لُقْمٰانَ
Lokman Suresi
تِلْكَ
اٰيَاتُ
الْكِتَابِ
الْحَك۪يمِۙ
٢
Tilke âyâtu-lkitâbi-lhakîm(i)
Bunlar, hikmet dolu Kitab'ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir.
هُدًى
وَرَحْمَةً
لِلْمُحْسِن۪ينَۙ
٣
Huden verahmeten lilmuhsinîn(e)
Bunlar, hikmet dolu Kitab'ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir.
اَلَّذ۪ينَ
يُق۪يمُونَ
الصَّلٰوةَ
وَيُؤْتُونَ
الزَّكٰوةَ
وَهُمْ
بِالْاٰخِرَةِ
هُمْ
يُوقِنُونَۜ
٤
Elleżîne yukîmûne-ssalâte veyu/tûne-zzekâte vehum bil-âḣirati hum yûkinûn(e)
Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar.
اُو۬لٰٓئِكَ
عَلٰى
هُدًى
مِنْ
رَبِّهِمْ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ
٥
Ulâ-ike ‘alâ huden min rabbihim(s) veulâ-ike humu-lmuflihûn(e)
İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يَشْتَر۪ي
لَهْوَ
الْحَد۪يثِ
لِيُضِلَّ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۙ
وَيَتَّخِذَهَا
هُزُواًۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
مُه۪ينٌ
٦
Vemine-nnâsi men yeşterî lehve-lhadîśi liyudille ‘an sebîli(A)llâhi biġayri ‘ilmin veyetteḣiżehâ huzuvâ(en)(c) ulâ-ike lehum ‘ażâbun muhîn(un)
İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.
وَاِذَا
تُتْلٰى
عَلَيْهِ
اٰيَاتُنَا
وَلّٰى
مُسْتَكْبِراً
كَاَنْ
لَمْ
يَسْمَعْهَا
كَاَنَّ
ف۪ٓي
اُذُنَيْهِ
وَقْراًۚ
فَبَشِّرْهُ
بِعَذَابٍ
اَل۪يمٍ
٧
Ve-iżâ tutlâ ‘aleyhi âyâtunâ vellâ mustekbiran keen lem yesma’hâ keenne fî użuneyhi vakrâ(an)(s) febeşşirhu bi’ażâbin elîm(in)
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman; onları hiç işitmemiş gibi, kulağında bir ağırlık var da büyüklenerek arkasını döner. Ona, elem dolu bir azabı müjdele.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
لَهُمْ
جَنَّاتُ
النَّع۪يمِۙ
٨
İnne-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti lehum cennâtu-nna’îm(i)
Şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için içlerinde ebedi kalacakları Naîm cennetleri vardır. Allah (bu konuda) gerçek bir vaadde bulunmuştur. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَاۜ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقاًّۜ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
٩
Ḣâlidîne fîhâ(s) va’da(A)llâhi hakkâ(an)(c) vehuve-l’azîzu-lhakîm(u)
Şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için içlerinde ebedi kalacakları Naîm cennetleri vardır. Allah (bu konuda) gerçek bir vaadde bulunmuştur. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
بِغَيْرِ
عَمَدٍ
تَرَوْنَهَا
وَاَلْقٰى
فِي
الْاَرْضِ
رَوَاسِيَ
اَنْ
تَم۪يدَ
بِكُمْ
وَبَثَّ
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
دَٓابَّةٍۜ
وَاَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَاَنْبَتْنَا
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
زَوْجٍ
كَر۪يمٍ
١٠
Ḣaleka-ssemâvâti biġayri ‘amedin teravnehâ(s) veelkâ fî-l-ardi ravâsiye en temîde bikum vebeśśe fîhâ min kulli dâbbe(tin)(c) veenzelnâ mine-ssemâ-i mâen feenbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(in)
Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.
هٰذَا
خَلْقُ
اللّٰهِ
فَاَرُون۪ي
مَاذَا
خَلَقَ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
دُونِه۪ۜ
بَلِ
الظَّالِمُونَ
ف۪ي
ضَلَالٍ
مُب۪ينٍ۟
١١
Hâżâ ḣalku(A)llâhi feerûnî mâżâ ḣaleka-lleżîne min dûnih(i)(c) beli-zzâlimûne fî dalâlin mubîn(in)
İşte Allah'ın yarattıkları! Haydi, Allah'ı bırakıp da taptıklarınızın yarattığını bana gösterin! Hayır, zalimler açık bir sapıklık içindedirler.
وَلَقَدْ
اٰتَيْنَا
لُقْمٰنَ
الْحِكْمَةَ
اَنِ
اشْكُرْ
لِلّٰهِۜ
وَمَنْ
يَشْكُرْ
فَاِنَّمَا
يَشْكُرُ
لِنَفْسِه۪ۚ
وَمَنْ
كَفَرَ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
غَنِيٌّ
حَم۪يدٌ
١٢
Velekad âteynâ lukmâne-lhikmete eni-şkur li(A)llâh(i)(s) vemen yeşkur fe-innemâ yeşkuru linefsih(i)(s) vemen kefera fe-inna(A)llâhe ġaniyyun hamîd(un)
Andolsun, biz Lokmân'a "Allah'a şükret" diye hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.
وَاِذْ
قَالَ
لُقْمٰنُ
لِابْنِه۪
وَهُوَ
يَعِظُهُ
يَا
بُنَيَّ
لَا
تُشْرِكْ
بِاللّٰهِۜ
اِنَّ
الشِّرْكَ
لَظُلْمٌ
عَظ۪يمٌ
١٣
Ve-iż kâle lukmânu libnihi vehuve ya’izuhu yâ buneyye lâ tuşrik bi(A)llâh(i)(s) inne-şşirke lezulmun ‘azîm(un)
Hani Lokmân oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür."
وَوَصَّيْنَا
الْاِنْسَانَ
بِوَالِدَيْهِۚ
حَمَلَتْهُ
اُمُّهُ
وَهْناً
عَلٰى
وَهْنٍ
وَفِصَالُهُ
ف۪ي
عَامَيْنِ
اَنِ
اشْكُرْ
ل۪ي
وَلِوَالِدَيْكَۜ
اِلَيَّ
الْمَص۪يرُ
١٤
Vevassaynâ-l-insâne bivâlideyhi hamelet-hu ummuhu vehnen ‘alâ vehnin vefisâluhu fî ‘âmeyni eni-şkur lî velivâlideyke ileyye-lmasîr(u)
İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: "Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır."
وَاِنْ
جَاهَدَاكَ
عَلٰٓى
اَنْ
تُشْرِكَ
ب۪ي
مَا
لَيْسَ
لَكَ
بِه۪
عِلْمٌ
فَلَا
تُطِعْهُمَا
وَصَاحِبْهُمَا
فِي
الدُّنْيَا
مَعْرُوفاًۘ
وَاتَّبِعْ
سَب۪يلَ
مَنْ
اَنَابَ
اِلَيَّۚ
ثُمَّ
اِلَيَّ
مَرْجِعُكُمْ
فَاُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
١٥
Ve-in câhedâke ‘alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihi ‘ilmun felâ tuti’humâ(s) vesâhibhumâ fî-ddunyâ ma’rûfâ(en)(s) vettebi’ sebîle men enâbe iley(ye)(c) śümme ileyye merci’ukum feunebbi-ukum bimâ kuntum ta’melûn(e)
"Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim."
يَا
بُنَيَّ
اِنَّـهَٓا
اِنْ
تَكُ
مِثْقَالَ
حَبَّةٍ
مِنْ
خَرْدَلٍ
فَتَكُنْ
ف۪ي
صَخْرَةٍ
اَوْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
اَوْ
فِي
الْاَرْضِ
يَأْتِ
بِهَا
اللّٰهُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَط۪يفٌ
خَب۪يرٌ
١٦
Yâ buneyye innehâ in teku miśkâle habbetin min ḣardelin fetekun fî saḣratin ev fî-ssemâvâti ev fî-l-ardi ye/ti biha(A)llâh(u)(c) inna(A)llâhe latîfun ḣabîr(un)
(Lokmân öğütlerine şöyle devam etti:) "Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (herşeyden) hakkıyla haberdar olandır."
يَا
بُنَيَّ
اَقِمِ
الصَّلٰوةَ
وَأْمُرْ
بِالْمَعْرُوفِ
وَانْهَ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَاصْبِرْ
عَلٰى
مَٓا
اَصَابَكَۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
مِنْ
عَزْمِ
الْاُمُورِۚ
١٧
Yâ buneyye akimi-ssalâte ve/mur bilma’rûfi venhe ‘ani-lmunkeri vasbir ‘alâ mâ esâbek(e)(s) inne żâlike min ‘azmi-l-umûr(i)
"Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir."
وَلَا
تُصَعِّرْ
خَدَّكَ
لِلنَّاسِ
وَلَا
تَمْشِ
فِي
الْاَرْضِ
مَرَحاًۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُحِبُّ
كُلَّ
مُخْتَالٍ
فَخُورٍۚ
١٨
Velâ tusa’’ir ḣaddeke linnâsi velâ temşi fî-l-ardi merahâ(an)(s) inna(A)llâhe lâ yuhibbu kulle muḣtâlin feḣûr(in)
"Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez."
وَاقْصِدْ
ف۪ي
مَشْيِكَ
وَاغْضُضْ
مِنْ
صَوْتِكَۜ
اِنَّ
اَنْكَرَ
الْاَصْوَاتِ
لَصَوْتُ
الْحَم۪يرِ۟
١٩
Vaksid fî meşyike vaġdud min savtik(e)(c) inne enkera-l-asvâti lesavtu-lhamîr(i)
"Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!"
اَلَمْ
تَرَوْا
اَنَّ
اللّٰهَ
سَخَّرَ
لَكُمْ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
وَاَسْبَغَ
عَلَيْكُمْ
نِعَمَهُ
ظَاهِرَةً
وَبَاطِنَةًۜ
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُجَادِلُ
فِي
اللّٰهِ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
وَلَا
هُدًى
وَلَا
كِتَابٍ
مُن۪يرٍ
٢٠
Elem terav enna(A)llâhe saḣḣara lekum mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ardi ve esbeġa ‘aleykum ni’amehu zâhiraten vebâtine(ten)(k) vemine-nnâsi men yucâdilu fi(A)llâhi biġayri ‘ilmin velâ huden velâ kitâbin munîr(in)
Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah'ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır.
وَاِذَا
ق۪يلَ
لَهُمُ
اتَّبِعُوا
مَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
قَالُوا
بَلْ
نَتَّبِعُ
مَا
وَجَدْنَا
عَلَيْهِ
اٰبَٓاءَنَاۜ
اَوَلَوْ
كَانَ
الشَّيْطَانُ
يَدْعُوهُمْ
اِلٰى
عَذَابِ
السَّع۪يرِ
٢١
Ve-iżâ kîle lehumu-ttebi’û mâ enzela(A)llâhu kâlû bel nettebi’u mâ vecednâ ‘aleyhi âbâenâ(c) eve lev kâne-şşeytânu yed’ûhum ilâ ‘ażâbi-ssa’îr(i)
Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiği zaman, "Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. Şeytan kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?
وَمَنْ
يُسْلِمْ
وَجْهَهُٓ
اِلَى
اللّٰهِ
وَهُوَ
مُحْسِنٌ
فَقَدِ
اسْتَمْسَكَ
بِالْعُرْوَةِ
الْوُثْقٰىۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
عَاقِبَةُ
الْاُمُورِ
٢٢
Vemen yuslim vechehu ila(A)llâhi vehuve muhsinun fekadi-stemseke bil’urveti-lvuśkâ(k) ve-ila(A)llâhi ‘âkibetu-l-umûr(i)
Kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah'a varır.
وَمَنْ
كَفَرَ
فَلَا
يَحْزُنْكَ
كُفْرُهُ
ۜ
اِلَيْنَا
مَرْجِعُهُمْ
فَنُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
عَمِلُواۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
٢٣
Vemen kefera felâ yahzunke kufruh(u)(c) ileynâ merci’uhum fenunebbi-uhum bimâ ‘amilû(c) inna(A)llâhe ‘alîmun biżâti-ssudûr(i)
Kim inkar ederse, onun inkarı seni üzmesin. Onların dönüşleri ancak bizedir. Biz de onlara yaptıklarını haber veririz. Allah göğüslerin içindekini (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
نُمَتِّعُهُمْ
قَل۪يلاً
ثُمَّ
نَضْطَرُّهُمْ
اِلٰى
عَذَابٍ
غَل۪يظٍ
٢٤
Numetti’uhum kalîlen śümme nadtarruhum ilâ ‘ażâbin ġalîz(in)
Biz onları (dünyada) biraz yararlandırırız. Sonra da onları ağır bir azaba sürükleriz.
وَلَئِنْ
سَاَلْتَهُمْ
مَنْ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
لَيَقُولُنَّ
اللّٰهُۜ
قُلِ
الْحَمْدُ
لِلّٰهِۜ
بَلْ
اَكْثَرُهُمْ
لَا
يَعْلَمُونَ
٢٥
Vele-in seeltehum men ḣaleka-ssemâvâti vel-arda leyekûlunna(A)llâh(u)(c) kuli-lhamdu li(A)llâh(i)(c) bel ekśeruhum lâ ya’lemûn(e)
Andolsun, eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah" derler. De ki, "Hamd Allah'a mahsustur." Fakat onların çoğu bilmezler.
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَم۪يدُ
٢٦
Li(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vel-ard(i)(c) inna(A)llâhe huve-lġaniyyu-lhamîd(u)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Şüphesiz Allah her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye layık olandır.
وَلَوْ
اَنَّ
مَا
فِي
الْاَرْضِ
مِنْ
شَجَرَةٍ
اَقْلَامٌ
وَالْبَحْرُ
يَمُدُّهُ
مِنْ
بَعْدِه۪
سَبْعَةُ
اَبْحُرٍ
مَا
نَفِدَتْ
كَلِمَاتُ
اللّٰهِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَز۪يزٌ
حَك۪يمٌ
٢٧
Velev ennemâ fî-l-ardi min şeceratin aklâmun velbahru yemudduhu min ba’dihi seb’atu ebhurin mâ nefidet kelimâtu(A)llâh(i)(k) inna(A)llâhe ‘azîzun hakîm(un)
Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah'ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
مَا
خَلْقُكُمْ
وَلَا
بَعْثُكُمْ
اِلَّا
كَنَفْسٍ
وَاحِدَةٍۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
سَم۪يعٌ
بَص۪يرٌ
٢٨
Mâ ḣalkukum velâ ba’śukum illâ kenefsin vâhide(tin)(k) inna(A)llâhe semî’un basîr(un)
(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يُولِجُ
الَّيْلَ
فِي
النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي
الَّيْلِ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَۘ
كُلٌّ
يَجْر۪ٓي
اِلٰٓى
اَجَلٍ
مُسَمًّى
وَاَنَّ
اللّٰهَ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَب۪يرٌ
٢٩
Elem tera enna(A)llâhe yûlicu-lleyle fî-nnehâri veyûlicu-nnehâra fî-lleyli veseḣḣara-şşemse velkamera kullun yecrî ilâ ecelin musemmen veenna(A)llâhe bimâ ta’melûne ḣabîr(un)
Görmedin mi ki Allah geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.
ذٰلِكَ
بِاَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْحَقُّ
وَاَنَّ
مَا
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِهِ
الْبَاطِلُۙ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْعَلِيُّ
الْكَب۪يرُ۟
٣٠
Żâlike bi-enna(A)llâhe huve-lhakku veenne mâ yed’ûne min dûnihi-lbâtilu veenna(A)llâhe huve-l’aliyyu-lkebîr(u)
Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise bâtıldır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
الْفُلْكَ
تَجْر۪ي
فِي
الْبَحْرِ
بِنِعْمَتِ
اللّٰهِ
لِيُرِيَكُمْ
مِنْ
اٰيَاتِه۪ۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ
٣١
Elem tera enne-lfulke tecrî fî-lbahri bini’meti(A)llâhi liyuriyekum min âyâtih(i)(s) inne fî żâlike leâyâtin likulli sabbârin şekûr(in)
Görmedin mi ki, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.
وَاِذَا
غَشِيَهُمْ
مَوْجٌ
كَالظُّلَلِ
دَعَوُا
اللّٰهَ
مُخْلِص۪ينَ
لَهُ
الدّ۪ينَۚ
فَلَمَّا
نَجّٰيهُمْ
اِلَى
الْبَرِّ
فَمِنْهُمْ
مُقْتَصِدٌۜوَمَا
يَجْحَدُ
بِاٰيَاتِنَٓا
اِلَّا
كُلُّ
خَتَّارٍ
كَفُورٍ
٣٢
Ve-iżâ ġaşiyehum mevcun ke-zzuleli de’avû(A)llâhe muḣlisîne lehu-ddîne felemmâ neccâhum ilâ-lberri feminhum muktesid(un)(c) vemâ yechadu bi-âyâtinâ illâ kullu ḣattârin kefûr(in)
Onları (denizde,) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah'a has kılarak ona yalvarırlar. Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اتَّقُوا
رَبَّكُمْ
وَاخْشَوْا
يَوْماً
لَا
يَجْز۪ي
وَالِدٌ
عَنْ
وَلَدِه۪ۘ
وَلَا
مَوْلُودٌ
هُوَ
جَازٍ
عَنْ
وَالِدِه۪
شَيْـٔاًۜ
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّ
فَلَا
تَغُرَّنَّكُمُ
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَا۠
وَلَا
يَغُرَّنَّكُمْ
بِاللّٰهِ
الْغَرُورُ
٣٣
Yâ eyyuhâ-nnâsu-ttekû rabbekum vaḣşev yevmen lâ yeczî vâlidun ‘an veledihi velâ mevlûdun huve câzin ‘an vâlidihi şey-â(en)(c) inne va’da(A)llâhi hakk(un)(s) felâ teġurrannekumu-lhayâtu-ddunyâ velâ yeġurrannekum bi(A)llâhi-lġarûr(u)
Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah'ın va'di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.
اِنَّ
اللّٰهَ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
السَّاعَةِۚ
وَيُنَزِّلُ
الْغَيْثَۚ
وَيَعْلَمُ
مَا
فِي
الْاَرْحَامِۜ
وَمَا
تَدْر۪ي
نَفْسٌ
مَاذَا
تَكْسِبُ
غَداًۜ
وَمَا
تَدْر۪ي
نَفْسٌ
بِاَيِّ
اَرْضٍ
تَمُو
تُ
ۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَل۪يمٌ
خَب۪يرٌ
٣٤
İnna(A)llâhe ‘indehu ‘ilmu-ssâ’ati veyunezzilu-lġayśe veya’lemu mâ fî-l-erhâm(i)(s) vemâ tedrî nefsun mâżâ teksibu ġadâ(en)(s) vemâ tedrî nefsun bi-eyyi ardin temût(u)(c) inna(A)llâhe ‘alîmun ḣabîr(un)
Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (herşeyden) hakkıyla haberdar olandır.