الْمَائِدَةِ
Mâide Sûresi
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اَوْفُوا
بِالْعُقُودِۜ
اُحِلَّتْ
لَكُمْ
بَه۪يمَةُ
الْاَنْعَامِ
اِلَّا
مَا
يُتْلٰى
عَلَيْكُمْ
غَيْرَ
مُحِلِّي
الصَّيْدِ
وَاَنْتُمْ
حُرُمٌۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يَحْكُمُ
مَا
يُر۪يدُ
١
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû evfû bil’ukûd(i)(c) uhillet lekum behîmetu-l-en’âmi illâ mâ yutlâ ‘aleykum ġayra muhillî-ssaydi veentum hurum(un)(c) inna(A)llâhe yahkumu mâ yurîd(u)
Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla, okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar, size helal kılındı. Şüphesiz Allah istediği hükmü verir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تُحِلُّوا
شَعَٓائِرَ
اللّٰهِ
وَلَا
الشَّهْرَ
الْحَرَامَ
وَلَا
الْهَدْيَ
وَلَا
الْقَلَٓائِدَ
وَلَٓا
آٰمّ۪ينَ
الْبَيْتَ
الْحَرَامَ
يَبْتَغُونَ
فَضْلاً
مِنْ
رَبِّهِمْ
وَرِضْوَاناًۜ
وَاِذَا
حَلَلْتُمْ
فَاصْطَادُواۜ
وَلَا
يَجْرِمَنَّكُمْ
شَنَاٰنُ
قَوْمٍ
اَنْ
صَدُّوكُمْ
عَنِ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
اَنْ
تَعْتَدُواۢ
وَتَعَاوَنُوا
عَلَى
الْبِرِّ
وَالتَّقْوٰىۖ
وَلَا
تَعَاوَنُوا
عَلَى
الْاِثْمِ
وَالْعُدْوَانِۖ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
شَد۪يدُ
الْعِقَابِ
٢
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tuhillû şe’â-ira(A)llâhi velâ-şşehra-lharâme velâ-lhedye velâ-lkalâ-ide velâ âmmîne-lbeyte-lharâme yebteġûne fadlen min rabbihim veridvânâ(en)(c) ve-iżâ haleltum festâdû(c) velâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum ‘ani-lmescidi-lharâmi en ta’tedû vete’âvenû ‘alâ-lbirri ve-ttakvâ(s) velâ te’âvenû ‘alâ-l-iśmi vel’udvân(i)(c) vettekû(A)llâh(e)(s) inna(A)llâhe şedîdu-l’ikâb(i)
Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu din) nişanelerine, haram aya, hac kurbanına, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab'lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâ'be'ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye bir takımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.
حُرِّمَتْ
عَلَيْكُمُ
الْمَيْتَةُ
وَالدَّمُ
وَلَحْمُ
الْخِنْز۪يرِ
وَمَٓا
اُهِلَّ
لِغَيْرِ
اللّٰهِ
بِه۪
وَالْمُنْخَنِقَةُ
وَالْمَوْقُوذَةُ
وَالْمُتَرَدِّيَةُ
وَالنَّط۪يحَةُ
وَمَٓا
اَكَلَ
السَّبُعُ
اِلَّا
مَا
ذَكَّيْتُمْ
وَمَا
ذُبِحَ
عَلَى
النُّصُبِ
وَاَنْ
تَسْتَقْسِمُوا
بِالْاَزْلَامِۜ
ذٰلِكُمْ
فِسْقٌۜ
اَلْيَوْمَ
يَـئِسَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنْ
د۪ينِكُمْ
فَلَا
تَخْشَوْهُمْ
وَاخْشَوْنِۜ
اَلْيَوْمَ
اَكْمَلْتُ
لَكُمْ
د۪ينَكُمْ
وَاَتْمَمْتُ
عَلَيْكُمْ
نِعْمَت۪ي
وَرَض۪يتُ
لَكُمُ
الْاِسْلَامَ
د۪يناًۜ
فَمَنِ
اضْطُرَّ
ف۪ي
مَخْمَصَةٍ
غَيْرَ
مُتَجَانِفٍ
لِاِثْمٍۙ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٣
hurrimet ‘aleykumu-lmeytetu ve-ddemu velahmu-lḣinzîri vemâ uhille liġayri(A)llâhi bihi velmunḣanikatu velmevkûżetu velmuteraddiyetu ve-nnatîhatu vemâ ekele-ssebu’u illâ mâ żekkeytum vemâ żubiha ‘alâ-nnusubi veen testaksimû bil-ezlâm(i)(c) żâlikum fisk(un)(k) elyevme ye-ise-lleżîne keferû min dînikum felâ taḣşevhum vaḣşevn(i)(c) elyevme ekmeltu lekum dînekum veetmemtu ‘aleykum ni’metî veradîtu lekumu-l-islâme dînâ(en)(c) femeni-dturra fî maḣmesatin ġayra mutecânifin li-iśmin(ﻻ) fe-inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah'a itaatten kopmak)tır. Bugün kafirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
يَسْـَٔلُونَكَ
مَاذَٓا
اُحِلَّ
لَهُمْۜ
قُلْ
اُحِلَّ
لَكُمُ
الطَّيِّبَاتُۙ
وَمَا
عَلَّمْتُمْ
مِنَ
الْجَوَارِحِ
مُكَلِّب۪ينَ
تُعَلِّمُونَهُنَّ
مِمَّا
عَلَّمَكُمُ
اللّٰهُۘ
فَكُلُوا
مِمَّٓا
اَمْسَكْنَ
عَلَيْكُمْ
وَاذْكُرُوا
اسْمَ
اللّٰهِ
عَلَيْهِۖ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
سَر۪يعُ
الْحِسَابِ
٤
Yes-elûneke mâżâ uhille lehum(s) kul uhille lekumu-ttayyibâtu(ﻻ) vemâ ‘allemtum mine-lcevârihi mukellibîne tu’allimûnehunne mimmâ ‘allemekumu(A)llâh(u)(s) fekulû mimmâ emsekne ‘aleykum veżkurû-sma(A)llâhi ‘aleyh(i)(s) vettekû(A)llâh(e)(c) inna(A)llâhe serî’u lhisâb(i)
(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: "Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah'ın adını anın (besmele çekin). Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hesabı çabuk görendir.
اَلْيَوْمَ
اُحِلَّ
لَكُمُ
الطَّيِّبَاتُۜ
وَطَعَامُ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
حِلٌّ
لَكُمْۖ
وَطَعَامُكُمْ
حِلٌّ
لَهُمْۘ
وَالْمُحْصَنَاتُ
مِنَ
الْمُؤْمِنَاتِ
وَالْمُحْصَنَاتُ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
اِذَٓا
اٰتَيْتُمُوهُنَّ
اُجُورَهُنَّ
مُحْصِن۪ينَ
غَيْرَ
مُسَافِح۪ينَ
وَلَا
مُتَّخِذ۪ٓي
اَخْدَانٍۜ
وَمَنْ
يَكْفُرْ
بِالْا۪يمَانِ
فَقَدْ
حَبِطَ
عَمَلُهُۘ
وَهُوَ
فِي
الْاٰخِرَةِ
مِنَ
الْخَاسِر۪ينَ۟
٥
Elyevme uhille lekumu-ttayyibât(u)(s) veta’âmu-lleżîne ûtû-lkitâbe hillun lekum veta’âmukum hillun lehum(s) velmuhsanâtu mine-lmu/minâti velmuhsanâtu mine-lleżîne ûtû-lkitâbe min kablikum iżâ âteytumûhunne ucûrahunne muhsinîne ġayra musâfihîne velâ mutteḣiżî eḣdân(in)(k) vemen yekfur bil-îmâni fekad habita ‘ameluhu vehuve fî-l-âḣirati mine-lḣâsirîn(e)
Bu gün size temiz ve hoş şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Her kim de inanılması gerekenleri inkar ederse bütün işlediği boşa gider. Ahirette de o, ziyana uğrayanlardandır.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اِذَا
قُمْتُمْ
اِلَى
الصَّلٰوةِ
فَاغْسِلُوا
وُجُوهَكُمْ
وَاَيْدِيَكُمْ
اِلَى
الْمَرَافِقِ
وَامْسَحُوا
بِرُؤُ۫سِكُمْ
وَاَرْجُلَكُمْ
اِلَى
الْكَعْبَيْنِۜ
وَاِنْ
كُنْتُمْ
جُنُباً
فَاطَّهَّرُواۜ
وَاِنْ
كُنْتُمْ
مَرْضٰٓى
اَوْ
عَلٰى
سَفَرٍ
اَوْ
جَٓاءَ
اَحَدٌ
مِنْكُمْ
مِنَ
الْغَٓائِطِ
اَوْ
لٰمَسْتُمُ
النِّسَٓاءَ
فَلَمْ
تَجِدُوا
مَٓاءً
فَتَيَمَّمُوا
صَع۪يداً
طَيِّباً
فَامْسَحُوا
بِوُجُوهِكُمْ
وَاَيْد۪يكُمْ
مِنْهُۜ
مَا
يُر۪يدُ
اللّٰهُ
لِيَجْعَلَ
عَلَيْكُمْ
مِنْ
حَرَجٍ
وَلٰكِنْ
يُر۪يدُ
لِيُطَهِّرَكُمْ
وَلِيُتِمَّ
نِعْمَتَهُ
عَلَيْكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
٦
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû iżâ kumtum ilâ-ssalâti faġsilû vucûhekum veeydiyekum ilâ-lmerâfiki vemsahû biruûsikum veerculekum ilâ-lka’beyn(i)(c) ve-in kuntum cunuben fettahherû(c) ve-in kuntum merdâ ev ‘alâ seferin ev câe ehadun minkum mine-lġâ-iti ev lâmestumu-nnisâe felem tecidû mâen feteyemmemû sa’îden tayyiben femsehû bivucûhikum veeydîkum minh(u)(c) mâ yurîdu(A)llâhu liyec’ale ‘aleykum min haracin velâkin yurîdu liyutahhirakum veliyutimme ni’metehu ‘aleykum le’allekum teşkurûn(e)
Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.
وَاذْكُرُوا
نِعْمَةَ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
وَم۪يثَاقَهُ
الَّذ۪ي
وَاثَقَكُمْ
بِه۪ٓۙ
اِذْ
قُلْتُمْ
سَمِعْنَا
وَاَطَعْنَاۘ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
٧
Veżkurû ni’meta(A)llâhi ‘aleykum vemîśâkahu-lleżî vâśekakum bihi iż kultum semi’nâ veata’nâ(s) vettekû(A)llâh(e)(c) inna(A)llâhe ‘alîmun biżâti-ssudûr(i)
Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve "işittik, itaat ettik" dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
كُونُوا
قَوَّام۪ينَ
لِلّٰهِ
شُهَدَٓاءَ
بِالْقِسْطِۘ
وَلَا
يَجْرِمَنَّكُمْ
شَنَاٰنُ
قَوْمٍ
عَلٰٓى
اَلَّا
تَعْدِلُواۜ
اِعْدِلُوا۠
هُوَ
اَقْرَبُ
لِلتَّقْوٰىۘ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
خَب۪يرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
٨
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû kûnû kavvâmîne li(A)llâhi şuhedâe bilkist(i)(s) velâ yecrimennekum şeneânu kavmin ‘alâ ellâ ta’dilû(c) i’dilû huve akrabu littakvâ(s) vettekû(A)llâh(e)(c) inna(A)llâhe ḣabîrun bimâ ta’melûn(e)
Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
وَعَدَ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِۙ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَاَجْرٌ
عَظ۪يمٌ
٩
Ve’ada(A)llâhu-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti(ﻻ) lehum maġfiratun veecrun ‘azîm(un)
Allah, iman edip salih ameller işleyenler hakkında, "Onlar için bir bağışlama ve büyük bir mükafat vardır" diye vaatte bulunmuştur.
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَٓا
اُو۬لٰٓئِكَ
اَصْحَابُ
الْجَح۪يمِ
١٠
Velleżîne keferû vekeżżebû bi-âyâtinâ ulâ-ike ashâbu-lcahîm(i)
İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlar var ya; işte onlar cehennemliklerdir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اذْكُرُوا
نِعْمَتَ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
اِذْ
هَمَّ
قَوْمٌ
اَنْ
يَبْسُطُٓوا
اِلَيْكُمْ
اَيْدِيَهُمْ
فَكَفَّ
اَيْدِيَهُمْ
عَنْكُمْۚ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَۜ
وَعَلَى
اللّٰهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ۟
١١
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-żkurû ni’meta(A)llâhi ‘aleykum iż hemme kavmun en yebsutû ileykum eydiyehum fekeffe eydiyehum ‘ankum(s) vettekû(A)llâh(e)(c) ve’ala(A)llâhi felyetevekkeli-lmu/minûn(e)
Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya (tecavüze) kalkışmıştı da Allah (buna engel olmuş) onların ellerini sizden çekmişti. Allah'a karşı gelmekten sakının. Mü'minler yalnız Allah'a tevekkül etsinler.
وَلَقَدْ
اَخَذَ
اللّٰهُ
م۪يثَاقَ
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَۚ
وَبَعَثْنَا
مِنْهُمُ
اثْنَيْ
عَشَرَ
نَق۪يباًۜ
وَقَالَ
اللّٰهُ
اِنّ۪ي
مَعَكُمْۜ
لَئِنْ
اَقَمْتُمُ
الصَّلٰوةَ
وَاٰتَيْتُمُ
الزَّكٰوةَ
وَاٰمَنْتُمْ
بِرُسُل۪ي
وَعَزَّرْتُمُوهُمْ
وَاَقْرَضْتُمُ
اللّٰهَ
قَرْضاً
حَسَناً
لَاُكَفِّرَنَّ
عَنْكُمْ
سَيِّـَٔاتِكُمْ
وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُۚ
فَمَنْ
كَفَرَ
بَعْدَ
ذٰلِكَ
مِنْكُمْ
فَقَدْ
ضَلَّ
سَوَٓاءَ
السَّب۪يلِ
١٢
Velekad eḣaża(A)llâhu mîśâka benî isrâ-île vebe’aśnâ minhumu-śney ‘aşera nakîbâ(en)(s) vekâla(A)llâhu innî me’akum(s) le-in ekamtumu-ssalâte veâteytumu-zzekâte veâmentum birusulî ve’azzertumûhum veakradtumu(A)llâhe kardan hasenen leukeffiranne ‘ankum seyyi-âtikum veleudḣilennekum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâr(u)(c) femen kefera ba’de żâlike minkum fekad dalle sevâe-ssebîl(i)
Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah şöyle demişti: "Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekatı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah'a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkar ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır."
فَبِمَا
نَقْضِهِمْ
م۪يثَاقَهُمْ
لَعَنَّاهُمْ
وَجَعَلْنَا
قُلُوبَهُمْ
قَاسِيَةًۚ
يُحَرِّفُونَ
الْكَلِمَ
عَنْ
مَوَاضِعِه۪ۙ
وَنَسُوا
حَظاًّ
مِمَّا
ذُكِّرُوا
بِه۪ۚ
وَلَا
تَزَالُ
تَطَّلِعُ
عَلٰى
خَٓائِنَةٍ
مِنْهُمْ
اِلَّا
قَل۪يلاً
مِنْهُمْ
فَاعْفُ
عَنْهُمْ
وَاصْفَحْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يُحِبُّ
الْمُحْسِن۪ينَ
١٣
Febimâ nakdihim mîśâkahum le’annâhum vece’alnâ kulûbehum kâsiye(ten)(c) yuharrifûne-lkelime ‘an mevâdi’ihi(ﻻ) venesû hazzan mimmâ żukkirû bih(i)(c) velâ tezâlu tettali’u ‘alâ ḣâ-inetin minhum illâ kalîlen minhum(s) fa’fu ‘anhum vasfah(c) inna(A)llâhe yuhibbu-lmuhsinîn(e)
İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah iyilik yapanları sever.
وَمِنَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّا
نَصَارٰٓى
اَخَذْنَا
م۪يثَاقَهُمْ
فَنَسُوا
حَظاًّ
مِمَّا
ذُكِّرُوا
بِه۪ۖ
فَاَغْرَيْنَا
بَيْنَهُمُ
الْعَدَاوَةَ
وَالْبَغْضَٓاءَ
اِلٰى
يَوْمِ
الْقِيٰمَةِۜ
وَسَوْفَ
يُنَبِّئُهُمُ
اللّٰهُ
بِمَا
كَانُوا
يَصْنَعُونَ
١٤
Vemine-lleżîne kâlû innâ nasârâ eḣażnâ mîśâkahum fenesû hazzan mimmâ żukkirû bihi feaġraynâ beynehumu-l’adâvete velbaġdâe ilâ yevmi-lkiyâme(ti)(c) vesevfe yunebbi-uhumu(A)llâhu bimâ kânû yasna’ûn(e)
"Biz hıristiyanız" diyenlerden de sağlam söz almıştık. Ama onlar da akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kini salıverdik. Allah ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek!
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
قَدْ
جَٓاءَكُمْ
رَسُولُنَا
يُبَيِّنُ
لَكُمْ
كَث۪يراً
مِمَّا
كُنْتُمْ
تُخْفُونَ
مِنَ
الْكِتَابِ
وَيَعْفُوا
عَنْ
كَث۪يرٍۜ
قَدْ
جَٓاءَكُمْ
مِنَ
اللّٰهِ
نُورٌ
وَكِتَابٌ
مُب۪ينٌۙ
١٥
Yâ ehle-lkitâbi kad câekum rasûlunâ yubeyyinu lekum keśîran mimmâ kuntum tuḣfûne mine-lkitâbi veya’fû ‘an keśîr(in)(c) kad câekum mina(A)llâhi nûrun vekitâbun mubîn(un)
Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur'an) gelmiştir.
يَهْد۪ي
بِهِ
اللّٰهُ
مَنِ
اتَّبَعَ
رِضْوَانَهُ
سُبُلَ
السَّلَامِ
وَيُخْرِجُهُمْ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
اِلَى
النُّورِ
بِاِذْنِه۪
وَيَهْد۪يهِمْ
اِلٰى
صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ
١٦
Yehdî bihi(A)llâhu meni-ttebe’a ridvânehu subule-sselâmi veyuḣricuhum mine-zzulumâti ilâ-nnûri bi-iżnihi veyehdîhim ilâ sirâtin mustakîm(in)
Allah onunla rızası peşinde olanları selamet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.
لَقَدْ
كَفَرَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْمَس۪يحُ
ابْنُ
مَرْيَمَۜ
قُلْ
فَمَنْ
يَمْلِكُ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاً
اِنْ
اَرَادَ
اَنْ
يُهْلِكَ
الْمَس۪يحَ
ابْنَ
مَرْيَمَ
وَاُمَّهُ
وَمَنْ
فِي
الْاَرْضِ
جَم۪يعاًۜ
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۜ
يَخْلُقُ
مَا
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١٧
Lekad kefera-lleżîne kâlû inna(A)llâhe huve-lmesîhu-bnu meryem(e)(c) kul femen yemliku mina(A)llâhi şey-en in erâde en yuhlike-lmesîha-bne meryeme veummehu vemen fî-l-ardi cemî’â(n)(k) veli(A)llâhi mulku-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ(c) yaḣluku mâ yeşâ(u)(c) va(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Andolsun, "Allah, Meryemoğlu Mesih'dir", diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: "Şâyet Allah, Meryemoğlu Mesih'i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah'a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir."
وَقَالَتِ
الْيَهُودُ
وَالنَّصَارٰى
نَحْنُ
اَبْنَٓاءُ
اللّٰهِ
وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُۜ
قُلْ
فَلِمَ
يُعَذِّبُكُمْ
بِذُنُوبِكُمْۜ
بَلْ
اَنْتُمْ
بَشَرٌ
مِمَّنْ
خَلَقَۜ
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۘ
وَاِلَيْهِ
الْمَص۪يرُ
١٨
Vekâleti-lyehûdu ve-nnasârâ nahnu ebnâu(A)llâhi veehibbâuh(u)(c) kul felime yu’ażżibukum biżunûbikum(s) bel entum beşerun mimmen ḣalak(a)(c) yaġfiru limen yeşâu veyu’ażżibu men yeşâ(u)(c) veli(A)llâhi mulku-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ(s) ve-ileyhi-lmasîr(u)
(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgili kullarıyız" dediler. De ki: "Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de onun yarattıklarından bir beşersiniz." (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş de ancak onadır.
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
قَدْ
جَٓاءَكُمْ
رَسُولُنَا
يُبَيِّنُ
لَكُمْ
عَلٰى
فَتْرَةٍ
مِنَ
الرُّسُلِ
اَنْ
تَقُولُوا
مَا
جَٓاءَنَا
مِنْ
بَش۪يرٍ
وَلَا
نَذ۪يرٍۘ
فَقَدْ
جَٓاءَكُمْ
بَش۪يرٌ
وَنَذ۪يرٌۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ۟
١٩
Yâ ehle-lkitâbi kad câekum rasûlunâ yubeyyinu lekum ‘alâ fetratin mine-rrusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin velâ neżîr(in)(s) fekad câekum beşîrun veneżîr(un)(k) va(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada "Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı" demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.
وَاِذْ
قَالَ
مُوسٰى
لِقَوْمِه۪
يَا
قَوْمِ
اذْكُرُوا
نِعْمَةَ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
اِذْ
جَعَلَ
ف۪يكُمْ
اَنْبِيَٓاءَ
وَجَعَلَكُمْ
مُلُوكاًۗ
وَاٰتٰيكُمْ
مَا
لَمْ
يُؤْتِ
اَحَداً
مِنَ
الْعَالَم۪ينَ
٢٠
Ve-iż kâle mûsâ likavmihi yâkavmi-żkurû ni’meta(A)llâhi ‘aleykum iż ce’ale fîkum enbiyâe vece’alekum mulûken veâtâkum mâ lem yu/ti ehaden mine-l’âlemîn(e)
Hani Mûsâ kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştır ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti."
يَا
قَوْمِ
ادْخُلُوا
الْاَرْضَ
الْمُقَدَّسَةَ
الَّت۪ي
كَتَبَ
اللّٰهُ
لَكُمْ
وَلَا
تَرْتَدُّوا
عَلٰٓى
اَدْبَارِكُمْ
فَتَنْقَلِبُوا
خَاسِر۪ينَ
٢١
Yâ kavmi-dḣulû-l-arda-lmukaddesete-lletî keteba(A)llâhu lekum velâ terteddû ‘alâ edbârikum fetenkalibû ḣâsirîn(e)
"Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz."
قَالُوا
يَا
مُوسٰٓى
اِنَّ
ف۪يهَا
قَوْماً
جَبَّار۪ينَۗ
وَاِنَّا
لَنْ
نَدْخُلَهَا
حَتّٰى
يَخْرُجُوا
مِنْهَاۚ
فَاِنْ
يَخْرُجُوا
مِنْهَا
فَاِنَّا
دَاخِلُونَ
٢٢
Kâlû yâ mûsâ inne fîhâ kavmen cebbârîne ve-innâ len nedḣulehâ hattâ yaḣrucû minhâ fe-in yaḣrucû minhâ fe-innâ dâḣilûn(e)
Dediler ki: "Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz."
قَالَ
رَجُلَانِ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
يَخَافُونَ
اَنْعَمَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمَا
ادْخُلُوا
عَلَيْهِمُ
الْبَابَۚ
فَاِذَا
دَخَلْتُمُوهُ
فَاِنَّكُمْ
غَالِبُونَ
وَعَلَى
اللّٰهِ
فَتَوَكَّلُٓوا
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَ
٢٣
Kâle raculâni mine-lleżîne yeḣâfûne en’ama(A)llâhu ‘aleyhimâ-dḣulû ‘aleyhimu-lbâbe fe-iżâ deḣaltumûhu fe-innekum ġâlibûn(e)(c) ve’ala(A)llâhi fetevekkelû in kuntum mu/minîn(e)
Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: "Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü'minler iseniz yalnızca Allah'a tevekkül edin."
قَالُوا
يَا
مُوسٰٓى
اِنَّا
لَنْ
نَدْخُلَـهَٓا
اَبَداً
مَا
دَامُوا
ف۪يهَا
فَاذْهَبْ
اَنْتَ
وَرَبُّكَ
فَقَاتِلَٓا
اِنَّا
هٰهُنَا
قَاعِدُونَ
٢٤
Kâlû yâ mûsâ innâ len nedḣulehâ ebeden mâ dâmû fîhâ(s) fe-żheb ente verabbuke fekâtilâ innâ hâhunâ kâ’idûn(e)
Dediler ki: "Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin onlarla savaşın. Biz burada oturacağız."
قَالَ
رَبِّ
اِنّ۪ي
لَٓا
اَمْلِكُ
اِلَّا
نَفْس۪ي
وَاَخ۪ي
فَافْرُقْ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَ
الْقَوْمِ
الْفَاسِق۪ينَ
٢٥
Kâle rabbi innî lâ emliku illâ nefsî ve eḣî(s) fefruk beynenâ vebeyne-lkavmi-lfâsikîn(e)
Mûsa, "Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o yoldan çıkmışların arasını ayır" dedi.
قَالَ
فَاِنَّهَا
مُحَرَّمَةٌ
عَلَيْهِمْ
اَرْبَع۪ينَ
سَنَةًۚ
يَت۪يهُونَ
فِي
الْاَرْضِ
فَلَا
تَأْسَ
عَلَى
الْقَوْمِ
الْفَاسِق۪ينَ۟
٢٦
Kâle fe-innehâ muharrametun ‘aleyhim erbe’îne seneten yetîhûne fî-l-ard(i)(c) felâ te/se ‘alâ-lkavmi-lfâsikîn(e)
Allah şöyle dedi: "O halde orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme."
وَاتْلُ
عَلَيْهِمْ
نَبَاَ
ابْنَيْ
اٰدَمَ
بِالْحَقِّۢ
اِذْ
قَرَّبَا
قُرْبَاناً
فَتُقُبِّلَ
مِنْ
اَحَدِهِمَا
وَلَمْ
يُتَقَبَّلْ
مِنَ
الْاٰخَرِۜ
قَالَ
لَاَقْتُلَنَّكَۜ
قَالَ
اِنَّمَا
يَتَقَبَّلُ
اللّٰهُ
مِنَ
الْمُتَّق۪ينَ
٢٧
Vetlu ‘aleyhim nebee-bney âdeme bilhakki iż karrabâ kurbânen fetukubbile min ehadihimâ velem yutekabbel mine-l-âḣari kâle leaktulennek(e)(s) kâle innemâ yetekabbelu(A)llâhu mine-lmuttekîn(e)
(Ey Muhammed!) Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti.
لَئِنْ
بَسَطْتَ
اِلَيَّ
يَدَكَ
لِتَقْتُلَن۪ي
مَٓا
اَنَا۬
بِبَاسِطٍ
يَدِيَ
اِلَيْكَ
لِاَقْتُلَكَۚ
اِنّ۪ٓي
اَخَافُ
اللّٰهَ
رَبَّ
الْعَالَم۪ينَ
٢٨
Le-in besatte ileyye yedeke litaktulenî mâ enâ bibâsitin yediye ileyk(e)(s) li-aktuleke innî eḣâfu(A)llâhe rabbe-l’âlemîn(e)
"Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."
اِنّ۪ٓي
اُر۪يدُ
اَنْ
تَبُٓوأَ
بِاِثْم۪ي
وَاِثْمِكَ
فَتَكُونَ
مِنْ
اَصْحَابِ
النَّارِۚ
وَذٰلِكَ
جَزٰٓؤُا
الظَّالِم۪ينَۚ
٢٩
İnnî urîdu en tebû-a bi-iśmî ve-iśmike fetekûne min ashâbi-nnâr(i)(c) veżâlike cezâu-zzâlimîn(e)
"Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır."
فَطَوَّعَتْ
لَهُ
نَفْسُهُ
قَتْلَ
اَخ۪يهِ
فَقَتَلَهُ
فَاَصْبَحَ
مِنَ
الْخَاسِر۪ينَ
٣٠
Fetavve’at lehu nefsuhu katle eḣîhi fekatelehu feasbeha mine-lḣâsirîn(e)
Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.
فَبَعَثَ
اللّٰهُ
غُرَاباً
يَبْحَثُ
فِي
الْاَرْضِ
لِيُرِيَهُ
كَيْفَ
يُوَار۪ي
سَوْاَةَ
اَخ۪يهِۜ
قَالَ
يَا
وَيْلَتٰٓى
اَعَجَزْتُ
اَنْ
اَكُونَ
مِثْلَ
هٰذَا
الْغُرَابِ
فَاُوَارِيَ
سَوْاَةَ
اَخ۪يۚ
فَاَصْبَحَ
مِنَ
النَّادِم۪ينَۚۛ
٣١
Febe’aśa(A)llâhu ġurâben yebhaśu fî-l-ardi liyuriyehu keyfe yuvârî sev-ete eḣîh(i)(c) kâle yâ veyletâ e’aceztu en ekûne miśle hâżâ-lġurâbi feuvâriye sev-ete eḣî(s) feasbeha mine-nnâdimîn(e)
Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.
مِنْ
اَجْلِ
ذٰلِكَۚۛ
كَتَبْنَا
عَلٰى
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اَنَّهُ
مَنْ
قَتَلَ
نَفْساً
بِغَيْرِ
نَفْسٍ
اَوْ
فَسَادٍ
فِي
الْاَرْضِ
فَكَاَنَّمَا
قَتَلَ
النَّاسَ
جَم۪يـعاًۜ
وَمَنْ
اَحْيَاهَا
فَكَاَنَّمَٓا
اَحْيَا
النَّاسَ
جَم۪يعاًۜ
وَلَقَدْ
جَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُنَا
بِالْبَيِّنَاتِۘ
ثُمَّ
اِنَّ
كَث۪يراً
مِنْهُمْ
بَعْدَ
ذٰلِكَ
فِي
الْاَرْضِ
لَمُسْرِفُونَ
٣٢
Min ecli żâlike ketebnâ ‘alâ benî isrâ-île ennehu men katele nefsen biġayri nefsin ev fesâdin fî-l-ardi fekeennemâ katele-nnâse cemî’an vemen ahyâhâ fekeennemâ ahyâ-nnâse cemî’a(n)(c) velekad câet-hum rusulunâ bilbeyyinâti śümme inne keśîran minhum ba’de żâlike fî-l-ardi lemusrifûn(e)
Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitapta) şunu yazdık: "Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.
اِنَّمَا
جَزٰٓؤُا
الَّذ۪ينَ
يُحَارِبُونَ
اللّٰهَ
وَرَسُولَهُ
وَيَسْعَوْنَ
فِي
الْاَرْضِ
فَسَاداً
اَنْ
يُقَتَّلُٓوا
اَوْ
يُصَلَّـبُٓوا
اَوْ
تُقَطَّعَ
اَيْد۪يهِمْ
وَاَرْجُلُهُمْ
مِنْ
خِلَافٍ
اَوْ
يُنْفَوْا
مِنَ
الْاَرْضِۜ
ذٰلِكَ
لَهُمْ
خِزْيٌ
فِي
الدُّنْيَا
وَلَهُمْ
فِي
الْاٰخِرَةِ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌۙ
٣٣
İnnemâ cezâu-lleżîne yuhâribûna(A)llâhe verasûlehu veyes’avne fî-l-ardi fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukatta’a eydîhim veerculuhum min ḣilâfin ev yunfev mine-l-ard(i)(c) żâlike lehum ḣizyun fî-ddunyâ(s) velehum fî-l-âḣirati ‘ażâbun ‘azîm(un)
Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
تَابُوا
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
تَقْدِرُوا
عَلَيْهِمْۚ
فَاعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ۟
٣٤
İllâ-lleżîne tâbû min kabli en takdirû ‘aleyhim(s) fa’lemû enna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah'ın çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اتَّقُوا
اللّٰهَ
وَابْتَغُٓوا
اِلَيْهِ
الْوَس۪يلَةَ
وَجَاهِدُوا
ف۪ي
سَب۪يلِه۪
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ
٣٥
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe vebteġû ileyhi-lvesîlete vecâhidû fî sebîlihi le’allekum tuflihûn(e)
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının, ona yaklaşmaya vesile arayın ve onun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَوْ
اَنَّ
لَهُمْ
مَا
فِي
الْاَرْضِ
جَم۪يعاً
وَمِثْلَهُ
مَعَهُ
لِيَفْتَدُوا
بِه۪
مِنْ
عَذَابِ
يَوْمِ
الْقِيٰمَةِ
مَا
تُقُبِّلَ
مِنْهُمْۚ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٣٦
İnne-lleżîne keferû lev enne lehum mâ fî-l-ardi cemî’an vemiślehu me’ahu liyeftedû bihi min ‘ażâbi yevmi-lkiyâmeti mâ tukubbile minhum(s) velehum ‘ażâbun elîm(un)
Şüphesiz yeryüzünde olanların hepsi ve yanında bir o kadarı daha kendilerinin (kafirlerin) olsa da onu kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar onlardan yine kabul edilmez. Onlara elem dolu bir azap vardır.
يُر۪يدُونَ
اَنْ
يَخْرُجُوا
مِنَ
النَّارِ
وَمَا
هُمْ
بِخَارِج۪ينَ
مِنْهَاۘ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
مُق۪يمٌ
٣٧
Yurîdûne en yaḣrucû mine-nnâri vemâ hum biḣâricîne minhâ(s) velehum ‘ażâbun mukîm(un)
Ateşten çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sürekli bir azap vardır.
وَالسَّارِقُ
وَالسَّارِقَةُ
فَاقْطَعُٓوا
اَيْدِيَهُمَا
جَزَٓاءً
بِمَا
كَسَبَا
نَكَالاً
مِنَ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
عَز۪يزٌ
حَك۪يمٌ
٣٨
Ve-ssâriku ve-ssârikatu fakta’û eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen mina(A)llâh(i)(k) va(A)llâhu ‘azîzun hakîm(un)
Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
فَمَنْ
تَابَ
مِنْ
بَعْدِ
ظُلْمِه۪
وَاَصْلَحَ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
يَتُوبُ
عَلَيْهِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٣٩
Femen tâbe min ba’di zulmihi veasleha fe-inna(A)llâhe yetûbu ‘aleyh(i)(k) inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
اَلَمْ
تَعْلَمْ
اَنَّ
اللّٰهَ
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
يُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٤٠
Elem ta’lem enna(A)llâhe lehu mulku-ssemâvâti vel-ardi yu’ażżibu men yeşâu veyaġfiru limen yeşâ(u)(k) va(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. O dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.
يَٓا
اَيُّهَا
الرَّسُولُ
لَا
يَحْزُنْكَ
الَّذ۪ينَ
يُسَارِعُونَ
فِي
الْكُفْرِ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اٰمَنَّا
بِاَفْوَاهِهِمْ
وَلَمْ
تُؤْمِنْ
قُلُوبُهُمْۚ
وَمِنَ
الَّذ۪ينَ
هَادُوا
سَمَّاعُونَ
لِلْكَذِبِ
سَمَّاعُونَ
لِقَوْمٍ
اٰخَر۪ينَۙ
لَمْ
يَأْتُوكَۜ
يُحَرِّفُونَ
الْكَلِمَ
مِنْ
بَعْدِ
مَوَاضِعِه۪ۚ
يَقُولُونَ
اِنْ
اُو۫ت۪يتُمْ
هٰذَا
فَخُذُوهُ
وَاِنْ
لَمْ
تُؤْتَوْهُ
فَاحْذَرُواۜ
وَمَنْ
يُرِدِ
اللّٰهُ
فِتْنَتَهُ
فَلَنْ
تَمْلِكَ
لَهُ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاًۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
لَمْ
يُرِدِ
اللّٰهُ
اَنْ
يُطَهِّرَ
قُلُوبَهُمْۜ
لَهُمْ
فِي
الدُّنْيَا
خِزْيٌ
وَلَهُمْ
فِي
الْاٰخِرَةِ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌ
٤١
Yâ eyyuhâ-rrasûlu lâ yahzunke-lleżîne yusâri’ûne fî-lkufri mine-lleżîne kâlû âmennâ bi-efvâhihim velem tu/min kulûbuhum(*) vemine-lleżîne hâdû(*) semmâ’ûne lilkeżibi semmâ’ûne likavmin âḣarîne lem ye/tûk(e)(s) yuharrifûne-lkelime min ba’di mevâdi’ih(i)(s) yekûlûne in ûtîtum hâżâ feḣużûhu ve-in lem tu/tevhu fahżerû(c) vemen yuridi(A)llâhu fitnetehu felen temlike lehu mina(A)llâhi şey-â(en)(c) ulâ-ike-lleżîne lem yuridi(A)llâhu en yutahhira kulûbehum(c) lehum fî-ddunyâ ḣizyun velehum fî-l-âḣirati ‘ażâbun ‘azîm(un)
Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla "İnandık" diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: "Eğer size şu hüküm verilirse onu tutun. O verilmezse sakının." Allah kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.
سَمَّاعُونَ
لِلْكَذِبِ
اَكَّالُونَ
لِلسُّحْتِۜ
فَاِنْ
جَٓاؤُ۫كَ
فَاحْكُمْ
بَيْنَهُمْ
اَوْ
اَعْرِضْ
عَنْهُمْۚ
وَاِنْ
تُعْرِضْ
عَنْهُمْ
فَلَنْ
يَضُرُّوكَ
شَيْـٔاًۜ
وَاِنْ
حَكَمْتَ
فَاحْكُمْ
بَيْنَهُمْ
بِالْقِسْطِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يُحِبُّ
الْمُقْسِط۪ينَ
٤٢
Semmâ’ûne lilkeżibi ekkâlûne lissuht(i)(c) fe-in câûke fahkum beynehum ev a’rid ‘anhum(s) ve-in tu’rid ‘anhum felen yadurrûke şey-(en)(s) ve-in hakemte fahkum beynehum bilkist(i)(c) inna(A)llâhe yuhibbu-lmuksitîn(e)
Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.
وَكَيْفَ
يُحَكِّمُونَكَ
وَعِنْدَهُمُ
التَّوْرٰيةُ
ف۪يهَا
حُكْمُ
اللّٰهِ
ثُمَّ
يَتَوَلَّوْنَ
مِنْ
بَعْدِ
ذٰلِكَۜ
وَمَٓا
اُو۬لٰٓئِكَ
بِالْمُؤْمِن۪ينَ۟
٤٣
Vekeyfe yuhakkimûneke ve’indehumu-ttevrâtu fîhâ hukmu(A)llâhi śümme yetevellevne min ba’di żâlik(e)(c) vemâ ulâ-ike bilmu/minîn(e)
Yanlarında içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar (kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.
اِنَّٓا
اَنْزَلْنَا
التَّوْرٰيةَ
ف۪يهَا
هُدًى
وَنُورٌۚ
يَحْكُمُ
بِهَا
النَّبِيُّونَ
الَّذ۪ينَ
اَسْلَمُوا
لِلَّذ۪ينَ
هَادُوا
وَالرَّبَّانِيُّونَ
وَالْاَحْبَارُ
بِمَا
اسْتُحْفِظُوا
مِنْ
كِتَابِ
اللّٰهِ
وَكَانُوا
عَلَيْهِ
شُهَدَٓاءَۚ
فَلَا
تَخْشَوُا
النَّاسَ
وَاخْشَوْنِ
وَلَا
تَشْتَرُوا
بِاٰيَات۪ي
ثَمَناً
قَل۪يلاًۜ
وَمَنْ
لَمْ
يَحْكُمْ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْكَافِرُونَ
٤٤
İnnâ enzelnâ-ttevrâte fîhâ huden venûr(un)(c) yahkumu bihâ-nnebiyyûne-lleżîne eslemû lilleżîne hâdû ve-rrabbâniyyûne vel-ehbâru bimâ-stuhfizû min kitâbi(A)llâhi vekânû ‘aleyhi şuhedâ-/(e)(c) felâ taḣşevû-nnâse vaḣşevni velâ teşterû bi-âyâtî śemenen kalîlâ(en)(c) vemen lem yahkum bimâ enzela(A)llâhu feulâ-ike humu-lkâfirûn(e)
Şüphesiz Tevrat'ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah'a) teslim olmuş nebiler onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah'ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat'ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu halde siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.
وَكَتَبْنَا
عَلَيْهِمْ
ف۪يهَٓا
اَنَّ
النَّفْسَ
بِالنَّفْسِۙ
وَالْعَيْنَ
بِالْعَيْنِ
وَالْاَنْفَ
بِالْاَنْفِ
وَالْاُذُنَ
بِالْاُذُنِ
وَالسِّنَّ
بِالسِّنِّۙ
وَالْجُرُوحَ
قِصَاصٌۜ
فَمَنْ
تَصَدَّقَ
بِه۪
فَهُوَ
كَفَّارَةٌ
لَهُۜ
وَمَنْ
لَمْ
يَحْكُمْ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٤٥
Veketebnâ ‘aleyhim fîhâ enne-nnefse bi-nnefsi vel’ayne bil’ayni vel-enfe bil-enfi velużune bilużuni ve-ssinne bi-ssinni velcurûha kisâs(un)(c) femen tesaddeka bihi fehuve keffâratun leh(u)(c) vemen lem yahkum bimâ enzela(A)llâhu feulâ-ike humu-zzâlimûn(e)
Onda (Tevrat'ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.
وَقَفَّيْنَا
عَلٰٓى
اٰثَارِهِمْ
بِع۪يسَى
ابْنِ
مَرْيَمَ
مُصَدِّقاً
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِ
مِنَ
التَّوْرٰيةِۖ
وَاٰتَيْنَاهُ
الْاِنْج۪يلَ
ف۪يهِ
هُدًى
وَنُورٌۙ
وَمُصَدِّقاً
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِ
مِنَ
التَّوْرٰيةِ
وَهُدًى
وَمَوْعِظَةً
لِلْمُتَّق۪ينَ
٤٦
Vekaffeynâ ‘alâ âśârihim bi’îsâ-bni meryeme musaddikan limâ beyne yedeyhi mine-ttevrâ(ti)(s) veâteynâhu-l-incîle fîhi huden venûrun vemusaddikan limâ beyne yedeyhi mine-ttevrâti vehuden vemev’izaten lilmuttekîn(e)
O peygamberlerin izleri üzere Meryemoğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil'i verdik.
وَلْيَحْكُمْ
اَهْلُ
الْاِنْج۪يلِ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
ف۪يهِۜ
وَمَنْ
لَمْ
يَحْكُمْ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْفَاسِقُونَ
٤٧
Velyahkum ehlu-l-incîli bimâ enzela(A)llâhu fîh(i)(c) vemen lem yahkum bimâ enzela(A)llâhu feulâ-ike humu-lfâsikûn(e)
İncil ehli Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.
وَاَنْزَلْـنَٓا
اِلَيْكَ
الْكِتَابَ
بِالْحَقِّ
مُصَدِّقاً
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِ
مِنَ
الْكِتَابِ
وَمُهَيْمِناً
عَلَيْهِ
فَاحْكُمْ
بَيْنَهُمْ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
وَلَا
تَتَّبِعْ
اَهْوَٓاءَهُمْ
عَمَّا
جَٓاءَكَ
مِنَ
الْحَقِّۜ
لِكُلٍّ
جَعَلْنَا
مِنْكُمْ
شِرْعَةً
وَمِنْهَاجاًۜ
وَلَوْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
لَجَعَلَكُمْ
اُمَّةً
وَاحِدَةً
وَلٰكِنْ
لِيَبْلُوَكُمْ
ف۪ي
مَٓا
اٰتٰيكُمْ
فَاسْتَبِقُوا
الْخَيْرَاتِۜ
اِلَى
اللّٰهِ
مَرْجِعُكُمْ
جَم۪يعاً
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
ف۪يهِ
تَخْتَلِفُونَۙ
٤٨
Veenzelnâ ileyke-lkitâbe bilhakki musaddikan limâ beyne yedeyhi mine-lkitâbi ve muheyminen ‘aleyh(i)(s) fahkum beynehum bimâ enzela(A)llâhu velâ tettebi’ ehvâehum ‘ammâ câeke mine-lhakk(i)(c) likullin ce’alnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(en)(c) velev şâa(A)llâhu lece’alekum ummeten vâhideten velâkin liyebluvekum fîmâ âtâkum(c) festebikû-lḣayrât(i)(c) ila(A)llâhi merci’ukum cemî’an feyunebbi-ukum bimâ kuntum fîhi taḣtelifûn(e)
(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab'ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.
وَاَنِ
احْكُمْ
بَيْنَهُمْ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
وَلَا
تَتَّبِـعْ
اَهْوَٓاءَهُمْ
وَاحْذَرْهُمْ
اَنْ
يَفْتِنُوكَ
عَنْ
بَعْضِ
مَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
اِلَيْكَۜ
فَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَاعْلَمْ
اَنَّمَا
يُر۪يدُ
اللّٰهُ
اَنْ
يُص۪يبَهُمْ
بِبَعْضِ
ذُنُوبِهِمْۜ
وَاِنَّ
كَث۪يراً
مِنَ
النَّاسِ
لَفَاسِقُونَ
٤٩
Ve eni-hkum beynehum bimâ enzela(A)llâhu velâ tettebi’ ehvâehum vahżerhum en yeftinûke ‘an ba’di mâ enzela(A)llâhu ileyk(e)(s) fe-in tevellev fa’lem ennemâ yurîdu(A)llâhu en yusîbehum biba’di żunûbihim(k) ve-inne keśîran mine-nnâsi lefâsikûn(e)
Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur'an'ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.
اَفَحُكْمَ
الْجَاهِلِيَّةِ
يَبْغُونَۜ
وَمَنْ
اَحْسَنُ
مِنَ
اللّٰهِ
حُكْماً
لِقَوْمٍ
يُوقِنُونَ۟
٥٠
Efehukme-lcâhiliyyeti yebġûn(e)(c) vemen ahsenu mina(A)llâhi hukmen likavmin yûkinûn(e)
Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir?
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَتَّخِذُوا
الْيَهُودَ
وَالنَّصَارٰٓى
اَوْلِيَٓاءَۢ
بَعْضُهُمْ
اَوْلِيَٓاءُ
بَعْضٍۜ
وَمَنْ
يَتَوَلَّهُمْ
مِنْكُمْ
فَاِنَّهُ
مِنْهُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ
٥١
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tetteḣiżû-lyehûde ve-nnasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu ba’d(in)(c) vemen yetevellehum minkum fe-innehu minhum inna(A)llâhe lâ yehdî-lkavme-zzâlimîn(e)
Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez.
فَتَرَى
الَّذ۪ينَ
ف۪ي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ
يُسَارِعُونَ
ف۪يهِمْ
يَقُولُونَ
نَخْشٰٓى
اَنْ
تُص۪يبَنَا
دَٓائِرَةٌۜ
فَعَسَى
اللّٰهُ
اَنْ
يَأْتِيَ
بِالْفَتْحِ
اَوْ
اَمْرٍ
مِنْ
عِنْدِه۪
فَيُصْبِحُوا
عَلٰى
مَٓا
اَسَرُّوا
ف۪ٓي
اَنْفُسِهِمْ
نَادِم۪ينَۜ
٥٢
Feterâ-lleżîne fî kulûbihim meradun yusâri’ûne fîhim yekûlûne naḣşâ en tusîbenâ dâ-ira(tun)(c) fe’asa(A)llâhu en ye/tiye bilfethi ev emrin min ‘indihi feyusbihû ‘alâ mâ eserrû fî enfusihim nâdimîn(e)
İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, "Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar.
وَيَقُولُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ
الَّذ۪ينَ
اَقْسَمُوا
بِاللّٰهِ
جَهْدَ
اَيْمَانِهِمْۙ
اِنَّهُمْ
لَمَعَكُمْۜ
حَبِطَتْ
اَعْمَالُهُمْ
فَاَصْبَحُوا
خَاسِر۪ينَ
٥٣
Veyekûlu-lleżîne âmenû ehâulâ-i-lleżîne aksemû bi(A)llâhi cehde eymânihim(ﻻ) innehum leme’akum(c) habitat a’mâluhum feesbehû ḣâsirîn(e)
(O zaman) iman edenler derler ki: "Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah'a yemin edenler şunlar mı?" Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan edenler olmuşlardır.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
مَنْ
يَرْتَدَّ
مِنْكُمْ
عَنْ
د۪ينِه۪
فَسَوْفَ
يَأْتِي
اللّٰهُ
بِقَوْمٍ
يُحِبُّهُمْ
وَيُحِبُّونَهُٓ
اَذِلَّةٍ
عَلَى
الْمُؤْمِن۪ينَ
اَعِزَّةٍ
عَلَى
الْكَافِر۪ينَۘ
يُجَاهِدُونَ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَلَا
يَخَافُونَ
لَوْمَةَ
لَٓائِمٍۜ
ذٰلِكَ
فَضْلُ
اللّٰهِ
يُؤْت۪يهِ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
وَاسِعٌ
عَل۪يمٌ
٥٤
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû men yertedde minkum ‘an dînihi fesevfe ye/ti(A)llâhu bikavmin yuhibbuhum veyuhibbûnehu eżilletin ‘alâ-lmu/minîne e’izzetin ‘alâ-lkâfirîne yucâhidûne fî sebîli(A)llâhi velâ yeḣâfûne levmete lâ-im(in)(c) żâlike fadlu(A)llâhi yu/tîhi men yeşâ(u)(c) va(A)llâhu vâsi’un ‘alîm(un)
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
اِنَّمَا
وَلِيُّكُمُ
اللّٰهُ
وَرَسُولُهُ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
الَّذ۪ينَ
يُق۪يمُونَ
الصَّلٰوةَ
وَيُؤْتُونَ
الزَّكٰوةَ
وَهُمْ
رَاكِعُونَ
٥٥
İnnemâ veliyyukumu(A)llâhu verasûluhu velleżîne âmenû-lleżîne yukîmûne-ssalâte veyu/tûne-zzekâte vehum râki’ûn(e)
Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resûlüdür ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü'minlerdir.
وَمَنْ
يَتَوَلَّ
اللّٰهَ
وَرَسُولَهُ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
فَاِنَّ
حِزْبَ
اللّٰهِ
هُمُ
الْغَالِبُونَ۟
٥٦
Vemen yetevella(A)llâhe verasûlehu velleżîne âmenû fe-inne hizba(A)llâhi humu-lġâlibûn(e)
Kim Allah'ı, onun peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا تَتَّخِذُوا
الَّذ۪ينَ
اتَّخَذُوا
د۪ينَكُمْ
هُزُواً
وَلَعِباً
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
وَالْكُفَّارَ
اَوْلِيَٓاءَۚ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَ
٥٧
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tetteḣiżû-lleżîne-tteḣażû dînekum huzuven vela’iben mine-lleżîne ûtû-lkitâbe min kablikum velkuffâra evliyâ/(e)(c) vettekû(A)llâhe in kuntum mu/minîn(e)
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kafirleri dost edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının.
وَاِذَا
نَادَيْتُمْ
اِلَى
الصَّلٰوةِ
اتَّخَذُوهَا
هُزُواً
وَلَعِباًۜ
ذٰلِكَ
بِاَنَّهُمْ
قَوْمٌ
لَا يَعْقِلُونَ
٥٨
Ve-iżâ nâdeytum ilâ-ssalâti-tteḣażûhâ huzuven vela’ibâ(en)(c) żâlike bi-ennehum kavmun lâ ya’kilûn(e)
Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.
قُلْ
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
هَلْ
تَنْقِمُونَ
مِنَّٓا
اِلَّٓا
اَنْ
اٰمَنَّا
بِاللّٰهِ
وَمَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْنَا
وَمَٓا
اُنْزِلَ
مِنْ
قَبْلُۙ
وَاَنَّ
اَكْثَرَكُمْ
فَاسِقُونَ
٥٩
Kul yâ ehle-lkitâbi hel tenkimûne minnâ illâ en âmennâ bi(A)llâhi vemâ unzile ileynâ vemâ unzile min kablu veenne ekśerakum fâsikûn(e)
De ki: "Ey kitap ehli! Sadece Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilmiş olan (ilahi kitap)lara inandığımızdan ve çoğunuzun da fasıklar olmasından ötürü bizden hoşlanmıyorsunuz."
قُلْ
هَلْ
اُنَبِّئُكُمْ
بِشَرٍّ
مِنْ
ذٰلِكَ
مَثُوبَةً
عِنْدَ
اللّٰهِۜ
مَنْ
لَعَنَهُ
اللّٰهُ
وَغَضِبَ
عَلَيْهِ
وَجَعَلَ
مِنْهُمُ
الْقِرَدَةَ
وَالْخَنَاز۪يرَ
وَعَبَدَ
الطَّاغُوتَۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
شَرٌّ
مَكَاناً
وَاَضَلُّ
عَنْ
سَوَٓاءِ
السَّب۪يلِ
٦٠
Kul hel unebbi-ukum bişerrin min żâlike meśûbeten ‘inda(A)llâh(i)(c) men le’anehu(A)llâhu veġadibe ‘aleyhi vece’ale minhumu-lkiradete velḣanâzîra ve’abede-ttâġût(i)(c) ulâ-ike şerrun mekânen veedallu ‘an sevâ-i-ssebîl(i)
De ki: "Allah katında cezası bundan daha kötü olanları size haber vereyim mi? Onlar, Allah'ın lanetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır."
وَاِذَا
جَٓاؤُ۫كُمْ
قَالُٓوا
اٰمَنَّا
وَقَدْ
دَخَلُوا
بِالْـكُفْرِ
وَهُمْ
قَدْ
خَرَجُوا
بِه۪ۜ
وَاللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِمَا
كَانُوا
يَكْتُمُونَ
٦١
Ve-iżâ câûkum kâlû âmennâ vekad deḣalû bilkufri vehum kad ḣaracû bih(i)(c) va(A)llâhu a’lemu bimâ kânû yektumûn(e)
(Yanınıza) küfürle girip yine (yanınızdan) küfürle çıktıkları halde size geldiklerinde "İnandık" dediler. Allah onların saklamakta oldukları şeyi daha iyi bilir.
وَتَرٰى
كَث۪يراً
مِنْهُمْ
يُسَارِعُونَ
فِي
الْاِثْمِ
وَالْعُدْوَانِ
وَاَكْلِهِمُ
السُّحْتَۜ
لَبِئْسَ
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٦٢
Veterâ keśîran minhum yusâri’ûne fî-l-iśmi vel’udvâni veeklihimu-ssuht(e)(c) lebi/se mâ kânû ya’melûn(e)
Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!
لَوْلَا
يَنْهٰيهُمُ
الرَّبَّانِيُّونَ
وَالْاَحْبَارُ
عَنْ
قَوْلِهِمُ
الْاِثْمَ
وَاَكْلِهِمُ
السُّحْتَۜ
لَبِئْسَ
مَا
كَانُوا
يَصْنَعُونَ
٦٣
Levlâ yenhâhumu-rrabbâniyyûne vel-ahbâru ‘an kavlihimu-l-iśme veeklihimu-ssuht(e)(c) lebi/se mâ kânû yasne’ûn(e)
Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!
وَقَالَتِ
الْيَهُودُ
يَدُ
اللّٰهِ
مَغْلُولَةٌۜ
غُلَّتْ
اَيْد۪يهِمْ
وَلُعِنُوا
بِمَا
قَالُواۢ
بَلْ
يَدَاهُ
مَبْسُوطَتَانِۙ
يُنْفِقُ
كَيْفَ
يَشَٓاءُۜ
وَلَيَز۪يدَنَّ
كَث۪يراً
مِنْهُمْ
مَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْكَ
مِنْ
رَبِّكَ
طُغْيَاناً
وَكُفْراًۜ
وَاَلْقَيْنَا
بَيْنَهُمُ
الْعَدَاوَةَ
وَالْبَغْضَٓاءَ
اِلٰى
يَوْمِ
الْقِيٰمَةِۜ
كُلَّمَٓا
اَوْقَدُوا
نَاراً
لِلْحَرْبِ
اَطْفَاَهَا
اللّٰهُۙ
وَيَسْعَوْنَ
فِي
الْاَرْضِ
فَسَاداًۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يُحِبُّ
الْمُفْسِد۪ينَ
٦٤
Vekâleti-lyehûdu yedu(A)llâhi maġlûle(tun)(c) ġullet eydîhim velu’inû bimâ kâlû(m) bel yedâhu mebsûtatâni yunfiku keyfe yeşâ(u)(c) veleyezîdenne keśîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tuġyânen vekufrâ(n)(c) veelkaynâ beynehumu-l’adâvete velbaġdâe ilâ yevmi-lkiyâme(ti)(c) kullemâ evkadû nâran lilharbi atfeeha(A)llâhu veyes’avne fî-l-ardi fesâdâ(en)(c) va(A)llâhu lâ yuhibbu-lmufsidîn(e)
Bir de Yahudiler, "Allah'ın eli bağlıdır" dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Hayır, onun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden indirilen (Kur'an) onlardan birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah bozguncuları sevmez.
وَلَوْ
اَنَّ
اَهْلَ
الْكِتَابِ
اٰمَنُوا
وَاتَّقَوْا
لَكَفَّرْنَا
عَنْهُمْ
سَيِّـَٔاتِهِمْ
وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ
جَنَّاتِ
النَّع۪يمِ
٦٥
Velev enne ehle-lkitâbi âmenû vettekav lekeffernâ ‘anhum seyyi-âtihim veleedḣalnâhum cennâti-nna’îm(i)
Eğer kitap ehli iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, muhakkak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine koyardık.
وَلَوْ
اَنَّهُمْ
اَقَامُوا
التَّوْرٰيةَ
وَالْاِنْج۪يلَ
وَمَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْهِمْ
مِنْ
رَبِّهِمْ
لَاَكَلُوا
مِنْ
فَوْقِهِمْ
وَمِنْ
تَحْتِ
اَرْجُلِهِمْۜ
مِنْهُمْ
اُمَّةٌ
مُقْتَصِدَةٌۜ
وَكَث۪يرٌ
مِنْهُمْ
سَٓاءَ
مَا
يَعْمَلُونَ۟
٦٦
Velev ennehum ekâmû-ttevrâte vel-incîle vemâ unzile ileyhim min rabbihim leekelû min fevkihim vemin tahti erculihim(c) minhum ummetun mukteside(tun)(s) vekeśîrun minhum sâe mâ ya’melûn(e)
Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur'an'ı) gereğince uygulasalardı elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!
يَٓا
اَيُّهَا
الرَّسُولُ
بَلِّـغْ
مَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْكَ
مِنْ
رَبِّكَۜ
وَاِنْ
لَمْ
تَفْعَلْ
فَمَا
بَلَّغْتَ
رِسَالَتَهُۜ
وَاللّٰهُ
يَعْصِمُكَ
مِنَ
النَّاسِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الْكَافِر۪ينَ
٦٧
Yâ eyyuhâ-rrasûlu belliġ mâ unzile ileyke min rabbik(e)(s) ve-in lem tef’al femâ bellaġte risâleteh(u)(c) va(A)llâhu ya’simuke mine-nnâs(i)(k) inna(A)llâhe lâ yehdî-lkavme-lkâfirîn(e)
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.
قُلْ
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
لَسْتُمْ
عَلٰى
شَيْءٍ
حَتّٰى
تُق۪يمُوا
التَّوْرٰيةَ
وَالْاِنْج۪يلَ
وَمَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْكُمْ
مِنْ
رَبِّكُمْۜ
وَلَيَز۪يدَنَّ
كَث۪يراً
مِنْهُمْ
مَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْكَ
مِنْ
رَبِّكَ
طُغْيَاناً
وَكُفْراًۚ
فَلَا
تَأْسَ
عَلَى
الْقَوْمِ
الْكَافِر۪ينَ
٦٨
Kul yâ ehle-lkitâbi lestum ‘alâ şey-in hattâ tukîmû-ttevrâte vel-incîle vemâ unzile ileykum min rabbikum(k) veleyezîdenne keśîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tuġyânen vekufrâ(n)(s) felâ te/se ‘alâ-lkavmi-lkâfirîn(e)
De ki: "Ey Kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni (Kur'an'ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz." Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur'an onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَالَّذ۪ينَ
هَادُوا
وَالصَّابِـؤُ۫نَ
وَالنَّصَارٰى
مَنْ
اٰمَنَ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِ
وَعَمِلَ
صَالِحاً
فَلَا
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلَا
هُمْ
يَحْزَنُونَ
٦٩
İnne-lleżîne âmenû velleżîne hâdû va-ssâbi-ûne ve-nnasârâ men âmene bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣiri ve’amile sâlihan felâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)
Şüphesiz inananlar (müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir grubun kendi şeriatında) "Allah'a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır" (diye hükmedilmiştir.)
لَقَدْ
اَخَذْنَا
م۪يثَاقَ
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
وَاَرْسَلْـنَٓا
اِلَيْهِمْ
رُسُلاًۜ
كُلَّمَا
جَٓاءَهُمْ
رَسُولٌ
بِمَا
لَا
تَهْوٰٓى
اَنْفُسُهُمْۙ
فَر۪يقاً
كَذَّبُوا
وَفَر۪يقاً
يَقْتُلُونَ
٧٠
Lekad eḣażnâ mîśâka benî isrâ-île veerselnâ ileyhim rusulâ(en)(s) kullemâ câehum rasûlun bimâ lâ tehvâ enfusuhum ferîkan keżżebû veferîkan yaktulûn(e)
Andolsun, İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat her ne zaman bir Peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.
وَحَسِبُٓوا
اَلَّا
تَكُونَ
فِتْنَةٌ
فَعَمُوا
وَصَمُّوا
ثُمَّ
تَابَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمْ
ثُمَّ
عَمُوا
وَصَمُّوا
كَث۪يرٌ
مِنْهُمْۜ
وَاللّٰهُ
بَص۪يرٌ
بِمَا
يَعْمَلُونَ
٧١
Vehasibû ellâ tekûne fitnetun fe’amû vesammû śümme tâba(A)llâhu ‘aleyhim śümme ‘amû vesammû keśîrun minhum(c) va(A)llâhu basîrun bimâ ya’melûn(e)
(Bu yaptıklarında) bir bela olmayacağını sandılar da kör ve sağır kesildiler. Sonra (tövbe ettiler), Allah da onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu kör ve sağır kesildiler. Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir.
لَقَدْ
كَفَرَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْمَس۪يحُ
ابْنُ
مَرْيَمَۜ
وَقَالَ
الْمَس۪يحُ
يَا
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اعْبُدُوا
اللّٰهَ
رَبّ۪ي
وَرَبَّكُمْۜ
اِنَّهُ
مَنْ
يُشْرِكْ
بِاللّٰهِ
فَقَدْ
حَرَّمَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِ
الْجَنَّةَ
وَمَأْوٰيهُ
النَّارُۜ
وَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
اَنْصَارٍ
٧٢
Lekad kefera-lleżîne kâlû inna(A)llâhe huve-lmesîhu-bnu meryem(e)(s) vekâle-lmesîhu yâ benî isrâ-île-’budû(A)llâhe rabbî verabbekum(s) innehu men yuşrik bi(A)llâhi fekad harrama(A)llâhu ‘aleyhi-lcennete veme/vâhu-nnâr(u)(s) vemâ lizzâlimîne min ensâr(in)
Andolsun, "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kesinlikle kafir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: "Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur."
لَقَدْ
كَفَرَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّ
اللّٰهَ
ثَالِثُ
ثَلٰثَةٍۢ
وَمَا
مِنْ
اِلٰهٍ
اِلَّٓا
اِلٰهٌ
وَاحِدٌۜ
وَاِنْ
لَمْ
يَنْتَهُوا
عَمَّا
يَقُولُونَ
لَيَمَسَّنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنْهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٧٣
Lekad kefera-lleżîne kâlû inna(A)llâhe śâliśu śelâśe(tin)(m) vemâ min ilâhin illâ ilâhun vâhid(un)(c) ve-in lem yentehû ‘ammâ yekûlûne leyemessenne-lleżîne keferû minhum ‘ażâbun elîm(un)
Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler kafir oldu. Halbuki bir tek ilahtan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse andolsun onlardan inkar edenlere elbette elem dolu bir azap dokunacaktır.
اَفَلَا
يَتُوبُونَ
اِلَى
اللّٰهِ
وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٧٤
Efelâ yetûbûne ila(A)llâhi veyestaġfirûneh(u)(c) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)
Hâlâ mı Allah'a tövbe etmezler ve ondan bağışlanma istemezler? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
مَا
الْمَس۪يحُ
ابْنُ
مَرْيَمَ
اِلَّا
رَسُولٌۚ
قَدْ
خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِهِ
الرُّسُلُۜ
وَاُمُّهُ
صِدّ۪يقَةٌۜ
كَانَا
يَأْكُلَانِ
الطَّعَامَۜ
اُنْظُرْ
كَيْفَ
نُبَيِّنُ
لَهُمُ
الْاٰيَاتِ
ثُمَّ
انْظُرْ
اَنّٰى
يُؤْفَكُونَ
٧٥
Mâ-lmesîhu-bnu meryeme illâ rasûlun kad ḣalet min kablihi-rrusulu veummuhu siddîka(tun)(s) kânâ ye/kulâni-tta’âm(e)(k) unzur keyfe nubeyyinu lehumu-l-âyâti śümme unzur ennâ yu/fekûn(e)
Meryem oğlu Mesih sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi geçti. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır. (Nasıl ilah olabilirler?) İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl da (haktan) çevriliyorlar.
قُلْ
اَتَعْبُدُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَا
يَمْلِكُ
لَكُمْ
ضَراًّ
وَلَا
نَفْعاًۜ
وَاللّٰهُ
هُوَ
السَّم۪يعُ
الْعَل۪يمُ
٧٦
Kul eta’budûne min dûni(A)llâhi mâ lâ yemliku lekum darran velâ nef’â(n)(c) va(A)llâhu huve-ssemî’u-l’alîm(u)
(Ey Muhammed!) De ki: "Allah'ı bırakıp da, sizin için ne bir zarara ne de bir yarara gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."
قُلْ
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
لَا
تَغْلُوا
ف۪ي
د۪ينِكُمْ
غَيْرَ
الْحَقِّ
وَلَا
تَتَّبِعُٓوا
اَهْوَٓاءَ
قَوْمٍ
قَدْ
ضَلُّوا
مِنْ
قَبْلُ
وَاَضَلُّوا
كَث۪يراً
وَضَلُّوا
عَنْ
سَوَٓاءِ
السَّب۪يلِ۟
٧٧
Kul yâ ehle-lkitâbi lâ taġlû fî dînikum ġayra-lhakki velâ tettebi’û ehvâe kavmin kad dallû min kablu veedallû keśîran vedallû ‘an sevâ-i-ssebîl(i)
De ki: "Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, bir çoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın."
لُعِنَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنْ
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
عَلٰى
لِسَانِ
دَاوُ۫دَ
وَع۪يسَى
ابْنِ
مَرْيَمَۜ
ذٰلِكَ
بِمَا
عَصَوْا
وَكَانُوا
يَعْتَدُونَ
٧٨
Lu’ine-lleżîne keferû min benî isrâ-île ‘alâ lisâni dâvûde ve’îsâ-bni meryem(e)(c) żâlike bimâ ‘asav vekânû ya’tedûn(e)
İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.
كَانُوا
لَا
يَتَنَاهَوْنَ
عَنْ
مُنْكَرٍ
فَعَلُوهُۜ
لَبِئْسَ
مَا
كَانُوا
يَفْعَلُونَ
٧٩
Kânû lâ yetenâhevne ‘an munkerin fe’alûh(u)(c) lebi/se mâ kânû yef’alûn(e)
İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!
تَرٰى
كَث۪يراً
مِنْهُمْ
يَتَوَلَّوْنَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُواۜ
لَبِئْسَ
مَا
قَدَّمَتْ
لَهُمْ
اَنْفُسُهُمْ
اَنْ
سَخِطَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمْ
وَفِي
الْعَذَابِ
هُمْ
خَالِدُونَ
٨٠
Terâ keśîran minhum yetevellevne-lleżîne keferû(c) lebi/se mâ kaddemet lehum enfusuhum en saḣita(A)llâhu ‘aleyhim vefî-l’ażâbi hum ḣâlidûn(e)
Onlardan birçoğunun inkar edenleri dost edindiklerini görürsün. Andolsun ki kendileri için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah'ın onlara gazap etmesi ne kötüdür! Onlar azap içinde ebedi kalıcıdırlar.
وَلَوْ
كَانُوا
يُؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِ
وَالنَّبِيِّ
وَمَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْهِ
مَا
اتَّخَذُوهُمْ
اَوْلِيَٓاءَ
وَلٰكِنَّ
كَث۪يراً
مِنْهُمْ
فَاسِقُونَ
٨١
Velev kânû yu/minûne bi(A)llâhi ve-nnebiyyi vemâ unzile ileyhi mâ-tteḣażûhum evliyâe velâkinne keśîran minhum fâsikûn(e)
Eğer Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene (Kur'an'a) inanıyor olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fasık kimselerdir.
لَتَجِدَنَّ
اَشَدَّ
النَّاسِ
عَدَاوَةً
لِلَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
الْيَهُودَ
وَالَّذ۪ينَ
اَشْرَكُواۚ
وَلَتَجِدَنَّ
اَقْرَبَهُمْ
مَوَدَّةً
لِلَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّا
نَصَارٰىۜ
ذٰلِكَ
بِاَنَّ
مِنْهُمْ
قِسّ۪يس۪ينَ
وَرُهْبَاناً
وَاَنَّهُمْ
لَا
يَسْتَكْبِرُونَ
٨٢
Letecidenne eşedde-nnâsi ‘adâveten lilleżîne âmenû-lyehûde velleżîne eşrakû(s) veletecidenne akrabehum meveddeten lilleżîne âmenû-lleżîne kâlû innâ nasârâ(c) żâlike bi-enne minhum kissîsîne veruhbânen veennehum lâ yestekbirûn(e)
(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da "Biz hıristiyanlarız" diyenler olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar.
وَاِذَا
سَمِعُوا
مَٓا
اُنْزِلَ
اِلَى
الرَّسُولِ
تَرٰٓى
اَعْيُنَهُمْ
تَف۪يضُ
مِنَ
الدَّمْعِ
مِمَّا
عَرَفُوا
مِنَ
الْحَقِّۚ
يَقُولُونَ
رَبَّنَٓا
اٰمَنَّا
فَاكْتُبْنَا
مَعَ
الشَّاهِد۪ينَ
٨٣
Ve-iżâ semi’û mâ unzile ilâ-rrasûli terâ a’yunehum tefîdu mine-ddem’i mimmâ ‘arafû mine-lhakk(i)(s) yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ me’a-şşâhidîn(e)
Peygamber'e indirileni (Kur'an'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. "Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi şahitlerle (Muhammed'in ümmeti) ile beraber yaz" derler.
وَمَا
لَنَا
لَا
نُؤْمِنُ
بِاللّٰهِ
وَمَا
جَٓاءَنَا
مِنَ
الْحَقِّۙ
وَنَطْمَعُ
اَنْ
يُدْخِلَنَا
رَبُّنَا
مَعَ
الْقَوْمِ
الصَّالِح۪ينَ
٨٤
Vemâ lenâ lâ nu/minu bi(A)llâhi vemâ câenâ mine-lhakki venatme’u en yudḣilenâ rabbunâ me’a-lkavmi-ssâlihîn(e)
"Rabbimizin, bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) koymasını umarken, Allah'a ve bize gelen gerçeğe ne diye inanmayalım?"
فَاَثَابَهُمُ
اللّٰهُ
بِمَا
قَالُوا
جَنَّاتٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَاۜ
وَذٰلِكَ
جَزَٓاءُ
الْمُحْسِن۪ينَ
٨٥
Feeśâbehumu(A)llâhu bimâ kâlû cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ(c) veżâlike cezâu-lmuhsinîn(e)
Dedikleri bu söze karşılık Allah onlara, devamlı kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetleri mükafat olarak verdi. İşte bu, iyilik yapanların mükafatıdır.
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَٓا
اُو۬لٰٓئِكَ
اَصْحَابُ
الْجَح۪يمِ۟
٨٦
Velleżîne keferû vekeżżebû bi-âyâtinâ ulâ-ike ashâbu-lcahîm(i)
İnkar edenlere ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlar cehennemliklerdir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تُحَرِّمُوا
طَيِّبَاتِ
مَٓا
اَحَلَّ
اللّٰهُ
لَكُمْ
وَلَا
تَعْتَدُواۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُحِبُّ
الْمُعْتَد۪ينَ
٨٧
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tuharrimû tayyibâti mâ ehalla(A)llâhu lekum velâ ta’tedû(c) inna(A)llâhe lâ yuhibbu-lmu’tedîn(e)
Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.
وَكُلُوا
مِمَّا
رَزَقَكُمُ
اللّٰهُ
حَلَالاً
طَيِّباًۖ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْتُمْ
بِه۪
مُؤْمِنُونَ
٨٨
Vekulû mimmâ razekakumu(A)llâhu halâlen tayyibâ(en)(c) vettekû(A)llâhe-lleżî entum bihi mu/minûn(e)
Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden helal, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının.
لَا
يُؤَاخِذُكُمُ
اللّٰهُ
بِاللَّغْوِ
ف۪ٓي
اَيْمَانِكُمْ
وَلٰكِنْ
يُؤَاخِذُكُمْ
بِمَا
عَقَّدْتُمُ
الْاَيْمَانَۚ
فَكَفَّارَتُهُٓ
اِطْعَامُ
عَشَرَةِ
مَسَاك۪ينَ
مِنْ
اَوْسَطِ
مَا
تُطْعِمُونَ
اَهْل۪يكُمْ
اَوْ
كِسْوَتُهُمْ
اَوْ
تَحْر۪يرُ
رَقَبَةٍۜ
فَمَنْ
لَمْ
يَجِدْ
فَصِيَامُ
ثَلٰثَةِ
اَيَّامٍۜ
ذٰلِكَ
كَفَّارَةُ
اَيْمَانِكُمْ
اِذَا
حَلَفْتُمْۜ
وَاحْفَظُٓوا
اَيْمَانَكُمْۜ
كَذٰلِكَ
يُبَيِّنُ
اللّٰهُ
لَكُمْ
اٰيَاتِه۪
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
٨٩
Lâ yu-âḣiżukumu(A)llâhu billaġvi fî eymânikum velâkin yu-âḣiżukum bimâ ‘akkadtumu-l-eymân(e)(s) fekeffâratuhu it’âmu ‘aşerati mesâkîne min evsati mâ tut’imûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabe(tin)(k) femen lem yecid fesiyâmu śelâśeti eyyâm(in)(c) żâlike keffâratu eymânikum iżâ haleftum vahfezû eymânekum(c) keżâlike yubeyyinu(A)llâhu lekum âyâtihi le’allekum teşkurûn(e)
Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkanı) bulamazsa onun keffareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اِنَّمَا
الْخَمْرُ
وَالْمَيْسِرُ
وَالْاَنْصَابُ
وَالْاَزْلَامُ
رِجْسٌ
مِنْ
عَمَلِ
الشَّيْطَانِ
فَاجْتَنِبُوهُ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ
٩٠
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû innemâ-lḣamru velmeysiru vel-ensâbu vel-ezlâmu ricsun min ‘ameli-şşeytâni fectenibûhu le’allekum tuflihûn(e)
Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
اِنَّمَا
يُر۪يدُ
الشَّيْطَانُ
اَنْ
يُوقِعَ
بَيْنَكُمُ
الْعَدَاوَةَ
وَالْبَغْضَٓاءَ
فِي
الْخَمْرِ
وَالْمَيْسِرِ
وَيَصُدَّكُمْ
عَنْ
ذِكْرِ
اللّٰهِ
وَعَنِ
الصَّلٰوةِۚ
فَهَلْ
اَنْتُمْ
مُنْتَهُونَ
٩١
İnnemâ yurîdu-şşeytânu en yûki’a beynekumu-l’adâvete velbaġdâe fî-lḣamri velmeysiri veyasuddekum ‘an żikri(A)llâhi ve’ani-ssalâti fehel entum muntehûn(e)
Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?
وَاَط۪يعُوا
اللّٰهَ
وَاَط۪يعُوا
الرَّسُولَ
وَاحْذَرُواۚ
فَاِنْ
تَوَلَّيْتُمْ
فَاعْلَمُٓوا
اَنَّمَا
عَلٰى
رَسُولِنَا
الْبَلَاغُ
الْمُب۪ينُ
٩٢
Veatî’û(A)llâhe veatî’û-rrasûle vahżerû(c) fe-in tevelleytum fa’lemû ennemâ ‘alâ rasûlinâ-lbelâġu-lmubîn(u)
Öyleyse Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah'a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.
لَيْسَ
عَلَى
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
جُنَاحٌ
ف۪يمَا
طَعِمُٓوا
اِذَا
مَا
اتَّقَوْا
وَاٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
ثُمَّ
اتَّقَوْا
وَاٰمَنُوا
ثُمَّ
اتَّقَوْا
وَاَحْسَنُواۜ
وَاللّٰهُ
يُحِبُّ
الْمُحْسِن۪ينَ۟
٩٣
Leyse ‘alâ-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti cunâhun fîmâ ta’imû iżâ mâ-ttekav veâmenû ve’amilû-ssâlihâti śümme-ttekav veâmenû śümme-ttekav veahsenû(c) va(A)llâhu yuhibbu-lmuhsinîn(e)
İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah iyilik edenleri sever.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَيَبْلُوَنَّكُمُ
اللّٰهُ
بِشَيْءٍ
مِنَ
الصَّيْدِ
تَنَالُهُٓ
اَيْد۪يكُمْ
وَرِمَاحُكُمْ
لِيَعْلَمَ
اللّٰهُ
مَنْ
يَخَافُهُ
بِالْغَيْبِۚ
فَمَنِ
اعْتَدٰى
بَعْدَ
ذٰلِكَ
فَلَهُ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٩٤
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû leyebluvennekumu(A)llâhu bişey-in mine-ssaydi tenâluhu eydîkum verimâhukum liya’lema(A)llâhu men yeḣâfuhu bilġayb(i)(c) femeni-’tedâ ba’de żâlike felehu ‘ażâbun elîm(un)
Ey iman edenler! Andolsun, Allah sizleri, ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av(lar) ile elbette deneyecek ki, görmediği halde kendisinden korkanı ayırıp meydana çıkarsın. Kim bundan (bu açıklamadan) sonra haddini tecavüz ederse ona elem dolu bir azap vardır.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَقْتُلُوا
الصَّيْدَ
وَاَنْتُمْ
حُرُمٌۜ
وَمَنْ
قَتَلَهُ
مِنْكُمْ
مُتَعَمِّداً
فَجَزَٓاءٌ
مِثْلُ
مَا
قَتَلَ
مِنَ
النَّعَمِ
يَحْكُمُ
بِه۪
ذَوَا
عَدْلٍ
مِنْكُمْ
هَدْياً
بَالِغَ
الْكَعْبَةِ
اَوْ
كَفَّارَةٌ
طَعَامُ
مَسَاك۪ينَ
اَوْ
عَدْلُ
ذٰلِكَ
صِيَاماً
لِيَذُوقَ
وَبَالَ
اَمْرِه۪ۜ
عَفَا
اللّٰهُ
عَمَّا
سَلَفَۜ
وَمَنْ
عَادَ
فَيَنْتَقِمُ
اللّٰهُ
مِنْهُۜ
وَاللّٰهُ
عَز۪يزٌ
ذُوانْتِقَامٍ
٩٥
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tektulû-ssayde veentum hurum(un)(c) vemen katelehu minkum mute’ammiden fecezâun miślu mâ katele mine-nne’ami yahkumu bihi żevâ ‘adlin minkum hedyen bâliġa-lka’beti ev keffâratun ta’âmu mesâkîne ev ‘adlu żâlike siyâmen liyeżûka vebâle emrih(i)(k) ‘afa(A)llâhu ‘ammâ selef(e)(c) vemen ‘âde feyentekimu(A)llâhu minh(u)(c) va(A)llâhu ‘azîzun żû-ntikâm(in)
Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ'be'ye hediye olarak varmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir..
اُحِلَّ
لَكُمْ
صَيْدُ
الْبَحْرِ
وَطَعَامُهُ
مَتَاعاً
لَكُمْ
وَلِلسَّيَّارَةِۚ
وَحُرِّمَ
عَلَيْكُمْ
صَيْدُ
الْبَرِّ
مَا
دُمْتُمْ
حُرُماًۜ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
الَّـذ۪ٓي
اِلَيْهِ
تُحْشَرُونَ
٩٦
Uhille lekum saydu-lbahri veta’âmuhu metâ’en lekum velisseyyâra(ti)(s) vehurrime ‘aleykum saydu-lberri mâ dumtum hurumâ(en)(k) vettekû(A)llâhe-lleżî ileyhi tuhşerûn(e)
Sizin için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helal kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının.
جَعَلَ
اللّٰهُ
الْكَعْبَةَ
الْبَيْتَ
الْحَرَامَ
قِيَاماً
لِلنَّاسِ
وَالشَّهْرَ
الْحَرَامَ
وَالْهَدْيَ
وَالْقَلَٓائِدَۜ
ذٰلِكَ
لِتَعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
٩٧
Ce’ala(A)llâhu-lka’bete-lbeyte-lharâme kiyâmen linnâsi ve-şşehra-lharâme velhedye velkalâ-id(e)(c) żâlike lita’lemû enna(A)llâhe ya’lemu mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ardi veenna(A)llâhe bikulli şey-in ‘alîm(un)
Allah; Ka'be'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın bildiğini ve Allah'ın (zaten) her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.
اِعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
شَد۪يدُ
الْعِقَابِ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌۜ
٩٨
İ’lemû enna(A)llâhe şedîdu-l’ikâbi veenna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Bilin ki Allah'ın cezası çetindir ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
مَا
عَلَى
الرَّسُولِ
اِلَّا
الْبَلَاغُۜ
وَاللّٰهُ
يَعْلَمُ
مَا
تُبْدُونَ
وَمَا
تَكْتُمُونَ
٩٩
Mâ ‘alâ-rrasûli illâ-lbelâġ(u)(k) va(A)llâhu ya’lemu mâ tubdûne vemâ tektumûn(e)
Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilir.
قُلْ
لَا
يَسْتَوِي
الْخَب۪يثُ
وَالطَّيِّبُ
وَلَوْ
اَعْجَبَكَ
كَـثْرَةُ
الْخَب۪يثِۚ
فَاتَّقُوا
اللّٰهَ
يَٓا
اُو۬لِي
الْاَلْبَابِ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ۟
١٠٠
Kul lâ yestevî-lḣabîśu ve-ttayyibu velev a’cebeke keśratu-lḣabîś(i)(c) fettekû(A)llâhe yâ ulî-l-elbâbi le’allekum tuflihûn(e)
(Ey Muhammed!) De ki: "Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile." Ey akıl sahipleri Allah'a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَسْـَٔلُوا
عَنْ
اَشْيَٓاءَ
اِنْ
تُبْدَ
لَكُمْ
تَسُؤْكُمْۚ
وَاِنْ
تَسْـَٔلُوا
عَنْهَا
ح۪ينَ
يُنَزَّلُ
الْقُرْاٰنُ
تُبْدَ
لَكُمْۜ
عَفَا
اللّٰهُ
عَنْهَاۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
حَل۪يمٌ
١٠١
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tes-elû ‘an eşyâe in tubde lekum tesu/kum ve-in tes-elû ‘anhâ hîne yunezzelu-lkur-ânu tubde lekum ‘afa(A)llâhu ‘anhâ(c) va(A)llâhu ġafûrun halîm(un)
Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur'an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
قَدْ
سَاَلَهَا
قَوْمٌ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
ثُمَّ
اَصْبَحُوا
بِهَا
كَافِر۪ينَ
١٠٢
Kad seelehâ kavmun min kablikum śümme asbehû bihâ kâfirîn(e)
Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.
مَا
جَعَلَ
اللّٰهُ
مِنْ
بَح۪يرَةٍ
وَلَا
سَٓائِبَةٍ
وَلَا
وَص۪يلَةٍ
وَلَا
حَامٍۙ
وَلٰكِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
يَفْتَرُونَ
عَلَى
اللّٰهِ
الْكَذِبَۜ
وَاَكْثَرُهُمْ
لَا
يَعْقِلُونَ
١٠٣
Mâ ce’ala(A)llâhu min behîratin velâ sâ-ibetin velâ vasîletin velâ hâmin(ﻻ) velâkinne-lleżîne keferû yefterûne ‘ala(A)llâhi-lkeżibe veekśeruhum lâ ya’kilûn(e)
Allah ne "Bahîre" ne "Sâibe", ne "Vasîle" ne de "Hâm" diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat, inkar edenler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez.
وَاِذَا
ق۪يلَ
لَهُمْ
تَعَالَوْا
اِلٰى
مَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
وَاِلَى
الرَّسُولِ
قَالُوا
حَسْبُنَا
مَا
وَجَدْنَا
عَلَيْهِ
اٰبَٓاءَنَاۜ
اَوَلَوْ
كَانَ
اٰبَٓاؤُ۬هُمْ
لَا
يَعْلَمُونَ
شَيْـٔاً
وَلَا
يَهْتَدُونَ
١٠٤
Ve-iżâ kîle lehum te’âlev ilâ mâ enzela(A)llâhu ve-ilâ-rrasûli kâlû hasbunâ mâ vecednâ ‘aleyhi âbâenâ(c) eve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey-en velâ yehtedûn(e)
Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygamber'e gelin" denildiğinde onlar, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
عَلَيْكُمْ
اَنْفُسَكُمْۚ
لَا
يَضُرُّكُمْ
مَنْ
ضَلَّ
اِذَا
اهْتَدَيْتُمْۜ
اِلَى
اللّٰهِ
مَرْجِعُكُمْ
جَم۪يعاً
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
١٠٥
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû ‘aleykum enfusekum(s) lâ yadurrukum men dalle iże-htedeytum(c) ila(A)llâhi merci’ukum cemî’an feyunebbi-ukum bimâ kuntum ta’melûn(e)
Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman Allah size yaptıklarınızı haber verecektir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
شَهَادَةُ
بَيْنِكُمْ
اِذَا
حَضَرَ
اَحَدَكُمُ
الْمَوْتُ
ح۪ينَ
الْوَصِيَّةِ
اثْنَانِ
ذَوَا
عَدْلٍ
مِنْكُمْ
اَوْ
اٰخَرَانِ
مِنْ
غَيْرِكُمْ
اِنْ
اَنْتُمْ
ضَرَبْتُمْ
فِي
الْاَرْضِ
فَاَصَابَتْكُمْ
مُص۪يبَةُ
الْمَوْتِۜ
تَحْبِسُونَهُمَا
مِنْ
بَعْدِ
الصَّلٰوةِ
فَيُقْسِمَانِ
بِاللّٰهِ
اِنِ
ارْتَبْتُمْ
لَا
نَشْتَر۪ي
بِه۪
ثَمَناً
وَلَوْ
كَانَ
ذَا
قُرْبٰىۙ
وَلَا
نَكْتُمُ
شَهَادَةَ
اللّٰهِ
اِنَّٓا
اِذاً
لَمِنَ
الْاٰثِم۪ينَ
١٠٦
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû şehâdetu beynikum iżâ hadara ehadekumu-lmevtu hîne-lvasiyyeti-śnâni żevâ ‘adlin minkum ev âḣarâni min ġayrikum in entum darabtum fî-l-ardi feesâbetkum musîbetu-lmevti tahbisûnehumâ min ba’di-ssalâti feyuksimâni bi(A)llâhi ini-rtebtum lâ neşterî bihi śemenen velev kâne żâ kurbâ(ﻻ) velâ nektumu şehâdeta(A)llâhi innâ iżen lemine-l-âśimîn(e)
Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut; seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına, "Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde şüphesiz günahkârlardan oluruz" diye yemin ederler.
فَاِنْ
عُثِرَ
عَلٰٓى
اَنَّهُمَا
اسْتَحَقَّٓا
اِثْماً
فَاٰخَرَانِ
يَقُومَانِ
مَقَامَهُمَا
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اسْتَحَقَّ
عَلَيْهِمُ
الْاَوْلَيَانِ
فَيُقْسِمَانِ
بِاللّٰهِ
لَشَهَادَتُـنَٓا
اَحَقُّ
مِنْ
شَهَادَتِهِمَا
وَمَا
اعْتَدَيْنَاۘ
اِنَّٓا
اِذاً
لَمِنَ
الظَّالِم۪ينَ
١٠٧
Fe-in ‘uśira ‘alâ ennehumâ-stehakkâ iśmen feâḣarani yekûmâni mekâmehumâ mine-lleżîne-stehakka ‘aleyhimu-l-evleyâni feyuksimâni bi(A)llâhi leşehâdetunâ ehakku min şehâdetihimâ vemâ-’tedeynâ innâ iżen lemine-zzâlimîn(e)
(Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa, o zaman, bu öncelikli şahitlerin zarar verdiği kimselerden olan başka iki adam, onların yerine geçer ve "Allah'a yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha gerçektir. Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde biz elbette zalimlerden oluruz" diye yemin ederler.
ذٰلِكَ
اَدْنٰٓى
اَنْ
يَأْتُوا
بِالشَّهَادَةِ
عَلٰى
وَجْهِهَٓا
اَوْ
يَخَافُٓوا
اَنْ
تُرَدَّ
اَيْمَانٌ
بَعْدَ
اَيْمَانِهِمْۜ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
وَاسْمَعُواۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الْفَاسِق۪ينَ۟
١٠٨
Żâlike ednâ en ye/tû bi-şşehâdeti ‘alâ vechihâ ev yeḣâfû en turadde eymânun ba’de eymânihim(k) vettekû(A)llâhe vesme’û(k) va(A)llâhu lâ yehdî-lkavme-lfâsikîn(e)
Bu (usul), şahitliği layıkıyla yerine getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmelerini sağlamak için en uygun çaredir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve dinleyin. Allah fasık toplumu doğruya iletmez.
يَوْمَ
يَجْمَعُ
اللّٰهُ
الرُّسُلَ
فَيَقُولُ
مَاذَٓا
اُجِبْتُمْۜ
قَالُوا
لَا
عِلْمَ
لَنَاۜ
اِنَّكَ
اَنْتَ
عَلَّامُ
الْغُيُوبِ
١٠٩
Yevme yecme’u(A)llâhu-rrusule feyekûlu mâżâ ucibtum(s) kâlû lâ ‘ilme lenâ(s) inneke ente ‘allâmu-lġuyûb(i)
Allah'ın, peygamberleri toplayıp "siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?" diyeceği, onların da, "Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin" diyecekleri günü hatırlayın.
اِذْ
قَالَ
اللّٰهُ
يَا
ع۪يسَى
ابْنَ
مَرْيَمَ
اذْكُرْ
نِعْمَت۪ي
عَلَيْكَ
وَعَلٰى
وَالِدَتِكَۢ
اِذْ
اَيَّدْتُكَ
بِرُوحِ
الْقُدُسِ
تُكَلِّمُ
النَّاسَ
فِي
الْمَهْدِ
وَكَهْلاًۚ
وَاِذْ
عَلَّمْتُكَ
الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ
وَالتَّوْرٰيةَ
وَالْاِنْج۪يلَۚ
وَاِذْ
تَخْلُقُ
مِنَ
الطّ۪ينِ
كَـهَيْـَٔةِ
الطَّيْرِ
بِاِذْن۪ي
فَتَنْفُخُ
ف۪يهَا
فَتَكُونُ
طَيْراً
بِاِذْن۪ي
وَتُبْرِئُ
الْاَكْمَهَ
وَالْاَبْرَصَ
بِاِذْن۪يۚ
وَاِذْ
تُخْرِجُ
الْمَوْتٰى
بِاِذْن۪يۚ
وَاِذْ
كَفَفْتُ
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
عَنْكَ
اِذْ
جِئْتَهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
فَقَالَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنْهُمْ
اِنْ
هٰذَٓا
اِلَّا
سِحْرٌ
مُب۪ينٌ
١١٠
Iż kâla(A)llâhu yâ ‘îsâ-bne meryeme-żkur ni’metî ‘aleyke ve’alâ vâlidetike iż eyyedtuke birûhi-lkudusi tukellimu-nnâse fî-lmehdi vekehlâ(en)(s) ve-iż ‘allemtuke-lkitâbe velhikmete ve-ttevrâte vel-incîl(e)(s) ve-iż taḣluku mine-ttîni kehey-eti-ttayri bi-iżnî fetenfuḣu fîhâ fetekûnu tayran bi-iżnî(s) vetubri-u-l-ekmehe vel-ebrasa bi-iżnî(s) ve-iż tuḣricu-lmevtâ bi-iżnî(s) ve-iż kefeftu benî isrâ-île ‘anke iż ci/tehum bilbeyyinâti fekâle-lleżîne keferû minhum in hâżâ illâ sihrun mubîn(un)
O gün Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkar edenler, "Bu ancak açık bir büyüdür" demişlerdi.
وَاِذْ
اَوْحَيْتُ
اِلَى
الْحَوَارِيّ۪نَ
اَنْ
اٰمِنُوا
ب۪ي
وَبِرَسُول۪يۚ
قَالُٓوا
اٰمَنَّا
وَاشْهَدْ
بِاَنَّـنَا
مُسْلِمُونَ
١١١
Ve-iż evhaytu ilâ-lhavâriyyîne en âminû bî vebirasûlî kâlû âmennâ veşhed bi-ennenâ muslimûn(e)
Hani bir de, "Bana ve Peygamberime iman edin" diye havarilere ilham etmiştim. Onlar da "İman ettik. Bizim müslüman olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi.
اِذْ
قَالَ
الْحَوَارِيُّونَ
يَا
ع۪يسَى
ابْنَ
مَرْيَمَ
هَلْ
يَسْتَط۪يعُ
رَبُّكَ
اَنْ
يُنَزِّلَ
عَلَيْنَا
مَٓائِدَةً
مِنَ
السَّمَٓاءِۜ
قَالَ
اتَّقُوا
اللّٰهَ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَ
١١٢
İż kâle-lhavâriyyûne yâ ‘îsâ-bne meryeme hel yestatî’u rabbuke en yunezzile ‘aleynâ mâ-ideten mine-ssemâ-/(i)(s) kâle-ttekû(A)llâhe in kuntum mu/minîn(e)
Hani havariler de, "Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. İsa da, "Eğer mü'minler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının" demişti.
قَالُوا
نُر۪يدُ
اَنْ
نَأْكُلَ
مِنْهَا
وَتَطْمَئِنَّ
قُلُوبُنَا
وَنَعْلَمَ
اَنْ
قَدْ
صَدَقْتَنَا
وَنَكُونَ
عَلَيْهَا
مِنَ
الشَّاهِد۪ينَ
١١٣
Kâlû nurîdu en ne/kule minhâ vetatme-inne kulûbunâ vena’leme en kad sadaktenâ venekûne ‘aleyhâ mine-şşâhidîn(e)
Onlar, "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, (gözü ile) görmüş şahitlerden olalım" demişlerdi.
قَالَ
ع۪يسَى
ابْنُ
مَرْيَمَ
اللّٰهُمَّ
رَبَّنَٓا
اَنْزِلْ
عَلَيْنَا
مَٓائِدَةً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
تَكُونُ
لَنَا
ع۪يداً
لِاَوَّلِنَا
وَاٰخِرِنَا
وَاٰيَةً
مِنْكَۚ
وَارْزُقْنَا
وَاَنْتَ
خَيْرُ
الرَّازِق۪ينَ
١١٤
Kâle ‘îsâ-bnu meryeme(A)llâhumme rabbenâ enzil ‘aleynâ mâ-ideten mine-ssemâ-i tekûnu lenâ ‘îden li-evvelinâ veâḣirinâ veâyeten mink(e)(s) verzuknâ veente ḣayru-rrâzikîn(e)
Meryem oğlu İsa, "Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın" dedi.
قَالَ
اللّٰهُ
اِنّ۪ي
مُنَزِّلُهَا
عَلَيْكُمْۚ
فَمَنْ
يَكْفُرْ
بَعْدُ
مِنْكُمْ
فَاِنّ۪ٓي
اُعَذِّبُهُ
عَذَاباً
لَٓا
اُعَذِّبُهُٓ
اَحَداً
مِنَ
الْعَالَم۪ينَ۟
١١٥
Kâla(A)llâhu innî munezziluhâ ‘aleykum(s) femen yekfur ba’du minkum fe-innî u’ażżibuhu ‘ażâben lâ u’ażżibuhu ehaden mine-l’âlemîn(e)
Allah da, "Ben onu size indireceğim. Ama ondan sonra sizden her kim inkar ederse artık ben ona kainatta hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim" demişti.
وَاِذْ
قَالَ
اللّٰهُ
يَا
ع۪يسَى
ابْنَ
مَرْيَمَ
ءَاَنْتَ
قُلْتَ
لِلنَّاسِ
اتَّخِذُون۪ي
وَاُمِّيَ
اِلٰهَيْنِ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
قَالَ
سُبْحَانَكَ
مَا
يَكُونُ
ل۪ٓي
اَنْ
اَقُولَ
مَا
لَيْسَ
ل۪ي
بِحَقٍّۜ
اِنْ
كُنْتُ
قُلْتُهُ
فَقَدْ
عَلِمْتَهُۜ
تَعْلَمُ
مَا
ف۪ي
نَفْس۪ي
وَلَٓا
اَعْلَمُ
مَا
ف۪ي
نَفْسِكَۜ
اِنَّكَ
اَنْتَ
عَلَّامُ
الْغُيُوبِ
١١٦
Ve-iż kâla(A)llâhu yâ ‘îsâ-bne meryeme eente kulte linnâsi-tteḣiżûnî veummiye ilâheyni min dûni(A)llâh(i)(s) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bihakk(in)(c) in kuntu kultuhu fekad ‘alimteh(u)(c) ta’lemu mâ fî nefsî velâ a’lemu mâ fî nefsik(e)(c) inneke ente ‘allâmu-lġuyûb(i)
Allah kıyamet günü şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah'ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin?" İsa da şöyle diyecek: "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin."
مَا
قُلْتُ
لَهُمْ
اِلَّا
مَٓا
اَمَرْتَن۪ي
بِه۪ٓ
اَنِ
اعْبُدُوا
اللّٰهَ
رَبّ۪ي
وَرَبَّكُمْۚ
وَكُنْتُ
عَلَيْهِمْ
شَه۪يداً
مَا
دُمْتُ
ف۪يهِمْۚ
فَلَمَّا
تَوَفَّيْتَن۪ي
كُنْتَ
اَنْتَ
الرَّق۪يبَ
عَلَيْهِمْۜ
وَاَنْتَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
شَه۪يدٌ
١١٧
Mâ kultu lehum illâ mâ emertenî bihi eni-’budû(A)llâhe rabbî verabbekum(c) vekuntu ‘aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim(s) felemmâ teveffeytenî kunte ente-rrakîbe ‘aleyhim(c) veente ‘alâ kulli şey-in şehîd(un)
"Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şahitsin."
اِنْ
تُعَذِّبْهُمْ
فَاِنَّهُمْ
عِبَادُكَۚ
وَاِنْ
تَغْفِرْ
لَهُمْ
فَاِنَّكَ
اَنْتَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
١١٨
İn tu’ażżibhum fe-innehum ‘ibâduk(e)(s) ve-in taġfir lehum fe-inneke ente-l’azîzu-lhakîm(u)
"Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin."
قَالَ
اللّٰهُ
هٰذَا
يَوْمُ
يَنْفَعُ
الصَّادِق۪ينَ
صِدْقُهُمْۜ
لَهُمْ
جَنَّاتٌ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَٓا
اَبَداًۜ
رَضِيَ
اللّٰهُ
عَنْهُمْ
وَرَضُوا
عَنْهُۜ
ذٰلِكَ
الْفَوْزُ
الْعَظ۪يمُ
١١٩
Kâla(A)llâhu hâżâ yevmu yenfe’u-ssâdikîne sidkuhum(c) lehum cennâtun tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ ebedâ(en)(c) radiya(A)llâhu ‘anhum veradû ‘anh(u)(c) żâlike-lfevzu-l’azîm(u)
Allah şöyle diyecek: "Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür." Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'dan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.
لِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
ف۪يهِنَّۜ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١٢٠
Li(A)llâhi mulku-ssemâvâti vel-ardi vemâ fîhin(ne)(c) vehuve ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'ındır. O her şeye hakkıyla gücü yetendir.