الْحَد۪يدِ
Hadid Suresi
سَبَّحَ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
١
Sebbeha li(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vel-ard(i)(s) ve huve-l’azîzu-lhakîm(u)
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
يُحْـي۪
وَيُم۪يتُۚ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٢
Lehu mulku-ssemâvâti vel-ard(i)(s) yuhyî ve yumît(u)(s) ve huve ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca O'nundur. Diriltir, öldürür. O her şeye hakkıyla gücü yetendir.
هُوَ
الْاَوَّلُ
وَالْاٰخِرُ
وَالظَّاهِرُ
وَالْبَاطِنُۚ
وَهُوَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
٣
Huve-l-evvelu vel-âḣiru ve-zzâhiru velbâtin(u)(s) ve huve bikulli şey-in ‘alîm(un)
O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın'dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
هُوَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِۜ
يَعْلَمُ
مَا
يَلِجُ
فِي
الْاَرْضِ
وَمَا
يَخْرُجُ
مِنْهَا
وَمَا
يَنْزِلُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَمَا
يَعْرُجُ
ف۪يهَاۜ
وَهُوَ
مَعَكُمْ
اَيْنَ
مَا
كُنْتُمْۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَص۪يرٌ
٤
Huve-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda fî sitteti eyyâmin śümme-stevâ ‘alâ-l’arş(i)(c) ya’lemu mâ yelicu fî-l-ardi vemâ yaḣrucu minhâ vemâ yenzilu mine-ssemâ-i vemâ ya’rucu fîhâ(s) ve huve me’akum eyne mâ kuntum(c) va(A)llâhu bimâ ta’melûne basîr(un)
O, gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratan, sonra Arş'a kurulandır. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
تُرْجَعُ
الْاُمُورُ
٥
Lehu mulku-ssemâvâti vel-ard(i)(c) ve-ila(A)llâhi turce’u-l-umûr(u)
Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Bütün işler ancak ona döndürülür.
يُولِجُ
الَّيْلَ
فِي
النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي
الَّيْلِۜ
وَهُوَ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
٦
Yûlicu-lleyle fî-nnehâri ve yûlicu-nnehâra fî-lleyl(i)(c) ve huve ‘alîmun biżâti-ssudûr(i)
Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
اٰمِنُوا
بِاللّٰهِ
وَرَسُولِه۪
وَاَنْفِقُوا
مِمَّا
جَعَلَكُمْ
مُسْتَخْلَف۪ينَ
ف۪يهِۜ
فَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
مِنْكُمْ
وَاَنْفَقُوا
لَهُمْ
اَجْرٌ
كَب۪يرٌ
٧
Âminû bi(A)llâhi ve rasûlihi ve enfikû mimmâ ce’alekum mustaḣlefîne fîh(i)(s) felleżîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr(un)
Allah'a ve Resülüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükafat vardır.
وَمَا
لَكُمْ
لَا
تُؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِۚ
وَالرَّسُولُ
يَدْعُوكُمْ
لِتُؤْمِنُوا
بِرَبِّكُمْ
وَقَدْ
اَخَذَ
م۪يثَاقَكُمْ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَ
٨
Vemâ lekum lâ tu/minûne bi(A)llâhi(ﻻ) ve-rrasûlu yed’ûkum litu/minû birabbikum ve kad eḣaże mîśâkakum in kuntum mu/minîn(e)
Peygamber, sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken size ne oluyor da Allah'a iman etmiyorsunuz? Halbuki (Allah ezelde) sizden sağlam bir söz de almıştı. Eğer inanacak kimselerseniz (bu çağrıya uyun).
هُوَ
الَّذ۪ي
يُنَزِّلُ
عَلٰى
عَبْدِه۪ٓ
اٰيَاتٍ
بَيِّنَاتٍ
لِيُخْرِجَكُمْ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
اِلَى
النُّورِۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
بِكُمْ
لَرَؤُ۫فٌ
رَح۪يمٌ
٩
Huve-lleżî yunezzilu ‘alâ ‘abdihi âyâtin beyyinâtin liyuḣricekum mine-zzulumâti ilâ-nnûr(i)(c) ve-inna(A)llâhe bikum leraûfun rahîm(un)
O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulu Muhammed'e apaçık âyetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
وَمَا
لَكُمْ
اَلَّا
تُنْفِقُوا
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَلِلّٰهِ
م۪يرَاثُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
لَا
يَسْتَو۪ي
مِنْكُمْ
مَنْ
اَنْفَقَ
مِنْ
قَبْلِ
الْفَتْحِ
وَقَاتَلَۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
اَعْظَمُ
دَرَجَةً
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اَنْفَقُوا
مِنْ
بَعْدُ
وَقَاتَلُواۜ
وَكُلاًّ
وَعَدَ
اللّٰهُ
الْحُسْنٰىۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَب۪يرٌ۟
١٠
Vemâ lekum ellâ tunfikû fî sebîli(A)llâhi veli(A)llâhi mîrâśu-ssemâvâti vel-ard(i)(c) lâ yestevî minkum men enfeka min kabli-lfethi ve kâtel(e)(c) ulâ-ike a’zamu deraceten mine-lleżîne enfekû min ba’du ve kâtelû(c) ve kullen ve’ada(A)llâhu-lhusnâ(c) va(A)llâhu bimâ ta’melûne ḣabîr(un)
Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı (cenneti) vadetmiştir. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
مَنْ
ذَا
الَّذ۪ي
يُقْرِضُ
اللّٰهَ
قَرْضاً
حَسَناً
فَيُضَاعِفَهُ
لَهُ
وَلَهُٓ
اَجْرٌ
كَر۪يمٌۚ
١١
Men żâ-lleżî yukridu(A)llâhe kardan hasenen feyudâ’ifehu lehu ve lehu ecrun kerîm(un)
Kim Allah'a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok değerli bir mükafat da vardır.
يَوْمَ
تَرَى
الْمُؤْمِن۪ينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
يَسْعٰى
نُورُهُمْ
بَيْنَ
اَيْد۪يهِمْ
وَبِاَيْمَانِهِمْ
بُشْرٰيكُمُ
الْيَوْمَ
جَنَّاتٌ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَاۜ
ذٰلِكَ
هُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظ۪يمُۚ
١٢
Yevme terâ-lmu/minîne velmu/minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim vebi-eymânihim buşrâkumu-lyevme cennâtun tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ żâlike huve-lfevzu-l’azîm(u)
Mü'min erkeklerle mü'min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: "Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, ebedi olarak kalacağınız cennetlerdir." İşte bu büyük başarıdır.
يَوْمَ
يَقُولُ
الْمُنَافِقُونَ
وَالْمُنَافِقَاتُ
لِلَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
انْظُرُونَا
نَقْتَبِسْ
مِنْ
نُورِكُمْ
ق۪يلَ
ارْجِعُوا
وَرَٓاءَكُمْ
فَالْتَمِسُوا
نُوراًۜ
فَضُرِبَ
بَيْنَهُمْ
بِسُورٍ
لَهُ
بَابٌۜ
بَاطِنُهُ
ف۪يهِ
الرَّحْمَةُ
وَظَاهِرُهُ
مِنْ
قِبَلِهِ
الْعَذَابُۜ
١٣
Yevme yekûlu-lmunâfikûne velmunâfikâtu lilleżîne âmenû-nzurûnâ naktebis min nûrikum kîle-rci’û verâekum feltemisû nûran feduribe beynehum bisûrin lehu bâbun bâtinuhu fîhi-rrahmetu ve zâhiruhu min kibelihi-l’ażâb(u)
Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, "Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım" diyecekleri gün kendilerine, "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın" denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.
يُنَادُونَهُمْ
اَلَمْ
نَكُنْ
مَعَكُمْۜ
قَالُوا
بَلٰى
وَلٰكِنَّكُمْ
فَـتَنْتُمْ
اَنْفُسَكُمْ
وَتَرَبَّصْتُمْ
وَارْتَبْتُمْ
وَغَرَّتْكُمُ
الْاَمَانِيُّ
حَتّٰى
جَٓاءَ
اَمْرُ
اللّٰهِ
وَغَرَّكُمْ
بِاللّٰهِ
الْغَرُورُ
١٤
Yunâdûnehum elem nekun me’akum(s) kâlû belâ velâkinnekum fetentum enfusekum ve terabbastum vertebtum ve ġarratkumu-l-emâniyyu hattâ câe emru(A)llâhi ve ġarrakum bi(A)llâhi-lġarûr(u)
(Münafıklar) mü'minlere şöyle seslenirler: "Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?" (Mü'minler de) derler ki: "Evet, fakat siz kendinizi yaktınız. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz, şüphe ettiniz. Allah'ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında da sizi aldattı."
فَالْيَوْمَ
لَا
يُؤْخَذُ
مِنْكُمْ
فِدْيَةٌ
وَلَا
مِنَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُواۜ
مَأْوٰيكُمُ
النَّارُۜ
هِيَ
مَوْلٰيكُمْۜ
وَبِئْسَ
الْمَص۪يرُ
١٥
Felyevme lâ yu/ḣażu minkum fidyetun velâ mine-lleżîne keferû(c) me/vâkumu-nnâr(u)(s) hiye mevlâkum(s) vebi/se-lmasîr(u)
Bugün artık ne sizden, ne de inkar edenlerden bir fidye alınır. Barınağınız ateştir. Size yaraşan odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir!
اَلَمْ
يَأْنِ
لِلَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اَنْ
تَخْشَعَ
قُلُوبُهُمْ
لِذِكْرِ
اللّٰهِ
وَمَا
نَزَلَ
مِنَ
الْحَقِّۙ
وَلَا
يَكُونُوا
كَالَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
مِنْ
قَبْلُ
فَطَالَ
عَلَيْهِمُ
الْاَمَدُ
فَقَسَتْ
قُلُوبُهُمْۜ
وَكَث۪يرٌ
مِنْهُمْ
فَاسِقُونَ
١٦
Elem ye/ni lilleżîne âmenû en taḣşe’a kulûbuhum liżikri(A)llâhi vemâ nezele mine-lhakki velâ yekûnû kelleżîne ûtû-lkitâbe min kablu fetâle ‘aleyhimu-l-emedu fekaset kulûbuhum(s) ve keśîrun minhum fâsikûn(e)
İman edenlerin Allah'ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan bir çoğu fasık kimselerdir.
اِعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
يُحْـيِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَاۜ
قَدْ
بَيَّنَّا
لَكُمُ
الْاٰيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ
١٧
İ’lemû enna(A)llâhe yuhyî-l-arda ba’de mevtihâ(c) kad beyyennâ lekumu-l-âyâti le’allekum ta’kilûn(e)
Bilin ki Allah, yeryüzünü ölümünden sonra diriltmektedir. Düşünesiniz diye gerçekten, size âyetleri açıkladık.
اِنَّ
الْمُصَّدِّق۪ينَ
وَالْمُصَّدِّقَاتِ
وَاَقْرَضُوا
اللّٰهَ
قَرْضاً
حَسَناً
يُضَاعَفُ
لَهُمْ
وَلَهُمْ
اَجْرٌ
كَر۪يمٌ
١٨
İnne-lmussaddikîne velmussaddikâti ve akradû(A)llâhe kardan hasenen yudâ’afu lehum ve lehum ecrun kerîm(un)
Şüphesiz ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli bir mükafat da vardır.
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
بِاللّٰهِ
وَرُسُلِـه۪ٓ
اُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الصِّدّ۪يقُونَۗ
وَالشُّهَدَٓاءُ
عِنْدَ
رَبِّهِمْۜ
لَهُمْ
اَجْرُهُمْ
وَنُورُهُمْۜ
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَٓا
اُو۬لٰٓئِكَ
اَصْحَابُ
الْجَح۪يمِ۟
١٩
Velleżîne âmenû bi(A)llâhi ve rusulihi ulâ-ike humu-ssiddîkûn(e)(s) ve-şşuhedâu ‘inde rabbihim lehum ecruhum ve nûruhum(s) velleżîne keferû ve keżżebû bi-âyâtinâ ulâ-ike ashâbu-lcahîm(i)
Allah'a ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır. İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir.
اِعْلَمُٓوا
اَنَّمَا
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَا
لَعِبٌ
وَلَهْوٌ
وَز۪ينَةٌ
وَتَفَاخُرٌ
بَيْنَكُمْ
وَتَكَاثُرٌ
فِي
الْاَمْوَالِ
وَالْاَوْلَادِۜ
كَمَثَلِ
غَيْثٍ
اَعْجَبَ
الْكُفَّارَ
نَبَاتُهُ
ثُمَّ
يَه۪يجُ
فَتَرٰيهُ
مُصْفَراًّ
ثُمَّ
يَكُونُ
حُطَاماًۜ
وَفِي
الْاٰخِرَةِ
عَذَابٌ
شَد۪يدٌۙ
وَمَغْفِرَةٌ
مِنَ
اللّٰهِ
وَرِضْوَانٌۜ
وَمَا
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَٓا
اِلَّا
مَتَاعُ
الْغُرُورِ
٢٠
İ’lemû ennemâ-lhayâtu-ddunyâ le’ibun ve lehvun ve zînetun ve tefâḣurun beynekum ve tekâśurun fî-l-emvâli vel-evlâd(i)(s) kemeśeli ġayśin a’cebe-lkuffâra nebâtuhu śümme yehîcu feterâhu musferran śümme yekûnu hutâmâ(en)(s) vefî-l-âḣirati ‘ażâbun şedîdun ve maġfiratun mina(A)llâhi ve ridvân(un)(c) vemâ-lhayâtu-ddunyâ illâ metâ’u-lġurûr(i)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.
سَابِقُٓوا
اِلٰى
مَغْفِرَةٍ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَجَنَّةٍ
عَرْضُهَا
كَعَرْضِ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۙ
اُعِدَّتْ
لِلَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
بِاللّٰهِ
وَرُسُلِه۪ۜ
ذٰلِكَ
فَضْلُ
اللّٰهِ
يُؤْت۪يهِ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
ذُوالْفَضْلِ
الْعَظ۪يمِ
٢١
Sâbikû ilâ maġfiratin min rabbikum ve cennetin ‘arduhâ ke’ardi-ssemâ-i vel-ardi u’iddet lilleżîne âmenû bi(A)llâhi ve rusulih(i)(c) żâlike fadlu(A)llâhi yu/tîhi men yeşâ/(u)(c) va(A)llâhu żû-lfadli-l’azîm(i)
Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah'a ve Resûllerine inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
مَٓا
اَصَابَ
مِنْ
مُص۪يبَةٍ
فِي
الْاَرْضِ
وَلَا
ف۪ٓي
اَنْفُسِكُمْ
اِلَّا
ف۪ي
كِتَابٍ
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
نَبْرَاَهَاۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
عَلَى
اللّٰهِ
يَس۪يرٌۚ
٢٢
Mâ esâbe min musîbetin fî-l-ardi velâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebraehâ(c) inne żâlike ‘ala(A)llâhi yesîr(un)
Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.
لِكَيْلَا
تَأْسَوْا
عَلٰى
مَا
فَاتَكُمْ
وَلَا
تَفْرَحُوا
بِمَٓا
اٰتٰيكُمْۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يُحِبُّ
كُلَّ
مُخْتَالٍ
فَخُورٍۙ
٢٣
Likeylâ te/sev ‘alâ mâ fâtekum velâ tefrahû bimâ âtâkum(k) va(A)llâhu lâ yuhibbu kulle muḣtâlin feḣûr(in)
Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.
اَلَّذ۪ينَ
يَبْخَلُونَ
وَيَأْمُرُونَ
النَّاسَ
بِالْبُخْلِۜ
وَمَنْ
يَتَوَلَّ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَم۪يدُ
٢٤
Elleżîne yebḣalûne veye/murûne-nnâse bilbuḣl(i)(k) vemen yetevelle fe-inna(A)llâhe huve-lġaniyyu-lhamîd(u)
Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden kimselerdir. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah ganîdir, zengindir, övülmeye lâyıktır.
لَقَدْ
اَرْسَلْنَا
رُسُلَنَا
بِالْبَيِّنَاتِ
وَاَنْزَلْنَا
مَعَهُمُ
الْكِتَابَ
وَالْم۪يزَانَ
لِيَقُومَ
النَّاسُ
بِالْقِسْطِۚ
وَاَنْزَلْنَا
الْحَد۪يدَ
ف۪يهِ
بَأْسٌ
شَد۪يدٌ
وَمَنَافِعُ
لِلنَّاسِ
وَلِيَعْلَمَ
اللّٰهُ
مَنْ
يَنْصُرُهُ
وَرُسُلَهُ
بِالْغَيْبِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
قَوِيٌّ
عَز۪يزٌ۟
٢٥
Lekad erselnâ rusulenâ bilbeyyinâti ve enzelnâ me’ahumu-lkitâbe velmîzâne liyekûme-nnâsu bilkist(i)(s) ve enzelnâ-lhadîde fîhi be/sun şedîdun ve menâfi’u linnâsi ve liya’lema(A)llâhu men yensuruhu ve rusulehu bilġayb(i)(c) inna(A)llâhe kaviyyun ‘azîz(un)
Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resüllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
وَاِبْرٰه۪يمَ
وَجَعَلْنَا
ف۪ي
ذُرِّيَّتِهِمَا
النُّبُوَّةَ
وَالْكِتَابَ
فَمِنْهُمْ
مُهْتَدٍۚ
وَكَث۪يرٌ
مِنْهُمْ
فَاسِقُونَ
٢٦
Ve lekad erselnâ nûhan ve-ibrâhîme ve ce’alnâ fî żurriyyetihimâ-nnubuvvete velkitâb(e)(s) feminhum muhted(in)(s) ve keśîrun minhum fâsikûn(e)
Andolsun, biz Nûh'u ve İbrahim'i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir.
ثُمَّ
قَفَّيْنَا
عَلٰٓى
اٰثَارِهِمْ
بِرُسُلِنَا
وَقَفَّيْنَا
بِع۪يسَى
ابْنِ
مَرْيَمَ
وَاٰتَيْنَاهُ
الْاِنْج۪يلَ
وَجَعَلْنَا
ف۪ي
قُلُوبِ
الَّذ۪ينَ
اتَّبَعُوهُ
رَأْفَةً
وَرَحْمَةًۜ
وَرَهْبَانِيَّةًۨ
ابْتَدَعُوهَا
مَا
كَتَبْنَاهَا
عَلَيْهِمْ
اِلَّا
ابْتِغَٓاءَ
رِضْوَانِ
اللّٰهِ
فَمَا
رَعَوْهَا
حَقَّ
رِعَايَـتِهَاۚ
فَاٰتَيْنَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
مِنْهُمْ
اَجْرَهُمْۚ
وَكَث۪يرٌ
مِنْهُمْ
فَاسِقُونَ
٢٧
Śumme kaffeynâ ‘alâ âśârihim birusulinâ ve kaffeynâ bi-’îsâ-bni meryeme ve âteynâhu-l-incîle ve ce’alnâ fî kulûbi-lleżîne-ttebe’ûhu ra/feten ve rahmeten ve rahbâniyyeten(i)btede’ûhâ mâ ketebnâhâ ‘aleyhim illâ-btiġâe ridvâni(A)llâhi femâ ra’avhâ hakka ri’âyetihâ(s) feâteynâ-lleżîne âmenû minhum ecrahum(s) ve keśîrun minhum fâsikûn(e)
Sonra bunların peşinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa'yı gönderdik, ona İncil'i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu onlara farz kılmamıştık. Allah'ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükafatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اتَّقُوا
اللّٰهَ
وَاٰمِنُوا
بِرَسُولِه۪
يُؤْتِكُمْ
كِفْلَيْنِ
مِنْ
رَحْمَتِه۪
وَيَجْعَلْ
لَكُمْ
نُوراً
تَمْشُونَ
بِه۪
وَيَغْفِرْ
لَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌۙ
٢٨
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe ve âminû birasûlihi yu/tikum kifleyni min rahmetihi ve yec’al lekum nûran temşûne bihi ve yaġfir lekum(c) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)
Ey iman edenler; Allah'a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
لِئَلَّا
يَعْلَمَ
اَهْلُ
الْكِتَابِ
اَلَّا
يَقْدِرُونَ
عَلٰى
شَيْءٍ
مِنْ
فَضْلِ
اللّٰهِ
وَاَنَّ
الْفَضْلَ
بِيَدِ
اللّٰهِ
يُؤْت۪يهِ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
ذُوالْفَضْلِ
الْعَظ۪يمِ
٢٩
Li-ellâ ya’leme ehlu-lkitâbi ellâ yakdirûne ‘alâ şey-in min fadli(A)llâhi(ﻻ) ve enne-lfadle biyedi(A)llâhi yu/tîhi men yeşâ(u)(c) va(A)llâhu żû-lfadli-l’azîm(i)
Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah büyük lütuf sahibidir.