekum ḣatî-âtikum(c) senezîdu-lmuhsinîn(e)

O zaman onlara denilmişti ki: "Şu memlekete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)' deyin. Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz."

A'râf Sûresi 162 . Ayet

فَبَدَّلَ

الَّذ۪ينَ

ظَلَمُوا

مِنْهُمْ

قَوْلاً

غَيْرَ

الَّذ۪ي

ق۪يلَ

لَهُمْ

فَاَرْسَلْنَا

عَلَيْهِمْ

رِجْزاً

مِنَ

السَّمَٓاءِ

بِمَا

كَانُوا

يَظْلِمُونَ۟

١٦٢

Febeddele-lleżîne zalemû minhum kavlen ġayra-lleżî kîle lehum feerselnâ ‘aleyhim riczen mine-ssemâ-i bimâ kânû yazlimûn(e)

Onlardan zulmedenler hemen sözü, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik.

A'râf Sûresi 163 . Ayet

وَسْـَٔلْهُمْ

عَنِ

الْقَرْيَةِ

الَّت۪ي

كَانَتْ

حَاضِرَةَ

الْبَحْرِۢ

اِذْ

يَعْدُونَ

فِي

السَّبْتِ

اِذْ

تَأْت۪يهِمْ

ح۪يتَانُهُمْ

يَوْمَ

سَبْتِهِمْ

شُرَّعاً

وَيَوْمَ

لَا

يَسْبِتُونَۙ

لَا تَأْت۪يهِمْۚ

كَذٰلِكَ

نَبْلُوهُمْ

بِمَا

كَانُوا

يَفْسُقُونَ

١٦٣

Ves-elhum ‘ani-lkaryeti-lletî kânet hâdirate-lbahri iż ya’dûne fî-ssebti iż te/tîhim hîtânuhum yevme sebtihim şurra’an veyevme lâ yesbitûne(ﻻ) lâ te/tîhim(c) keżâlike neblûhum bimâ kânû yefsukûn(e)

Ey Muhammed ! Onlara, deniz kıyısında bulunan kent halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.

A'râf Sûresi 164 . Ayet

وَاِذْ

قَالَتْ

اُمَّةٌ

مِنْهُمْ

لِمَ

تَعِظُونَ

قَوْماًۙۨ

اللّٰهُ

مُهْلِكُهُمْ

اَوْ

مُعَذِّبُهُمْ

عَذَاباً

شَد۪يداًۜ

قَالُوا

مَعْذِرَةً

اِلٰى

رَبِّكُمْ

وَلَعَلَّهُمْ

يَتَّقُونَ

١٦٤

Ve-iż kâlet ummetun minhum lime te’izûne kavmen(i)(ﻻ)(A)llâhu muhlikuhum ev mu’ażżibuhum ‘ażâben şedîdâ(en)(s) kâlû ma’żiraten ilâ rabbikum vele’allehum yettekûn(e)

Hani onlardan bir topluluk demişti ki: "Siz Allah'ın helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?" Onlar da, "Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)" demişlerdi.

A'râf Sûresi 165 . Ayet

فَلَمَّا

نَسُوا

مَا

ذُكِّرُوا

بِه۪ٓ

اَنْجَيْنَا

الَّذ۪ينَ

يَنْهَوْنَ

عَنِ

السُّٓوءِ

وَاَخَذْنَا

الَّذ۪ينَ

ظَلَمُوا

بِعَذَابٍ

بَـ۪ٔيسٍ

بِمَا

كَانُوا

يَفْسُقُونَ

١٦٥

Felemmâ nesû mâ żukkirû bihi enceynâ-lleżîne yenhevne ‘ani-ssû-i veeḣażnâ-lleżîne zalemû bi’ażâbin be-îsin bimâ kânû yefsukûn(e)

Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.

A'râf Sûresi 166 . Ayet

فَلَمَّا

عَتَوْا

عَنْ

مَا

نُهُوا

عَنْهُ

قُلْنَا

لَهُمْ

كُونُوا

قِرَدَةً

خَاسِـ۪ٔينَ

١٦٦

Felemmâ ‘atev ‘an mâ nuhû ‘anhu kulnâ lehum kûnû kiradeten ḣâsi-în(e)

Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye yanaşmayınca da onlara "aşağılık maymunlar olun" dedik.

A'râf Sûresi 167 . Ayet

وَاِذْ

تَاَذَّنَ

رَبُّكَ

لَيَبْعَثَنَّ

عَلَيْهِمْ

اِلٰى

يَوْمِ

الْقِيٰمَةِ

مَنْ

يَسُومُهُمْ

سُٓوءَ

الْعَذَابِۜ

اِنَّ

رَبَّكَ

لَسَر۪يعُ

الْعِقَابِۚ

وَاِنَّهُ

لَغَفُورٌ

رَح۪يمٌ

١٦٧

Ve-iż teeżżene rabbuke leyeb’aśenne ‘aleyhim ilâ yevmi-lkiyâmeti men yesûmuhum sû-e-l’ażâb(i)(k) inne rabbeke leserî’u-l’ikâb(i)(s) ve-innehu leġafûrun rahîm(un)

Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri göndereceğini bildirmişti. Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

A'râf Sûresi 168 . Ayet

وَقَطَّعْنَاهُمْ

فِي

الْاَرْضِ

اُمَماًۚ

مِنْهُمُ

الصَّالِحُونَ

وَمِنْهُمْ

دُونَ

ذٰلِكَۘ

وَبَلَوْنَاهُمْ

بِالْحَسَنَاتِ

وَالسَّيِّـَٔاتِ

لَعَلَّهُمْ

يَرْجِعُونَ

١٦٨

Vekatta’nâhum fî-l-ardi umemâ(en)(s) minhumu-ssâlihûne veminhum dûne żâlik(e)(s) vebelevnâhum bilhasenâti ve-sseyyi-âti le’allehum yerci’ûn(e)

Biz onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile sınadık.

A'râf Sûresi 169 . Ayet

فَخَلَفَ

مِنْ

بَعْدِهِمْ

خَلْفٌ

وَرِثُوا

الْكِتَابَ

يَأْخُذُونَ

عَرَضَ

هٰذَا

الْاَدْنٰى

وَيَقُولُونَ

سَيُغْفَرُ

لَنَاۚ

وَاِنْ

يَأْتِهِمْ

عَرَضٌ

مِثْلُهُ

يَأْخُذُوهُۜ

اَلَمْ

يُؤْخَذْ

عَلَيْهِمْ

م۪يثَاقُ

الْكِتَابِ

اَنْ

لَا

يَقُولُوا

عَلَى

اللّٰهِ

اِلَّا

الْحَقَّ

وَدَرَسُوا

مَا

ف۪يهِۜ

وَالدَّارُ

الْاٰخِرَةُ

خَيْرٌ

لِلَّذ۪ينَ

يَتَّقُونَۜ

اَفَلَا

تَعْقِلُونَ

١٦٩

Feḣalefe min ba’dihim ḣalfun veriśû-lkitâbe ye/ḣużûne ‘arada hâżâ-l-ednâ veyekûlûne seyuġferu lenâ ve-in ye/tihim ‘aradun miśluhu ye/ḣużûh(u)(c) elem yu/ḣaż ‘aleyhim mîśâku-lkitâbi en lâ yekûlû ‘ala(A)llâhi illâ-lhakka vederasû mâ fîh(i)(k) ve-ddâru-l-âḣiratu ḣayrun lilleżîne yettekûn(e)(k) efelâ ta’kilûn(e)

Derken, onların ardından yerlerine Kitab'a (Tevrat'a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve "(nasıl olsa) biz bağışlanacağız" derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap'ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Halbuki Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?

A'râf Sûresi 170 . Ayet

وَالَّذ۪ينَ

يُمَسِّكُونَ

بِالْكِتَابِ

وَاَقَامُوا

الصَّلٰوةَۜ

اِنَّا

لَا

نُض۪يعُ

اَجْرَ

الْمُصْلِح۪ينَ

١٧٠

Velleżîne yumessikûne bilkitâbi veekâmû-ssalâte innâ lâ nudî’u ecra-lmuslihîn(e)

Kitaba sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükafatını zayi etmeyiz.

A'râf Sûresi 171 . Ayet

وَاِذْ

نَتَقْنَا

الْجَبَلَ

فَوْقَهُمْ

كَاَنَّهُ

ظُلَّةٌ

وَظَنُّٓوا

اَنَّهُ

وَاقِعٌ

بِهِمْۚ

خُذُوا

مَٓا

اٰتَيْنَاكُمْ

بِقُوَّةٍ

وَاذْكُرُوا

مَا

ف۪يهِ

لَعَلَّكُمْ

تَتَّقُونَ۟

١٧١

Ve-iż neteknâ-lcebele fevkahum keennehu zulletun vezannû ennehu vâki’un bihim ḣużû mââteynâkum bikuvvetin veżkurû mâ fîhi le’allekum tettekûn(e)

Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) "Size verdiğimiz Kitab'a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız" demiştik.

A'râf Sûresi 172 . Ayet

وَاِذْ

اَخَذَ

رَبُّكَ

مِنْ

بَن۪ٓي

اٰدَمَ

مِنْ

ظُهُورِهِمْ

ذُرِّيَّتَهُمْ

وَاَشْهَدَهُمْ

عَلٰٓى

اَنْفُسِهِمْۚ

اَلَسْتُ

بِرَبِّكُمْۜ

قَالُوا

بَلٰىۚۛ

شَهِدْنَاۚۛ

اَنْ

تَقُولُوا

يَوْمَ

الْقِيٰمَةِ

اِنَّا

كُنَّا

عَنْ

هٰذَا

غَافِل۪ينَۙ

١٧٢

Ve-iż eḣaże rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim żurriyyetehum veeşhedehum ‘alâ enfusihim elestu birabbikum(s) kâlû belâ(*) şehidnâ(*) en tekûlû yevme-lkiyâmeti innâ kunnâ ‘an hâżâ ġâfilîn(e)

Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da, "Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)" demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.

A'râf Sûresi 173 . Ayet

اَوْ

تَقُولُٓوا

اِنَّـمَٓا

اَشْرَكَ

اٰبَٓاؤُ۬نَا

مِنْ

قَبْلُ

وَكُنَّا

ذُرِّيَّةً

مِنْ

بَعْدِهِمْۚ

اَفَتُهْلِكُنَا

بِمَا

فَعَلَ

الْمُبْطِلُونَ

١٧٣

Ev tekûlû innemâ eşrake âbâunâ min kablu vekunnâ żurriyyeten min ba’dihim(s) efetuhlikunâ bimâ fe’ale-lmubtilûn(e)

Yahut, "Bizden önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi bâtılcıların işlediği yüzünden bizi helak mı edeceksin?" dememeniz içindir.

A'râf Sûresi 174 . Ayet

وَكَذٰلِكَ

نُفَصِّلُ

الْاٰيَاتِ

وَلَعَلَّهُمْ

يَرْجِعُونَ

١٧٤

Vekeżâlike nufassilu-l-âyâti vele’allehum yerci’ûn(e)

Hakka dönsünler diye işte âyetleri böylece ayrı ayrı açıklıyoruz.

A'râf Sûresi 175 . Ayet

وَاتْلُ

عَلَيْهِمْ

نَبَاَ

الَّـذ۪ٓي

اٰتَيْنَاهُ

اٰيَاتِنَا

فَانْسَلَخَ

مِنْهَا

فَاَتْبَعَهُ

الشَّيْطَانُ

فَكَانَ

مِنَ

الْغَاو۪ينَ

١٧٥

Vetlu ‘aleyhim nebee-lleżî âteynâhu âyâtinâ fenseleḣa minhâ feetbe’ahu-şşeytânu fekâne mine-lġâvîn(e)

Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz halde onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.

A'râf Sûresi 176 . Ayet

وَلَوْ

شِئْنَا

لَرَفَعْنَاهُ

بِهَا

وَلٰكِنَّهُٓ

اَخْلَدَ

اِلَى

الْاَرْضِ

وَاتَّـبَعَ

هَوٰيهُۚ

فَمَثَلُهُ

كَمَثَلِ

الْكَلْبِۚ

اِنْ

تَحْمِلْ

عَلَيْهِ

يَلْهَثْ

اَوْ

تَتْرُكْهُ

يَلْهَثْۜ

ذٰلِكَ

مَثَلُ

الْقَوْمِ

الَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَاۚ

فَاقْصُصِ

الْقَصَصَ

لَعَلَّهُمْ

يَتَفَكَّرُونَ

١٧٦

Velev şi/nâ lerafa’nâhu bihâ velâkinnehu aḣlede ilâ-l-ardi vettebe’a hevâh(u)(c) femeśeluhu kemeśeli-lkelbi in tahmil ‘aleyhi yelheś ev tetruk-hu yelheś(c) żâlike meśelu-lkavmi-lleżîne keżżebû bi-âyâtinâ(c) faksusi-lkasasa le’allehum yetefekkerûn(e)

Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.

A'râf Sûresi 177 . Ayet

سَٓاءَ

مَثَلاًۨ

الْقَوْمُ

الَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

وَاَنْفُسَهُمْ

كَانُوا

يَظْلِمُونَ

١٧٧

Sâe meśelen(i)-lkavmu-lleżîne keżżebû bi-âyâtinâ veenfusehum kânû yazlimûn(e)

Âyetlerimizi yalan sayan ve ancak kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür!

A'râf Sûresi 178 . Ayet

مَنْ

يَهْدِ

اللّٰهُ

فَهُوَ

الْمُهْتَد۪يۚ

وَمَنْ

يُضْلِلْ

فَاُو۬لٰٓئِكَ

هُمُ

الْخَاسِرُونَ

١٧٨

Men yehdi(A)llâhu fehuve-lmuhted(î)(s) vemen yudlil feulâ-ike humu-lḣâsirûn(e)

Allah kimi doğru yola iletirse, odur doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.

A'râf Sûresi 179 . Ayet

وَلَقَدْ

ذَرَأْنَا

لِجَهَنَّمَ

كَث۪يراً

مِنَ

الْجِنِّ

وَالْاِنْسِۘ

لَهُمْ

قُلُوبٌ

لَا يَفْقَهُونَ

بِهَاۘ

وَلَهُمْ

اَعْيُنٌ

لَا

يُبْصِرُونَ

بِهَاۘ

وَلَهُمْ

اٰذَانٌ

لَا

يَسْمَعُونَ

بِهَاۜ

اُو۬لٰٓئِكَ

كَالْاَنْعَامِ

بَلْ

هُمْ

اَضَلُّۜ

اُو۬لٰٓئِكَ

هُمُ

الْغَافِلُونَ

١٧٩

Velekad żera/nâ licehenneme keśîran mine-lcinni vel-ins(i)(s) lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ velehum a’yunun lâ yubsirûne bihâ velehum âżânun lâ yesme’ûne bihâ(c) ulâ-ike kel-en’âmi bel hum edall(u)(c) ulâ-ike humu-lġâfilûn(e)

Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.

A'râf Sûresi 180 . Ayet

وَلِلّٰهِ

الْاَسْمَٓاءُ

الْحُسْنٰى

فَادْعُوهُ

بِهَاۖ

وَذَرُوا

الَّذ۪ينَ

يُلْحِدُونَ

ف۪ٓي

اَسْمَٓائِه۪ۜ

سَيُجْزَوْنَ

مَا

كَانُوا

يَعْمَلُونَ

١٨٠

Veli(A)llâhi-l-esmâu-lhusnâ fed’ûhu bihâ(s) veżerû-lleżîne yulhidûne fî esmâ-ih(i)(c) seyuczevne mâ kânû ya’melûn(e)

En güzel isimler Allah'ındır. O'na o güzel isimleriyle dua edin ve O'nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.

A'râf Sûresi 181 . Ayet

وَمِمَّنْ

خَلَقْنَٓا

اُمَّةٌ

يَهْدُونَ

بِالْحَقِّ

وَبِه۪

يَعْدِلُونَ۟

١٨١

Vemimmen ḣaleknâ ummetun yehdûne bilhakki vebihi ya’dilûn(e)

Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.

A'râf Sûresi 182 . Ayet

وَالَّذ۪ينَ

كَذَّبُوا

بِاٰيَاتِنَا

سَنَسْتَدْرِجُهُمْ

مِنْ

حَيْثُ

لَا

يَعْلَمُونَۚ

١٨٢

Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ senestedricuhum min hayśu lâ ya’lemûn(e)

Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz.

A'râf Sûresi 183 . Ayet

وَاُمْل۪ي

لَهُمْۜ

اِنَّ

كَيْد۪ي

مَت۪ينٌ

١٨٣

Veumlî lehum(c) inne keydî metîn(un)

Ben onlara mühlet veririm. Şüphesiz benim tuzağım çetindir.

A'râf Sûresi 184 . Ayet

اَوَلَمْ

يَتَفَكَّرُوا

مَا

بِصَاحِبِهِمْ

مِنْ

جِنَّةٍۜ

اِنْ

هُوَ

اِلَّا

نَذ۪يرٌ

مُب۪ينٌ

١٨٤

Eve lem yetefekkerû(k) mâ bisâhibihim min cinne(tin)(c) in huve illâ neżîrun mubîn(un)

Onlar düşünmediler mi ki (çok iyi tanıdıkları, kendileriyle içiçe yaşamış olan) arkadaşlarında (Peygamber'de) delilikten eser yoktur. O ancak apaçık bir uyarıcıdır.

A'râf Sûresi 185 . Ayet

اَوَلَمْ

يَنْظُرُوا

ف۪ي

مَلَكُوتِ

السَّمٰوَاتِ

وَالْاَرْضِ

وَمَا

خَلَقَ

اللّٰهُ

مِنْ

شَيْءٍۙ

وَاَنْ

عَسٰٓى

اَنْ

يَكُونَ

قَدِ

اقْتَرَبَ

اَجَلُهُمْۚ

فَبِاَيِّ

حَد۪يثٍ

بَعْدَهُ

يُؤْمِنُونَ

١٨٥

Evelem yenzurû fî melekûti-ssemâvâti vel-ardi vemâ ḣaleka(A)llâhu min şey-in veen ‘asâ en yekûne kadi-kterabe eceluhum(s) febi-eyyi hadîśin ba’dehu yu/minûn(e)

Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah'ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?

A'râf Sûresi 186 . Ayet

مَنْ

يُضْلِلِ

اللّٰهُ

فَلَا

هَادِيَ

لَهُۜ

وَيَذَرُهُمْ

ف۪ي

طُغْيَانِهِمْ

يَعْمَهُونَ

١٨٦

Men yudlili(A)llâhu felâ hâdiye leh(u)(c) veyeżeruhum fî tuġyânihim ya’mehûn(e)

Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, bocalayıp dururlar.

A'râf Sûresi 187 . Ayet

يَسْـَٔلُونَكَ

عَنِ

السَّاعَةِ

اَيَّانَ

مُرْسٰيهَاۜ

قُلْ

اِنَّمَا

عِلْمُهَا

عِنْدَ

رَبّ۪يۚ

لَا

يُجَلّ۪يهَا

لِوَقْتِهَٓا

اِلَّا

هُوَۜ

ثَقُلَتْ

فِي

السَّمٰوَاتِ

وَالْاَرْضِۜ

لَا

تَأْت۪يكُمْ

اِلَّا

بَغْتَةًۜ

يَسْـَٔلُونَكَ

كَاَنَّكَ

حَفِيٌّ

عَنْهَاۜ

قُلْ

اِنَّمَا

عِلْمُهَا

عِنْدَ

اللّٰهِ

وَلٰكِنَّ

اَكْثَرَ

النَّاسِ

لَا

يَعْلَمُونَ

١٨٧

Yes-elûneke ‘ani-ssâ’ati eyyâne mursâhâ(s) kul innemâ ‘ilmuhâ ‘inde rabbî(s) lâ yucellîhâ livaktihâ illâ hu(ve)(c) śekulet fî-ssemâvâti vel-ard(i)(c) lâ te/tîkum illâ baġte(ten)(k) yes-elûneke keenneke hafiyyun ‘anhâ(s) kul innemâ ‘ilmuhâ ‘inda(A)llâhi velâkinne ekśera-nnâsi lâ ya’lemûn(e)

Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O size ancak ansızın gelecektir." Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar."

A'râf Sûresi 188 . Ayet

قُلْ

لَٓا

اَمْلِكُ

لِنَفْس۪ي

نَفْعاً

وَلَا

ضَراًّ

اِلَّا

مَا

شَٓاءَ

اللّٰهُۜ

وَلَوْ

كُنْتُ

اَعْلَمُ

الْغَيْبَ

لَاسْتَكْثَرْتُ

مِنَ

الْخَيْرِۚ

وَمَا

مَسَّنِيَ

السُّٓوءُ

اِنْ

اَنَا۬

اِلَّا

نَذ۪يرٌ

وَبَش۪يرٌ

لِقَوْمٍ

يُؤْمِنُونَ۟

١٨٨

Kul lâ emliku linefsî nef’an velâ darran illâ mâ şâa(A)llâh(u)(c) velev kuntu a’lemu-lġaybe lestekśertu mine-lḣayri vemâ messeniye-ssû-/(u)(c) in enâ illâ neżîrun vebeşîrun likavmin yu/minûn(e)

De ki: "Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim."

A'râf Sûresi 189 . Ayet

هُوَ

الَّذ۪ي

خَلَقَكُمْ

مِنْ

نَفْسٍ

وَاحِدَةٍ

وَجَعَلَ

مِنْهَا

زَوْجَهَا

لِيَسْكُنَ

اِلَيْهَاۚ

فَلَمَّا

تَغَشّٰيهَا

حَمَلَتْ

حَمْلاً

خَف۪يفاً

فَمَرَّتْ

بِه۪ۚ

فَلَمَّٓا

اَثْقَلَتْ

دَعَوَا

اللّٰهَ

رَبَّهُمَا

لَئِنْ

اٰتَيْتَنَا

صَالِحاً

لَنَكُونَنَّ

مِنَ

الشَّاكِر۪ينَ

١٨٩

Huve-lleżî ḣalekakum min nefsin vâhidetin vece’ale minhâ zevcehâ liyeskune ileyhâ(s) felemmâ teġaşşâhâ hamelet hamlen ḣafîfen femerrat bih(i)(s) felemmâ eśkalet de’ava(A)llâhe rabbehumâ le-in âteytenâ sâlihan lenekûnenne mine-şşâkirîn(e)

Allah sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah'a, "Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız" diye dua ederler.

A'râf Sûresi 190 . Ayet

فَلَمَّٓا

اٰتٰيهُمَا

صَالِحاً

جَعَلَا

لَهُ

شُرَكَٓاءَ

ف۪يمَٓا

اٰتٰيهُمَاۚ

فَتَعَالَى

اللّٰهُ

عَمَّا

يُشْرِكُونَ

١٩٠

Felemmâ âtâhumâ sâlihan ce’alâ lehu şurakâe fîmâ âtâhumâ(c) fete’âla(A)llâhu ‘ammâ yuşrikûn(e)

Fakat Allah onlara iyi ve sağlıklı bir çocuk verince de, Allah'ın kendilerine verdiği çocuk konusunda ona ortaklar koşarlar. Allah onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

A'râf Sûresi 191 . Ayet

اَيُشْرِكُونَ

مَا

لَا

يَخْلُقُ

شَيْـٔاً

وَهُمْ

يُخْلَقُونَۘ

١٩١

Eyuşrikûne mâ lâ yaḣluku şey-en vehum yuḣlekûn(e)

Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri yaratılan şeyleri Allah'a ortak mı koşuyorlar?

A'râf Sûresi 192 . Ayet

وَلَا

يَسْتَط۪يعُونَ

لَهُمْ

نَصْراً

وَلَٓا

اَنْفُسَهُمْ

يَنْصُرُونَ

١٩٢

Velâ yestetî’ûne lehum nasran velâ enfusehum yensurûn(e)

Halbuki onlar (edindikleri ilahlar) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.

A'râf Sûresi 193 . Ayet

وَاِنْ

تَدْعُوهُمْ

اِلَى

الْهُدٰى

لَا

يَتَّبِعُوكُمْۜ

سَوَٓاءٌ

عَلَيْكُمْ

اَدَعَوْتُمُوهُمْ

اَمْ

اَنْتُمْ

صَامِتُونَ

١٩٣

Ve-in ted’ûhum ilâ-lhudâ lâ yettebi’ûkum(c) sevâun ‘aleykum ede’avtumûhum em entum sâmitûn(e)

Onları doğru yola çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir (sonuç alamazsınız).

A'râf Sûresi 194 . Ayet

اِنَّ

الَّذ۪ينَ

تَدْعُونَ

مِنْ

دُونِ

اللّٰهِ

عِبَادٌ

اَمْثَالُكُمْ

فَادْعُوهُمْ

فَلْيَسْتَج۪يبُوا

لَكُمْ

اِنْ

كُنْتُمْ

صَادِق۪ينَ

١٩٤

İnne-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi ‘ibâdun emśâlukum(s) fed’ûhum felyestecîbû lekum in kuntum sâdikîn(e)

Allah'ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi(yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).

A'râf Sûresi 195 . Ayet

اَلَهُمْ

اَرْجُلٌ

يَمْشُونَ

بِهَاۘ

اَمْ

لَهُمْ

اَيْدٍ

يَبْطِشُونَ

بِهَاۘ

اَمْ

لَهُمْ

اَعْيُنٌ

يُبْصِرُونَ

بِهَاۘ

اَمْ

لَهُمْ

اٰذَانٌ

يَسْمَعُونَ

بِهَاۜ

قُلِ

ادْعُوا

شُرَكَٓاءَكُمْ

ثُمَّ

ك۪يدُونِ

فَلَا

تُنْظِرُونِ

١٩٥

Elehum erculun yemşûne bihâ(s) em lehum eydin yebtişûne bihâ(s) em lehum a’yunun yubsirûne bihâ(s) em lehum âżânun yesme’ûne bihâ(k) kuli-d’û şurakâekum śümme kîdûni felâ tunzirûn(i)

Onların yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek kulakları mı var? De ki: "Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!"

A'râf Sûresi 196 . Ayet

اِنَّ

وَلِـِّيَ

اللّٰهُ

الَّذ۪ي

نَزَّلَ

الْكِتَابَۘ

وَهُوَ

يَتَوَلَّى

الصَّالِح۪ينَ

١٩٦

İnne veliyyiya(A)llâhu-lleżî nezzele-lkitâb(e)(s) vehuve yetevellâ-ssâlihîn(e)

Çünkü benim velim, Kitab'ı (Kur'an'ı) indiren Allah'dır. O, bütün salihlere velilik eder.

A'râf Sûresi 197 . Ayet

وَالَّذ۪ينَ

تَدْعُونَ

مِنْ

دُونِه۪

لَا

يَسْتَط۪يعُونَ

نَصْرَكُمْ

وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ

يَنْصُرُونَ

١٩٧

Velleżîne ted’ûne min dûnihi lâ yestatî’ûne nasrakum velâ enfusehum yensurûn(e)

Allah'tan başka taptıklarınızın ise size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.

A'râf Sûresi 198 . Ayet

وَاِنْ

تَدْعُوهُمْ

اِلَى

الْهُدٰى

لَا

يَسْمَعُواۜ

وَتَرٰيهُمْ

يَنْظُرُونَ

اِلَيْكَ

وَهُمْ

لَا

يُبْصِرُونَ

١٩٨

Ve-in ted’ûhum ilâ-lhudâ lâ yesme’û(s) veterâhum yenzurûne ileyke vehum lâ yubsirûn(e)

Eğer onları, doğru yola çağırırsanız işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, halbuki onlar görmezler.

A'râf Sûresi 199 . Ayet

خُذِ

الْعَفْوَ

وَأْمُرْ

بِالْعُرْفِ

وَاَعْرِضْ

عَنِ

الْجَاهِل۪ينَ

١٩٩

Ḣużi-l’afve ve/mur bil’urfi vea’rid ‘ani-lcâhilîn(e)

Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.

A'râf Sûresi 200 . Ayet

وَاِمَّا

يَنْزَغَنَّكَ

مِنَ

الشَّيْطَانِ

نَزْغٌ

فَاسْتَعِذْ

بِاللّٰهِۜ

اِنَّهُ

سَم۪يعٌ

عَل۪يمٌ

٢٠٠

Ve-immâ yenzeġanneke mine-şşeytâni nezġun feste’iż bi(A)llâh(i)(c) innehu semî’un ‘alîm(un)

Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

A'râf Sûresi 201 . Ayet

اِنَّ

الَّذ۪ينَ

اتَّقَوْا

اِذَا

مَسَّهُمْ

طَٓائِفٌ

مِنَ

الشَّيْطَانِ

تَذَكَّرُوا

فَاِذَا

هُمْ

مُبْصِرُونَۚ

٢٠١

İnne-lleżîne-ttekav iżâ messehum tâ-ifun mine-şşeytâni teżekkerû fe-iżâ hum mubsirûn(e)

Şüphe yok ki Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah'ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.

A'râf Sûresi 202 . Ayet

وَاِخْوَانُهُمْ

يَمُدُّونَهُمْ

فِي

الْغَيِّ

ثُمَّ

لَا يُقْصِرُونَ

٢٠٢

Ve-iḣvânuhum yemuddûnehum fî-lġayyi śümme lâ yuksirûn(e)

Şeytanlara kardeş olanlara gelince, şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan hiç geri durmazlar.

A'râf Sûresi 203 . Ayet

وَاِذَا

لَمْ

تَأْتِهِمْ

بِاٰيَةٍ

قَالُوا

لَوْلَا

اجْتَبَيْتَهَاۜ

قُلْ

اِنَّـمَٓا

اَتَّبِـعُ

مَا

يُوحٰٓى

اِلَيَّ

مِنْ

رَبّ۪يۚ

هٰذَا

بَصَٓائِرُ

مِنْ

رَبِّكُمْ

وَهُدًى

وَرَحْمَةٌ

لِقَوْمٍ

يُؤْمِنُونَ

٢٠٣

Ve-iżâ lem te/tihim bi-âyetin kâlû levlâ-ctebeytehâ(c) kul innemâ ettebi’u mâ yûhâ ileyye min rabbî(c) hâżâ besâ-iru min rabbikum vehuden verahmetun likavmin yu/minûn(e)

(Ey Muhammed!) Onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: "Onu (da) bir yerlerden derleyip toplasaydın ya." De ki: "Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. Bu (Kur'an âyetleri) Rabbinizden gelen basiretlerdir (Gönül gözlerini aydınlatan nurlardır.) İman edecek bir topluluk için bir hidayet kaynağı ve bir rahmettir."

A'râf Sûresi 204 . Ayet

وَاِذَا

قُرِئَ

الْقُرْاٰنُ

فَاسْتَمِعُوا

لَهُ

وَاَنْصِتُوا

لَعَلَّكُمْ

تُرْحَمُونَ

٢٠٤

Ve-iżâ kuri-e-lkur-ânu festemi’û lehu veensitû le’allekum turhamûn(e)

Kur'an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.

A'râf Sûresi 205 . Ayet

وَاذْكُرْ

رَبَّكَ

ف۪ي

نَفْسِكَ

تَضَرُّعاً

وَخ۪يفَةً

وَدُونَ

الْجَهْرِ

مِنَ

الْقَوْلِ

بِالْغُدُوِّ

وَالْاٰصَالِ

وَلَا

تَكُنْ

مِنَ

الْغَافِل۪ينَ

٢٠٥

Veżkur rabbeke fî nefsike tedarru’an veḣîfeten vedûne-lcehri mine-lkavli bilġuduvvi vel-âsâli velâ tekun mine-lġâfilîn(e)

Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma.

A'râf Sûresi 206 . Ayet

اِنَّ

الَّذ۪ينَ

عِنْدَ

رَبِّكَ

لَا

يَسْتَكْبِرُونَ

عَنْ

عِبَادَتِه۪

وَيُسَبِّحُونَهُ

وَلَهُ

يَسْجُدُونَ

٢٠٦

İnne-lleżîne ‘inde rabbike lâ yestekbirûne ‘an ‘ibâdetihi veyusebbihûnehu velehu yescudûn(e)

Şüphesiz Rabbin katındaki (melek)ler O'na ibadet etmekten büyüklenmezler. O'nu tespih ederler ve yalnız O'na secde ederler.