السَّجْدَةِ
Secde Suresi
تَنْز۪يلُ
الْكِتَابِ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِ
مِنْ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَۜ
٢
Tenzîlu-lkitâbi lâ raybe fîhi min rabbi-l’âlemîn(e)
Kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan bu Kitab'ın indirilişi, âlemlerin Rabbi tarafındandır.
اَمْ
يَقُولُونَ
افْتَرٰيهُۚ
بَلْ
هُوَ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكَ
لِتُنْذِرَ
قَوْماً
مَٓا
اَتٰيهُمْ
مِنْ
نَذ۪يرٍ
مِنْ
قَبْلِكَ
لَعَلَّهُمْ
يَهْتَدُونَ
٣
Em yekûlûne-fterâh(u)(c) bel huve-lhakku min rabbike litunżira kavmen mâ etâhum min neżîrin min kablike le’allehum yehtedûn(e)
Yoksa "Onu Muhammed uydurdu" mu diyorlar? Hayır o, kendilerine senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için, doğru yolu bulsunlar diye Rabbin tarafından indirilmiş gerçektir.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِۜ
مَا
لَكُمْ
مِنْ
دُونِه۪
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلَا
شَف۪يعٍۜ
اَفَلَا
تَتَذَكَّرُونَ
٤
(A)llâhu-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda vemâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin śümme-stevâ ‘alâ-l’arş(i)(s) mâ lekum min dûnihi min veliyyin velâ şefî’(in)(c) efelâ teteżekkerûn(e)
Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş'a kurulandır. Sizin için ondan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?
يُدَبِّرُ
الْاَمْرَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
اِلَى
الْاَرْضِ
ثُمَّ
يَعْرُجُ
اِلَيْهِ
ف۪ي
يَوْمٍ
كَانَ
مِقْدَارُهُٓ
اَلْفَ
سَنَةٍ
مِمَّا
تَعُدُّونَ
٥
Yudebbiru-l-emra mine-ssemâ-i ilâ-l-ardi śümme ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mikdâruhu elfe senetin mimmâ te’uddûn(e)
Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde ona yükselir.
ذٰلِكَ
عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
الْعَز۪يزُ
الرَّح۪يمُۙ
٦
Żâlike ‘âlimu-lġaybi ve-şşehâdeti-l’azîzu-rrahîm(u)
İşte Allah gaybı da görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
اَلَّـذ۪ٓي
اَحْسَنَ
كُلَّ
شَيْءٍ
خَلَقَهُ
وَبَدَاَ
خَلْقَ
الْاِنْسَانِ
مِنْ
ط۪ينٍۚ
٧
Elleżî ahsene kulle şey-in ḣalekah(u)(s) vebedee ḣalka-l-insâni min tîn(in)
O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.
ثُمَّ
جَعَلَ
نَسْلَهُ
مِنْ
سُلَالَةٍ
مِنْ
مَٓاءٍ
مَه۪ينٍۚ
٨
Śumme ce’ale neslehu min sulâletin min mâ-in mehîn(in)
Sonra onun neslini bir öz sudan, değersiz bir sudan yarattı.
ثُمَّ
سَوّٰيهُ
وَنَفَخَ
ف۪يهِ
مِنْ
رُوحِه۪
وَجَعَلَ
لَكُمُ
السَّمْعَ
وَالْاَبْصَارَ
وَالْاَفْـِٔدَةَۜ
قَل۪يلاً
مَا
تَشْكُرُونَ
٩
Śumme sevvâhu venefeḣa fîhi min rûhih(i)(s) vece’ale lekumu-ssem’a vel-ebsâra vel-ef-ide(te)(c) kalîlen mâ teşkurûn(e)
Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
وَقَالُٓوا
ءَاِذَا
ضَلَلْنَا
فِي
الْاَرْضِ
ءَاِنَّا
لَف۪ي
خَلْقٍ
جَد۪يدٍۜ
بَلْ
هُمْ
بِلِقَٓاءِ
رَبِّهِمْ
كَافِرُونَ
١٠
Ve kâlû e-iżâ dalâlnâ fî-l-ardi e-innâ lefî ḣalkin cedîd(in)(c) bel hum bilikâ-i rabbihim kâfirûn(e)
(Kâfirler dediler ki:) "Biz toprakta yok olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacakmışız? Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkar etmektedirler.
قُلْ
يَتَوَفّٰيكُمْ
مَلَكُ
الْمَوْتِ
الَّذ۪ي
وُكِّلَ
بِكُمْ
ثُمَّ
اِلٰى
رَبِّكُمْ
تُرْجَعُونَ۟
١١
Kul yeteveffâkum meleku-lmevti-lleżî vukkile bikum śümme ilâ rabbikum turce’ûn(e)
De ki: "Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
وَلَوْ
تَرٰٓى
اِذِ
الْمُجْرِمُونَ
نَاكِسُوا
رُؤُ۫سِهِمْ
عِنْدَ
رَبِّهِمْۜ
رَبَّـنَٓا
اَبْصَرْنَا
وَسَمِعْنَا
فَارْجِعْنَا
نَعْمَلْ
صَـالِحاً
اِنَّا
مُوقِنُونَ
١٢
Velev terâ iżi-lmucrimûne nâkisû ruûsihim ‘inde rabbihim rabbenâ ebsarnâ vesemi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(e)
Suçlular Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, "Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız" dedikleri vakit, (onları) bir görsen!
وَلَوْ
شِئْنَا
لَاٰتَيْنَا
كُلَّ
نَفْسٍ
هُدٰيهَا
وَلٰكِنْ
حَقَّ
الْقَوْلُ
مِنّ۪ي
لَاَمْلَـَٔنَّ
جَهَنَّمَ
مِنَ
الْجِنَّةِ
وَالنَّاسِ
اَجْمَع۪ينَ
١٣
Velev şi/nâ leâteynâ kulle nefsin hudâhâ velâkin hakka-lkavlu minnî leemleenne cehenneme mine-lcinneti ve-nnâsi ecma’în(e)
Eğer dileseydik herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, "Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım" sözüm gerçekleşecektir.
فَذُوقُوا
بِمَا
نَس۪يتُمْ
لِقَٓاءَ
يَوْمِكُمْ
هٰذَاۚ
اِنَّا
نَس۪ينَاكُمْ
وَذُوقُوا
عَذَابَ
الْخُلْدِ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
١٤
Feżûkû bimâ nesîtum likâe yevmikum hâżâ innâ nesînâkum(s) veżûkû ‘ażâbe-lḣuldi bimâ kuntum ta’melûn(e)
(Onlara şöyle denilecek:) "O halde bu gününüze kavuşmayı unutmanıza karşılık azabı tadın. Biz de sizi unuttuk. Yapmakta olduklarınıza karşılık ebedi azabı tadın."
اِنَّمَا
يُؤْمِنُ
بِاٰيَاتِنَا
الَّذ۪ينَ
اِذَا
ذُكِّرُوا
بِهَا
خَرُّوا
سُجَّداً
وَسَبَّحُوا
بِحَمْدِ
رَبِّهِمْ
وَهُمْ
لَا
يَسْتَكْبِرُونَ
١٥
İnnemâ yu/minu bi-âyâtinâ-lleżîne iżâ żukkirû bihâ ḣarrû succeden vesebbehû bihamdi rabbihim vehum lâ yestekbirûn(e)
Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine bu âyetlerle öğüt verildiği zaman secdeye kapanan, kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tespih edenler inanırlar.
تَتَجَافٰى
جُنُوبُهُمْ
عَنِ
الْمَضَاجِعِ
يَدْعُونَ
رَبَّهُمْ
خَوْفاً
وَطَمَعاًۘ
وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
يُنْفِقُونَ
١٦
Tetecâfâ cunûbuhum ‘ani-lmedâci’i yed’ûne rabbehum ḣavfen vetame’an vemimmâ razeknâhum yunfikûn(e)
Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.
فَلَا
تَعْلَمُ
نَفْسٌ
مَٓا
اُخْفِيَ
لَهُمْ
مِنْ
قُرَّةِ
اَعْيُنٍۚ
جَزَٓاءً
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
١٧
Felâ ta’lemu nefsun mâ uḣfiye lehum min kurrati a’yunin cezâen bimâ kânû ya’melûn(e)
Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.
اَفَمَنْ
كَانَ
مُؤْمِناً
كَمَنْ
كَانَ
فَاسِقاًۜ
لَا
يَسْتَوُ۫نَ
١٨
Efemen kâne mu/minen kemen kâne fâsikâ(an)(c) lâ yestevûn(e)
Hiç mü'min fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar.
اَمَّا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
فَلَهُمْ
جَنَّاتُ
الْمَأْوٰىۘ
نُزُلاً
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
١٩
Emmâ-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti felehum cennâtu-lme/vâ nuzulen bimâ kânû ya’melûn(e)
İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için, yapmakta olduklarına karşılık bir mükafat olarak Me'vâ cennetleri vardır.
وَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
فَسَقُوا
فَمَأْوٰيهُمُ
النَّارُۜ
كُلَّمَٓا
اَرَادُٓوا
اَنْ
يَخْرُجُوا
مِنْهَٓا
اُع۪يدُوا
ف۪يهَا
وَق۪يلَ
لَهُمْ
ذُوقُوا
عَذَابَ
النَّارِ
الَّذ۪ي
كُنْتُمْ
بِه۪
تُكَذِّبُونَ
٢٠
Veemmâ-lleżîne fesekû feme/vâhumu-nnâr(u)(s) kullemâ erâdû en yaḣrucû minhâ u’îdû fîhâ vekîle lehum żûkû ‘ażâbe-nnâri-lleżî kuntum bihi tukeżżibûn(e)
Fasıklık edenlere gelince, onların barınağı ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya döndürülürler ve onlara, "Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın" denir.
وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ
مِنَ
الْعَذَابِ
الْاَدْنٰى
دُونَ
الْعَذَابِ
الْاَكْبَرِ
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ
٢١
Velenużîkannehum mine-l’ażâbi-l-ednâ dûne-l’ażâbi-l-ekberi le’allehum yerci’ûn(e)
Andolsun, dönsünler diye biz onlara (ahiretteki) en büyük azaptan önce (dünyadaki) yakın azabı elbette tattıracağız.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
ذُكِّرَ
بِاٰيَاتِ
رَبِّه۪
ثُمَّ
اَعْرَضَ
عَنْهَاۜ
اِنَّا
مِنَ
الْمُجْرِم۪ينَ
مُنْتَقِمُونَ۟
٢٢
Vemen azlemu mimmen żukkira bi-âyâti rabbihi śümme a’rada ‘anhâ(c) innâ mine-lmucrimîne muntakimûn(e)
Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız.
وَلَقَدْ
اٰتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
فَلَا
تَكُنْ
ف۪ي
مِرْيَةٍ
مِنْ
لِقَٓائِه۪
وَجَعَلْنَاهُ
هُدًى
لِبَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَۚ
٢٣
Velekad âteynâ mûsâ-lkitâbe felâ tekun fî miryetin min likâ-ih(i)(s) vece’alnâhu huden libenî isrâ-îl(e)
Andolsun, biz Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur'an'a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık
وَجَعَلْنَا
مِنْهُمْ
اَئِمَّةً
يَهْدُونَ
بِاَمْرِنَا
لَمَّا
صَبَرُواۜ
وَكَانُوا
بِاٰيَاتِنَا
يُوقِنُونَ
٢٤
Vece’alnâ minhum e-immeten yehdûne bi-emrinâ lemmâ saberû(s) vekânû bi-âyâtinâ yûkinûn(e)
Sabredip âyetlerimize kesin olarak inandıkları zaman içlerinden emrimizle doğru yola ileten önderler çıkardık.
اِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ
يَفْصِلُ
بَيْنَهُمْ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
ف۪يمَا
كَانُوا
ف۪يهِ
يَخْتَلِفُونَ
٢٥
İnne rabbeke huve yafsilu beynehum yevme-lkiyâmeti fîmâ kânû fîhi yaḣtelifûn(e)
Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, üzerinde ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda onlar arasında hüküm verecektir.
اَوَلَمْ
يَهْدِ
لَهُمْ
كَمْ
اَهْلَكْنَا
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنَ
الْقُرُونِ
يَمْشُونَ
ف۪ي
مَسَاكِنِهِمْۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍۜ
اَفَلَا
يَسْمَعُونَ
٢٦
Eve lem yehdi lehum kem ehleknâ min kablihim mine-lkurûni yemşûne fî mesâkinihim(c) inne fî żâlike leâyât(in)(s) efelâ yesme’ûn(e)
Yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri helak etmiş olmamız onlar için yol gösterici olmadı mı? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Hâlâ duymayacaklar mı?
اَوَلَمْ
يَرَوْا
اَنَّا
نَسُوقُ
الْمَٓاءَ
اِلَى
الْاَرْضِ
الْجُرُزِ
فَنُخْرِجُ
بِه۪
زَرْعاً
تَأْكُلُ
مِنْهُ
اَنْعَامُهُمْ
وَاَنْفُسُهُمْۜ
اَفَلَا
يُبْصِرُونَ
٢٧
Eve lem yerav ennâ nesûku-lmâe ilâ-l-ardi-lcuruzi fenuḣricu bihi zer’an te/kulu minhu en’âmuhum ve enfusuhum(s) efelâ yubsirûn(e)
Görmediler mi ki, biz yağmuru kupkuru yere gönderip onunla hayvanlarının ve kendilerinin yiyeceği ekinler çıkarırız. Hâlâ görmeyecekler mi?
وَيَقُولُونَ
مَتٰى
هٰذَا
الْفَتْحُ
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٢٨
Veyekûlûne metâ hâżâ-lfethu in kuntum sâdikîn(e)
"Eğer doğru söyleyenler iseniz şu fetih ne zamanmış?" diyorlar.
قُلْ
يَوْمَ
الْفَتْحِ
لَا
يَنْفَعُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
ا۪يمَانُهُمْ
وَلَا
هُمْ
يُنْظَرُونَ
٢٩
Kul yevme-lfethi lâ yenfe’u-lleżîne keferû îmânuhum velâ hum yunzarûn(e)
De ki, "Fetih (Kıyamet) günü, inkar edenlere iman etmeleri fayda vermeyecektir. Onlara göz de açtırılmayacaktır."
فَاَعْرِضْ
عَنْهُمْ
وَانْتَظِرْ
اِنَّهُمْ
مُنْتَظِرُونَ
٣٠
Fea’rid ‘anhum ventazir innehum muntazirûn(e)
Şimdi sen onlardan yüz çevir ve bekle. Şüphesiz onlar da bekliyorlar.