الْاَنْعَامِ
En'âm Sûresi
اَلْحَمْدُ
لِلّٰهِ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَجَعَلَ
الظُّلُمَاتِ
وَالنُّورَۜ
ثُمَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
بِرَبِّهِمْ
يَعْدِلُونَ
١
Elhamdu li(A)llâhi-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda vece’ale-zzulumâti ve-nnûr(a)(s) śümme-lleżîne keferû birabbihim ya’dilûn(e)
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkar edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.
هُوَ
الَّذ۪ي
خَلَقَكُمْ
مِنْ
ط۪ينٍ
ثُمَّ
قَضٰٓى
اَجَلاًۜ
وَاَجَلٌ
مُسَمًّى
عِنْدَهُ
ثُمَّ
اَنْتُمْ
تَمْتَرُونَ
٢
Huve-lleżî ḣalekakum min tînin śümme kadâ ecelâ(en)(s) ve ecelun musemmen ‘indeh(u)(s) śümme entum temterûn(e)
O öyle bir Rab'dır ki, sizi çamurdan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel tayin etmiştir. (Kıyametin kopması için) belirlenmiş bir ecel de onun katındadır. Siz ise hâlâ şüphe ediyorsunuz.
وَهُوَ
اللّٰهُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَفِي
الْاَرْضِۜ
يَعْلَمُ
سِرَّكُمْ
وَجَهْرَكُمْ
وَيَعْلَمُ
مَا
تَكْسِبُونَ
٣
Ve huva(A)llâhu fî-ssemâvâti vefî-l-ard(i)(s) ya’lemu sirrakum ve cehrakum ve ya’lemu mâ teksibûn(e)
Halbuki O, göklerde de Allah'tır, yerde de. Sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. Sizin daha ne kazanacağınızı da bilir.
وَمَا
تَأْت۪يهِمْ
مِنْ
اٰيَةٍ
مِنْ
اٰيَاتِ
رَبِّهِمْ
اِلَّا
كَانُوا
عَنْهَا
مُعْرِض۪ينَ
٤
Vemâ te/tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû ‘anhâ mu’ridîn(e)
Onlara Rablerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki ondan yüz çevirmesinler.
فَقَدْ
كَذَّبُوا
بِالْحَقِّ
لَمَّا
جَٓاءَهُمْۜ
فَسَوْفَ
يَأْت۪يهِمْ
اَنْبٰٓـؤُ۬ا
مَا
كَانُوا
بِه۪
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
٥
Fekad keżżebû bilhakki lemmâ câehum(s) fesevfe ye/tîhim enbâu mâ kânû bihi yestehzi-ûn(e)
Nitekim hak (Kur'an) kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat alay ettikleri şeyin haberleri kendilerine ilerde gelecektir.
اَلَمْ
يَرَوْا
كَمْ
اَهْلَكْنَا
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنْ
قَرْنٍ
مَكَّنَّاهُمْ
فِي
الْاَرْضِ
مَا
لَمْ
نُمَكِّنْ
لَكُمْ
وَاَرْسَلْنَا
السَّمَٓاءَ
عَلَيْهِمْ
مِدْرَاراًۖ
وَجَعَلْنَا
الْاَنْهَارَ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهِمْ
فَاَهْلَكْنَاهُمْ
بِذُنُوبِهِمْ
وَاَنْشَأْنَا
مِنْ
بَعْدِهِمْ
قَرْناً
اٰخَر۪ينَ
٦
Elem yerav kem ehleknâ min kablihim min karnin mekkennâhum fî-l-ardi mâ lem numekkin lekum ve erselnâ-ssemâe ‘aleyhim midrâran ve ce’alnâ-l-enhâra tecrî min tahtihim fe-ehleknâhum biżunûbihim ve enşe/nâ min ba’dihim karnen âḣarîn(e)
Onlardan önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkan ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helak ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.
وَلَوْ
نَزَّلْنَا
عَلَيْكَ
كِتَاباً
ف۪ي
قِرْطَاسٍ
فَلَمَسُوهُ
بِاَيْد۪يهِمْ
لَقَالَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اِنْ
هٰذَٓا
اِلَّا
سِحْرٌ
مُب۪ينٌ
٧
Velev nezzelnâ ‘aleyke kitâben fî kirtâsin felemesûhu bi-eydîhim lekâle-lleżîne keferû in hâżâ illâ sihrun mubîn(un)
(Ey Muhammed!) Eğer sana kağıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona dokunsalardı, yine o inkar edenler, "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir" diyeceklerdi.
وَقَالُوا
لَوْلَٓا
اُنْزِلَ
عَلَيْهِ
مَلَكٌۜ
وَلَوْ
اَنْزَلْنَا
مَلَكاً
لَقُضِيَ
الْاَمْرُ
ثُمَّ
لَا
يُنْظَرُونَ
٨
Ve kâlû levlâ unzile ‘aleyhi melek(un)(s) velev enzelnâ meleken lekudiye-l-emru śümme lâ yunzarûn(e)
Bir de dediler ki: "Ona (açıktan göreceğimiz) bir melek indirilse ya!" Eğer (öyle) bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz açtırılmazdı. (Hemen helak edilirlerdi)
وَلَوْ
جَعَلْنَاهُ
مَلَكاً
لَجَعَلْنَاهُ
رَجُلاً
وَلَلَبَسْنَا
عَلَيْهِمْ
مَا
يَلْبِسُونَ
٩
Velev ce’alnâhu meleken lece’alnâhu raculen velelebesnâ ‘aleyhim mâ yelbisûn(e)
Eğer onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık yine onu bir adam (suretinde) yapardık ve onları yine içinde bulundukları karmaşaya düşürmüş olurduk.
وَلَقَدِ
اسْتُهْزِئَ
بِرُسُلٍ
مِنْ
قَبْلِكَ
فَحَاقَ
بِالَّذ۪ينَ
سَخِرُوا
مِنْهُمْ
مَا
كَانُوا
بِه۪
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
١٠
Velekadi-stuhzi-e birusulin min kablike fehâka billeżîne saḣirû minhum mâ kânû bihi yestehzi-ûn(e)
(Ey Muhammed!) Andolsun, senden önce de birçok peygamber alaya alınmıştı da onlarla alay edenleri, alay ettikleri şey kuşatıp mahvetmişti.
قُلْ
س۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
ثُمَّ
انْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُكَذِّب۪ينَ
١١
Kul sîrû fî-l-ardi śümme-nzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lmukeżżibîn(e)
De ki: "Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün."
قُلْ
لِمَنْ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
قُلْ
لِلّٰهِۜ
كَتَبَ
عَلٰى
نَفْسِهِ
الرَّحْمَةَۜ
لَيَجْمَعَنَّكُمْ
اِلٰى
يَوْمِ
الْقِيٰمَةِ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِۜ
اَلَّذ۪ينَ
خَسِرُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَهُمْ
لَا
يُؤْمِنُونَ
١٢
Kul limen mâ fî-ssemâvâti vel-ard(i)(s) kul li(A)llâh(i)(c) ketebe ‘alâ nefsihi-rrahme(te)(c) leyecme’annekum ilâ yevmi-lkiyâmeti lâ raybe fîh(i)(c) elleżîne ḣasirû enfusehum fehum lâ yu/minûn(e)
De ki: "Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?" "Allah'ındır" de. O merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
وَلَهُ
مَا
سَكَنَ
فِي
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِۜ
وَهُوَ
السَّم۪يعُ
الْعَل۪يمُ
١٣
Velehu mâ sekene fî-lleyli ve-nnehâr(i)(c) vehuve-ssemî’u-l’alîm(u)
Gece ve gündüzde barınan her şey onundur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
قُلْ
اَغَيْرَ
اللّٰهِ
اَتَّخِذُ
وَلِياًّ
فَاطِرِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَهُوَ
يُطْعِمُ
وَلَا
يُطْعَمُۜ
قُلْ
اِنّ۪ٓي
اُمِرْتُ
اَنْ
اَكُونَ
اَوَّلَ
مَنْ
اَسْلَمَ
وَلَا
تَكُونَنَّ
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَ
١٤
Kul eġayra(A)llâhi etteḣiżu veliyyen fâtiri-ssemâvâti vel-ardi vehuve yut’imu velâ yut’am(u)(k) kul innî umirtu en ekûne evvele men eslem(e)(s) velâ tekûnenne mine-lmuşrikîn(e)
De ki: "Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği halde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah'tan başkasını mı dost edineceğim." De ki: "Bana, (Allah'a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma (denildi)."
قُلْ
اِنّ۪ٓي
اَخَافُ
اِنْ
عَصَيْتُ
رَبّ۪ي
عَذَابَ
يَوْمٍ
عَظ۪يمٍ
١٥
Kul innî eḣâfu in ‘asaytu rabbî ‘ażâbe yevmin ‘azîm(in)
De ki: "Ben Rabbime isyan edersem gerçekten, büyük bir günün (kıyamet gününün) azabından korkarım."
مَنْ
يُصْرَفْ
عَنْهُ
يَوْمَئِذٍ
فَقَدْ
رَحِمَهُۜ
وَذٰلِكَ
الْفَوْزُ
الْمُب۪ينُ
١٦
Men yusraf ‘anhu yevme-iżin fekad rahimeh(u)(c) veżâlike-lfevzu-lmubîn(u)
(O günün azabı) kimden savuşturulursa gerçekten (Allah) ona acımıştır. İşte bu apaçık kurtuluştur.
وَاِنْ
يَمْسَسْكَ
اللّٰهُ
بِضُرٍّ
فَلَا
كَاشِفَ
لَهُٓ
اِلَّا
هُوَۜ
وَاِنْ
يَمْسَسْكَ
بِخَيْرٍ
فَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١٧
Ve-in yemseska(A)llâhu bidurrin felâ kâşife lehu illâ hu(ve)(s) ve-in yemseske biḣayrin fehuve ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Şayet Allah sana bir zarar dokundursa bunu O'ndan başka giderecek yoktur. Fakat sana bir hayır dokunduracak olsa onu da kimse gideremez. Bil ki O her şeye hakkıyla gücü yetendir.
وَهُوَ
الْقَاهِرُ
فَوْقَ
عِبَادِه۪ۜ
وَهُوَ
الْحَك۪يمُ
الْخَب۪يرُ
١٨
Vehuve-lkâhiru fevka ‘ibâdihi vehuve-lhakîmu-lḣabîr(u)
O, kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
قُلْ
اَيُّ
شَيْءٍ
اَكْبَرُ
شَهَادَةًۜ
قُلِ
اللّٰهُ
شَه۪يدٌ
بَيْن۪ي
وَبَيْنَكُمْ
وَاُو۫حِيَ
اِلَيَّ
هٰذَا
الْقُرْاٰنُ
لِاُنْذِرَكُمْ
بِه۪
وَمَنْ
بَلَغَۜ
اَئِنَّكُمْ
لَتَشْهَدُونَ
اَنَّ
مَعَ
اللّٰهِ
اٰلِهَةً
اُخْرٰىۜ
قُلْ
لَٓا
اَشْهَدُۚ
قُلْ
اِنَّمَا
هُوَ
اِلٰهٌ
وَاحِدٌ
وَاِنَّن۪ي
بَر۪ٓيءٌ
مِمَّا
تُشْرِكُونَۢ
١٩
Kul eyyu şey-in ekberu şehâde(ten)(s) kuli(A)llâh(u)(s) şehîdun beynî ve beynekum(c) ve ûhiye ileyye hâżâ-lkur-ânu li-unżirakum bihi vemen belaġ(a)(c) e-innekum leteşhedûne enne me’a(A)llâhi âliheten uḣrâ(c) kul lâ eşhed(u)(c) kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve-innenî berî-un mimmâ tuşrikûn(e)
De ki: "Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Allah benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kur'an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu. Gerçekten siz mi Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna şahitlik ediyorsunuz?" De ki: "Ben şahitlik etmem. O, ancak tek bir ilahtır ve şüphesiz ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım."
اَلَّذ۪ينَ
اٰتَيْنَاهُمُ
الْكِتَابَ
يَعْرِفُونَهُ
كَمَا
يَعْرِفُونَ
اَبْنَٓاءَهُمْۢ
اَلَّذ۪ينَ
خَسِرُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَهُمْ
لَا
يُؤْمِنُونَ۟
٢٠
Elleżîne âteynâhumu-lkitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum(m) elleżîne ḣasirû enfusehum fehum lâ yu/minûn(e)
Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
اَوْ
كَذَّبَ
بِاٰيَاتِه۪ۜ
اِنَّهُ
لَا
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ
٢١
Vemen ażlemu mimmeni-fterâ ‘ala(A)llâhi keżiben ev keżżebe bi-âyâtih(i)(k) innehu lâ yuflihu-zzâlimûn(e)
Kim Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.
وَيَوْمَ
نَحْشُرُهُمْ
جَم۪يعاً
ثُمَّ
نَقُولُ
لِلَّذ۪ينَ
اَشْرَكُٓوا
اَيْنَ
شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ
الَّذ۪ينَ
كُنْتُمْ
تَزْعُمُونَ
٢٢
Veyevme nahşuruhum cemî’an śümme nekûlu lilleżîne eşrakû eyne şurakâukumu-lleżîne kuntum tez’umûn(e)
Onları tümüyle (mahşere) toplayıp da Allah'a ortak koşanlara, "Nerede, ilah olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarınız?" diyeceğimiz günü hatırla.
ثُمَّ
لَمْ
تَكُنْ
فِتْنَتُهُمْ
اِلَّٓا
اَنْ
قَالُوا
وَاللّٰهِ
رَبِّنَا
مَا
كُنَّا
مُشْرِك۪ينَ
٢٣
Śümme lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû va(A)llâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikîn(e)
Sonunda onların manevraları, "Rabbimiz Allah'a andolsun ki biz (ona) ortak koşanlar değildik" demelerinden başka bir şey olmayacaktır.
اُنْظُرْ
كَيْفَ
كَذَبُوا
عَلٰٓى
اَنْفُسِهِمْ
وَضَلَّ
عَنْهُمْ
مَا
كَانُوا
يَفْتَرُونَ
٢٤
Unzur keyfe keżebû ‘alâ enfusihim(c) vedalle ‘anhum mâ kânû yefterûn(e)
Bak kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve iftira edip durdukları şeyler (uydurma ilahları) onları nasıl yüzüstü bırakıp kayboluverdi?
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَسْتَمِعُ
اِلَيْكَۚ
وَجَعَلْنَا
عَلٰى
قُلُوبِهِمْ
اَكِنَّةً
اَنْ
يَفْقَهُوهُ
وَف۪ٓي
اٰذَانِهِمْ
وَقْراًۜ
وَاِنْ
يَرَوْا
كُلَّ
اٰيَةٍ
لَا يُؤْمِنُوا
بِهَاۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
جَٓاؤُ۫كَ
يُجَادِلُونَكَ
يَقُولُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اِنْ
هٰذَٓا
اِلَّٓا
اَسَاط۪يرُ
الْاَوَّل۪ينَ
٢٥
Veminhum men yestemi’u ileyk(e)(s) vece’alnâ ‘alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu vefî âżânihim vakrâ(an)(c) ve-in yerav kulle âyetin lâ yu/minû bihâ(c) hattâ iżâ câûke yucâdilûneke yekûlu-lleżîne keferû in hâżâ illâ esâtîru-l-evvelîn(e)
İçlerinden, (Kur'an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız. Her türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar. Hatta tartışmak üzere sana geldiklerinde inkâr edenler, "Bu (Kur'an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değil" derler.
وَهُمْ
يَنْهَوْنَ
عَنْهُ
وَيَنْـَٔوْنَ
عَنْهُۚ
وَاِنْ
يُهْلِكُونَ
اِلَّٓا
اَنْفُسَهُمْ
وَمَا
يَشْعُرُونَ
٢٦
Vehum yenhevne ‘anhu veyen-evne ‘anh(u)(s) ve-in yuhlikûne illâ enfusehum vemâ yeş’urûn(e)
Onlar başkalarını ondan (Kur'an'dan) alıkoyarlar, hem de kendileri ondan uzak kalırlar. Onlar farkına varmaksızın, ancak kendilerini helak ediyorlar.
وَلَوْ
تَرٰٓى
اِذْ
وُقِفُوا
عَلَى
النَّارِ
فَقَالُوا
يَا
لَيْتَنَا
نُرَدُّ
وَلَا
نُكَذِّبَ
بِاٰيَاتِ
رَبِّنَا
وَنَكُونَ
مِنَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
٢٧
Velev terâ iż vukifû ‘alâ-nnâri fekâlû yâ leytenâ nuraddu velâ nukeżżibe bi-âyâti rabbinâ ve nekûne mine-lmu/minîn(e)
Ateşin karşısında durdurulup da, "Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve mü'minlerden olsak" dedikleri vakit (hallerini) bir görsen!
بَلْ
بَدَا
لَهُمْ
مَا
كَانُوا
يُخْفُونَ
مِنْ
قَبْلُۜ
وَلَوْ
رُدُّوا
لَعَادُوا
لِمَا
نُهُوا
عَنْهُ
وَاِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ
٢٨
Bel bedâ lehum mâ kânû yuḣfûne min kabl(u)(s) velev ruddû le’âdû limâ nuhû ‘anhu ve-innehum lekâżibûn(e)
Hayır, (bu yakınmaları) daha önce gizlemekte oldukları şeyler onlara göründü (de ondan). Eğer çevrilselerdi elbette kendilerine yasaklanan şeylere yine döneceklerdi. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.
وَقَالُٓوا
اِنْ
هِيَ
اِلَّا
حَيَاتُنَا
الدُّنْيَا
وَمَا
نَحْنُ
بِمَبْعُوث۪ينَ
٢٩
Ve kâlû in hiye illâ hayâtunâ-ddunyâ vemâ nahnu bimeb’ûśîn(e)
Derler ki: "Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz."
وَلَوْ
تَرٰٓى
اِذْ
وُقِفُوا
عَلٰى
رَبِّهِمْۜ
قَالَ
اَلَيْسَ
هٰذَا
بِالْحَقِّۜ
قَالُوا
بَلٰى
وَرَبِّنَاۜ
قَالَ
فَذُوقُوا
الْعَذَابَ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَكْفُرُونَ۟
٣٠
Velev terâ iż vukifû ‘alâ rabbihim(c) kâle eleyse hâżâ bilhakk(i)(c) kâlû belâ verabbinâ(c) kâle feżûkû-l’ażâbe bimâ kuntum tekfurûn(e)
Rab'lerinin huzurunda durduruldukları vakit (hallerini) bir görsen! (Allah) diyecek ki: "Nasıl, şu (dirilmek) gerçek değil miymiş?" Onlar, "Evet, Rabbimiz'e andolsun ki, gerçekmiş" diyecekler. (Allah), "Öyleyse inkar etmekte olduğunuzdan dolayı tadın azabı!" diyecek.
قَدْ
خَسِرَ
الَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِلِقَٓاءِ
اللّٰهِۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
جَٓاءَتْهُمُ
السَّاعَةُ
بَغْتَةً
قَالُوا
يَا
حَسْرَتَنَا
عَلٰى
مَا
فَرَّطْنَا
ف۪يهَاۙ
وَهُمْ
يَحْمِلُونَ
اَوْزَارَهُمْ
عَلٰى
ظُهُورِهِمْۜ
اَلَا
سَٓاءَ
مَا
يَزِرُونَ
٣١
Kad ḣasira-lleżîne keżżebû bilikâ-i(A)llâh(i)(s) hattâ iżâ câet-humu-ssâ’atu baġteten kâlû yâ hasratenâ ‘alâ mâ ferratnâ fîhâ vehum yahmilûne evzârahum ‘alâ zuhûrihim(c) elâ sâe mâ yezirûn(e)
Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara ansızın o saat (kıyamet) gelip çatınca bütün günahlarını sırtlarına yüklenerek, "Hayatta yaptığımız kusurlardan ötürü vay halimize!" diyecekler. Dikkat edin, yüklendikleri günah yükü ne kötüdür!
وَمَا
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَٓا
اِلَّا
لَعِبٌ
وَلَهْوٌۜ
وَلَلدَّارُ
الْاٰخِرَةُ
خَيْرٌ
لِلَّذ۪ينَ
يَتَّقُونَۜ
اَفَلَا
تَعْقِلُونَ
٣٢
Vemâ-lhayâtu-ddunyâ illâ la’ibun velehv(un)(s) veleddâru-l-âḣirati ḣayrun lilleżîne yettekûn(e)(k) efelâ ta’kilûn(e)
Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
قَدْ
نَعْلَمُ
اِنَّهُ
لَيَحْزُنُكَ
الَّذ۪ي
يَقُولُونَ
فَاِنَّهُمْ
لَا
يُكَذِّبُونَكَ
وَلٰكِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
يَجْحَدُونَ
٣٣
Kad na’lemu innehu leyahzunuke-lleżî yekûlûn(e)(s) fe-innehum lâ yukeżżibûneke velâkinne-zzâlimîne bi-âyâti(A)llâhi yechadûn(e)
Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah'ın âyetlerini inadına inkâr ediyorlar.
وَلَقَدْ
كُذِّبَتْ
رُسُلٌ
مِنْ
قَبْلِكَ
فَصَبَرُوا
عَلٰى
مَا
كُذِّبُوا
وَاُو۫ذُوا
حَتّٰٓى
اَتٰيهُمْ
نَصْرُنَاۚ
وَلَا
مُبَدِّلَ
لِكَلِمَاتِ
اللّٰهِۚ
وَلَقَدْ
جَٓاءَكَ
مِنْ
نَبَا۬ئِ
الْمُرْسَل۪ينَ
٣٤
Velekad kużżibet rusulun min kablike fesaberû ‘alâ mâ kużżibû veûżû hattâ etâhum nasrunâ(c) velâ mubeddile likelimâti(A)llâh(i)(c) velekad câeke min nebe-i-lmurselîn(e)
Andolsun ki, senden önce de bir çok Peygamberler yalanlanmıştı da onlar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşı sabretmişler ve nihayet kendilerine yardımımız yetişmişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç de yoktur. Andolsun peygamberler ile ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor.
وَاِنْ
كَانَ
كَبُرَ
عَلَيْكَ
اِعْرَاضُهُمْ
فَاِنِ
اسْتَطَعْتَ
اَنْ
تَبْتَغِيَ
نَفَقاً
فِي
الْاَرْضِ
اَوْ
سُلَّماً
فِي
السَّمَٓاءِ
فَتَأْتِيَهُمْ
بِاٰيَةٍۜ
وَلَوْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
لَجَمَعَهُمْ
عَلَى
الْهُدٰى
فَلَا
تَكُونَنَّ
مِنَ
الْجَاهِل۪ينَ
٣٥
Ve-in kâne kebura ‘aleyke i’râduhum fe-ini-steta’te en tebteġiye nefekan fî-l-ardi ev sullemen fî-ssemâ-i fete/tiyehum bi-âye(tin)(c) velev şâa(A)llâhu leceme’ahum ‘alâ-lhudâ(c) felâ tekûnenne mine-lcâhilîn(e)
Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi elbette onları hidayet üzere toplardı. O halde sakın cahillerden olma.
اِنَّمَا
يَسْتَج۪يبُ
الَّذ۪ينَ
يَسْمَعُونَۜ
وَالْمَوْتٰى
يَبْعَثُهُمُ
اللّٰهُ
ثُمَّ
اِلَيْهِ
يُرْجَعُونَ
٣٦
İnnemâ yestecîbu-lleżîne yesme’ûn(e)(m) velmevtâ yeb’aśuhumu(A)llâhu śümme ileyhi yurce’ûn(e)
(Davete), ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler uyar. (Kalben) ölüleri ise (yalnızca) Allah diriltir. Sonra da hepsi ona döndürülürler.
وَقَالُوا
لَوْلَا
نُزِّلَ
عَلَيْهِ
اٰيَةٌ
مِنْ
رَبِّه۪ۜ
قُلْ
اِنَّ
اللّٰهَ
قَادِرٌ
عَلٰٓى
اَنْ
يُنَزِّلَ
اٰيَةً
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَهُمْ
لَا
يَعْلَمُونَ
٣٧
Ve kâlû levlâ nuzzile ‘aleyhi âyetun min rabbih(i)(c) kul inna(A)llâhe kâdirun ‘alâ en yunezzile âyeten velâkinne ekśerahum lâ ya’lemûn(e)
Dediler ki: "Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!" (Ey Muhammed!) De ki: "Şüphesiz Allah'ın, bir mucize indirmeğe gücü yeter. Fakat onların çoğu bilmiyor."
وَمَا
مِنْ
دَٓابَّةٍ
فِي
الْاَرْضِ
وَلَا
طَٓائِرٍ
يَط۪يرُ
بِجَنَاحَيْهِ
اِلَّٓا
اُمَمٌ
اَمْثَالُكُمْۜ
مَا
فَرَّطْنَا
فِي
الْكِتَابِ
مِنْ
شَيْءٍ
ثُمَّ
اِلٰى
رَبِّهِمْ
يُحْشَرُونَ
٣٨
Vemâ min dâbbetin fî-l-ardi velâ tâ-irin yatîru bicenâhayhi illâ umemun emśâlukum(c) mâ ferratnâ fî-lkitâbi min şey-/(in)(c) śümme ilâ rabbihim yuhşerûn(e)
Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.
وَالَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَا
صُمٌّ
وَبُكْمٌ
فِي
الظُّلُمَاتِۜ
مَنْ
يَشَأِ
اللّٰهُ
يُضْلِلْهُۜ
وَمَنْ
يَشَأْ
يَجْعَلْهُ
عَلٰى
صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ
٣٩
Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ summun vebukmun fî-zzulumât(i)(k) men yeşe-i(A)llâhu yudlilhu vemen yeşe/ yec’alhu ‘alâ sirâtin mustekîm(in)
Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içerisindeki bir takım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır. Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar.
قُلْ
اَرَاَيْتَكُمْ
اِنْ
اَتٰيكُمْ
عَذَابُ
اللّٰهِ
اَوْ
اَتَتْكُمُ
السَّاعَةُ
اَغَيْرَ
اللّٰهِ
تَدْعُونَۚ
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٤٠
Kul eraeytekum in etâkum ‘ażâbu(A)llâhi ev etetkumu-ssâ’atu eġayra(A)llâhi ted’ûne in kuntum sâdikîn(e)
(Ey Muhammed!) De ki: "Söyleyin bakalım. Acaba size Allah'ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah'tan başkasını mı çağırırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru söyleyenlerseniz (haydi onları yardıma çağırın).
بَلْ
اِيَّاهُ
تَدْعُونَ
فَيَكْشِفُ
مَا
تَدْعُونَ
اِلَيْهِ
اِنْ
شَٓاءَ
وَتَنْسَوْنَ
مَا
تُشْرِكُونَ۟
٤١
Bel iyyâhu ted’ûne feyekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe vetensevne mâ tuşrikûn(e)
Hayır! (Bu durumda) yalnız ona dua edersiniz, o da dilerse (kurtulmak için) dua ettiğiniz sıkıntıyı giderir ve siz o an Allah'a ortak koştuklarınızı unutursunuz."
وَلَقَدْ
اَرْسَلْـنَٓا
اِلٰٓى
اُمَمٍ
مِنْ
قَبْلِكَ
فَاَخَذْنَاهُمْ
بِالْبَأْسَٓاءِ
وَالضَّرَّٓاءِ
لَعَلَّهُمْ
يَتَضَرَّعُونَ
٤٢
Velekad erselnâ ilâ umemin min kablike feeḣażnâhum bilbe/sâ-i ve-ddarrâ-i le’allehum yetedarra’ûn(e)
Andolsun, senden önce bir takım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık.
فَلَوْلَٓا
اِذْ
جَٓاءَهُمْ
بَأْسُنَا
تَضَرَّعُوا
وَلٰكِنْ
قَسَتْ
قُلُوبُهُمْ
وَزَيَّنَ
لَهُمُ
الشَّيْطَانُ
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٤٣
Felevlâ iż câehum be/sunâ tedarra’û velâkin kaset kulûbuhum vezeyyene lehumu-şşeytânu mâ kânû ya’melûn(e)
Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya... Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti.
فَلَمَّا
نَسُوا
مَا
ذُكِّرُوا
بِه۪
فَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ
اَبْوَابَ
كُلِّ
شَيْءٍۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
فَرِحُوا
بِمَٓا
اُو۫تُٓوا
اَخَذْنَاهُمْ
بَغْتَةً
فَاِذَا
هُمْ
مُبْلِسُونَ
٤٤
Felemmâ nesû mâ żukkirû bihi fetahnâ ‘aleyhim ebvâbe kulli şey-in hattâ iżâ ferihû bimâ ûtû eḣażnâhum baġteten fe-iżâ hum mublisûn(e)
Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.
فَقُطِـعَ
دَابِرُ
الْقَوْمِ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُواۜ
وَالْحَمْدُ
لِلّٰهِ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ
٤٥
Fekuti’a dâbiru-lkavmi-lleżîne zalemû(c) velhamdu li(A)llâhi rabbi-l’âlemîn(e)
Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
قُلْ
اَرَاَيْتُمْ
اِنْ
اَخَذَ
اللّٰهُ
سَمْعَكُمْ
وَاَبْصَارَكُمْ
وَخَتَمَ
عَلٰى
قُلُوبِكُمْ
مَنْ
اِلٰهٌ
غَيْرُ
اللّٰهِ
يَأْت۪يكُمْ
بِهِۜ
اُنْظُرْ
كَيْفَ
نُصَرِّفُ
الْاٰيَاتِ
ثُمَّ
هُمْ
يَصْدِفُونَ
٤٦
Kul eraeytum in eḣaża(A)llâhu sem’akum veebsârakum veḣateme ‘alâ kulûbikum men ilâhun ġayru(A)llâhi ye/tîkum bih(i)(k) unzur keyfe nusarrifu-l-âyâti śümme hum yasdifûn(e)
De ki: "Ne dersiniz, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi de mühürlerse, Allah'tan başka onu size (geri) getirecek ilah kimmiş?" Bak, biz âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz, sonra onlar nasıl yüz çeviriyorlar?
قُلْ
اَرَاَيْتَكُمْ
اِنْ
اَتٰيكُمْ
عَذَابُ
اللّٰهِ
بَغْتَةً
اَوْ
جَهْرَةً
هَلْ
يُهْلَكُ
اِلَّا
الْقَوْمُ
الظَّالِمُونَ
٤٧
Kul eraeytekum in etâkum ‘ażâbu(A)llâhi baġteten ev cehraten hel yuhleku illâ-lkavmu-zzâlimûn(e)
De ki: "Ne dersiniz, Allah'ın azabı size beklenmedik bir anda veya açıktan açığa gelse, zalimler toplumundan başkası mı helak edilecek?"
وَمَا
نُرْسِلُ
الْمُرْسَل۪ينَ
اِلَّا
مُبَشِّر۪ينَ
وَمُنْذِر۪ينَۚ
فَمَنْ
اٰمَنَ
وَاَصْلَحَ
فَلَا
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلَا
هُمْ
يَحْزَنُونَ
٤٨
Vemâ nursilu-lmurselîne illâ mubeşşirîne ve munżirîn(e)(s) femen âmene veasleha felâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)
Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.
وَالَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَا
يَمَسُّهُمُ
الْعَذَابُ
بِمَا
كَانُوا
يَفْسُقُونَ
٤٩
Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ yemessuhumu-l’ażâbu bimâ kânû yefsukûn(e)
Âyetlerimizi yalanlayanlara ise, yapmakta oldukları fasıklık sebebiyle azap dokunacaktır.
قُلْ
لَٓا
اَقُولُ
لَكُمْ
عِنْد۪ي
خَزَٓائِنُ
اللّٰهِ
وَلَٓا
اَعْلَمُ
الْغَيْبَ
وَلَٓا
اَقُولُ
لَكُمْ
اِنّ۪ي
مَلَكٌۚ
اِنْ
اَتَّبِعُ
اِلَّا
مَا
يُوحٰٓى
اِلَيَّۜ
قُلْ
هَلْ
يَسْتَوِي
الْاَعْمٰى
وَالْبَص۪يرُۜ
اَفَلَا
تَتَفَكَّرُونَ۟
٥٠
Kul lâ ekûlu lekum ‘indî ḣazâ-inu(A)llâhi velâ a’lemu-lġaybe velâ ekûlu lekum innî melek(un)(s) in ettebi’u illâ mâ yûhâ iley(ye)(c) kul hel yestevî-l-a’mâ velbasîr(u)(c) efelâ tetefekkerûn(e)
De ki: "Ben size, ‘Allah'ın hazineleri benim yanımdadır' demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim' de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum." De ki: "Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?"
وَاَنْذِرْ
بِهِ
الَّذ۪ينَ
يَخَافُونَ
اَنْ
يُحْشَرُٓوا
اِلٰى
رَبِّهِمْ
لَيْسَ
لَهُمْ
مِنْ
دُونِه۪
وَلِيٌّ
وَلَا
شَف۪يعٌ
لَعَلَّهُمْ
يَتَّقُونَ
٥١
Ve enżir bihi-lleżîne yeḣâfûne en yuhşerû ilâ rabbihim(ﻻ) leyse lehum min dûnihi veliyyun velâ şefî’un le’allehum yettekûn(e)
Kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab'lerinin huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla (Kur'an ile) uyar.
وَلَا
تَطْرُدِ
الَّذ۪ينَ
يَدْعُونَ
رَبَّهُمْ
بِالْغَدٰوةِ
وَالْعَشِيِّ
يُر۪يدُونَ
وَجْهَهُۜ
مَا
عَلَيْكَ
مِنْ
حِسَابِهِمْ
مِنْ
شَيْءٍ
وَمَا
مِنْ
حِسَابِكَ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
شَيْءٍ
فَتَطْرُدَهُمْ
فَتَكُونَ
مِنَ
الظَّالِم۪ينَ
٥٢
Velâ tatrudi-lleżîne yed’ûne rabbehum bilġadâti vel’aşiyyi yurîdûne vecheh(u)(s) mâ ‘aleyke min hisâbihim min şey-in vemâ min hisâbike ‘aleyhim min şey-in fetatrudehum fetekûne mine-zzâlimîn(e)
Rab'lerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.
وَكَذٰلِكَ
فَتَنَّا
بَعْضَهُمْ
بِبَعْضٍ
لِيَقُولُٓوا
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ
مَنَّ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
بَيْنِنَاۜ
اَلَيْسَ
اللّٰهُ
بِاَعْلَمَ
بِالشَّاكِر۪ينَ
٥٣
Ve keżâlike fetennâ ba’dahum biba’din liyekûlû ehâulâ-i menna(A)llâhu ‘aleyhim min beyninâ(k) eleysa(A)llâhu bi-a’leme bi-şşâkirîn(e)
Böylece insanların bazısını bazısı ile denedik ki, "Allah aramızdan şu adamları mı iman nimetine layık gördü?" desinler. Allah şükreden kullarını daha iyi bilen değil mi?
وَاِذَا
جَٓاءَكَ
الَّذ۪ينَ
يُؤْمِنُونَ
بِاٰيَاتِنَا
فَقُلْ
سَلَامٌ
عَلَيْكُمْ
كَتَبَ
رَبُّكُمْ
عَلٰى
نَفْسِهِ
الرَّحْمَةَۙ
اَنَّهُ
مَنْ
عَمِلَ
مِنْكُمْ
سُٓوءاً
بِجَهَالَةٍ
ثُمَّ
تَابَ
مِنْ
بَعْدِه۪
وَاَصْلَحَ
فَاَنَّهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٥٤
Ve-iżâ câeke-lleżîne yu/minûne bi-âyâtinâ fekul selâmun ‘aleykum(s) ketebe rabbukum ‘alâ nefsihi-rrahme(te)(s) ennehu men ‘amile minkum sû-en bicehâletin śümme tâbe min ba’dihi ve asleha fe-ennehu ġafûrun rahîm(un)
Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman de ki: "Selam olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."
وَكَذٰلِكَ
نُفَصِّلُ
الْاٰيَاتِ
وَلِتَسْتَب۪ينَ
سَب۪يلُ
الْمُجْرِم۪ينَ۟
٥٥
Ve keżâlike nufassilu-l-âyâti ve litestebîne sebîlu-lmucrimîn(e)
Suçluların yolu da açığa çıksın diye âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.
قُلْ
اِنّ۪ي
نُه۪يتُ
اَنْ
اَعْبُدَ
الَّذ۪ينَ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
قُلْ
لَٓا
اَتَّبِـعُ
اَهْوَٓاءَكُمْۙ
قَدْ
ضَلَلْتُ
اِذاً
وَمَٓا
اَنَا۬
مِنَ
الْمُهْتَد۪ينَ
٥٦
Kul innî nuhîtu en a’bude-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâh(i)(c) kul lâ ettebi’u ehvâekum(ﻻ) kad daleltu iżen vemâ enâ mine-lmuhtedîn(e)
De ki: "Sizin, Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde sapmış olurum, hidayete erenlerden olmam."
قُلْ
اِنّ۪ي
عَلٰى
بَيِّنَةٍ
مِنْ
رَبّ۪ي
وَكَذَّبْتُمْ
بِه۪ۜ
مَا
عِنْد۪ي
مَا
تَسْتَعْجِلُونَ
بِه۪ۜ
اِنِ
الْحُكْمُ
اِلَّا
لِلّٰهِۜ
يَقُصُّ
الْحَقَّ
وَهُوَ
خَيْرُ
الْفَاصِل۪ينَ
٥٧
Kul innî ‘alâ beyyinetin min rabbî ve keżżebtum bih(i)(c) mâ ‘indî mâ testa’cilûne bih(i)(c) ini-lhukmu illâ li(A)llâh(i)(s) yekussu-lhakk(a)(s) ve huve ḣayru-lfâsilîn(e)
De ki: "Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca Allah'a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır."
قُلْ
لَوْ
اَنَّ
عِنْد۪ي
مَا
تَسْتَعْجِلُونَ
بِه۪
لَقُضِيَ
الْاَمْرُ
بَيْن۪ي
وَبَيْنَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِالظَّالِم۪ينَ
٥٨
Kul lev enne ‘indî mâ testa’cilûne bihi lekudiye-l-emru beynî ve beynekum(k) va(A)llâhu a’lemu bi-zzâlimîn(e)
De ki: "Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı benimle sizin aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu." Allah zalimleri daha iyi bilir.
وَعِنْدَهُ
مَفَاتِـحُ
الْغَيْبِ
لَا
يَعْلَمُهَٓا
اِلَّا
هُوَۜ
وَيَعْلَمُ
مَا
فِي
الْبَرِّ
وَالْبَحْرِۜ
وَمَا
تَسْقُطُ
مِنْ
وَرَقَةٍ
اِلَّا
يَعْلَمُهَا
وَلَا
حَبَّةٍ
ف۪ي
ظُلُمَاتِ
الْاَرْضِ
وَلَا
رَطْبٍ
وَلَا
يَابِسٍ
اِلَّا
ف۪ي
كِتَابٍ
مُب۪ينٍ
٥٩
Ve ’indehu mefâtihu-lġaybi lâ ya’lemuhâ illâ hu(ve)(c) ve ya’lemu mâ fî-lberri velbahr(i)(c) vemâ teskutu min verakatin illâ ya’lemuhâ velâ habbetin fî zulumâti-l-ardi velâ ratbin velâ yâbisin illâ fî kitâbin mubîn(in)
Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah'ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz'da) olmasın.
وَهُوَ
الَّذ۪ي
يَتَوَفّٰيكُمْ
بِالَّيْلِ
وَيَعْلَمُ
مَا
جَرَحْتُمْ
بِالنَّهَارِ
ثُمَّ
يَبْعَثُـكُمْ
ف۪يهِ
لِيُقْضٰٓى
اَجَلٌ
مُسَمًّىۚ
ثُمَّ
اِلَيْهِ
مَرْجِعُكُمْ
ثُمَّ
يُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ۟
٦٠
Vehuve-lleżî yeteveffâkum billeyli ve ya’lemu mâ cerahtum bi-nnehâri śümme yeb’aśukum fîhi liyukdâ ecelun musemmâ(en)(s) śümme ileyhi merci’ukum śümme yunebbi-ukum bimâ kuntum ta’melûn(e)
O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir. (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O'nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.
وَهُوَ
الْقَاهِرُ
فَوْقَ
عِبَادِه۪
وَيُرْسِلُ
عَلَيْكُمْ
حَفَظَةًۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
جَٓاءَ
اَحَدَكُمُ
الْمَوْتُ
تَوَفَّتْهُ
رُسُلُنَا
وَهُمْ
لَا
يُفَرِّطُونَ
٦١
Vehuve-lkâhiru fevka ‘ibâdih(i)(s) ve yursilu ‘aleykum hafezaten hattâ iżâ câe ehadekumu-lmevtu teveffet-hu rusulunâ vehum lâ yuferritûn(e)
O, kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.
ثُمَّ
رُدُّٓوا
اِلَى
اللّٰهِ
مَوْلٰيهُمُ
الْحَقِّۜ
اَلَا
لَهُ
الْحُكْمُ
وَهُوَ
اَسْرَعُ
الْحَاسِب۪ينَ
٦٢
Śumme ruddû ila(A)llâhi mevlâhumu-lhakk(i)(c) elâ lehu-lhukmu ve huve esra’u-lhâsibîn(e)
Sonra hepsi, gerçek sahipleri Allah'a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O'nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur.
قُلْ
مَنْ
يُنَجّ۪يكُمْ
مِنْ
ظُلُمَاتِ
الْبَرِّ
وَالْبَحْرِ
تَدْعُونَهُ
تَضَرُّعاً
وَخُفْيَةًۚ
لَئِنْ
اَنْجٰينَا
مِنْ
هٰذِه۪
لَنَكُونَنَّ
مِنَ
الشَّاكِر۪ينَ
٦٣
Kul men yuneccîkum min zulumâti-lberri velbahri ted’ûnehu tedarru’an ve ḣufyeten le-in encânâ min hâżihi lenekûnenne mine-şşâkirîn(e)
De ki: "Sizler, açıktan ve gizlice ona ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız' diye dua ederken, sizi karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?"
قُلِ
اللّٰهُ
يُنَجّ۪يكُمْ
مِنْهَا
وَمِنْ
كُلِّ
كَرْبٍ
ثُمَّ
اَنْتُمْ
تُشْرِكُونَ
٦٤
Kuli(A)llâhu yuneccîkum minhâ vemin kulli kerbin śümme entum tuşrikûn(e)
De ki: "Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de ona ortak koşuyorsunuz."
قُلْ
هُوَ
الْقَادِرُ
عَلٰٓى
اَنْ
يَبْعَثَ
عَلَيْكُمْ
عَذَاباً
مِنْ
فَوْقِكُمْ
اَوْ
مِنْ
تَحْتِ
اَرْجُلِكُمْ
اَوْ
يَلْبِسَكُمْ
شِيَعاً
وَيُذ۪يقَ
بَعْضَكُمْ
بَأْسَ
بَعْضٍۜ
اُنْظُرْ
كَيْفَ
نُصَرِّفُ
الْاٰيَاتِ
لَعَلَّهُمْ
يَفْقَهُونَ
٦٥
Kul huve-lkâdiru ‘alâ en yeb’aśe ‘aleykum ‘ażâben min fevkikum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiye’an ve yużîka ba’dakum be/se ba’d(in)(k) unzur keyfe nusarrifu-l-âyâti le’allehum yefkahûn(e)
De ki: "O size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeye ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir." Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz.
وَكَذَّبَ
بِه۪
قَوْمُكَ
وَهُوَ
الْحَقُّۜ
قُلْ
لَسْتُ
عَلَيْكُمْ
بِوَك۪يلٍۜ
٦٦
Vekeżżebe bihi kavmuke vehuve-lhakk(u)(c) kul lestu ‘aleykum bivekîl(in)
O (Kur'an) hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: "Ben size vekil (sizden sorumlu) değilim."
لِكُلِّ
نَبَأٍ
مُسْتَقَرٌّۘ
وَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ
٦٧
Likulli nebe-in mustekarr(un)(c) vesevfe ta’lemûn(e)
Her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. İleride bileceksiniz.
وَاِذَا
رَاَيْتَ
الَّذ۪ينَ
يَخُوضُونَ
ف۪ٓي
اٰيَاتِنَا
فَاَعْرِضْ
عَنْهُمْ
حَتّٰى
يَخُوضُوا
ف۪ي
حَد۪يثٍ
غَيْرِه۪ۜ
وَاِمَّا
يُنْسِيَنَّكَ
الشَّيْطَانُ
فَلَا
تَقْعُدْ
بَعْدَ
الذِّكْرٰى
مَعَ
الْقَوْمِ
الظَّالِم۪ينَ
٦٨
Ve-iżâ raeyte-lleżîne yaḣûdûne fî âyâtinâ fea’rid ‘anhum hattâ yaḣûdû fî hadîśin ġayrih(i)(c) ve-immâ yunsiyenneke-şşeytânu felâ tak’ud ba’de-żżikrâ me’a-lkavmi-zzâlimîn(e)
Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.
وَمَا
عَلَى
الَّذ۪ينَ
يَتَّقُونَ
مِنْ
حِسَابِهِمْ
مِنْ
شَيْءٍ
وَلٰكِنْ
ذِكْرٰى
لَعَلَّهُمْ
يَتَّقُونَ
٦٩
Vemâ ‘alâ-lleżîne yettekûne min hisâbihim min şey-in velâkin żikrâ le’allehum yettekûn(e)
Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, onların hesabından bir şey (sorumluluk) yoktur. Fakat üzerlerine düşen bir hatırlatmadır. Belki sakınırlar.
وَذَرِ
الَّذ۪ينَ
اتَّخَذُوا
د۪ينَهُمْ
لَعِباً
وَلَهْواً
وَغَرَّتْهُمُ
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَا
وَذَكِّرْ
بِه۪ٓ
اَنْ
تُبْسَلَ
نَفْسٌ
بِمَا
كَسَبَتْۗ
لَيْسَ
لَهَا
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
وَلِيٌّ
وَلَا
شَف۪يعٌۚ
وَاِنْ
تَعْدِلْ
كُلَّ
عَدْلٍ
لَا
يُؤْخَذْ
مِنْهَاۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
اُبْسِلُوا
بِمَا
كَسَبُواۚ
لَهُمْ
شَرَابٌ
مِنْ
حَم۪يمٍ
وَعَذَابٌ
اَل۪يمٌ
بِمَا
كَانُوا
يَكْفُرُونَ۟
٧٠
Veżeri-lleżîne-tteḣażû dînehum la’iben velehven veġarrat-humu-lhayâtu-ddunyâ(c) veżekkir bihi en tubsele nefsun bimâ kesebet leyse lehâ min dûni(A)llâhi veliyyun velâ şefî’un ve-in ta’dil kulle ‘adlin lâ yu/ḣaż minhâ(k) ulâ-ike-lleżîne ubsilû bimâ kesebû(s) lehum şerâbun min hamîmin ve’ażâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(e)
Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur'an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.
قُلْ
اَنَدْعُوا
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَا
يَنْفَعُنَا
وَلَا
يَضُرُّنَا
وَنُرَدُّ
عَلٰٓى
اَعْقَابِنَا
بَعْدَ
اِذْ
هَدٰينَا
اللّٰهُ
كَالَّذِي
اسْتَهْوَتْهُ
الشَّيَاط۪ينُ
فِي
الْاَرْضِ
حَيْرَانَۖ
لَهُٓ
اَصْحَابٌ
يَدْعُونَهُٓ
اِلَى
الْهُدَى
ائْتِنَاۜ
قُلْ
اِنَّ
هُدَى
اللّٰهِ
هُوَ
الْهُدٰىۜ
وَاُمِرْنَا
لِنُسْلِمَ
لِرَبِّ
الْعَالَم۪ينَۙ
٧١
Kul ened’û min dûni(A)llâhi mâ lâ yenfe’unâ velâ yedurrunâ venuraddu ‘alâ a’kâbinâ ba’de iż hedâna(A)llâhu kelleżî-stehvet-hu-şşeyâtînu fî-l-ardi hayrâne lehu ashâbun yed’ûnehu ilâ-lhudâ-/tinâ(k) kul inne huda(A)llâhi huve-lhudâ(s) veumirnâ linuslime lirabbi al’âlemîn(e)
De ki: "Allah'ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisin geri (şirke) mi döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!' diye doğru yola çağırdıkları halde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?" De ki: "Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah'ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine boyun eğmek emrolundu."
وَاَنْ
اَق۪يمُوا
الصَّلٰوةَ
وَاتَّقُوهُۜ
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اِلَيْهِ
تُحْشَرُونَ
٧٢
Veen ekîmû-ssalâte vettekûh(u)(c) vehuve-lleżî ileyhi tuhşerûn(e)
Bir de, bize, "Namazı dosdoğru kılın ve Allah'a karşı gelmekten sakının" diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah'tır.
وَهُوَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّۜ
وَيَوْمَ
يَقُولُ
كُنْ
فَيَكُونُۜ
قَوْلُهُ
الْحَقُّۜ
وَلَهُ
الْمُلْكُ
يَوْمَ
يُنْفَخُ
فِي
الصُّورِۜ
عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِۜ
وَهُوَ
الْحَك۪يمُ
الْخَب۪يرُ
٧٣
Vehuve-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda bilhakk(i)(s) veyevme yekûlu kun feyekûn(u)(c) kavluhu-lhakk(u)(c) velehu-lmulku yevme yunfeḣu fî-ssûr(i)(c) ‘âlimu-lġaybi ve-şşehâde(ti)(c) vehuve-lhakîmu-lḣabîr(u)
O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah'ın "ol" deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O'nun sözü gerçektir. Sûra üflendiği gün de mülk (hükümranlık) onundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
وَاِذْ
قَالَ
اِبْرٰه۪يمُ
لِاَب۪يهِ
اٰزَرَ
اَتَـتَّخِذُ
اَصْنَاماً
اٰلِهَةًۚ
اِنّ۪ٓي
اَرٰيكَ
وَقَوْمَكَ
ف۪ي
ضَلَالٍ
مُب۪ينٍ
٧٤
Ve-iż kâle ibrâhîmu li-ebîhi âzera etetteḣiżu asnâmen âlihe(ten)(s) innî erâke vekavmeke fî dalâlin mubîn(in)
Hani İbrahim babası Âzer'e, "Sen putları ilah mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.
وَكَذٰلِكَ
نُر۪ٓي
اِبْرٰه۪يمَ
مَلَكُوتَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلِيَكُونَ
مِنَ
الْمُوقِن۪ينَ
٧٥
Vekeżâlike nurî ibrâhîme melekûte-ssemâvâti vel-ardi veliyekûne mine-lmûkinîn(e)
İşte böylece İbrahim'e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.
فَلَمَّا
جَنَّ
عَلَيْهِ
الَّيْلُ
رَاٰ
كَوْكَباًۚ
قَالَ
هٰذَا
رَبّ۪يۚ
فَلَمَّٓا
اَفَلَ
قَالَ
لَٓا
اُحِبُّ
الْاٰفِل۪ينَ
٧٦
Felemmâ cenne ‘aleyhi-lleylu raâ kevkebâ(en)(s) kâle hâżâ rabbî(s) felemmâ efele kâle lâ uhibbu-l-âfilîn(e)
Üzerine gece karanlığı basınca bir yıldız gördü. "İşte Rabbim!" dedi. Yıldız batınca da, "Ben öyle batanları sevmem" dedi.
فَلَمَّا
رَاَ
الْقَمَرَ
بَازِغاً
قَالَ
هٰذَا
رَبّ۪يۚ
فَلَمَّٓا
اَفَلَ
قَالَ
لَئِنْ
لَمْ
يَهْدِن۪ي
رَبّ۪ي
لَاَكُونَنَّ
مِنَ
الْقَوْمِ
الضَّٓالّ۪ينَ
٧٧
Felemmâ raâ-lkamera bâziġan kâle hâżâ rabbî(s) felemmâ efele kâle le-in lem yehdinî rabbî leekûnenne mine-lkavmi-ddâllîn(e)
Ay'ı doğarken görünce de, "İşte Rabbim!" dedi. Ay da batınca, "Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse mutlaka ben de sapıklardan olurum" dedi.
فَلَمَّا
رَاَ
الشَّمْسَ
بَازِغَةً
قَالَ
هٰذَا
رَبّ۪ي
هٰذَٓا
اَكْبَرُۚ
فَلَمَّٓا
اَفَلَتْ
قَالَ
يَا
قَوْمِ
اِنّ۪ي
بَر۪ٓيءٌ
مِمَّا
تُشْرِكُونَ
٧٨
Felemmâ raâ-şşemse bâziġaten kâle hâżâ rabbî hâżâ ekber(u)(s) felemmâ efelet kâle yâ kavmi innî berî-un mimmâ tuşrikûn(e)
Güneşi doğarken görünce de, "İşte benim Rabbim! Bu daha büyük" dedi. O da batınca (kavmine dönüp), "Ey kavmim!" Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım" dedi.
اِنّ۪ي
وَجَّهْتُ
وَجْهِيَ
لِلَّذ۪ي
فَطَرَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
حَن۪يفاً
وَمَٓا
اَنَا۬
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَۚ
٧٩
İnnî veccehtu vechiye lilleżî fetara-ssemâvâti vel-arda hanîfâ(en)(c) vemâ enâ mine-lmuşrikîn(e)
"Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim."
وَحَٓاجَّهُ
قَوْمُهُۜ
قَالَ
اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي
فِي
اللّٰهِ
وَقَدْ
هَدٰينِۜ
وَلَٓا
اَخَافُ
مَا
تُشْرِكُونَ
بِه۪ٓ
اِلَّٓا
اَنْ
يَشَٓاءَ
رَبّ۪ي
شَيْـٔاًۜ
وَسِعَ
رَبّ۪ي
كُلَّ
شَيْءٍ
عِلْماًۜ
اَفَلَا
تَتَذَكَّرُونَ
٨٠
Vehâccehu kavmuh(u)(c) kâle etuhâccûnnî fi(A)llâhi vekad hedân(i)(c) velâ eḣâfu mâ tuşrikûne bihi illâ en yeşâe rabbî şey-â(en)(k) vesi’a rabbî kulle şey-in ‘ilmâ(en)(k) efelâ teteżekkerûn(e)
Kavmi onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: "Beni doğru yola iletmişken Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin ona ortak koştuklarınızdan ben korkmam; ancak Rabbim'in bir şey dilemiş olması başka. Rabbim'in ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?"
وَكَيْفَ
اَخَافُ
مَٓا
اَشْرَكْتُمْ
وَلَا
تَخَافُونَ
اَنَّكُمْ
اَشْرَكْتُمْ
بِاللّٰهِ
مَا
لَمْ
يُنَزِّلْ
بِه۪
عَلَيْكُمْ
سُلْطَاناًۜ
فَاَيُّ
الْفَر۪يقَيْنِ
اَحَقُّ
بِالْاَمْنِۚ
اِنْ
كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَۢ
٨١
Vekeyfe eḣâfu mâ eşraktum velâ teḣâfûne ennekum eşraktum bi(A)llâhi mâ lem yunezzil bihi ‘aleykum sultânâ(en)(c) feeyyu-lferîkayni ehakku bil-emn(i)(s) in kuntum ta’lemûn(e)
"Allah'ın, size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri ona ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım? Öyle ise iki taraftan hangisi güvende olmaya daha layıktır? Eğer biliyorsanız söyleyin."
اَلَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَلَمْ
يَلْبِسُٓوا
ا۪يمَانَهُمْ
بِظُلْمٍ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمُ
الْاَمْنُ
وَهُمْ
مُهْتَدُونَ۟
٨٢
Elleżîne âmenû velem yelbisû îmânehum bizulmin ulâ-ike lehumu-l-emnu vehum muhtedûn(e)
İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.
وَتِلْكَ
حُجَّتُنَٓا
اٰتَيْنَاهَٓا
اِبْرٰه۪يمَ
عَلٰى
قَوْمِه۪ۜ
نَرْفَعُ
دَرَجَاتٍ
مَنْ
نَشَٓاءُۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
حَك۪يمٌ
عَل۪يمٌ
٨٣
Vetilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme ‘alâ kavmih(i)(c) nerfe’u deracâtin men neşâ(u)(k) inne rabbeke hakîmun ‘alîm(un)
İşte kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimiz... Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
وَوَهَبْنَا
لَهُٓ
اِسْحٰقَ
وَيَعْقُوبَۜ
كُلاًّ
هَدَيْنَاۚ
وَنُوحاً
هَدَيْنَا
مِنْ
قَبْلُ
وَمِنْ
ذُرِّيَّتِه۪
دَاوُ۫دَ
وَسُلَيْمٰنَ
وَاَيُّوبَ
وَيُوسُفَ
وَمُوسٰى
وَهٰرُونَۜ
وَكَذٰلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِن۪ينَۙ
٨٤
Vevehebnâ lehu ishâka veya’kûb(e)(c) kullen hedeynâ(c) venûhan hedeynâ min kabl(u)(s) vemin żurriyyetihi dâvûde vesuleymâne veeyyûbe veyûsufe vemûsâ vehârûn(e)(c) vekeżâlike neczî-lmuhsinîn(e)
Biz ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh'u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yûsuf'u, Mûsâ'yı ve Hârûn'u da. İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız.
وَزَكَرِيَّا
وَيَحْيٰى
وَع۪يسٰى
وَاِلْيَاسَۜ
كُلٌّ
مِنَ
الصَّالِح۪ينَۙ
٨٥
Vezekeriyyâ veyahyâ ve’îsâ veilyâs(e)(s) kullun mine-ssâlihîn(e)
Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı, İlyas'ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi.
وَاِسْمٰع۪يلَ
وَالْيَسَعَ
وَيُونُسَ
وَلُوطاًۜ
وَكُلاًّ
فَضَّلْنَا
عَلَى
الْعَالَم۪ينَۙ
٨٦
Ve-ismâ’île velyese’a veyûnuse velûtâ(an)(c) vekullen feddalnâ ‘alâ al’âlemîn(e)
İsmail'i, Elyasa'ı, Yûnus'u ve Lût'u da hidayete erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.
وَمِنْ
اٰبَٓائِهِمْ
وَذُرِّيَّاتِهِمْ
وَاِخْوَانِهِمْۚ
وَاجْتَبَيْنَاهُمْ
وَهَدَيْنَاهُمْ
اِلٰى
صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ
٨٧
Vemin âbâ-ihim veżurriyyâtihim ve-iḣvânihim(s) vectebeynâhum vehedeynâhum ilâ sirâtin mustekîm(in)
Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Bütün bunları seçtik ve bunları dosdoğru bir yola ilettik.
ذٰلِكَ
هُدَى
اللّٰهِ
يَهْد۪ي
بِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُ
مِنْ
عِبَادِه۪ۜ
وَلَوْ
اَشْرَكُوا
لَحَبِطَ
عَنْهُمْ
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٨٨
Żâlike huda(A)llâhi yehdî bihi men yeşâu min ‘ibâdih(i)(c) velev eşrakû lehabita ‘anhum mâ kânû ya’melûn(e)
İşte bu, Allah'ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini buna iletip yöneltir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı bütün yaptıkları boşa gitmişti.
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
اٰتَيْنَاهُمُ
الْكِتَابَ
وَالْحُكْمَ
وَالنُّبُوَّةَۚ
فَاِنْ
يَكْفُرْ
بِهَا
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
فَقَدْ
وَكَّلْنَا
بِهَا
قَوْماً
لَيْسُوا
بِهَا
بِكَافِر۪ينَ
٨٩
Ulâ-ike-lleżîne âteynâhumu-lkitâbe velhukme ve-nnubuvve(te)(c) fe-in yekfur bihâ hâulâ-i fekad vekkelnâ bihâ kavmen leysû bihâ bikâfirîn(e)
Onlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar (inanmayanlar) bunları tanımayıp inkar ederlerse, biz onları inkar etmeyecek olan bir kavmi, onlara vekil kılmışızdır.
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
هَدَى
اللّٰهُ
فَبِهُدٰيهُمُ
اقْتَدِهْۜ
قُلْ
لَٓا
اَسْـَٔلُكُمْ
عَلَيْهِ
اَجْراًۜ
اِنْ
هُوَ
اِلَّا
ذِكْرٰى
لِلْعَالَم۪ينَ۟
٩٠
Ulâ-ike-lleżîne heda(A)llâh(u)(s) febihudâhumu-ktedih(k) kul lâ es-elukum ‘aleyhi ecrâ(an)(c) in huve illâ żikrâ lil’âlemîn(e)
İşte, o peygamberler, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu yola uy. De ki: "Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır."
وَمَا
قَدَرُوا
اللّٰهَ
حَقَّ
قَدْرِه۪ٓ
اِذْ
قَالُوا
مَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
عَلٰى
بَشَرٍ
مِنْ
شَيْءٍۜ
قُلْ
مَنْ
اَنْزَلَ
الْكِتَابَ
الَّذ۪ي
جَٓاءَ
بِه۪
مُوسٰى
نُوراً
وَهُدًى
لِلنَّاسِ
تَجْعَلُونَهُ
قَرَاط۪يسَ
تُبْدُونَهَا
وَتُخْفُونَ
كَث۪يراًۚ
وَعُلِّمْتُمْ
مَا
لَمْ
تَعْلَمُٓوا
اَنْتُمْ
وَلَٓا
اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ
قُلِ
اللّٰهُۙ
ثُمَّ
ذَرْهُمْ
ف۪ي
خَوْضِهِمْ
يَلْعَبُونَ
٩١
Vemâ kaderû(A)llâhe hakka kadrihi iżkâlû mâ enzela(A)llâhu ‘alâ beşerin min şey-/(in)(k) kul men enzele-lkitâbe-lleżî câe bihi mûsâ nûran vehuden linnâs(i)(s) tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ vetuḣfûne keśîrâ(an)(s) ve’ullimtum mâ lem ta’lemû entum velâ âbâukum(s) kuli(A)llâh(u)(s) śümme żerhum fî ḣavdihim yel’abûn(e)
Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, "Allah hiç kimseye hiçbir şey indirmedi" dediler. De ki: "Mûsâ'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kağıtlar haline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) ne sizin, ne babalarınızın bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab'ı kim indirdi?" (Ey Muhammed!) "Allah" (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar.
وَهٰذَا
كِتَابٌ
اَنْزَلْنَاهُ
مُبَارَكٌ
مُصَدِّقُ
الَّذ۪ي
بَيْنَ
يَدَيْهِ
وَلِتُنْذِرَ
اُمَّ
الْقُرٰى
وَمَنْ
حَوْلَهَاۜ
وَالَّذ۪ينَ
يُؤْمِنُونَ
بِالْاٰخِرَةِ
يُؤْمِنُونَ
بِه۪
وَهُمْ
عَلٰى
صَلَاتِهِمْ
يُحَافِظُونَ
٩٢
Vehâżâ kitâbun enzelnâhu mubârakun musaddiku-lleżî beyne yedeyhi velitunżira umme-lkurâ vemen havlehâ(c) velleżîne yu/minûne bil-âḣirati yu/minûne bih(i)(s) vehum ‘alâ salâtihim yuhâfizûn(e)
İşte bu (Kur'an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilahi kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke'yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da inanırlar.Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
اَوْ
قَالَ
اُو۫حِيَ
اِلَيَّ
وَلَمْ
يُوحَ
اِلَيْهِ
شَيْءٌ
وَمَنْ
قَالَ
سَاُنْزِلُ
مِثْلَ
مَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُۜ
وَلَوْ
تَرٰٓى
اِذِ
الظَّالِمُونَ
ف۪ي
غَمَرَاتِ
الْمَوْتِ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
بَاسِطُٓوا
اَيْد۪يهِمْۚ
اَخْرِجُٓوا
اَنْفُسَكُمْۜ
اَلْيَوْمَ
تُجْزَوْنَ
عَذَابَ
الْهُونِ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَقُولُونَ
عَلَى
اللّٰهِ
غَيْرَ
الْحَقِّ
وَكُنْتُمْ
عَنْ
اٰيَاتِه۪
تَسْتَكْبِرُونَ
٩٣
Vemen azlemu mimmeni-fterâ ‘ala(A)llâhi keżiben ev kâle ûhiye ileyye velem yûha ileyhi şey-un vemen kâle seunzilu miśle mâ enzela(A)llâh(u)(k) velev terâ iżi-zzâlimûne fî ġamerâti-lmevti velmelâ-iketu bâsitû eydîhim eḣricû enfusekum(u)(s) elyevme tuczevne ‘ażâbe-lhûni bimâ kuntum tekûlûne ‘ala(A)llâhi ġayra-lhakki vekuntum ‘an âyâtihi testekbirûn(e)
Allah'a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, "Bana vahyolundu" diyen, ya da "Allah'ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim" diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve onun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız" diyecekleri zaman hallerini bir görsen!
وَلَقَدْ
جِئْتُمُونَا
فُرَادٰى
كَمَا
خَلَقْنَاكُمْ
اَوَّلَ
مَرَّةٍ
وَتَرَكْتُمْ
مَا
خَوَّلْنَاكُمْ
وَرَٓاءَ
ظُهُورِكُمْۚ
وَمَا
نَرٰى
مَعَكُمْ
شُفَعَٓاءَكُمُ
الَّذ۪ينَ
زَعَمْتُمْ
اَنَّهُمْ
ف۪يكُمْ
شُرَكٰٓؤُ۬اۜ
لَقَدْ
تَقَطَّعَ
بَيْنَكُمْ
وَضَلَّ
عَنْكُمْ
مَا
كُنْتُمْ
تَزْعُمُونَ۟
٩٤
Velekad ci/tumûnâ furâdâ kemâ ḣaleknâkum evvele merratin veteraktum mâ ḣavvelnâkum verâe zuhûrikum(s) vemâ nerâ me’akum şufe’âekumu-lleżîne ze’amtum ennehum fîkum şurakâ/(u)(c) lekad tekatta’a beynekum vedalle ‘ankum mâ kuntum tez’umûn(e)
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah'ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah'ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.
اِنَّ
اللّٰهَ
فَالِقُ
الْحَبِّ
وَالنَّوٰىۜ
يُخْرِجُ
الْحَيَّ
مِنَ
الْمَيِّتِ
وَمُخْرِجُ
الْمَيِّتِ
مِنَ
الْحَيِّۜ
ذٰلِكُمُ
اللّٰهُ
فَاَنّٰى
تُؤْفَكُونَ
٩٥
İnna(A)llâhe fâliku-lhabbi ve-nnevâ(s) yuḣricu-lhayye mine-lmeyyiti vemuḣricu-lmeyyiti mine-lhayy(i)(c) żâlikumu(A)llâhu feennâ tu/fekûn(e)
Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (ondan) nasıl çevriliyorsunuz?
فَالِقُ
الْاِصْبَاحِۚ
وَجَعَلَ
الَّيْلَ
سَكَناً
وَالشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
حُسْبَاناًۜ
ذٰلِكَ
تَقْد۪يرُ
الْعَز۪يزِ
الْعَل۪يمِ
٩٦
Fâliku-l-isbâhi vece’ale-lleyle sekenen ve-şşemse velkamera husbânâ(en)(c) żâlike takdîru-l’azîzi-l’alîm(i)
O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).
وَهُوَ
الَّذ۪ي
جَعَلَ
لَكُمُ
النُّجُومَ
لِتَهْتَدُوا
بِهَا
ف۪ي
ظُلُمَاتِ
الْبَرِّ
وَالْبَحْرِۜ
قَدْ
فَصَّلْنَا
الْاٰيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ
٩٧
Vehuve-lleżî ce’ale lekumu-nnucûme litehtedû bihâ fî zulumâti-lberri velbahr(i)(k) kad fessalnâ-l-âyâti likavmin ya’lemûn(e)
O, sayelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Bilen bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْشَاَكُمْ
مِنْ
نَفْسٍ
وَاحِدَةٍ
فَمُسْتَقَرٌّ
وَمُسْتَوْدَعٌۜ
قَدْ
فَصَّلْنَا
الْاٰيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَفْقَـهُونَ
٩٨
Vehuve-lleżî enşeekum min nefsin vâhidetin femustekarrun vemustevde’(un)(k) kad fessalnâ-l-âyâti likavmin yefkahûn(e)
O, sizi bir tek candan yaratandır. Sizin bir karar kılma yeriniz, bir de emanet bırakılma yeriniz var. Biz anlayan bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıklamışızdır.
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۚ
فَاَخْرَجْنَا
بِه۪
نَبَاتَ
كُلِّ
شَيْءٍ
فَاَخْرَجْنَا
مِنْهُ
خَضِراً
نُخْرِجُ
مِنْهُ
حَباًّ
مُتَرَاكِباًۚ
وَمِنَ
النَّخْلِ
مِنْ
طَلْعِهَا
قِنْوَانٌ
دَانِيَةٌ
وَجَنَّاتٍ
مِنْ
اَعْنَابٍ
وَالزَّيْتُونَ
وَالرُّمَّانَ
مُشْتَبِهاً
وَغَيْرَ
مُتَشَابِهٍۜ
اُنْظُـرُٓوا
اِلٰى
ثَمَرِه۪ٓ
اِذَٓا
اَثْمَرَ
وَيَنْعِه۪ۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكُمْ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ
٩٩
Vehuve-lleżî enzele mine-ssemâ-i mâen feaḣracnâ bihi nebâte kulli şey-in feaḣracnâ minhu ḣadiran nuḣricu minhu habben muterâkiben vemine-nnaḣli min tal’ihâ kinvânun dâniyetun vecennâtin min e’nâbin ve-zzeytûne ve-rrummâne muştebihen veġayra muteşâbih(in)(k) unzurû ilâ śemerihi iżâ eśmera veyen’ih(i)(c) inne fî żâlikum leâyâtin likavmin yu/minûn(e)
O gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Herbiri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah'ın varlığını gösteren) ibretler vardır.
وَجَعَلُوا
لِلّٰهِ
شُرَكَٓاءَ
الْجِنَّ
وَخَلَقَهُمْ
وَخَرَقُوا
لَهُ
بَن۪ينَ
وَبَنَاتٍ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۜ
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالٰى
عَمَّا
يَصِفُونَ۟
١٠٠
Vece’alû li(A)llâhi şurakâe-lcinne veḣalekahum(s) veḣarakû lehu benîne vebenâtin biġayri ‘ilm(in)(c) subhânehu vete’âlâ ‘ammâ yasifûn(e)
Bir de cinleri Allah'a bir takım ortaklar yaptılar. Oysa onları o yarattı. Bilgisizce Allah'a oğullar ve kızlar da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.
بَد۪يعُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اَنّٰى
يَكُونُ
لَهُ
وَلَدٌ
وَلَمْ
تَكُنْ
لَهُ
صَاحِبَةٌۜ
وَخَلَقَ
كُلَّ
شَيْءٍۚ
وَهُوَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
١٠١
Bedî’u-ssemâvâti vel-ard(i)(s) ennâ yekûnu lehu veledun velem tekun lehu sâhibe(tun)(s) veḣaleka kulle şey-/(in)(s) vehuve bikulli şey-in ‘alîm(un)
O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O'nun bir eşi olmadığı halde nasıl bir çocuğu olabilir? Halbuki her şeyi O yarattı. O her şeyi hakkıyla bilendir.
ذٰلِكُمُ
اللّٰهُ
رَبُّكُمْۚ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۚ
خَالِقُ
كُلِّ
شَيْءٍ
فَاعْبُدُوهُۚ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
وَك۪يلٌ
١٠٢
Żâlikumu(A)llâhu rabbukum(s) lâ ilâhe illâ hu(ve)(s) ḣâliku kulli şey-in fa’budûh(u)(c) vehuve ‘alâ kulli şey-in vekîl(un)
İşte sizin Rabbiniz Allah. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin. O her şeye vekil (her şeyi yöneten, görüp gözeten)dir.
لَا
تُدْرِكُهُ
الْاَبْصَارُۘ
وَهُوَ
يُدْرِكُ
الْاَبْصَارَۚ
وَهُوَ
اللَّط۪يفُ
الْخَب۪يرُ
١٠٣
Lâ tudrikuhu-l-ebsâru vehuve yudriku-l-ebsâr(a)(s) vehuve-llatîfu-lḣabîr(u)
Gözler onu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder." O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.
قَدْ
جَٓاءَكُمْ
بَصَٓائِرُ
مِنْ
رَبِّكُمْۚ
فَمَنْ
اَبْصَرَ
فَلِنَفْسِه۪ۚ
وَمَنْ
عَمِيَ
فَعَلَيْهَاۜ
وَمَٓا
اَنَا۬
عَلَيْكُمْ
بِحَف۪يظٍ
١٠٤
Kad câekum besâ-iru min rabbikum(s) femen ebsara felinefsih(i)(s) vemen ‘amiye fe’aleyhâ(c) vemâ enâ ‘aleykum bihafîz(in)
Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.
وَكَذٰلِكَ
نُصَرِّفُ
الْاٰيَاتِ
وَلِيَقُولُوا
دَرَسْتَ
وَلِنُبَيِّنَهُ
لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ
١٠٥
Vekeżâlike nusarrifu-l-âyâti veliyekûlû deraste velinubeyyinehu likavmin ya’lemûn(e)
Onlar, "Sen iyi ders almışsın" desinler diye ve bir de bilen bir toplum için onu (Kur'an'ı) açıklayalım diye âyetleri değişik biçimlerde işte böylece açıklıyoruz.
اِتَّبِعْ
مَٓا
اُو۫حِيَ
اِلَيْكَ
مِنْ
رَبِّكَۚ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۚ
وَاَعْرِضْ
عَنِ
الْمُشْرِك۪ينَ
١٠٦
İttebi’ mâ ûhiye ileyke min rabbik(e)(s) lâ ilâhe illâ hu(ve)(s) vea’rid ‘ani-lmuşrikîn(e)
Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah'a ortak koşanlardan yüz çevir.
وَلَوْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
مَٓا
اَشْرَكُواۜ
وَمَا
جَعَلْنَاكَ
عَلَيْهِمْ
حَف۪يظاًۚ
وَمَٓا
اَنْتَ
عَلَيْهِمْ
بِوَك۪يلٍ
١٠٧
Velev şâa(A)llâhu mâ eşrakû(k) vemâ ce’alnâke ‘aleyhim hafîzâ(an)(s) vemâ ente ‘aleyhim bivekîl(in)
Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.
وَلَا
تَسُبُّوا
الَّذ۪ينَ
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
فَيَسُبُّوا
اللّٰهَ
عَدْواً
بِغَيْرِ
عِلْمٍۜ
كَذٰلِكَ
زَيَّنَّا
لِكُلِّ
اُمَّةٍ
عَمَلَهُمْ
ثُمَّ
اِلٰى
رَبِّهِمْ
مَرْجِعُهُمْ
فَيُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
١٠٨
Velâ tesubbû-lleżîne yed’ûne min dûni(A)llâhi feyesubbû(A)llâhe ‘adven biġayri ‘ilm(in)(k) keżâlike zeyyennâ likulli ummetin ‘amelehum śümme ilâ rabbihim merci’uhum feyunebbi-uhum bimâ kânû ya’melûn(e)
Onların, Allah'ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah'a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir
وَاَقْسَمُوا
بِاللّٰهِ
جَهْدَ
اَيْمَانِهِمْ
لَئِنْ
جَٓاءَتْهُمْ
اٰيَةٌ
لَيُؤْمِنُنَّ
بِهَاۜ
قُلْ
اِنَّمَا
الْاٰيَاتُ
عِنْدَ
اللّٰهِ
وَمَا
يُشْعِرُكُمْۙ
اَنَّـهَٓا
اِذَا
جَٓاءَتْ
لَا
يُؤْمِنُونَ
١٠٩
Veaksemû bi(A)llâhi cehde eymânihim le-in câet-hum âyetun leyu/minunne bihâ(c) kul innemâ-l-âyâtu ‘inda(A)llâh(i)(s) vemâ yuş’irukum ennehâ iżâ câet lâ yu/minûn(e)
Eğer kendilerine (başka) bir mucize gelirse mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?"
وَنُقَلِّبُ
اَفْـِٔدَتَهُمْ
وَاَبْصَارَهُمْ
كَمَا
لَمْ
يُؤْمِنُوا
بِه۪ٓ
اَوَّلَ
مَرَّةٍ
وَنَذَرُهُمْ
ف۪ي
طُغْيَانِهِمْ
يَعْمَهُونَ۟
١١٠
Venukallibu ef-idetehum veebsârahum kemâ lem yu/minû bihi evvele merratin veneżeruhum fî tuġyânihim ya’mehûn(e)
Biz onların kalplerini ve gözlerini ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mucize geldikten sonra da inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.
وَلَوْ
اَنَّـنَا
نَزَّلْـنَٓا
اِلَيْهِمُ
الْمَلٰٓئِكَةَ
وَكَلَّمَهُمُ
الْمَوْتٰى
وَحَشَرْنَا
عَلَيْهِمْ
كُلَّ
شَيْءٍ
قُبُلاً
مَا
كَانُوا
لِيُؤْمِنُٓوا
اِلَّٓا
اَنْ
يَشَٓاءَ
اللّٰهُ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَهُمْ
يَجْهَلُونَ
١١١
Velev ennenâ nezzelnâ ileyhimu-lmelâ-ikete vekellemehumu-lmevtâ vehaşernâ ‘aleyhim kulle şey-in kubulen mâ kânû liyu/minû illâ en yeşâa(A)llâhu velâkinne ekśerahum yechelûn(e)
Biz onlara melekleri de indirseydik, kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatın şahidleri olarak) toplasaydık Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
وَكَذٰلِكَ
جَعَلْنَا
لِكُلِّ
نَبِيٍّ
عَدُواًّ
شَيَاط۪ينَ
الْاِنْسِ
وَالْجِنِّ
يُوح۪ي
بَعْضُهُمْ
اِلٰى
بَعْضٍ
زُخْرُفَ
الْقَوْلِ
غُرُوراًۜ
وَلَوْ
شَٓاءَ
رَبُّكَ
مَا
فَعَلُوهُ
فَذَرْهُمْ
وَمَا
يَفْتَرُونَ
١١٢
Vekeżâlike ce’alnâ likulli nebiyyin ‘aduvven şeyâtîne-l-insi velcinni yûhî ba’duhum ilâ ba’din zuḣrufe-lkavli ġurûrâ(an)(c) velev şâe rabbuke mâ fe’alûh(u)(s) feżerhum vemâ yefterûn(e)
İşte böylece biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftiralarıyla baş başa bırak.
وَلِتَصْغٰٓى
اِلَيْهِ
اَفْـِٔدَةُ
الَّذ۪ينَ
لَا
يُؤْمِنُونَ
بِالْاٰخِرَةِ
وَلِيَرْضَوْهُ
وَلِيَقْتَرِفُوا
مَا
هُمْ
مُقْتَرِفُونَ
١١٣
Velitesġâ ileyhi ef-idetu-lleżîne lâ yu/minûne bil-âḣirati veliyerdavhu veliyakterifû mâ hum mukterifûn(e)
Bir de (şeytanlar), ahirete inanmayanların gönülleri bu yaldızlı sözlere meyletsin, onlardan hoşlansınlar ve işleyecekleri günahları işlesinler diye (bu fısıldamayı yaparlar).
اَفَغَيْرَ
اللّٰهِ
اَبْتَغ۪ي
حَكَماً
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْزَلَ
اِلَيْكُمُ
الْكِتَابَ
مُفَصَّلاًۜ
وَالَّذ۪ينَ
اٰتَيْنَاهُمُ
الْكِتَابَ
يَعْلَمُونَ
اَنَّهُ
مُنَزَّلٌ
مِنْ
رَبِّكَ
بِالْحَقِّ
فَلَا
تَكُونَنَّ
مِنَ
الْمُمْتَر۪ينَ
١١٤
Efeġayra(A)llâhi ebteġî hakemen vehuve-lleżî enzele ileykumu-lkitâbe mufassalâ(en)(c) velleżîne âteynâhumu-lkitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bilhakk(i)(s) felâ tekûnenne mine-lmumterîn(e)
"Size Kitab'ı (Kur'an'ı) hak olarak indiren O iken ben Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım?" (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphecilerden olma.
وَتَمَّتْ
كَلِمَتُ
رَبِّكَ
صِدْقاً
وَعَدْلاًۜ
لَا
مُبَدِّلَ
لِكَلِمَاتِه۪ۚ
وَهُوَ
السَّم۪يعُ
الْعَل۪يمُ
١١٥
Vetemmet kelimetu rabbike sidkan ve’adlâ(en)(c) lâ mubeddile likelimâtih(i)(c) vehuve-ssemî’u-l’alîm(u)
Rabbinin kelimesi (Kur'an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
وَاِنْ
تُطِـعْ
اَكْثَرَ
مَنْ
فِي
الْاَرْضِ
يُضِلُّوكَ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِۜ
اِنْ
يَتَّبِعُونَ
اِلَّا
الظَّنَّ
وَاِنْ
هُمْ
اِلَّا
يَخْرُصُونَ
١١٦
Ve-in tuti’ ekśera men fî-l-ardi yudillûke ‘an sebîli(A)llâh(i)(c) in yettebi’ûne illâ-zzanne ve-in hum illâ yaḣrusûn(e)
Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.
اِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ
اَعْلَمُ
مَنْ
يَضِلُّ
عَنْ
سَب۪يلِه۪ۚ
وَهُوَ
اَعْلَمُ
بِالْمُهْتَد۪ينَ
١١٧
İnne rabbeke huve a’lemu men yadillu ‘an sebîlih(i)(s) vehuve a’lemu bilmuhtedîn(e)
Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir ve yine O doğru yolu bulanları en iyi bilendir.
فَكُلُوا
مِمَّا
ذُكِرَ
اسْمُ
اللّٰهِ
عَلَيْهِ
اِنْ
كُنْتُمْ
بِاٰيَاتِه۪
مُؤْمِن۪ينَ
١١٨
Fekulû mimmâ żukira-smu(A)llâhi ‘aleyhi in kuntum bi-âyâtihi mu/minîn(e)
Artık, âyetlerine inanan kimseler iseniz üzerine Allah'ın ismi anılarak kesilmiş hayvanlardan yiyin
وَمَا
لَكُمْ
اَلَّا
تَأْكُلُوا
مِمَّا
ذُكِرَ
اسْمُ
اللّٰهِ
عَلَيْهِ
وَقَدْ
فَصَّلَ
لَكُمْ
مَا
حَرَّمَ
عَلَيْكُمْ
اِلَّا
مَا
اضْطُرِرْتُمْ
اِلَيْهِۜ
وَاِنَّ
كَث۪يراً
لَيُضِلُّونَ
بِاَهْوَٓائِهِمْ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ
اَعْلَمُ
بِالْمُعْتَد۪ينَ
١١٩
Vemâ lekum ellâ te/kulû mimmâ żukira-smu(A)llâhi ‘aleyhi vekad fassale lekum mâ harrame ‘aleykum illâ mâ-dturirtum ileyh(i)(k) ve-inne keśîran leyudillûne bi-ehvâ-ihim biġayri ‘ilm(in)(k) inne rabbeke huve a’lemu bilmu’tedîn(e)
Allah, yemek zorunda kaldıklarınız dışında size neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken, üzerine adının anıldığı hayvanları yememenizin sebebi nedir. Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı) saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.
وَذَرُوا
ظَاهِرَ
الْاِثْمِ
وَبَاطِنَهُۜ
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يَكْسِبُونَ
الْاِثْمَ
سَيُجْزَوْنَ
بِمَا
كَانُوا
يَقْتَرِفُونَ
١٢٠
Veżerû zâhira-l-iśmi vebâtineh(u)(c) inne-lleżîne yeksibûne-l-iśme seyuczevne bimâ kânû yakterifûn(e)
Günahın açığını da bırakın, gizlisini de. Çünkü günah kazananlar yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır.
وَلَا
تَأْكُلُوا
مِمَّا
لَمْ
يُذْكَرِ
اسْمُ
اللّٰهِ
عَلَيْهِ
وَاِنَّهُ
لَفِسْقٌۜ
وَاِنَّ
الشَّيَاط۪ينَ
لَيُوحُونَ
اِلٰٓى
اَوْلِيَٓائِهِمْ
لِيُجَادِلُوكُمْۚ
وَاِنْ
اَطَعْتُمُوهُمْ
اِنَّكُمْ
لَمُشْرِكُونَ۟
١٢١
Velâ te/kulû mimmâ lem yużkeri-smu(A)llâhi ‘aleyhi ve-innehu lefisk(un)(k) ve-inne-şşeyâtîne leyûhûne ilâ evliyâ-ihim liyucâdilûkum(s) ve-in eta’tumûhum innekum lemuşrikûn(e)
Üzerine Allah adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü bu şekilde davranış fasıklıktır. Bir de şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar. Onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah'a ortak koşmuş olursunuz.
اَوَمَنْ
كَانَ
مَيْتاً
فَاَحْيَيْنَاهُ
وَجَعَلْنَا
لَهُ
نُوراً
يَمْش۪ي
بِه۪
فِي
النَّاسِ
كَمَنْ
مَثَلُهُ
فِي
الظُّلُمَاتِ
لَيْسَ
بِخَارِجٍ
مِنْهَاۜ
كَذٰلِكَ
زُيِّنَ
لِلْكَافِر۪ينَ
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
١٢٢
Eve men kâne meyten feahyeynâhu vece’alnâ lehu nûran yemşî bihi fî-nnâsi kemen meśeluhu fî-zzulumâti leyse biḣâricin minhâ(c) keżâlike zuyyine lilkâfirîne mâ kânû ya’melûn(e)
Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kafirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.
وَكَذٰلِكَ
جَعَلْنَا
ف۪ي
كُلِّ
قَرْيَةٍ
اَكَابِرَ
مُجْرِم۪يهَا
لِيَمْكُرُوا
ف۪يهَاۜ
وَمَا
يَمْكُرُونَ
اِلَّا
بِاَنْفُسِهِمْ
وَمَا
يَشْعُرُونَ
١٢٣
Vekeżâlike ce’alnâ fî kulli karyetin ekâbira mucrimîhâ liyemkurû fîhâ(s) vemâ yemkurûne illâ bi-enfusihim vemâ yeş’urûn(e)
İşte böyle, her memlekette günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Halbuki onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar.
وَاِذَا
جَٓاءَتْهُمْ
اٰيَةٌ
قَالُوا
لَنْ
نُؤْمِنَ
حَتّٰى
نُؤْتٰى
مِثْلَ
مَٓا
اُو۫تِيَ
رُسُلُ
اللّٰهِۜ
اَللّٰهُ
اَعْلَمُ
حَيْثُ
يَجْعَلُ
رِسَالَتَهُۜ
سَيُص۪يبُ
الَّذ۪ينَ
اَجْرَمُوا
صَغَارٌ
عِنْدَ
اللّٰهِ
وَعَذَابٌ
شَد۪يدٌ
بِمَا
كَانُوا
يَمْكُرُونَ
١٢٤
Ve-iżâ câet-hum âyetun kâlû len nu/mine hattâ nu/tâ miśle mâ ûtiye rusulu(A)llâh(i)(m) (A)llâhu a’lemu hayśu yec’alu risâleteh(u)(k) seyusîbu-lleżîne ecramû saġârun ‘inda(A)llâhi ve’ażâbun şedîdun bimâ kânû yemkurûn(e)
Onlara bir âyet geldiği zaman, "Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız" derler. Allah elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir.
فَمَنْ
يُرِدِ
اللّٰهُ
اَنْ
يَهْدِيَهُ
يَشْرَحْ
صَدْرَهُ
لِلْاِسْلَامِۚ
وَمَنْ
يُرِدْ
اَنْ
يُضِلَّهُ
يَجْعَلْ
صَدْرَهُ
ضَيِّقاً
حَرَجاً
كَاَنَّمَا
يَصَّعَّدُ
فِي
السَّمَٓاءِۜ
كَذٰلِكَ
يَجْعَلُ
اللّٰهُ
الرِّجْسَ
عَلَى
الَّذ۪ينَ
لَا
يُؤْمِنُونَ
١٢٥
Femen yuridi(A)llâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil-islâm(i)(s) vemen yurid en yudillehu yec’al sadrahu dayyikan haracen keennemâ yessa’’adu fî-ssemâ-/(i)(c) keżâlike yec’alu(A)llâhu-rricse ‘alâ-lleżîne lâ yu/minûn(e)
Allah her kimi doğruya erdirmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.
وَهٰذَا
صِرَاطُ
رَبِّكَ
مُسْتَق۪يماًۜ
قَدْ
فَصَّلْنَا
الْاٰيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَذَّكَّرُونَ
١٢٦
Vehâżâ sirâtu rabbike mustekîmâ(en)(c) kad fessalnâ-l-âyâti likavmin yeżżekkerûn(e)
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.
لَهُمْ
دَارُ
السَّلَامِ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ
وَهُوَ
وَلِيُّهُمْ
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
١٢٧
Lehum dâru-sselâmi ‘inde rabbihim(s) vehuve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(e)
Rableri katında selam yurdu (cennet) onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur.
وَيَوْمَ
يَحْشُرُهُمْ
جَم۪يعاًۚ
يَا
مَعْشَرَ
الْجِنِّ
قَدِ
اسْتَكْثَرْتُمْ
مِنَ
الْاِنْسِۚ
وَقَالَ
اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ
مِنَ
الْاِنْسِ
رَبَّـنَا
اسْتَمْتَعَ
بَعْضُنَا
بِبَعْضٍ
وَبَلَغْنَٓا
اَجَلَنَا
الَّـذ۪ٓي
اَجَّلْتَ
لَنَاۜ
قَالَ
النَّارُ
مَثْوٰيكُمْ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَٓا
اِلَّا
مَا
شَٓاءَ
اللّٰهُۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
حَك۪يمٌ
عَل۪يمٌ
١٢٨
Veyevme yahşuruhum cemî’an yâ ma’şera-lcinni kadi-stekśertum mine-l-ins(i)(s) vekâle evliyâuhum mine-l-insi rabbenâ-stemte’a ba’dunâ biba’din vebelaġnâ ecelenâ-lleżî eccelte lenâ(c) kâle-nnâru meśvâkum ḣâlidîne fîhâ illâ mâ şâa(A)llâh(u)(k) inne rabbeke hakîmun ‘alîm(un)
Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: "Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız." Onların insanlardan olan dostları, "Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık" diyecekler. Allah da diyecek ki: "Allah'ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedi kalmak üzere duracağınız yer ateştir." Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
وَكَذٰلِكَ
نُوَلّ۪ي
بَعْضَ
الظَّالِم۪ينَ
بَعْضاً
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ۟
١٢٩
Vekeżâlike nuvellî ba’da-zzâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn(e)
İşte biz, kazanmakta oldukları günahlar sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böyle musallat ederiz.
يَا
مَعْشَرَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
اَلَمْ
يَأْتِكُمْ
رُسُلٌ
مِنْكُمْ
يَقُصُّونَ
عَلَيْكُمْ
اٰيَات۪ي
وَيُنْذِرُونَكُمْ
لِقَٓاءَ
يَوْمِكُمْ
هٰذَاۜ
قَالُوا
شَهِدْنَا
عَلٰٓى
اَنْفُسِنَا
وَغَرَّتْهُمُ
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَا
وَشَهِدُوا
عَلٰٓى
اَنْفُسِهِمْ
اَنَّهُمْ
كَانُوا
كَافِر۪ينَ
١٣٠
Yâ ma’şera-lcinni vel-insi elem ye/tikum rusulun minkum yakussûne ‘aleykum âyâtî veyunżirûnekum likâe yevmikum hâżâ(c) kâlû şehidnâ ‘alâ enfusinâ(s) veġarrat-humu-lhayâtu-ddunyâ veşehidû ‘alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(e)
(O gün Allah şöyle diyecektir:) "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" Onlar şöyle diyecekler: "Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları aldattı ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
ذٰلِكَ
اَنْ
لَمْ
يَكُنْ
رَبُّكَ
مُهْلِكَ
الْقُرٰى
بِظُلْمٍ
وَاَهْلُهَا
غَافِلُونَ
١٣١
Żâlike en lem yekun rabbuke muhlike-lkurâ bizulmin veehluhâ ġâfilûn(e)
Bu (peygamberlerin gönderilmesi), Allah'ın, halkları habersizken ülkeleri haksız yere helâk etmeyeceği içindir.
وَلِكُلٍّ
دَرَجَاتٌ
مِمَّا
عَمِلُواۜ
وَمَا
رَبُّكَ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
يَعْمَلُونَ
١٣٢
Velikullin deracâtun mimmâ ‘amilû(c) vemâ rabbuke biġâfilin ‘ammâ ya’melûn(e)
Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
وَرَبُّكَ
الْغَنِيُّ
ذُوالرَّحْمَةِۜ
اِنْ
يَشَأْ
يُذْهِبْكُمْ
وَيَسْتَخْلِفْ
مِنْ
بَعْدِكُمْ
مَا
يَشَٓاءُ
كَمَٓا
اَنْشَاَكُمْ
مِنْ
ذُرِّيَّةِ
قَوْمٍ
اٰخَر۪ينَۜ
١٣٣
Verabbuke-lġaniyyu żû-rrahmet(i)(c) in yeşe/ yużhibkum veyestaḣlif min ba’dikum mâ yeşâu kemâ enşeekum min żurriyyeti kavmin âḣarîn(e)
Rabbin her bakımdan sınırsız zengindir, rahmet sahibidir. Sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.
اِنَّ
مَا
تُوعَدُونَ
لَاٰتٍۙ
وَمَٓا
اَنْتُمْ
بِمُعْجِز۪ينَ
١٣٤
İnne mâ tû’adûne leât(in)(s) vemâ entum bimu’cizîn(e)
Şüphesiz size va'd edilen şeyler mutlaka gelecektir. Siz bunun önüne geçemezsiniz.
قُلْ
يَا
قَوْمِ
اعْمَلُوا
عَلٰى
مَكَانَتِكُمْ
اِنّ۪ي
عَامِلٌۚ
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَۙ
مَنْ
تَكُونُ
لَهُ
عَاقِبَةُ
الدَّارِۜ
اِنَّهُ
لَا
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ
١٣٥
Kul yâ kavmi-’melû ‘alâ mekânetikum innî ‘âmil(un)(s) fesevfe ta’lemûne men tekûnu lehu ‘âkibetu-ddâr(i)(k) innehu lâ yuflihu-zzâlimûn(e)
De ki: "Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de (görevimi) yapacağım. Ama dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını yakında öğreneceksiniz. Şüphesiz, zalimler kurtuluşa eremezler.
وَجَعَلُوا
لِلّٰهِ
مِمَّا
ذَرَاَ
مِنَ
الْحَرْثِ
وَالْاَنْعَامِ
نَص۪يباً
فَقَالُوا
هٰذَا
لِلّٰهِ
بِزَعْمِهِمْ
وَهٰذَا
لِشُرَكَٓائِنَاۚ
فَمَا
كَانَ
لِشُرَكَٓائِهِمْ
فَلَا
يَصِلُ
اِلَى
اللّٰهِۚ
وَمَا
كَانَ
لِلّٰهِ
فَهُوَ
يَصِلُ
اِلٰى
شُرَكَٓائِهِمْۜ
سَٓاءَ
مَا
يَحْكُمُونَ
١٣٦
Vece’alû li(A)llâhi mimmâ żerae mine-lharśi vel-en’âmi nasîben fekâlû hâżâ li(A)llâhi biza’mihim vehâżâ lişurakâ-inâ(s) femâ kâne lişurakâ-ihim felâ yasilu ila(A)llâh(i)(s) vemâ kâne li(A)llâhi fehuve yasilu ilâ şurakâ-ihim(k) sâe mâ yahkumûn(e)
Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan O'na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, "Şu Allah için, şu da bizim ortaklarımız (putlarımız) için" dediler. Ortakları için olan Allah'ınkine eklenmiyor. Allah için olan ise ortaklarınkine ekleniyor... Ne kötü hükmediyorlar!
وَكَذٰلِكَ
زَيَّنَ
لِكَث۪يرٍ
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَ
قَتْلَ
اَوْلَادِهِمْ
شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ
لِيُرْدُوهُمْ
وَلِيَلْبِسُوا
عَلَيْهِمْ
د۪ينَهُمْۜ
وَلَوْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
مَا
فَعَلُوهُ
فَذَرْهُمْ
وَمَا
يَفْتَرُونَ
١٣٧
Vekeżâlike zeyyene likeśîrin mine-lmuşrikîne katle evlâdihim şurakâuhum liyurdûhum veliyelbisû ‘aleyhim dînehum(s) velev şâa(A)llâhu mâ fe’alûh(u)(s) feżerhum vemâ yefterûn(e)
Yine bunun gibi, Allah'a ortak koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi ki; onları helake sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları yanıltsınlar. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Artık sen onları uydurdukları ile baş başa bırak.
وَقَالُوا
هٰذِه۪ٓ
اَنْعَامٌ
وَحَرْثٌ
حِجْرٌۘ
لَا
يَطْعَمُهَٓا
اِلَّا
مَنْ
نَشَٓاءُ
بِزَعْمِهِمْ
وَاَنْعَامٌ
حُرِّمَتْ
ظُهُورُهَا
وَاَنْعَامٌ
لَا يَذْكُرُونَ
اسْمَ
اللّٰهِ
عَلَيْهَا
افْتِرَٓاءً
عَلَيْهِۜ
سَيَجْز۪يهِمْ
بِمَا
كَانُوا
يَفْتَرُونَ
١٣٨
Ve kâlû hâżihi en’âmun veharśun hicrun lâ yat’amuhâ illâ men neşâu biza’mihim veen’âmun hurrimet zuhûruhâ veen’âmun lâ yeżkurûne-sma(A)llâhi ‘aleyhâ-ftirâen ‘aleyh(i)(c) seyeczîhim bimâ kânû yefterûn(e)
Bir de (asılsız iddialarda bulunarak) dediler ki: "Bunlar yasaklanmış hayvanlar ve ekinlerdir. Onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez. (Şunlar da) sırtları (binilmesi ve yük yüklemesi) haram edilmiş hayvanlardır." Bir kısım hayvanları da keserken üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. (Bütün bunları) Allah'a iftira ederek yaparlar. Bu iftiraları sebebiyle Allah onları cezalandıracaktır.
وَقَالُوا
مَا
ف۪ي
بُطُونِ
هٰذِهِ
الْاَنْعَامِ
خَالِصَةٌ
لِذُكُورِنَا
وَمُحَرَّمٌ
عَلٰٓى
اَزْوَاجِنَاۚ
وَاِنْ
يَكُنْ
مَيْتَةً
فَهُمْ
ف۪يهِ
شُرَكَٓاءُۜ
سَيَجْز۪يهِمْ
وَصْفَهُمْۜ
اِنَّهُ
حَك۪يمٌ
عَل۪يمٌ
١٣٩
Ve kâlû mâ fî butûni hâżihi-l-en’âmi ḣâlisatun liżukûrinâ vemuharramun ‘alâ ezvâcinâ(s) ve-in yekun meyteten fehum fîhi şurakâ(u)(c) seyeczîhim vasfehum(c) innehu hakîmun ‘alîm(un)
Bir de dediler ki: "Şu hayvanların karınlarındaki yavrular (canlı olursa) sırf erkeklerimize aittir. Karılarımıza ise haramdır." Eğer ölü olursa o vakit onda hepsi ortaktırlar. Allah onların bu tür nitelemelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
قَدْ
خَسِرَ
الَّذ۪ينَ
قَتَلُٓوا
اَوْلَادَهُمْ
سَفَهاً
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
وَحَرَّمُوا
مَا
رَزَقَهُمُ
اللّٰهُ
افْتِرَٓاءً
عَلَى
اللّٰهِۜ
قَدْ
ضَلُّوا
وَمَا
كَانُوا
مُهْتَد۪ينَ۟
١٤٠
Kad ḣasira-lleżîne katelû evlâdehum sefehen biġayri ‘ilmin veharramû mâ razekahumu(A)llâhu-ftirâen ‘ala(A)llâh(i)(c) kad dallû vemâ kânû muhtedîn(e)
Beyinsizlikleri yüzünden bilgisizce çocuklarını öldürenler, Allah'ın kendilerine verdiği rızkı -Allah'a iftira ederek- haram sayanlar, mutlaka ziyan etmişlerdir. Gerçekten onlar sapmışlardır. Doğru yolu bulmuş da değillerdir.
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْشَاَ
جَنَّاتٍ
مَعْرُوشَاتٍ
وَغَيْرَ
مَعْرُوشَاتٍ
وَالنَّخْلَ
وَالزَّرْعَ
مُخْتَلِفاً
اُكُلُهُ
وَالزَّيْتُونَ
وَالرُّمَّانَ
مُتَشَابِهاً
وَغَيْرَ
مُتَشَابِهٍۜ
كُلُوا
مِنْ
ثَمَرِه۪ٓ
اِذَٓا
اَثْمَرَ
وَاٰتُوا
حَقَّهُ
يَوْمَ
حَصَادِه۪ۘ
وَلَا
تُسْرِفُواۜ
اِنَّهُ
لَا
يُحِبُّ
الْمُسْرِف۪ينَۙ
١٤١
Vehuve-lleżî enşee cennâtin ma’rûşâtin veġayra ma’rûşâtin ve-nnaḣle ve-zzer’a muḣtelifen ukuluhu ve-zzeytûne ve-rrummâne muteşâbihen veġayra muteşâbih(in)(c) kulû min śemerihi iżâ eśmera veâtû hakkahu yevme hasâdih(i)(s) velâ tusrifû(c) innehu lâ yuhibbu-lmusrifîn(e)
O, çardaklı, çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (herbiri) birbirine benzer ve (herbiri) birbirinden farklı biçimde yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşürünü) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
وَمِنَ
الْاَنْعَامِ
حَمُولَةً
وَفَرْشاًۜ
كُلُوا
مِمَّا
رَزَقَكُمُ
اللّٰهُ
وَلَا تَتَّبِعُوا
خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِۜ
اِنَّهُ
لَكُمْ
عَدُوٌّ
مُب۪ينٌۙ
١٤٢
Vemine-l-en’âmi hamûleten veferşâ(en)(c) kulû mimmâ razekakumu(A)llâhu velâ tettebi’û ḣutuvâti-şşeytân(i)(c) innehu lekum ‘aduvvun mubîn(un)
Yine O, hayvanlardan da irili ufaklı var edendir. Allah'ın size rızık olarak verdiğinden yiyin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
ثَمَانِيَةَ
اَزْوَاجٍۚ
مِنَ
الضَّأْنِ
اثْنَيْنِ
وَمِنَ
الْمَعْزِ
اثْنَيْنِۜ
قُلْ
آٰلذَّكَرَيْنِ
حَرَّمَ
اَمِ
الْاُنْثَيَيْنِ
اَمَّا
اشْتَمَلَتْ
عَلَيْهِ
اَرْحَامُ
الْاُنْثَيَيْنِۜ
نَبِّؤُ۫ن۪ي
بِعِلْمٍ
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَۙ
١٤٣
Śemâniyete ezvâc(in)(s) mine-dda/ni-śneyni vemine-lma’zi-śneyn(i)(k) kul âżżekerayni harrame emi-lunśeyeyni emmâ-ştemelet ‘aleyhi erhâmu-lunśeyeyn(i)(s) nebbi-ûnî bi’ilmin in kuntum sâdikîn(e)
O, (Hayvanlardan) sekiz eşi de yaratandır: (Erkek ve dişi olarak) koyundan iki, keçiden de iki. Ey Muhammed! De ki: "Allah iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru söyleyenler iseniz bana bilerek haber verin."
وَمِنَ
الْاِبِلِ
اثْنَيْنِ
وَمِنَ
الْبَقَرِ
اثْنَيْنِۜ
قُلْ
آٰلذَّكَرَيْنِ
حَرَّمَ
اَمِ
الْاُنْثَيَيْنِ
اَمَّا
اشْتَمَلَتْ
عَلَيْهِ
اَرْحَامُ
الْاُنْثَيَيْنِۜ
اَمْ
كُنْتُمْ
شُهَدَٓاءَ
اِذْ
وَصّٰيكُمُ
اللّٰهُ
بِهٰذَاۚ
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
لِيُضِلَّ
النَّاسَ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ۟
١٤٤
Vemine-l-ibili-śneyni vemine-lbekari iśneyn(i)(k) kul âżżekerayni harrame emi-lunśeyeyni emmâ-ştemelet ‘aleyhi erhâmu-lunśeyeyn(i)(s) em kuntum şuhedâe iż vassâkumu(A)llâhu bihâżâ(c) femen azlemu mimmeni-fterâ ‘ala(A)llâhi keżiben liyudille-nnâse biġayri ‘ilm(in)(k) inna(A)llâhe lâ yehdî-lkavme-zzâlimîn(e)
Yine (erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: "İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram ettiğinde orada hazır mı idiniz!?" İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
قُلْ
لَٓا
اَجِدُ
ف۪ي
مَٓا
اُو۫حِيَ
اِلَيَّ
مُحَرَّماً
عَلٰى
طَاعِمٍ
يَطْعَمُهُٓ
اِلَّٓا
اَنْ
يَكُونَ
مَيْتَةً
اَوْ
دَماً
مَسْفُوحاً
اَوْ
لَحْمَ
خِنْز۪يرٍ
فَاِنَّهُ
رِجْسٌ
اَوْ
فِسْقاً
اُهِلَّ
لِغَيْرِ
اللّٰهِ
بِه۪ۚ
فَمَنِ
اضْطُرَّ
غَيْرَ
بَاغٍ
وَلَا
عَادٍ
فَاِنَّ
رَبَّكَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
١٤٥
Kul lâ ecidu fîmâ ûhiye ileyye muharramen ‘alâ tâ’imin yat’amuhu illâ en yekûne meyteten ev demen mesfûhan ev lahme ḣinzîrin fe-innehu ricsun ev fiskan uhille liġayri(A)llâhi bih(i)(c) femeni-dturra ġayra bâġin velâ ‘âdin fe-inne rabbeke ġafûrun rahîm(un)
De ki: "Bana vahyolunan Kur'an'da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir." Şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
وَعَلَى
الَّذ۪ينَ
هَادُوا
حَرَّمْنَا
كُلَّ
ذ۪ي
ظُفُرٍۚ
وَمِنَ
الْبَقَرِ
وَالْغَنَمِ
حَرَّمْنَا
عَلَيْهِمْ
شُحُومَهُمَٓا
اِلَّا
مَا
حَمَلَتْ
ظُهُورُهُمَٓا
اَوِ
الْحَوَايَٓا
اَوْ
مَا
اخْتَلَطَ
بِعَظْمٍۜ
ذٰلِكَ
جَزَيْنَاهُمْ
بِبَغْيِهِمْۘ
وَاِنَّا
لَصَادِقُونَ
١٤٦
Ve’alâ-lleżîne hâdû harramnâ kulle żî zufur(in)(s) vemine-lbekari velġanemi harramnâ ‘aleyhim şuhûmehumâ illâ mâhamelet zuhûruhumâ evi-lhavâyâ ev mâ-ḣteleta bi’azm(in)(c) żâlike cezeynâhum bibaġyihim(s) ve-innâ lesâdikûn(e)
Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki iç yağlarını (yine) onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz.
فَاِنْ
كَذَّبُوكَ
فَقُلْ
رَبُّكُمْ
ذُورَحْمَةٍ
وَاسِعَةٍۚ
وَلَا
يُرَدُّ
بَأْسُهُ
عَنِ
الْقَوْمِ
الْمُجْرِم۪ينَ
١٤٧
Fe-in keżżebûke fekul rabbukum żû rahmetin vâsi’atin velâ yuraddu be/suhu ‘ani-lkavmi-lmucrimîn(e)
Eğer seni yalanlarlarsa, de ki: "Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. (Bununla beraber) suçlu bir toplumdan onun azabı geri çevrilmez."
سَيَقُولُ
الَّذ۪ينَ
اَشْرَكُوا
لَوْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
مَٓا
اَشْرَكْنَا
وَلَٓا
اٰبَٓاؤُ۬نَا
وَلَا
حَرَّمْنَا
مِنْ
شَيْءٍۜ
كَذٰلِكَ
كَذَّبَ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
حَتّٰى
ذَاقُوا
بَأْسَنَاۜ
قُلْ
هَلْ
عِنْدَكُمْ
مِنْ
عِلْمٍ
فَتُخْرِجُوهُ
لَنَاۜ
اِنْ
تَتَّبِعُونَ
اِلَّا
الظَّنَّ
وَاِنْ
اَنْتُمْ
اِلَّا
تَخْرُصُونَ
١٤٨
Seyekûlu-lleżîne eşrakû lev şâa(A)llâhu mâ eşraknâ velâ âbâunâ velâ harramnâ min şey-/(in)(c) keżâlike keżżebe-lleżîne min kablihim hattâ żâkû be/senâ(k) kul hel ‘indekum min ‘ilmin fetuḣricûhu lenâ(s) in tettebi’ûne illâ-zzanne ve-in entum illâ taḣrusûn(e)
Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: "Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."
قُلْ
فَلِلّٰهِ
الْحُجَّةُ
الْبَالِغَةُۚ
فَلَوْ
شَٓاءَ
لَهَدٰيكُمْ
اَجْمَع۪ينَ
١٤٩
Kul feli(A)llâhi-lhuccetu-lbâliġa(tu)(s) felev şâe lehedâkum ecme’în(e)
De ki: "En üstün delil yalnızca Allah'ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi."
قُلْ
هَلُمَّ
شُهَدَٓاءَكُمُ
الَّذ۪ينَ
يَشْهَدُونَ
اَنَّ
اللّٰهَ
حَرَّمَ
هٰذَاۚ
فَاِنْ
شَهِدُوا
فَلَا تَشْهَدْ
مَعَهُمْۚ
وَلَا
تَتَّبِعْ
اَهْوَٓاءَ
الَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَا
وَالَّذ۪ينَ
لَا يُؤْمِنُونَ
بِالْاٰخِرَةِ
وَهُمْ
بِرَبِّهِمْ
يَعْدِلُونَ۟
١٥٠
Kul helumme şuhedâekumu-lleżîne yeşhedûne enna(A)llâhe harrame hâżâ(s) fe-in şehidû felâ teşhed me’ahum(c) velâ tettebi’ ehvâe-lleżîne keżżebû bi-âyâtinâ velleżîne lâ yu/minûne bil-âḣirati vehum birabbihim ya’dilûn(e)
De ki: "Haydi, Allah şunu haram kıldı" diye tanıklık yapacak şahitlerinizi getirin. Onlar şahitlik etseler de sen onlarla beraber şahitlik etme. Âyetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar Rablerine, başka şeyleri denk tutuyorlar.
قُلْ
تَعَالَوْا
اَتْلُ
مَا
حَرَّمَ
رَبُّكُمْ
عَلَيْكُمْ
اَلَّا
تُشْرِكُوا
بِه۪
شَيْـٔاًۜ
وَبِالْوَالِدَيْنِ
اِحْسَاناًۚ
وَلَا
تَقْتُلُٓوا
اَوْلَادَكُمْ
مِنْ
اِمْلَاقٍۜ
نَحْنُ
نَرْزُقُكُمْ
وَاِيَّاهُمْۚ
وَلَا
تَقْرَبُوا
الْفَوَاحِشَ
مَا
ظَهَرَ
مِنْهَا
وَمَا
بَطَنَۚ
وَلَا
تَقْتُلُوا
النَّفْسَ
الَّت۪ي
حَرَّمَ
اللّٰهُ
اِلَّا
بِالْحَقِّۜ
ذٰلِكُمْ
وَصّٰيكُمْ
بِه۪
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ
١٥١
Kul te’âlev etlu mâ harrame rabbukum ‘aleykum(s) ellâ tuşrikû bihi şey-â(en)(s) vebilvâlideyni ihsânâ(en)(s) velâ taktulû evlâdekum min imlâk(in)(s) nahnu nerzukukum ve-iyyâhum(s) velâ takrabû-lfevâhişe mâ zahera minhâ vemâ betan(e)(s) velâ taktulû-nnefse-lletî harrama(A)llâhu illâ bilhakk(i)(c) żâlikum vassâkum bihi le’allekum ta’kilûn(e)
(Ey Muhammed!) De ki: "Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah'ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin.İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız."
وَلَا
تَقْرَبُوا
مَالَ
الْيَت۪يمِ
اِلَّا
بِالَّت۪ي
هِيَ
اَحْسَنُ
حَتّٰى
يَبْلُغَ
اَشُدَّهُۚ
وَاَوْفُوا
الْكَيْلَ
وَالْم۪يزَانَ
بِالْقِسْطِۚ
لَا
نُكَلِّفُ
نَفْساً
اِلَّا
وُسْعَهَا
وَاِذَا
قُلْتُمْ
فَاعْدِلُوا
وَلَوْ
كَانَ
ذَا
قُرْبٰىۚ
وَبِعَهْدِ
اللّٰهِ
اَوْفُواۜ
ذٰلِكُمْ
وَصّٰيكُمْ
بِه۪
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَۙ
١٥٢
Velâ takrabû mâle-lyetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluġa eşuddeh(u)(s) veevfû-lkeyle velmîzâne bilkist(i)(s) lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ(s) ve-iżâ kultum fa’dilû velev kâne żâ kurbâ(s) vebi’ahdi(A)llâhi evfû(c) żâlikum vassâkum bihi le’allekum teżekkerûn(e)
Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.
وَاَنَّ
هٰذَا
صِرَاط۪ي
مُسْتَق۪يماً
فَاتَّبِعُوهُۚ
وَلَا
تَتَّبِعُوا
السُّبُلَ
فَتَفَرَّقَ
بِكُمْ
عَنْ
سَب۪يلِه۪ۜ
ذٰلِكُمْ
وَصّٰيكُمْ
بِه۪
لَعَلَّكُمْ
تَتَّقُونَ
١٥٣
Veenne hâżâ sirâtî mustekîmen fettebi’ûh(u)(s) velâ tettebi’û-ssubule feteferraka bikum ‘an sebîlih(i)(c) żâlikum vassâkum bihi le’allekum tettekûn(e)
İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O'nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.
ثُمَّ
اٰتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
تَمَاماً
عَلَى
الَّـذ۪ٓي
اَحْسَنَ
وَتَفْص۪يلاً
لِكُلِّ
شَيْءٍ
وَهُدًى
وَرَحْمَةً
لَعَلَّهُمْ
بِلِقَٓاءِ
رَبِّهِمْ
يُؤْمِنُونَ۟
١٥٤
Śumme âteynâ mûsâ-lkitâbe temâmen ‘alâ-lleżî ahsene vetafsîlen likulli şey-in vehuden verahmeten le’allehum bilikâ-i rabbihim yu/minûn(e)
Sonra iyilik yapanlara nimeti tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayet ve rahmete erdirmek için Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik ki Rablerinin huzuruna varacaklarına iman etsinler.
وَهٰذَا
كِتَابٌ
اَنْزَلْنَاهُ
مُبَارَكٌ
فَاتَّبِعُوهُ
وَاتَّقُوا
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَۙ
١٥٥
Vehâżâ kitâbun enzelnâhu mubârakun fettebi’ûhu vettekû le’allekum turhamûn(e)
Bu (Kur'an) da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.
اَنْ
تَقُولُٓوا
اِنَّـمَٓا
اُنْزِلَ
الْكِتَابُ
عَلٰى
طَٓائِفَتَيْنِ
مِنْ
قَبْلِنَاۖ
وَاِنْ
كُنَّا
عَنْ
دِرَاسَتِهِمْ
لَغَافِل۪ينَۙ
١٥٦
En tekûlû innemâ unzile-lkitâbu ‘alâ tâ-ifeteyni min kablinâ ve-in kunnâ ‘an dirâsetihim leġâfilîn(e)
Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik" demeyesiniz, yahut, "Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz, diye bu Kur'an'ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
اَوْ
تَقُولُوا
لَوْ
اَنَّٓا
اُنْزِلَ
عَلَيْنَا
الْكِتَابُ
لَكُنَّٓا
اَهْدٰى
مِنْهُمْۚ
فَقَدْ
جَٓاءَكُمْ
بَيِّنَةٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَهُدًى
وَرَحْمَةٌۚ
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
كَذَّبَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
وَصَدَفَ
عَنْهَاۜ
سَنَجْزِي
الَّذ۪ينَ
يَصْدِفُونَ
عَنْ
اٰيَاتِنَا
سُٓوءَ
الْعَذَابِ
بِمَا
كَانُوا
يَصْدِفُونَ
١٥٧
Ev tekûlû lev ennâ unzile ‘aleynâ-lkitâbu lekunnâ ehdâ minhum(c) fekad câekum beyyinetun min rabbikum vehuden verahme(tun)(c) femen azlemu mimmen keżżebe bi-âyâti(A)llâhi vesadefe ‘anhâ(k) seneczî-lleżîne yasdifûne ‘an âyâtinâ sû-e-l’ażâbi bimâ kânû yasdifûn(e)
Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik" demeyesiniz, yahut, "Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz, diye bu Kur'an'ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
هَلْ
يَنْظُرُونَ
اِلَّٓا
اَنْ
تَأْتِيَهُمُ
الْمَلٰٓئِكَةُ
اَوْ
يَأْتِيَ
رَبُّكَ
اَوْ
يَأْتِيَ
بَعْضُ
اٰيَاتِ
رَبِّكَۜ
يَوْمَ
يَأْت۪ي
بَعْضُ
اٰيَاتِ
رَبِّكَ
لَا
يَنْفَعُ
نَفْساً
ا۪يمَانُهَا
لَمْ
تَكُنْ
اٰمَنَتْ
مِنْ
قَبْلُ
اَوْ
كَسَبَتْ
ف۪ٓي
ا۪يمَانِهَا
خَيْراًۜ
قُلِ
انْتَظِرُٓوا
اِنَّا
مُنْتَظِرُونَ
١٥٨
Hel yenzurûne illâ en te/tiyehumu-lmelâ-iketu ev ye/tiye rabbuke ev ye/tiye ba’du âyâti rabbik(e)(k) yevme ye/tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfe’u nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ ḣayrâ(an)(k) kuli-ntazirû innâ muntazirûn(e)
(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbi'nin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbi'nin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günki) imanı fayda vermez. De ki: "Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz."
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
فَرَّقُوا
د۪ينَهُمْ
وَكَانُوا
شِيَعاً
لَسْتَ
مِنْهُمْ
ف۪ي
شَيْءٍۜ
اِنَّـمَٓا
اَمْرُهُمْ
اِلَى
اللّٰهِ
ثُمَّ
يُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
كَانُوا
يَفْعَلُونَ
١٥٩
İnne-lleżîne ferrakû dînehum vekânû şiye’an leste minhum fî şey-/(en)(c) innemâ emruhum ila(A)llâhi śümme yunebbi-uhum bimâ kânû yef’alûn(e)
Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
مَنْ
جَٓاءَ
بِالْحَسَنَةِ
فَلَهُ
عَشْرُ
اَمْثَالِهَاۚ
وَمَنْ
جَٓاءَ
بِالسَّيِّئَةِ
فَلَا يُجْزٰٓى
اِلَّا
مِثْلَهَا
وَهُمْ
لَا
يُظْلَمُونَ
١٦٠
Men câe bilhaseneti felehu ‘aşru emśâlihâ(s) vemen câe bi-sseyyi-eti felâ yuczâ illâ miślehâ vehum lâ yuzlemûn(e)
Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.
قُلْ
اِنَّن۪ي
هَدٰين۪ي
رَبّ۪ٓي
اِلٰى
صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍۚ
د۪يناً
قِيَماً
مِلَّةَ
اِبْرٰه۪يمَ
حَن۪يفاًۚ
وَمَا
كَانَ
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَ
١٦١
Kul innenî hedânî rabbî ilâ sirâtin mustekîmin dînen kiyemen millete ibrâhîme hanîfâ(en)(c) vemâ kâne mine-lmuşrikîn(e)
De ki:"Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk'a yönelen İbrahim'in dinine iletti. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi."
قُلْ
اِنَّ
صَلَات۪ي
وَنُسُك۪ي
وَمَحْيَايَ
وَمَمَات۪ي
لِلّٰهِ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَۙ
١٦٢
Kul inne salâtî venusukî vemahyâye vememâtî li(A)llâhi rabbi-l’âlemîn(e)
Ey Muhammed! De ki: "Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir."
لَا
شَر۪يكَ
لَهُۚ
وَبِذٰلِكَ
اُمِرْتُ
وَاَنَا۬
اَوَّلُ
الْمُسْلِم۪ينَ
١٦٣
Lâ şerîke leh(e)(s) vebiżâlike umirtu veenâ evvelu-lmuslimîn(e)
"O'nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim."
قُلْ
اَغَيْرَ
اللّٰهِ
اَبْغ۪ي
رَباًّ
وَهُوَ
رَبُّ
كُلِّ
شَيْءٍۜ
وَلَا
تَكْسِبُ
كُلُّ
نَفْسٍ
اِلَّا
عَلَيْهَاۚ
وَلَا
تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ
اُخْرٰىۚ
ثُمَّ
اِلٰى
رَبِّكُمْ
مَرْجِعُكُمْ
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
ف۪يهِ
تَخْتَلِفُونَ
١٦٤
Kul eġayra(A)llâhi ebġî rabben vehuve rabbu kulli şey-/(in)(c) velâ teksibu kullu nefsin illâ ‘aleyhâ(c) velâ teziru vâziratun vizra uḣrâ(c) śümme ilâ rabbikum merci’ukum feyunebbi-ukum bimâ kuntum fîhi taḣtelifûn(e)
De ki: "Her şeyin Rabbi o iken ben başka bir Rab mı arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.
وَهُوَ
الَّذ۪ي
جَعَلَكُمْ
خَلَٓائِفَ
الْاَرْضِ
وَرَفَعَ
بَعْضَكُمْ
فَوْقَ
بَعْضٍ
دَرَجَاتٍ
لِيَبْلُوَكُمْ
ف۪ي
مَٓا
اٰتٰيكُمْۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
سَر۪يعُ
الْعِقَابِۘ
وَاِنَّهُ
لَغَفُورٌ
رَح۪يمٌ
١٦٥
Vehuve-lleżî ce’alekum ḣalâ-ife-l-ardi verafe’a ba’dakum fevka ba’din deracâtin liyebluvekum fî mâ âtâkum(k) inne rabbeke serî’u-l’ikâbi ve-innehu leġafûrun rahîm(un)
O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hakim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.