الذَّارِيَاتِ
Zariyat Suresi
وَالذَّارِيَاتِ
ذَرْواًۙ
١
Ve-żżâriyât iżervâ(n)
Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
فَالْحَامِلَاتِ
وِقْراًۙ
٢
Felhâmilâti vikrâ(n)
Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
فَالْجَارِيَاتِ
يُسْراًۙ
٣
Felcâriyâti yusrâ(n)
Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
فَالْمُقَسِّمَاتِ
اَمْراًۙ
٤
Felmukassimâti emrâ(n)
Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
اِنَّمَا
تُوعَدُونَ
لَصَادِقٌۙ
٥
İnnemâ tû’adûne lesâdik(un)
Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
وَاِنَّ
الدّ۪ينَ
لَوَاقِـعٌۜ
٦
Ve-inne-ddîne levâki’(un)
Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
وَالسَّمَٓاءِ
ذَاتِ
الْحُبُكِۙ
٧
Ve-ssemâ-i żâti-lhubuk(i)
Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
اِنَّكُمْ
لَف۪ي
قَوْلٍ
مُخْتَلِفٍۙ
٨
İnnekum lefî kavlin muḣtelif(in)
Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
يُؤْفَكُ
عَنْهُ
مَنْ
اُفِكَۜ
٩
Yu/feku ‘anhu men ufik(e)
Ondan (Peygamber'den) çevrilen çevrilir.
قُتِلَ
الْخَرَّاصُونَۙ
١٠
Kutile-lḣarrâsûn(e)
Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve "Muhammed şairdir, delidir" diyen) yalancılar kahrolsun!
اَلَّذ۪ينَ
هُمْ
ف۪ي
غَمْرَةٍ
سَاهُونَۙ
١١
Elleżîne hum fî ġamratin sâhûn(e)
Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve "Muhammed şairdir, delidir" diyen) yalancılar kahrolsun!
يَسْـَٔلُونَ
اَيَّانَ
يَوْمُ
الدّ۪ينِۜ
١٢
Yes-elûne eyyâne yevmu-ddîn(i)
"Ceza günü ne zaman?" diye sorarlar.
يَوْمَ
هُمْ
عَلَى
النَّارِ
يُفْتَنُونَ
١٣
Yevme hum ‘alâ-nnâri yuftenûn(e)
Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): "Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur."
ذُوقُوا
فِتْنَتَكُمْۜ
هٰذَا
الَّذ۪ي
كُنْتُمْ
بِه۪
تَسْتَعْجِلُونَ
١٤
Żûkû fitnetekum hâżâ-lleżî kuntum bihi testa’cilûn(e)
Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): "Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur."
اِنَّ
الْمُتَّق۪ينَ
ف۪ي
جَنَّاتٍ
وَعُيُونٍۙ
١٥
İnne-lmuttekîne fî cennâtin ve ’uyûn(in)
Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
اٰخِذ۪ينَ
مَٓا
اٰتٰيهُمْ
رَبُّهُمْۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
قَبْلَ
ذٰلِكَ
مُحْسِن۪ينَۜ
١٦
Âḣiżîne mâ âtâhum rabbuhum(c) innehum kânû kable żâlike muhsinîn(e)
Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
كَانُوا
قَل۪يلاً
مِنَ
الَّيْلِ
مَا
يَهْجَعُونَ
١٧
Kânû kalîlen mine-lleyli mâ yehce’ûn(e)
Geceleri pek az uyurlardı.
وَبِالْاَسْحَارِ
هُمْ
يَسْتَغْفِرُونَ
١٨
Vebil-eshâri hum yestaġfirûn(e)
Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
وَف۪ٓي
اَمْوَالِهِمْ
حَقٌّ
لِلسَّٓائِلِ
وَالْمَحْرُومِ
١٩
Vefî emvâlihim hakkun lissâ-ili velmahrûm(i)
Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
وَفِي الْاَرْضِ
اٰيَاتٌ
لِلْمُوقِن۪ينَۙ
٢٠
Vefî-l-ardi âyâtun lilmûkinîn(e)
Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
وَف۪ٓي
اَنْفُسِكُمْۜ
اَفَلَا
تُبْصِرُونَ
٢١
Vefî enfusikum(c) efelâ tubsirûn(e)
Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
وَفِي السَّمَٓاءِ
رِزْقُكُمْ
وَمَا
تُوعَدُونَ
٢٢
Vefî-ssemâ-i rizkukum vemâ tû’adûn(e)
Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
فَوَرَبِّ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِ
اِنَّهُ
لَحَقٌّ
مِثْلَ
مَٓا
اَنَّكُمْ
تَنْطِقُونَ۟
٢٣
Feverabbi-ssemâ-i vel-ardi innehu lehakkun miśle mâ ennekum tentikûn(e)
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size vadolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
هَلْ
اَتٰيكَ
حَد۪يثُ
ضَيْفِ
اِبْرٰه۪يمَ
الْمُكْرَم۪ينَۢ
٢٤
Hel etâke hadîśu dayfi ibrâhîme-lmukramîn(e)
(Ey Muhammed!) İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
اِذْ
دَخَلُوا
عَلَيْهِ
فَقَالُوا
سَلَاماًۜ
قَالَ
سَلَامٌۚ
قَوْمٌ
مُنْكَرُونَ
٢٥
İż deḣalû ‘aleyhi fekâlû selâmâ(en)(s) kâle selâmun kavmun munkerûn(e)
Hani onlar, İbrahim'in yanına varmışlar ve "Selâm olsun sana!" demişlerdi. O da "Size de selâm olsun." demiş, "Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler" (diye düşünmüştü).
فَرَاغَ
اِلٰٓى
اَهْلِه۪
فَجَٓاءَ
بِعِجْلٍ
سَم۪ينٍۙ
٢٦
Ferâġa ilâ ehlihi fecâe bi’iclin semîn(in)
Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
فَقَرَّبَهُٓ
اِلَيْهِمْ
قَالَ
اَلَا
تَأْكُلُونَۘ
٢٧
Fekarrabehu ileyhim kâle elâ te/kulûn(e)
Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi.
فَاَوْجَسَ
مِنْهُمْ
خ۪يفَةًۜ
قَالُوا
لَا
تَخَفْۜ
وَبَشَّرُوهُ
بِغُلَامٍ
عَل۪يمٍ
٢٨
Fe-evcese minhum ḣîfetâ(en)(s) kâlû lâ teḣaf(s) ve beşşerûhu biġulâmin ‘alîm(in)
(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim'in içine bir korku düştü. Onlar, "korkma" dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
فَاَقْبَلَتِ
امْرَاَتُهُ
ف۪ي
صَرَّةٍ
فَصَكَّتْ
وَجْهَهَا
وَقَالَتْ
عَجُوزٌ
عَق۪يمٌ
٢٩
Feakbeleti-mraetuhu fî sarratin fesakket vechehâ ve kâlet ‘acûzun ‘akîm(un)
Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. "Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)" dedi.
قَالُوا
كَذٰلِكِۙ
قَالَ
رَبُّكِۜ
اِنَّهُ
هُوَ
الْحَك۪يمُ
الْعَل۪يمُ
٣٠
Kâlû keżâliki kâle rabbuk(i)(s) innehu huve-lhakîmu-l’alîm(u)
Onlar dediler ki: "Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir."
قَالَ
فَمَا
خَطْبُكُمْ
اَيُّهَا
الْمُرْسَلُونَ
٣١
Kâle femâ ḣatbukum eyyuhâ-lmurselûn(e)
İbrahim onlara: "O halde asıl işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
قَالُٓوا
اِنَّٓا
اُرْسِلْـنَٓا
اِلٰى
قَوْمٍ
مُجْرِم۪ينَۙ
٣٢
Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîn(e)
Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
لِنُرْسِلَ
عَلَيْهِمْ
حِجَارَةً
مِنْ
ط۪ينٍۙ
٣٣
Linursile ‘aleyhim hicâraten min tîn(in)
Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
مُسَوَّمَةً
عِنْدَ
رَبِّكَ
لِلْمُسْرِف۪ينَ
٣٤
Musevvemeten ‘inde rabbike lilmusrifîn(e)
Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
فَاَخْرَجْنَا
مَنْ
كَانَ
ف۪يهَا
مِنَ
الْمُؤْمِن۪ينَۚ
٣٥
Feaḣracnâ men kâne fîhâ mine-lmu/minîn(e)
Orada (Lût'un yöresinde) bulunan mü'minleri çıkardık.
فَمَا
وَجَدْنَا
ف۪يهَا
غَيْرَ
بَيْتٍ
مِنَ
الْمُسْلِم۪ينَۚ
٣٦
Femâ vecednâ fîhâ ġayra beytin mine-lmuslimîn(e)
Zâten orada bir ev halkindan baska müslüman bulamadik.
وَتَرَكْنَا
ف۪يهَٓا
اٰيَةً
لِلَّذ۪ينَ
يَخَافُونَ
الْعَذَابَ
الْاَل۪يمَۜ
٣٧
Ve teraknâ fîhâ âyeten lilleżîne yeḣâfûne-l’ażâbe-l-elîm(e)
Orada, elem dolu azapdan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
وَف۪ي
مُوسٰٓى
اِذْ
اَرْسَلْنَاهُ
اِلٰى
فِرْعَوْنَ
بِسُلْطَانٍ
مُب۪ينٍ
٣٨
Vefî mûsâ iż ersenâhu ilâ fir’avne bisultânin mubîn(in)
Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
فَتَوَلّٰى
بِرُكْنِه۪
وَقَالَ
سَاحِرٌ
اَوْ
مَجْنُونٌ
٣٩
Fetevellâ biruknihi ve kâle sâhirun ev mecnûn(un)
O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve "Bu bir büyücü veya delidir" dedi.
فَاَخَذْنَاهُ
وَجُنُودَهُ
فَنَبَذْنَاهُمْ
فِي
الْيَمِّ
وَهُوَ
مُل۪يمٌۜ
٤٠
Fe-eḣażnâhu ve cunûdehu fenebeżnâhum fî-lyemmi ve huve mulîm(un)
Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
وَف۪ي
عَادٍ
اِذْ اَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمُ
الرّ۪يحَ
الْعَق۪يمَۚ
٤١
Vefî ‘âdin iż erselnâ ‘aleyhimu-rrîha-l’akîm(e)
Ad kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgarı göndermiştik.
مَا
تَذَرُ
مِنْ
شَيْءٍ
اَتَتْ
عَلَيْهِ
اِلَّا
جَعَلَتْهُ
كَالرَّم۪يمِۜ
٤٢
Mâ teżeru min şey-in etet ‘aleyhi illâ ce’alet-hu ke-rramîm(i)
Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
وَف۪ي
ثَمُودَ
اِذْ
ق۪يلَ
لَهُمْ
تَمَتَّعُوا
حَتّٰى
ح۪ينٍ
٤٣
Vefî śemûde iż kîle lehum temette’û hattâ hîn(in)
Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, "Bir süreye kadar faydalanın bakalım" denmişti
فَعَتَوْا
عَنْ
اَمْرِ
رَبِّهِمْ
فَاَخَذَتْهُمُ
الصَّاعِقَةُ
وَهُمْ
يَنْظُرُونَ
٤٤
Fe’atev ‘an emri rabbihim fe-eḣażet-humu-ssâ’ikatu vehum yenzurûn(e)
Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
فَمَا
اسْتَطَاعُوا
مِنْ
قِيَامٍ
وَمَا
كَانُوا
مُنْتَصِر۪ينَۙ
٤٥
Femâ-stetâ’û min kiyâmin vemâ kânû muntasirîn(e)
Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti ne de başkasından yardım görebildiler.
وَقَوْمَ
نُوحٍ
مِنْ
قَبْلُۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْماً
فَاسِق۪ينَ۟
٤٦
Ve kavme nûhin min kabl(u)(s) innehum kânû kavmen fâsikîn(e)
Bunlardan önce de Nûh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
وَالسَّمَٓاءَ
بَنَيْنَاهَا
بِاَيْدٍ
وَاِنَّا
لَمُوسِعُونَ
٤٧
Ve-ssemâe beneynâhâ bi-eydin ve-innâ lemûsi’ûn(e)
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
وَالْاَرْضَ
فَرَشْنَاهَا
فَنِعْمَ
الْمَاهِدُونَ
٤٨
Vel-arda feraşnâhâ feni’me-lmâhidûn(e)
Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
وَمِنْ
كُلِّ
شَيْءٍ
خَلَقْنَا
زَوْجَيْنِ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ
٤٩
Vemin kulli şey-in ḣalaknâ zevceyni le’allekum teżekkerûn(e)
Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
فَفِرُّٓوا
اِلَى
اللّٰهِۜ
اِنّ۪ي
لَكُمْ
مِنْهُ
نَذ۪يرٌ
مُب۪ينٌۚ
٥٠
Fefirrû ila(A)llâh(i)(s) innî lekum minhu neżîrun mubîn(un)
O halde Allah'a koşun. Şüphesiz ben, size O'nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
وَلَا
تَجْعَلُوا
مَعَ
اللّٰهِ
اِلٰهاً
اٰخَرَۜ
اِنّ۪ي
لَكُمْ
مِنْهُ
نَذ۪يرٌ
مُب۪ينٌ
٥١
Velâ tec’alû me’a(A)llâhi ilâhen âḣar(a)(s) innî lekum minhu neżîrun mubîn(un)
Allah ile beraber başka bir ilah edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
كَذٰلِكَ
مَٓا
اَتَى
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنْ
رَسُولٍ
اِلَّا
قَالُوا
سَاحِرٌ
اَوْ
مَجْنُونٌ
٥٢
Keżâlike mâ etâ-lleżîne min kablihim min rasûlin illâ kâlû sâhirun ev mecnûn(un)
İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki,"O bir büyücüdür" yahut "bir delidir" demiş olmasınlar.
اَتَوَاصَوْا
بِه۪ۚ
بَلْ
هُمْ
قَوْمٌ
طَاغُونَ
٥٣
Etevâsav bih(i)(c) bel hum kavmun tâġûn(e)
Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
فَتَوَلَّ
عَنْهُمْ
فَمَٓا
اَنْتَ
بِمَلُومٍۘ
٥٤
Fetevelle ‘anhum femâ ente bimelûm(in)
Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
وَذَكِّرْ
فَاِنَّ
الذِّكْرٰى
تَنْفَعُ
الْمُؤْمِن۪ينَ
٥٥
Veżekkir fe-inne-żżikrâ tenfe’u-lmu/minîn(e)
Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir.
وَمَا
خَلَقْتُ
الْجِنَّ
وَالْاِنْسَ
اِلَّا
لِيَعْبُدُونِ
٥٦
Vemâ ḣalaktu-lcinne vel-inse illâ liya’budûn(i)
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
مَٓا
اُر۪يدُ
مِنْهُمْ
مِنْ
رِزْقٍ
وَمَٓا
اُر۪يدُ
اَنْ
يُطْعِمُونِ
٥٧
Mâ urîdu minhum min rizkin vemâ urîdu en yut’imûn(i)
Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الرَّزَّاقُ
ذُوالْقُوَّةِ
الْمَت۪ينُ
٥٨
İnna(A)llâhe huve-rrazzâku żû-lkuvveti-lmetîn(u)
Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
فَاِنَّ
لِلَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
ذَنُوباً
مِثْلَ
ذَنُوبِ
اَصْحَابِهِمْ
فَلَا
يَسْتَعْجِلُونِ
٥٩
Fe-inne lilleżîne zalemû żenûben miśle żenûbi ashâbihim felâ yesta’cilûn(e)
Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.
فَوَيْلٌ
لِلَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنْ
يَوْمِهِمُ
الَّذ۪ي
يُوعَدُونَ
٦٠
Feveylun lilleżîne keferû min yevmihimu-lleżî yû’adûn(e)
Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkar edenlerin haline!