وَجَعَلُوا
لِلّٰهِ
شُرَكَٓاءَ
الْجِنَّ
وَخَلَقَهُمْ
وَخَرَقُوا
لَهُ
بَن۪ينَ
وَبَنَاتٍ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۜ
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالٰى
عَمَّا
يَصِفُونَ۟
١٠٠
Bir de cinleri Allah’a birtakım ortaklar yaptılar. Oysa onları O yarattı. Bilgisizce Allah’a oğullar ve kızlar da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.
وَكَذٰلِكَ
جَعَلْنَا
لِكُلِّ
نَبِيٍّ
عَدُواًّ
شَيَاط۪ينَ
الْاِنْسِ
وَالْجِنِّ
يُوح۪ي
بَعْضُهُمْ
اِلٰى
بَعْضٍ
زُخْرُفَ
الْقَوْلِ
غُرُوراًۜ
وَلَوْ
شَٓاءَ
رَبُّكَ
مَا
فَعَلُوهُ
فَذَرْهُمْ
وَمَا
يَفْتَرُونَ
١١٢
İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.
وَيَوْمَ
يَحْشُرُهُمْ
جَم۪يعاًۚ
يَا
مَعْشَرَ
الْجِنِّ
قَدِ
اسْتَكْثَرْتُمْ
مِنَ
الْاِنْسِۚ
وَقَالَ
اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ
مِنَ
الْاِنْسِ
رَبَّـنَا
اسْتَمْتَعَ
بَعْضُنَا
بِبَعْضٍ
وَبَلَغْنَٓا
اَجَلَنَا
الَّـذ۪ٓي
اَجَّلْتَ
لَنَاۜ
قَالَ
النَّارُ
مَثْوٰيكُمْ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَٓا
اِلَّا
مَا
شَٓاءَ
اللّٰهُۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
حَك۪يمٌ
عَل۪يمٌ
١٢٨
Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
يَا
مَعْشَرَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
اَلَمْ
يَأْتِكُمْ
رُسُلٌ
مِنْكُمْ
يَقُصُّونَ
عَلَيْكُمْ
اٰيَات۪ي
وَيُنْذِرُونَكُمْ
لِقَٓاءَ
يَوْمِكُمْ
هٰذَاۜ
قَالُوا
شَهِدْنَا
عَلٰٓى
اَنْفُسِنَا
وَغَرَّتْهُمُ
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَا
وَشَهِدُوا
عَلٰٓى
اَنْفُسِهِمْ
اَنَّهُمْ
كَانُوا
كَافِر۪ينَ
١٣٠
(O gün Allah, şöyle diyecektir:) “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle diyecekler: “Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
قَالَ
ادْخُلُوا
ف۪ٓي
اُمَمٍ
قَدْ
خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
مِنَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
فِي
النَّارِۜ
كُلَّمَا
دَخَلَتْ
اُمَّةٌ
لَعَنَتْ
اُخْتَهَاۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
ادَّارَكُوا
ف۪يهَا
جَم۪يعاًۙ
قَالَتْ
اُخْرٰيهُمْ
لِاُو۫لٰيهُمْ
رَبَّنَا
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
اَضَلُّونَا
فَاٰتِهِمْ
عَذَاباً
ضِعْفاً
مِنَ
النَّارِۜ
قَالَ
لِكُلٍّ
ضِعْفٌ
وَلٰكِنْ
لَا
تَعْلَمُونَ
٣٨
Allah, şöyle der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.” Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver” derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz.”
وَلَقَدْ
ذَرَأْنَا
لِجَهَنَّمَ
كَث۪يراً
مِنَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِۘ
لَهُمْ
قُلُوبٌ
لَا يَفْقَهُونَ
بِهَاۘ
وَلَهُمْ
اَعْيُنٌ
لَا
يُبْصِرُونَ
بِهَاۘ
وَلَهُمْ
اٰذَانٌ
لَا
يَسْمَعُونَ
بِهَاۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
كَالْاَنْعَامِ
بَلْ
هُمْ
اَضَلُّۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْغَافِلُونَ
١٧٩
Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.
اِلَّا
مَنْ
رَحِمَ
رَبُّكَۜ
وَلِذٰلِكَ
خَلَقَهُمْۜ
وَتَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
لَاَمْلَـَٔنَّ
جَهَنَّمَ
مِنَ
الْجِنَّةِ
وَالنَّاسِ
اَجْمَع۪ينَ
١١٩
118,119. Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım” sözü kesinleşti.
وَالْجَٓانَّ
خَلَقْنَاهُ
مِنْ
قَبْلُ
مِنْ
نَارِ
السَّمُومِ
٢٧
Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.
قُلْ
لَئِنِ
اجْتَمَعَتِ
الْاِنْسُ
وَالْجِنُّ
عَلٰٓى
اَنْ
يَأْتُوا
بِمِثْلِ
هٰذَا
الْقُرْاٰنِ
لَا
يَأْتُونَ
بِمِثْلِه۪
وَلَوْ
كَانَ
بَعْضُهُمْ
لِبَعْضٍ
ظَه۪يراً
٨٨
De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”
وَاِذْ
قُلْنَا
لِلْمَلٰٓئِكَةِ
اسْجُدُوا
لِاٰدَمَ
فَسَجَدُٓوا
اِلَّٓا
اِبْل۪يسَۜ
كَانَ
مِنَ
الْجِنِّ
فَفَسَقَ
عَنْ
اَمْرِ
رَبِّه۪ۜ
اَفَتَتَّخِذُونَهُ
وَذُرِّيَّتَهُٓ
اَوْلِيَٓاءَ
مِنْ
دُون۪ي
وَهُمْ
لَكُمْ
عَدُوٌّۜ
بِئْسَ
لِلظَّالِم۪ينَ
بَدَلاً
٥٠
Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
وَحُشِرَ
لِسُلَيْمٰنَ
جُنُودُهُ
مِنَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
وَالطَّيْرِ
فَهُمْ
يُوزَعُونَ
١٧
Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.
قَالَ
عِفْر۪يتٌ
مِنَ
الْجِنِّ
اَنَا۬
اٰت۪يكَ
بِه۪
قَبْلَ
اَنْ
تَقُومَ
مِنْ
مَقَامِكَۚ
وَاِنّ۪ي
عَلَيْهِ
لَقَوِيٌّ
اَم۪ينٌ
٣٩
Cinlerden bir ifrit, ”Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim” dedi.
وَلِسُلَيْمٰنَ
الرّ۪يحَ
غُدُوُّهَا
شَهْرٌ
وَرَوَاحُهَا
شَهْرٌۚ
وَاَسَلْنَا
لَهُ
عَيْنَ
الْقِطْرِۜ
وَمِنَ
الْجِنِّ
مَنْ
يَعْمَلُ
بَيْنَ
يَدَيْهِ
بِاِذْنِ
رَبِّه۪ۜ
وَمَنْ
يَزِغْ
مِنْهُمْ
عَنْ
اَمْرِنَا
نُذِقْهُ
مِنْ
عَذَابِ
السَّع۪يرِ
١٢
Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız.
فَلَمَّا
قَضَيْنَا
عَلَيْهِ
الْمَوْتَ
مَا
دَلَّهُمْ
عَلٰى
مَوْتِه۪ٓ
اِلَّا
دَٓابَّةُ
الْاَرْضِ
تَأْكُلُ
مِنْسَاَتَهُۚ
فَلَمَّا
خَرَّ
تَبَيَّنَتِ
الْجِنُّ
اَنْ
لَوْ
كَانُوا
يَعْلَمُونَ
الْغَيْبَ
مَا
لَبِثُوا
فِي
الْعَذَابِ
الْمُه۪ينِ
١٤
Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.
قَالُوا
سُبْحَانَكَ
اَنْتَ
وَلِيُّنَا
مِنْ
دُونِهِمْۚ
بَلْ
كَانُوا
يَعْبُدُونَ
الْجِنَّۚ
اَكْثَرُهُمْ
بِهِمْ
مُؤْمِنُونَ
٤١
(Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”
اِنَّا
زَيَّنَّا
السَّمَٓاءَ
الدُّنْيَا
بِز۪ينَةٍۨ
الْـكَوَاكِبِۙ
٦
وَحِفْظاً
مِنْ
كُلِّ
شَيْطَانٍ
مَارِدٍۚ
٧
لَا
يَسَّمَّعُونَ
اِلَى
الْمَلَأِ
الْاَعْلٰى
وَيُقْذَفُونَ
مِنْ
كُلِّ
جَانِبٍۗ
٨
دُحُوراً
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
وَاصِبٌۙ
٩
اِلَّا
مَنْ
خَطِفَ
الْخَطْفَةَ
فَاَتْبَعَهُ
شِهَابٌ
ثَاقِبٌ
١٠
Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık. Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. 8,9. Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır. Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).
وَجَعَلُوا
بَيْنَهُ
وَبَيْنَ
الْجِنَّةِ
نَسَباًۜ
وَلَقَدْ
عَلِمَتِ
الْجِنَّةُ
اِنَّهُمْ
لَمُحْضَرُونَۙ
١٥٨
Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah’ın huzuruna getirileceklerini bilirler.
فَاِنَّكُمْ
وَمَا
تَعْبُدُونَۙ
١٦١
مَٓا
اَنْتُمْ
عَلَيْهِ
بِفَاتِن۪ينَۙ
١٦٢
اِلَّا
مَنْ
هُوَ
صَالِ
الْجَح۪يمِ
١٦٣
161,162,163. (Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah’ın yolundan saptırabilirsiniz.
وَالشَّيَاط۪ينَ
كُلَّ
بَنَّٓاءٍ
وَغَوَّاصٍۙ
٣٧
وَاٰخَر۪ينَ
مُقَرَّن۪ينَ
فِي
الْاَصْفَادِ
٣٨
37,38. Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik.
وَقَيَّضْنَا
لَهُمْ
قُرَنَٓاءَ
فَزَيَّنُوا
لَهُمْ
مَا
بَيْنَ
اَيْد۪يهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْ
وَحَقَّ
عَلَيْهِمُ
الْقَوْلُ
ف۪ٓي
اُمَمٍ
قَدْ
خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِۚ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
خَاسِر۪ينَ۟
٢٥
Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı.
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
رَبَّـنَٓا
اَرِنَا
الَّذَيْنِ
اَضَلَّانَا
مِنَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
نَجْعَلْهُمَا
تَحْتَ
اَقْدَامِنَا
لِيَكُونَا
مِنَ
الْاَسْفَل۪ينَ
٢٩
(Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
حَقَّ
عَلَيْهِمُ
الْقَوْلُ
ف۪ٓي
اُمَمٍ
قَدْ
خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
خَاسِر۪ينَ
١٨
İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında o sözün (azabın) gerçekleştiği kimselerdir. Şüphesiz onlar ziyana uğrayanlardır.
وَاِذْ
صَرَفْنَٓا
اِلَيْكَ
نَفَراً
مِنَ
الْجِنِّ
يَسْتَمِعُونَ
الْقُرْاٰنَۚ
فَلَمَّا
حَضَرُوهُ
قَالُٓوا
اَنْصِتُواۚ
فَلَمَّا
قُضِيَ
وَلَّوْا
اِلٰى
قَوْمِهِمْ
مُنْذِر۪ينَ
٢٩
قَالُوا
يَا
قَوْمَنَٓا
اِنَّا
سَمِعْنَا
كِتَاباً
اُنْزِلَ
مِنْ
بَعْدِ
مُوسٰى
مُصَدِّقاً
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِ
يَهْد۪ٓي
اِلَى
الْحَقِّ
وَاِلٰى
طَر۪يقٍ
مُسْتَق۪يمٍ
٣٠
Hani Kur’an’ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun huzuruna gelince birbirlerine, “Susun!” dediler. Kur’an’ın okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler. Dediler ki: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ’dan sonra indirilen, kendinden önceki kitapları doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.”
وَمَا
خَلَقْتُ
الْجِنَّ
وَالْاِنْسَ
اِلَّا
لِيَعْبُدُونِ
٥٦
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
وَخَلَقَ
الْجَٓانَّ
مِنْ
مَارِجٍ
مِنْ
نَارٍۚ
١٥
“Cin”i de yalın bir ateşten yarattı.
يَا
مَعْشَرَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
اِنِ
اسْتَطَعْتُمْ
اَنْ
تَنْفُذُوا
مِنْ
اَقْطَارِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
فَانْفُذُواۜ
لَا تَنْفُذُونَ
اِلَّا
بِسُلْطَانٍۚ
٣٣
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.
يُرْسَلُ
عَلَيْكُمَا
شُوَاظٌ
مِنْ
نَارٍ
وَنُحَاسٌ
فَلَا
تَنْتَصِرَانِۚ
٣٥
فَبِاَيِّ
اٰلَٓاءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ
٣٦
فَاِذَا
انْشَقَّتِ
السَّمَٓاءُ
فَكَانَتْ
وَرْدَةً
كَالدِّهَانِۚ
٣٧
فَبِاَيِّ
اٰلَٓاءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ
٣٨
فَيَوْمَئِذٍ
لَا يُسْـَٔلُ
عَنْ
ذَنْبِه۪ٓ
اِنْسٌ
وَلَا
جَٓانٌّۚ
٣٩
Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de kendinizi koruyamazsınız. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman (hâliniz ne olur?) İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.
يُعْرَفُ
الْمُجْرِمُونَ
بِس۪يمٰيهُمْ
فَيُؤْخَذُ
بِالنَّوَاص۪ي
وَالْاَقْدَامِۚ
٤١
Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
ف۪يهِنَّ
قَاصِرَاتُ
الطَّرْفِۙ
لَمْ
يَطْمِثْهُنَّ
اِنْسٌ
قَبْلَهُمْ
وَلَا
جَٓانٌّۚ
٥٦
Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.
لَمْ
يَطْمِثْهُنَّ
اِنْسٌ
قَبْلَهُمْ
وَلَا
جَٓانٌّۚ
٧٤
Onlara, eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.
قُلْ
اُو۫حِيَ
اِلَيَّ
اَنَّهُ
اسْتَمَعَ
نَفَرٌ
مِنَ
الْجِنِّ
فَقَالُٓوا
اِنَّا
سَمِعْنَا
قُرْاٰناً
عَجَباًۙ
١
يَهْد۪ٓي
اِلَى
الرُّشْدِ
فَاٰمَنَّا
بِه۪ۜ
وَلَنْ
نُشْرِكَ
بِرَبِّنَٓا
اَحَداًۙ
٢
1,2. (Ey Muhammed!) De ki: “Bana cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: “Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur’an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız.”
وَاَنَّهُ
تَعَالٰى
جَدُّ
رَبِّنَا
مَا
اتَّخَذَ
صَاحِبَةً
وَلَا
وَلَداًۙ
٣
وَاَنَّهُ
كَانَ
يَقُولُ
سَف۪يهُنَا
عَلَى
اللّٰهِ
شَطَطاًۙ
٤
وَاَنَّا
ظَنَنَّٓا
اَنْ
لَنْ
تَقُولَ
الْاِنْسُ
وَالْجِنُّ
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباًۙ
٥
“Doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.” “Demek bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında doğruluktan uzak sözler söylüyormuş.” “Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.”
وَاَنَّهُ
كَانَ
رِجَالٌ
مِنَ
الْاِنْسِ
يَعُوذُونَ
بِرِجَالٍ
مِنَ
الْجِنِّ
فَزَادُوهُمْ
رَهَقاًۙ
٦
وَاَنَّهُمْ
ظَنُّوا
كَمَا
ظَنَنْتُمْ
اَنْ
لَنْ
يَبْعَثَ
اللّٰهُ
اَحَداًۙ
٧
“Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı.” “Gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.”
وَاَنَّا
لَمَسْنَا
السَّمَٓاءَ
فَوَجَدْنَاهَا
مُلِئَتْ
حَرَساً
شَد۪يداً
وَشُهُباًۙ
٨
وَاَنَّا
كُنَّا
نَقْعُدُ
مِنْهَا
مَقَاعِدَ
لِلسَّمْعِۜ
فَمَنْ
يَسْتَمِعِ
الْاٰنَ
يَجِدْ
لَهُ
شِهَاباً
رَصَداًۙ
٩
وَاَنَّا
لَا
نَدْر۪ٓي
اَشَرٌّ
اُر۪يدَ
بِمَنْ
فِي
الْاَرْضِ
اَمْ
اَرَادَ
بِهِمْ
رَبُّهُمْ
رَشَداًۙ
١٠
“Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk.” “Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.” “Hakikaten biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?”
وَاَنَّا
مِنَّا
الصَّالِحُونَ
وَمِنَّا
دُونَ
ذٰلِكَۜ
كُنَّا
طَرَٓائِقَ
قِدَداًۙ
١١
وَاَنَّا
ظَنَنَّٓا
اَنْ
لَنْ
نُعْجِزَ
اللّٰهَ
فِي
الْاَرْضِ
وَلَنْ
نُعْجِزَهُ
هَرَباًۙ
١٢
وَاَنَّا
لَمَّا
سَمِعْنَا
الْهُدٰٓى
اٰمَنَّا
بِه۪ۜ
فَمَنْ
يُؤْمِنْ
بِرَبِّه۪
فَلَا
يَخَافُ
بَخْساً
وَلَا
رَهَقاًۙ
١٣
“Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar tutmuşuz.” “Muhakkak ki biz Allah’ı yeryüzünde âciz bırakamayacağımızı, kaçarak da onu âciz bırakamayacağımızı anladık.” “Gerçekten biz hidayet rehberini (Kur’an’ı) işitince ona inandık. Kim Rabbine inanırsa, artık ne hakkının eksik verilmesinden, ne de haksızlığa uğramaktan korkar.”
وَاَنَّا
مِنَّا
الْمُسْلِمُونَ
وَمِنَّا
الْقَاسِطُونَۜ
فَمَنْ
اَسْلَمَ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
تَحَرَّوْا
رَشَداً
١٤
وَاَمَّا
الْقَاسِطُونَ
فَكَانُوا
لِجَهَنَّمَ
حَطَباًۙ
١٥
“Kuşkusuz içimizde müslüman olanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Kim müslüman olursa, işte onlar doğruyu arayıp bulmuşlardır.” “Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.”
قُلْ
اَعُوذُ
بِرَبِّ
النَّاسِۙ
١
مَلِكِ
النَّاسِۙ
٢
اِلٰهِ
النَّاسِۙ
٣
مِنْ
شَرِّ
الْوَسْوَاسِ
الْخَنَّاسِۙ
٤
اَلَّذ۪ي
يُوَسْوِسُ
ف۪ي
صُدُورِ النَّاسِۙ
٥
مِنَ
الْجِنَّةِ
وَالنَّاسِ
٦
1,2,3,4,5,6. De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.”