الرُّومِ
Rum Suresi
غُلِبَتِ
الرُّومُۙ
٢
Ġulibeti-rrûm(u)
Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
ف۪ٓي
اَدْنَى
الْاَرْضِ
وَهُمْ
مِنْ
بَعْدِ
غَلَبِهِمْ
سَيَغْلِبُونَۙ
٣
Fî ednâ-l-ardi vehum min ba’di ġalebihim seyaġlibûn(e)
Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
ف۪ي
بِضْعِ
سِن۪ينَۜ
لِلّٰهِ
الْاَمْرُ
مِنْ
قَبْلُ
وَمِنْ
بَعْدُۜ
وَيَوْمَئِذٍ
يَفْرَحُ
الْمُؤْمِنُونَۙ
٤
Fî bid’i sinîne li(A)llâhi-l-emru min kablu vemin ba’d(u)(c) veyevme-iżin yefrahu-lmu/minûn(e)
Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
بِنَصْرِ
اللّٰهِۜ
يَنْصُرُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الرَّح۪يمُ
٥
Binasri(A)llâh(i)(c) yensuru men yeşâ(u)(s) vehuve-l’azîzu-rrahîm(u)
Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
وَعْدَ
اللّٰهِۜ
لَا
يُخْلِفُ
اللّٰهُ
وَعْدَهُ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَ
النَّاسِ
لَا يَعْلَمُونَ
٦
Va’da(A)llâh(i)(s) lâ yuḣlifu(A)llâhu va’dehu velâkinne ekśera-nnâsi lâ ya’lemûn(e)
Allah (onlara zafer konusunda) bir vaadde bulunmuştur. Allah vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.
يَعْلَمُونَ
ظَاهِراً
مِنَ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَاۚ
وَهُمْ
عَنِ
الْاٰخِرَةِ
هُمْ
غَافِلُونَ
٧
Ya’lemûne zâhiran mine-lhayâti-ddunyâ vehum ‘ani-l-âḣirati hum ġâfilûn(e)
Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Ahiret konusunda ise tamamen gaflettedirler.
اَوَلَمْ
يَتَفَكَّرُوا
ف۪ٓي
اَنْفُسِهِمْ۠
مَا
خَلَقَ
اللّٰهُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَٓا
اِلَّا
بِالْحَقِّ
وَاَجَلٍ
مُسَمًّىۜ
وَاِنَّ
كَث۪يراً
مِنَ
النَّاسِ
بِلِقَٓائِ۬
رَبِّهِمْ
لَكَافِرُونَ
٨
Eve lem yetefekkerû fî enfusihim(k) mâ ḣaleka(A)llâhu-ssemâvâti vel-arda vemâ beynehumâ illâ bilhakki veecelin musemmâ(en)(k) ve-inne keśîran mine-nnâsi bilikâ-i rabbihim lekâfirûn(e)
Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkar ediyorlar.
اَوَلَمْ
يَس۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۜ
كَانُٓوا
اَشَدَّ
مِنْهُمْ
قُوَّةً
وَاَثَارُوا
الْاَرْضَ
وَعَمَرُوهَٓا
اَكْثَرَ
مِمَّا
عَمَرُوهَا
وَجَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِۜ
فَمَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيَظْلِمَهُمْ
وَلٰكِنْ
كَانُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَۜ
٩
Eve lem yesîrû fî-l-ardi feyenzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lleżîne min kablihim(c) kânû eşedde minhum kuvveten veeśârû-l-arda ve’amerûhâ ekśera mimmâ ‘amerûhâ vecâet-hum rusuluhum bilbeyyinât(i)(s) femâ kâna(A)llâhu liyazlimehum velâkin kânû enfusehum yazlimûn(e)
(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
ثُمَّ
كَانَ
عَاقِبَةَ
الَّذ۪ينَ
اَسَٓاؤُا
السُّٓوآٰى
اَنْ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
وَكَانُوا
بِهَا
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
١٠
Śumme kâne ‘âkibete-lleżîne esâû-ssû-â en keżżebû bi-âyâti(A)llâhi vekânû bihâ yestehzi-ûn(e)
Sonra, Allah'ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay etmekte oldukları için, kötülük işleyenin sonu daha da kötü oldu.
اَللّٰهُ
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُع۪يدُهُ
ثُمَّ
اِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ
١١
(A)llâhu yebdeu-lḣalka śümme yu’îduhu śümme ileyhi turce’ûn(e)
Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder. Sonra da yalnız ona döndürüleceksiniz.
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ
يُبْلِسُ
الْمُجْرِمُونَ
١٢
Veyevme tekûmu-ssâ’atu yublisu-lmucrimûn(e)
Kıyametin kopacağı günde suçlular hayal kırıklığı içinde ümitsizliğe düşeceklerdir.
وَلَمْ
يَكُنْ
لَهُمْ
مِنْ
شُرَكَٓائِهِمْ
شُفَعٰٓؤُ۬ا
وَكَانُوا
بِشُرَكَٓائِهِمْ
كَافِر۪ينَ
١٣
Velem yekun lehum min şurakâ-ihim şufe’âu vekânû bişurakâ-ihim kâfirîn(e)
Onların, Allah'a koştukları ortaklardan kendileri için şefaatçılar da olmayacaktır. Artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkar ederler.
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ
يَوْمَئِذٍ
يَتَفَرَّقُونَ
١٤
Veyevme tekûmu-ssâ’atu yevme-iżin yeteferrakûn(e)
Kıyametin kopacağı gün, işte o gün mü'minler ve kâfirler birbirinden ayrılacaklardır.
فَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
فَهُمْ
ف۪ي
رَوْضَةٍ
يُحْبَرُونَ
١٥
Feemmâ-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti fehum fî ravdatin yuhberûn(e)
İman edip salih ameller işleyenlere gelince, işte onlar cennet bahçelerinde sevindirilirler
وَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَا
وَلِقَٓائِ
الْاٰخِرَةِ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
فِي
الْعَذَابِ
مُحْضَرُونَ
١٦
Veemmâ-lleżîne keferû vekeżżebû bi-âyâtinâ velikâ-i-l-âḣirati feulâ-ike fî-l’ażâbi muhdarûn(e)
İnkar edip âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azabın içine atılacaklardır.
فَسُبْحَانَ
اللّٰهِ
ح۪ينَ
تُمْسُونَ
وَح۪ينَ
تُصْبِحُونَ
١٧
Fesubhâna(A)llâhi hîne tumsûne vehîne tusbihûn(e)
Öyle ise akşama girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda, Allah'ı tespih edin.
وَلَهُ
الْحَمْدُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَعَشِياًّ
وَح۪ينَ
تُظْهِرُونَ
١٨
Velehu-lhamdu fî-ssemâvâti vel-ardi ve’aşiyyen vehîne tuzhirûn(e)
Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine girdiğinizde Allah'ı tespih edin.
يُخْرِجُ
الْحَيَّ
مِنَ
الْمَيِّتِ
وَيُخْرِجُ
الْمَيِّتَ
مِنَ
الْحَيِّ
وَيُحْـيِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَاۜ
وَكَذٰلِكَ
تُخْرَجُونَ۟
١٩
Yuḣricu-lhayye mine-lmeyyiti veyuḣricu-lmeyyite mine-lhayyi veyuhyî-l-arda ba’de mevtihâ(c) vekeżâlike tuḣracûn(e)
Allah, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü diriltir. Siz de (mezarlarınızdan) işte böyle çıkarılacaksınız.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪ٓ
اَنْ
خَلَقَكُمْ
مِنْ
تُرَابٍ
ثُمَّ
اِذَٓا
اَنْتُمْ
بَشَرٌ
تَنْتَشِرُونَ
٢٠
Vemin âyâtihi en ḣalekakum min turâbin śümme iżâ entum beşerun tenteşirûn(e)
Sizi topraktan yaratması, O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪ٓ
اَنْ
خَلَقَ
لَكُمْ
مِنْ
اَنْفُسِكُمْ
اَزْوَاجاً
لِتَسْكُـنُٓوا
اِلَيْهَا
وَجَعَلَ
بَيْنَكُمْ
مَوَدَّةً
وَرَحْمَةًۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ
٢١
Vemin âyâtihi en ḣaleka lekum min enfusikum ezvâcen liteskunû ileyhâ vece’ale beynekum meveddeten verahme(ten)(c) inne fî żâlike leâyâtin likavmin yetefekkerûn(e)
Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪
خَلْقُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَاخْتِلَافُ
اَلْسِنَتِكُمْ
وَاَلْوَانِكُمْۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِلْعَالِم۪ينَ
٢٢
Vemin âyâtihi ḣalku-ssemâvâti vel-ardi vaḣtilâfu elsinetikum ve elvânikum(c) inne fîżâlike leâyâtin lil’âlimîn(e)
Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪
مَنَامُكُمْ
بِالَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ
مِنْ
فَضْلِه۪ۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَسْمَعُونَ
٢٣
Vemin âyâtihi menâmukum billeyli ve-nnehâri vebtiġâukum min fadlih(i)(c) inne fî żâlike leâyâtin likavmin yesme’ûn(e)
Geceleyin uyumanız ve gündüzün onun lütfundan istemeniz de O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪
يُر۪يكُمُ
الْبَرْقَ
خَوْفاً
وَطَمَعاً
وَيُنَزِّلُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَيُحْـي۪
بِهِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَاۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ
٢٤
Vemin âyâtihi yurîkumu-lberka ḣavfen vetame’an veyunezzilu mine-ssemâ-i mâen feyuhyî bihi-l-arda ba’de mevtihâ(c) inne fî żâlike leâyâtin likavmin ya’kilûn(e)
Korku ve ümit kaynağı olarak şimşeği size göstermesi, gökten yağmur indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi, onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette ibretler vardır.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪ٓ
اَنْ
تَقُومَ
السَّمَٓاءُ
وَالْاَرْضُ
بِاَمْرِه۪ۜ
ثُمَّ
اِذَا
دَعَاكُمْ
دَعْوَةً
مِنَ
الْاَرْضِ
اِذَٓا
اَنْتُمْ
تَخْرُجُونَ
٢٥
Vemin âyâtihi en tekûme-ssemâu vel-ardu bi-emrih(i)(c) śümme iżâ de’âkum da’veten mine-l-ardi iżâ entum taḣrucûn(e)
Emriyle göğün ve yerin (kendi düzenlerinde) durması da O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra sizi yerden (kalkmaya) bir çağırdı mı, bir de bakarsınız ki (dirilmiş olarak) çıkıyorsunuz.
وَلَهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
كُلٌّ
لَهُ
قَانِتُونَ
٢٦
Velehu men fî-ssemâvâti vel-ard(i)(s) kullun lehu kânitûn(e)
Göklerde ve yerde kim varsa yalnızca O'na âittir. Hepsi O'na boyun eğmektedirler.
وَهُوَ
الَّذ۪ي
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُع۪يدُهُ
وَهُوَ
اَهْوَنُ
عَلَيْهِۜ
وَلَهُ
الْمَثَلُ
الْاَعْلٰى
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ۟
٢٧
Vehuve-lleżî yebdeu-lḣalka śümme yu’îduhu vehuve ehvenu ‘aleyh(i)(c) velehu-lmeśelu-l-a’lâ fî-ssemâvâti vel-ard(i)(c) vehuve-l’azîzu-lhakîm(u)
O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu O'na göre (ilk yaratmadan) daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O'nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
ضَرَبَ
لَكُمْ
مَثَلاً
مِنْ
اَنْفُسِكُمْۜ
هَلْ
لَكُمْ
مِنْ
مَا
مَلَكَتْ
اَيْمَانُكُمْ
مِنْ
شُرَكَٓاءَ
ف۪ي
مَا
رَزَقْنَاكُمْ
فَاَنْتُمْ
ف۪يهِ
سَوَٓاءٌ
تَخَافُونَهُمْ
كَخ۪يفَتِكُمْ
اَنْفُسَكُمْۜ
كَذٰلِكَ
نُفَصِّلُ
الْاٰيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ
٢٨
Darabe lekum meśelen min enfusikum(s) hel lekum mimmâ meleket eymânukum min şurakâe fî mâ razeknâkum feentum fîhi sevâun teḣâfûnehum keḣîfetikum enfusekum(c) keżâlike nufassilu-l-âyâti likavmin ya’kilûn(e)
Allah size kendinizden şöyle bir örnek getirdi: Kölelerinizden, verdiğimiz rızıklarda sizinle eşit haklara sahip olan ve birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekindiğiniz ortaklarınız var mı? Düşünen bir topluluk için âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
بَلِ
اتَّبَعَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُٓوا
اَهْوَٓاءَهُمْ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۚ
فَمَنْ
يَهْد۪ي
مَنْ
اَضَلَّ
اللّٰهُۜ
وَمَا
لَهُمْ
مِنْ
نَاصِر۪ينَ
٢٩
Beli-ttebe’a-lleżîne zalemû ehvâehum biġayri ‘ilm(in)(s) femen yehdî men edalla(A)llâh(u)(s) vemâ lehum min nâsirîn(e)
Fakat, zulmedenler bilgisizce nefislerinin arzularına uydular. Allah'ın (bu şekilde) saptırdığı kimseleri kim doğru yola iletir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.
فَاَقِمْ
وَجْهَكَ
لِلدّ۪ينِ
حَن۪يفاًۜ
فِطْرَتَ
اللّٰهِ
الَّت۪ي
فَطَرَ
النَّاسَ
عَلَيْهَاۜ
لَا
تَبْد۪يلَ
لِخَلْقِ
اللّٰهِۜ
ذٰلِكَ
الدّ۪ينُ
الْقَيِّمُۗ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَ
النَّاسِ
لَا
يَعْلَمُونَۗ
٣٠
Feekim vecheke liddîni hanîfâ(en)(c) fitrata(A)llâhi-lletî fetara-nnâse ‘aleyhâ(c) lâ tebdîle liḣalki(A)llâh(i)(c) żâlike-ddînu-lkayyimu velâkinne ekśera-nnâsi lâ ya’lemûn(e)
Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
مُن۪يب۪ينَ
اِلَيْهِ
وَاتَّقُوهُ
وَاَق۪يمُوا
الصَّلٰوةَ
وَلَا
تَكُونُوا
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَۙ
٣١
Munîbîne ileyhi vettekûhu veakîmû-ssalâte velâ tekûnû mine-lmuşrikîn(e)
Allah'a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O'na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.
مِنَ
الَّذ۪ينَ
فَرَّقُوا
د۪ينَهُمْ
وَكَانُوا
شِيَعاًۜ
كُلُّ
حِزْبٍ
بِمَا
لَدَيْهِمْ
فَرِحُونَ
٣٢
Mine-lleżîne ferrakû dînehum vekânû şiye’â(an)(s) kullu hizbin bimâ ledeyhim ferihûn(e)
Allah'a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O'na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.
وَاِذَا
مَسَّ
النَّاسَ
ضُرٌّ
دَعَوْا
رَبَّهُمْ
مُن۪يب۪ينَ
اِلَيْهِ
ثُمَّ
اِذَٓا
اَذَاقَهُمْ
مِنْهُ
رَحْمَةً
اِذَا
فَر۪يقٌ
مِنْهُمْ
بِرَبِّهِمْ
يُشْرِكُونَۙ
٣٣
Ve-iżâ messe-nnâse durrun de’av rabbehum munîbîne ileyhi śümme iżâ eżâkahum minhu rahmeten iżâ ferîkun minhum birabbihim yuşrikûn(e)
İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek ona dua ederler. Sonra Allah onlara kendinden bir rahmet tattırınca da, bir bakarsın ki içlerinden bir grup, Rablerine ortak koşuyorlar.
لِيَكْفُرُوا
بِمَٓا
اٰتَيْنَاهُمْۜ
فَتَمَتَّعُوا۠
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ
٣٤
Liyekfurû bimâ âteynâhum(c) fetemette’û fesevfe ta’lemûn(e)
Kendilerine verdiğimiz nimetleri inkar etsinler bakalım! Haydi (şimdilik) yararlanın, ama yakında bileceksiniz.
اَمْ
اَنْزَلْنَا
عَلَيْهِمْ
سُلْطَاناً
فَهُوَ
يَتَكَلَّمُ
بِمَا
كَانُوا
بِه۪
يُشْرِكُونَ
٣٥
Em enzelnâ ‘aleyhim sultânen fehuve yetekellemu bimâ kânû bihi yuşrikûn(e)
Yoksa biz kendilerine bir delil mi indirdik de o, Allah'a ortak koşmaları konusunda (isabetli olduklarını) söylüyor?
وَاِذَٓا
اَذَقْنَا
النَّاسَ
رَحْمَةً
فَرِحُوا
بِهَاۜ
وَاِنْ
تُصِبْهُمْ
سَيِّئَةٌ
بِمَا
قَدَّمَتْ
اَيْد۪يهِمْ
اِذَا
هُمْ
يَقْنَطُونَ
٣٦
Ve iżâ eżeknâ-nnâse rahmeten ferihû bihâ(s) ve-in tusibhum seyyi-etun bimâ kaddemet eydîhim iżâ hum yaknetûn(e)
İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinirler. Eğer kendi işledikleri şeyler sebebiyle başlarına bir kötülük gelirse, bir de bakarsın ki ümitsizliğe düşerler.
اَوَلَمْ
يَرَوْا
اَنَّ
اللّٰهَ
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَقْدِرُۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ
٣٧
Eve lem yerav enna(A)llâhe yebsutu-rrizka limen yeşâu veyakdir(u)(c) inne fî żâlike leâyâtin likavmin yu/minûn(e)
Allah'ın, rızkı dilediğine bol verdiğini ve (dilediğine) kıstığını görmediler mi? Bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.
فَاٰتِ
ذَا
الْقُرْبٰى
حَقَّهُ
وَالْمِسْك۪ينَ
وَابْنَ
السَّب۪يلِۜ
ذٰلِكَ
خَيْرٌ
لِلَّذ۪ينَ
يُر۪يدُونَ
وَجْهَ
اللّٰهِۘ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ
٣٨
Feâti żâ-lkurbâ hakkahu velmiskîne vebne-ssebîl(i)(c) żâlike ḣayrun lilleżîne yurîdûne vecha(A)llâh(i)(s) veulâ-ike humu-lmuflihûn(e)
Öyle ise akrabaya, yoksula, ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
وَمَٓا
اٰتَيْتُمْ
مِنْ
رِباً
لِيَرْبُوَ۬ا
ف۪ٓي
اَمْوَالِ
النَّاسِ
فَلَا
يَرْبُوا
عِنْدَ
اللّٰهِۚ
وَمَٓا
اٰتَيْتُمْ
مِنْ
زَكٰوةٍ
تُر۪يدُونَ
وَجْهَ
اللّٰهِ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْمُضْعِفُونَ
٣٩
Vemâ âteytum min riben liyerbuve fî emvâli-nnâsi felâ yerbû ‘inda(A)llâh(i)(s) vemâ âteytum min zekâtin turîdûne vecha(A)llâhi feulâ-ike humu-lmud’ifûn(e)
İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekat verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَكُمْ
ثُمَّ
رَزَقَكُمْ
ثُمَّ
يُم۪يتُكُمْ
ثُمَّ
يُحْي۪يكُمْۜ
هَلْ
مِنْ
شُرَكَٓائِكُمْ
مَنْ
يَفْعَلُ
مِنْ
ذٰلِكُمْ
مِنْ
شَيْءٍۜ
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالٰى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ۟
٤٠
(A)llâhu-lleżî ḣalekakum śümme razekakum śümme yumîtukum śümme yuhyîkum(s) hel min şurakâ-ikum men yef’alu min żâlikum min şey-/(in)(c) subhânehu vete’âlâ ‘ammâ yuşrikûn(e)
Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır. Allah'a koştuğunuz ortaklardan, bunlardan herhangi bir şeyi yapabilen var mı? O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.
ظَهَرَ
الْفَسَادُ
فِي
الْبَرِّ
وَالْبَحْرِ
بِمَا
كَسَبَتْ
اَيْدِي
النَّاسِ
لِيُذ۪يقَهُمْ
بَعْضَ
الَّذ۪ي
عَمِلُوا
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ
٤١
Zahera-lfesâdu fî-lberri velbahri bimâ kesebet eydî-nnâsi liyużîkahum ba’da-lleżî ‘amilû le’allehum yerci’ûn(e)
İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.
قُلْ
س۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
فَانْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلُۜ
كَانَ
اَكْثَرُهُمْ
مُشْرِك۪ينَ
٤٢
Kul sîrû fî-l-ardi fenzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lleżîne min kabl(u)(c) kâne ekśeruhum muşrikîn(e)
De ki: "Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın." Onların çoğu Allah'a ortak koşan kimselerdi.
فَاَقِمْ
وَجْهَكَ
لِلدّ۪ينِ
الْقَيِّمِ
مِنْ قَبْلِ
اَنْ
يَأْتِيَ
يَوْمٌ
لَا
مَرَدَّ
لَهُ
مِنَ
اللّٰهِ
يَوْمَئِذٍ
يَصَّدَّعُونَ
٤٣
Feekim vecheke liddîni-lkayyimi min kabli en ye/tiye yevmun lâ meradde lehu mina(A)llâh(i)(s) yevme-iżin yessadde’ûn(e)
Allah tarafından, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine çevir. O gün insanlar bölük bölük ayrılacaklardır.
مَنْ
كَفَرَ
فَعَلَيْهِ
كُفْرُهُۚ
وَمَنْ
عَمِلَ
صَالِحاً
فَلِاَنْفُسِهِمْ
يَمْهَدُونَۙ
٤٤
Men kefera fe’aleyhi kufruh(u)(s) vemen ‘amile sâlihan feli-enfusihim yemhedûn(e)
Kim inkâr ederse, inkarı kendi aleyhinedir. Kimler de salih amel işlerse, ancak kendileri için (cennette yer) hazırlarlar.
لِيَجْزِيَ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
مِنْ
فَضْلِه۪ۜ
اِنَّهُ
لَا يُحِبُّ
الْكَافِر۪ينَ
٤٥
Liyecziye-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti min fadlih(i)(c) innehu lâ yuhibbu-lkâfirîn(e)
Bu hazırlığı Allah'ın; iman edip salih amel işleyenleri kendi lütfundan mükafatlandırması için yaparlar. Şüphesiz o inkâr edenleri sevmez.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪ٓ
اَنْ
يُرْسِلَ
الرِّيَاحَ
مُبَشِّرَاتٍ
وَلِيُذ۪يقَكُمْ
مِنْ
رَحْمَتِه۪
وَلِتَجْرِيَ
الْفُلْكُ
بِاَمْرِه۪
وَلِتَبْتَغُوا
مِنْ
فَضْلِه۪
وَلَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
٤٦
Vemin âyâtihi en yursile-rriyâha mubeşşirâtin veliyużîkakum min rahmetihi velitecriye-lfulku bi-emrihi velitebteġû min fadlihi vele’allekum teşkurûn(e)
Rüzgarları, yağmurun müjdecileri olarak göndermesi, Allah'ın (varlık ve kudretinin) delillerindendir. O bunu, size rahmetinden tattırmak, emriyle gemilerin yol alması, onun lütfundan rızkınızı aramanız ve şükretmeniz için yapar.
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
رُسُلاً
اِلٰى
قَوْمِهِمْ
فَجَٓاؤُ۫هُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
فَانْتَقَمْنَا
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اَجْرَمُواۜ
وَكَانَ
حَقاًّ
عَلَيْنَا
نَصْرُ
الْمُؤْمِن۪ينَ
٤٧
Velekad erselnâ min kablike rusulen ilâ kavmihim fecâûhum bilbeyyinâti fentekamnâ mine-lleżîne ecramû(s) vekâne hakkan ‘aleynâ nasru-lmu/minîn(e)
Andolsun, senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Peygamberler onlara apaçık mucizeler getirdiler. Biz de suç işleyenlerden intikam aldık. Mü'minlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
يُرْسِلُ
الرِّيَاحَ
فَتُث۪يرُ
سَحَاباً
فَيَبْسُطُهُ
فِي
السَّمَٓاءِ
كَيْفَ
يَشَٓاءُ
وَيَجْعَلُهُ
كِسَفاً
فَتَرَى
الْوَدْقَ
يَخْرُجُ
مِنْ
خِلَالِه۪ۚ
فَاِذَٓا
اَصَابَ
بِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُ
مِنْ
عِبَادِه۪ٓ
اِذَا
هُمْ
يَسْتَبْشِرُونَ
٤٨
(A)llâhu-lleżî yursilu-rriyâha fetuśîru sehâben feyebsutuhu fî-ssemâ-i keyfe yeşâu veyec’aluhu kisefen feterâ-lvedka yaḣrucu min ḣilâlih(i)(s) fe-iżâ esâbe bihi men yeşâu min ‘ibâdihi iżâ hum yestebşirûn(e)
Allah rüzgarları gönderendir. Onlar da bulutları harekete geçirir. Allah onları dilediği gibi, (bazen) yayar ve (bazen) yoğunlaştırır. Nihayet yağmurun onların arasından çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediklerine uğrattığı zaman bir de bakarsın sevinirler.
وَاِنْ
كَانُوا
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
يُنَزَّلَ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
قَبْلِه۪
لَمُبْلِس۪ينَ
٤٩
Ve-in kânû min kabli en yunezzele ‘aleyhim min kablihi lemublisîn(e)
Oysa onlar daha önce kendilerine yağmur yağdırılmadan evvel kesin bir ümitsizliğe kapılmışlardı.
فَانْظُرْ
اِلٰٓى
اٰثَارِ
رَحْمَتِ
اللّٰهِ
كَيْفَ
يُحْـيِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَاۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
لَمُحْـيِ
الْمَوْتٰىۚ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٥٠
Fenzur ilâ âśâri rahmeti(A)llâhi keyfe yuhyî-l-arda ba’de mevtihâ(c) inne żâlike lemuhyî-lmevtâ(s) vehuve ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Allah'ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki, o ölüleri de elbette diriltecektir. O her şeye hakkıyla gücü yetendir.
وَلَئِنْ
اَرْسَلْنَا
ر۪يحاً
فَرَاَوْهُ
مُصْفَراًّ
لَظَلُّوا
مِنْ
بَعْدِه۪
يَكْفُرُونَ
٥١
Vele-in erselnâ rîhan feraevhu musferran lezallû min ba’dihi yekfurûn(e)
Andolsun, eğer (ekinlerine zararlı) bir rüzgar göndersek de o ekini sararmış görseler, ardından mutlaka nankörlük etmeye başlarlar.
فَاِنَّكَ
لَا
تُسْمِعُ
الْمَوْتٰى
وَلَا
تُسْمِعُ
الصُّمَّ
الدُّعَٓاءَ
اِذَا
وَلَّوْا
مُدْبِر۪ينَ
٥٢
Fe-inneke lâ tusmi’u-lmevtâ velâ tusmi’u-ssumme-ddu’âe iżâ vellev mudbirîn(e)
Şüphesiz, sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da işittiremezsin.
وَمَٓا
اَنْـتَ
بِهَادِ
الْعُمْيِ
عَنْ
ضَلَالَتِهِمْۜ
اِنْ
تُسْمِعُ
اِلَّا
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِاٰيَاتِنَا
فَهُمْ
مُسْلِمُونَ۟
٥٣
Vemâ ente bihâdi-l’umyi ‘an dalâletihim(s) in tusmi’u illâ men yu/minu bi-âyâtinâ fehum muslimûn(e)
Sen körleri sapkınlıklarından çıkarıp doğru yola iletemezsin. Sen çağrını ancak, âyetlerimize inanıp müslüman olan kimselere işittirebilirsin.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَكُمْ
مِنْ
ضَعْفٍ
ثُمَّ
جَعَلَ
مِنْ
بَعْدِ
ضَعْفٍ
قُوَّةً
ثُمَّ
جَعَلَ
مِنْ
بَعْدِ
قُوَّةٍ
ضَعْفاً
وَشَيْبَةًۜ
يَخْلُقُ
مَا
يَشَٓاءُۚ
وَهُوَ
الْعَل۪يمُ
الْقَد۪يرُ
٥٤
(A)llâhu-lleżî ḣalekakum min da’fin śümme ce’ale min ba’di da’fin kuvveten śümme ce’ale min ba’di kuvvetin da’fen veşeybe(ten)(c) yaḣluku mâ yeşâ/(u)(s) vehuve-l’alîmu-lkadîr(u)
Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ
يُقْسِمُ
الْمُجْرِمُونَۙ
مَا
لَبِثُوا
غَيْرَ
سَاعَةٍۜ
كَذٰلِكَ
كَانُوا
يُؤْفَكُونَ
٥٥
Veyevme tekûmu-ssâ’atu yuksimu-lmucrimûne mâ lebiśû ġayra sâ’a(tin)(c) keżâlike kânû yu/fekûn(e)
Kıyametin kopacağı gün suçlular, (dünyada) bir andan fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar (dünyada haktan) işte böyle döndürülüyorlardı.
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْعِلْمَ
وَالْا۪يمَانَ
لَقَدْ
لَبِثْتُمْ
ف۪ي
كِتَابِ
اللّٰهِ
اِلٰى
يَوْمِ
الْبَعْثِۘ
فَهٰذَا
يَوْمُ
الْبَعْثِ
وَلٰكِنَّكُمْ
كُنْتُمْ
لَا
تَعْلَمُونَ
٥٦
Vekâle-lleżîne ûtû-l’ilme vel-îmâne lekad lebiśtum fî kitâbi(A)llâhi ilâ yevmi-lba’ś(i)(s) fehâżâ yevmu-lba’śi velâkinnekum kuntum lâ ta’lemûn(e)
Kendilerine ilim ve iman verilmiş olanlar ise onlara şöyle diyeceklerdir: "Andolsun, siz, Allah'ın yazısına göre, yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz."
فَيَوْمَئِذٍ
لَا يَنْفَعُ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
مَعْذِرَتُهُمْ
وَلَا
هُمْ
يُسْتَعْتَبُونَ
٥٧
Feyevme-iżin lâ yenfe’u-lleżîne zalemû ma’żiratuhum velâ hum yusta’tebûn(e)
O gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz, Allah'ı razı edecek amelleri işleme istekleri de kabul edilmez.
وَلَقَدْ
ضَرَبْنَا
لِلنَّاسِ
ف۪ي
هٰذَا
الْقُرْاٰنِ
مِنْ
كُلِّ
مَثَلٍۜ
وَلَئِنْ
جِئْتَهُمْ
بِاٰيَةٍ
لَيَقُولَنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اِنْ
اَنْتُمْ
اِلَّا
مُبْطِلُونَ
٥٨
Velekad darabnâ linnâsi fî hâżâ-lkur-âni min kulli meśel(in)(c) vele-in ci/tehum bi-âyetin leyekûlenne-lleżîne keferû in entum illâ mubtilûn(e)
Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik. Andolsun, eğer sen onlara bir âyet getirsen, inkâr edenler mutlaka, "Siz ancak asılsız şeyler uyduranlarsınız" derler.
كَذٰلِكَ
يَطْبَعُ
اللّٰهُ
عَلٰى
قُلُوبِ
الَّذ۪ينَ
لَا
يَعْلَمُونَ
٥٩
Keżâlike yatbe’u(A)llâhu ‘alâ kulûbi-lleżîne lâ ya’lemûn(e)
Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler.
فَاصْبِرْ
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّ
وَلَا
يَسْتَخِفَّنَّكَ
الَّذ۪ينَ
لَا
يُوقِنُونَ
٦٠
Fasbir inne va’da(A)llâhi hakk(un)(s) velâ yestaḣiffenneke-lleżîne lâ yûkinûn(e)
Sabret. Şüphesiz, Allah'ın va'di gerçektir. Kesin imana sahip olmayanlar sakın seni gevşekliğe (ve tedirginliğe) sürüklemesinler.