الْمُدَّثِّرِ

müddessir suresi

Müddessir Suresi, Mekke döneminde inmiş olup toplam 56 ayetten oluşur. Bu süre, ismini ilk ayetinde geçen ve "örtüsüne bürünen" anlamına gelen "Müddessir" kelimesinden alır. Sure, Hz. Muhammed'e (s.a.v.) kendi görevini hatırlatır ve insanları uyarmasını öğütler. Aynı zamanda kıyamet gününden, o günde yaşanacaklardan ve insanlar üzerindeki etkilerinden bahseder. Sure, insanlara doğru yolu gösterme konusunda peygamberin kararlılığını pekiştirirken, kâfirleri bekleyen akıbeti de tasvir eder. Müddessir Suresi'nin devamında, hem Arapça metni okuyabilir hem de Türkçe okunuşunu takip ederek mealine ulaşabilirsiniz.

müddessir suresi ayetleri: arapça yazılışı, türkçe okunuş ve açıklaması

يَٓا

اَيُّهَا

الْمُدَّثِّرُۙ

١

Yâ eyyuhâ-lmuddeśśir(u)

Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)

قُمْ

فَاَنْذِرْۙ

٢

Kum fe-enżir

Kalk da uyar.

وَرَبَّكَ

فَـكَبِّرْۙ

٣

Ve rabbeke fekebbir

Rabbini yücelt.

وَثِيَابَكَ

فَطَهِّرْۙ

٤

Ve śiyâbeke fetahhir

Nefsini arındır.

وَالرُّجْزَ

فَاهْجُرْۙ

٥

Ve-rrucze fehcur

Şirkten uzak dur.

وَلَا

تَمْنُنْ

تَسْتَكْثِرُۙ

٦

Velâ temnun testekśir(u)

İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma.

وَلِرَبِّكَ

فَاصْبِرْۜ

٧

Velirabbike fasbir

Rabbinin rızasına ermek için sabret.

فَاِذَا

نُقِرَ

فِي

النَّاقُورِۙ

٨

Fe-iżâ nukira fî-nnâkûr(i)

Sûr'a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.

فَذٰلِكَ

يَوْمَئِذٍ

يَوْمٌ

عَس۪يرٌۙ

٩

Feżâlike yevme-iżin yevmun ‘asîr(un)

Sûr'a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.

عَلَى

الْـكَافِر۪ينَ

غَيْرُ

يَس۪يرٍ

١٠

‘Alâ-lkâfirîne ġayru yesîr(in)

Kâfirler için hiç kolay değildir.

ذَرْن۪ي

وَمَنْ

خَلَقْتُ

وَح۪يداًۙ

١١

Żernî vemen ḣalaktu ve hîdâ(n)

Beni, yarattığım kişiyle başbaşa bırak.

وَجَعَلْتُ

لَهُ

مَالاً

مَمْدُوداًۙ

١٢

Ve ce’altu lehu mâlen memdûdâ(n)

Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.

وَبَن۪ينَ

شُهُوداًۙ

١٣

Ve benîne şuhûdâ(n)

Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.

وَمَهَّدْتُ

لَهُ

تَمْه۪يداًۙ

١٤

Ve mehhedtu lehu temhîdâ(n)

Kendisine alabildiğine imkanlar sağladım.

ثُمَّ

يَطْمَعُ

اَنْ

اَز۪يدَۗ

١٥

Śumme yatme’u en ezîd(e)

Sonra da o hırsla daha da artırmamı umar.

كَلَّاۜ

اِنَّهُ

كَانَ

لِاٰيَاتِنَا

عَن۪يداًۜ

١٦

Kellâ(s) innehu kâne li-âyâtinâ ‘anîdâ(n)

Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır.

سَاُرْهِقُهُ

صَعُوداًۜ

١٧

Seurhikuhu sa’ûdâ(n)

Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.

اِنَّهُ

فَـكَّرَ

وَقَدَّرَۙ

١٨

İnnehu fekkera ve kadder(a)

Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.

فَقُتِلَ

كَيْفَ

قَدَّرَۙ

١٩

Fekutile keyfe kadder(a)

Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!

ثُمَّ

قُتِلَ

كَيْفَ

قَدَّرَۙ

٢٠

Śumme kutile keyfe kadder(a)

Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!

ثُمَّ

نَظَرَۙ

٢١

Śumme nezar(a)

Sonra (Kur'an hakkında) derin derin düşündü.

ثُمَّ

عَبَسَ

وَبَسَرَۙ

٢٢

Śumme ‘abese ve beser(a)

Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.

ثُمَّ

اَدْبَرَ

وَاسْتَكْبَرَۙ

٢٣

Śumme edbera vestekber(a)

Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: "Bu ancak nakledilegelen bir sihirdir."

فَقَالَ

اِنْ

هٰذَٓا

اِلَّا

سِحْرٌ

يُؤْثَرُۙ

٢٤

Fekâle in hâżâ illâ sihrun yu/śer(u)

Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: "Bu ancak nakledilegelen bir sihirdir."

اِنْ

هٰذَٓا

اِلَّا

قَوْلُ

الْبَشَرِۜ

٢٥

İn hâżâ illâ kavlu-lbeşer(i)

"Bu, ancak insan sözüdür."

سَاُصْل۪يهِ

سَقَرَ

٢٦

Seuslîhi sekar(a)

Ben onu "Sekar"a (cehenneme) sokacağım.

وَمَٓا

اَدْرٰيكَ

مَا

سَقَرُۜ

٢٧

Vemâ edrâke mâ sekar(u)

Sekar'ın ne olduğunu sen ne bileceksin?

لَا

تُبْق۪ي

وَلَا

تَذَرُۚ

٢٨

Lâ tubkî velâ teżer(u)

Geride bir şey koymaz, bırakmaz.

لَـوَّاحَةٌ

لِلْبَشَرِۚ

٢٩

Levvâhatun lilbeşer(i)

Derileri kavurur.

عَلَيْهَا

تِسْعَةَ

عَشَرَۜ

٣٠

‘Aleyhâ tis’ate ‘aşer(a)

Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.

وَمَا

جَعَلْنَٓا

اَصْحَابَ

النَّارِ

اِلَّا

مَلٰٓئِكَةًۖ

وَمَا

جَعَلْنَا

عِدَّتَهُمْ

اِلَّا

فِتْنَةً

لِلَّذ۪ينَ

كَـفَرُواۙ

لِيَسْتَيْقِنَ

الَّذ۪ينَ

اُو۫تُوا

الْـكِتَابَ

وَيَزْدَادَ

الَّذ۪ينَ

اٰمَنُٓوا

ا۪يمَاناً

وَلَا

يَرْتَابَ

الَّذ۪ينَ

اُو۫تُوا

الْـكِتَابَ

وَالْمُؤْمِنُونَۙ

وَلِيَقُولَ

الَّذ۪ينَ

ف۪ي

قُلُوبِهِمْ

مَرَضٌ

وَالْـكَافِرُونَ

مَاذَٓا

اَرَادَ

اللّٰهُ

بِهٰذَا

مَثَلاًۜ

كَذٰلِكَ

يُضِلُّ

اللّٰهُ

مَنْ

يَشَٓاءُ

وَيَـهْد۪ي

مَنْ

يَشَٓاءُۜ

وَمَا

يَعْلَمُ

جُنُودَ

رَبِّكَ

اِلَّا

هُوَۜ

وَمَا

هِيَ

اِلَّا

ذِكْرٰى

لِلْبَشَرِ۟

٣١

Vemâ ce’alnâ ashâbe-nnâri illâ melâ-iketen(ﻻ) vemâ ce’alnâ ‘iddetehum illâ fitneten lilleżîne keferû liyesteykine-lleżîne ûtû-lkitâbe ve yezdâde-lleżîne âmenû îmânen(ﻻ) velâ yertâbe-lleżîne ûtû-lkitâbe velmu/minûne(ﻻ) veliyekûle-lleżîne fî kulûbihim meradun velkâfirûne mâżâ erâda(A)llâhu bihâżâ meśelâ(n)(c) keżâlike yudillu(A)llâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ(u)(c) vemâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hu(ve)(c) vemâ hiye illâ żikrâ lilbeşer(i)

Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkar edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, "Allah örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi" desinler. İşte böyle. Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.

كَلَّا

وَالْقَمَرِۙ

٣٢

Kellâ velkamer(i)

Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

وَالَّيْلِ

اِذْ

اَدْبَرَۙ

٣٣

Velleyli iż edber(a)

Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

وَالصُّبْحِ

اِذَٓا

اَسْفَرَۙ

٣٤

Ve-ssubhi iżâ esfer(a)

Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

اِنَّهَا

لَاِحْدَى

الْـكُبَرِۙ

٣٥

İnnehâ le-ihdâ-lkuber(i)

Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

نَذ۪يراً

لِلْبَشَرِۙ

٣٦

Neżîran lilbeşer(i)

Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

لِمَنْ

شَٓاءَ

مِنْكُمْ

اَنْ

يَتَقَدَّمَ

اَوْ

يَتَاَخَّرَۜ

٣٧

Limen şâe minkum en yetekaddeme ev yeteaḣḣar(a)

Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

كُلُّ

نَفْسٍ

بِمَا

كَسَبَتْ

رَه۪ينَةٌۙ

٣٨

Kullu nefsin bimâ kesebet rahîne(tun)

Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.

اِلَّٓا

اَصْحَابَ

الْيَم۪ينِۜۛ

٣٩

İllâ ashâbe-lyemîn(i)

Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka.

ف۪ي

جَنَّاتٍۜۛ

يَتَسَٓاءَلُونَۙ

٤٠

Fî cennâtin yetesâelûn(e)

Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

عَنِ

الْمُجْرِم۪ينَۙ

٤١

‘Ani-lmucrimîn(e)

Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

مَا

سَلَـكَكُمْ

ف۪ي

سَقَرَ

٤٢

Mâ selekekum fî sekar(a)

Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

قَالُوا

لَمْ

نَكُ

مِنَ

الْمُصَلّ۪ينَۙ

٤٣

Kâlû lem neku mine-lmusallîn(e)

Onlar şöyle derler: "Biz namaz kılanlardan değildik."

وَلَمْ

نَكُ

نُطْعِمُ

الْمِسْك۪ينَۙ

٤٤

Velem neku nut’imu-lmiskîn(e)

"Yoksula yedirmezdik."

وَكُنَّا

نَخُوضُ

مَعَ

الْخَٓائِض۪ينَۙ

٤٥

Ve kunnâ neḣûdu me’a-lḣâ-idîn(e)

"Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık."

وَكُنَّا

نُكَذِّبُ

بِيَوْمِ

الدّ۪ينِۙ

٤٦

Ve kunnâ nukeżżibu biyevmi-ddîn(i)

"Ceza gününü de yalanlıyorduk."

حَتّٰٓى

اَتٰينَا

الْيَق۪ينُۜ

٤٧

Hattâ etânâ-lyakîn(u)

"Nihayet ölüm bize gelip çattı."

فَمَا

تَنْفَعُهُمْ

شَفَاعَةُ

الشَّافِع۪ينَۜ

٤٨

Femâ tenfe’uhum şefâ’atu-şşâfi’în(e)

Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

فَمَا

لَهُمْ

عَنِ

التَّذْكِرَةِ

مُعْرِض۪ينَۙ

٤٩

Femâ lehum ‘ani-tteżkirati mu’ridîn(e)

Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?

كَاَنَّهُمْ

حُمُرٌ

مُسْتَنْفِرَةٌۙ

٥٠

Ke-ennehum humurun mustenfira(tun)

Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

فَرَّتْ

مِنْ

قَسْوَرَةٍۜ

٥١

Ferrat min kasvera(tin)

Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

بَلْ

يُر۪يدُ

كُلُّ

امْرِئٍ

مِنْهُمْ

اَنْ

يُؤْتٰى

صُحُفاً

مُنَشَّرَةًۙ

٥٢

Bel yurîdu kullu-mri-in minhum en yu/tâ suhufen muneşşera(ten)

Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.

كَلَّاۜ

بَلْ

لَا

يَخَافُونَ

الْاٰخِرَةَۜ

٥٣

Kellâ(s) bel lâ yeḣâfûne-l-âḣira(te)

Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.

كَلَّٓا

اِنَّهُ

تَذْكِرَةٌۚ

٥٤

Kellâ innehu teżkira(tun)

Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur'an) bir uyarıdır.

فَمَنْ

شَٓاءَ

ذَكَرَهُۜ

٥٥

Femen şâe żekerah(u)

Artık kim dilerse ondan öğüt alır.

وَمَا

يَذْكُرُونَ

اِلَّٓا

اَنْ

يَشَٓاءَ

اللّٰهُۜ

هُوَ

اَهْلُ

التَّقْوٰى

وَاَهْلُ

الْمَغْفِرَةِ

٥٦

Vemâ yeżkurûne illâ en yeşâa(A)llâh(u)(c) huve ehlu-ttakvâ ve ehlu-lmaġfira(ti)

Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.