الْفَتْحِ
fetih sûresi
fetih sûresi ayetleri: arapça yazılışı, türkçe okunuş ve açıklaması
اِنَّا
فَتَحْنَا
لَكَ
فَتْحاً
مُب۪يناًۙ
١
İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(n)
Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.
لِيَغْفِرَ
لَكَ
اللّٰهُ
مَا
تَقَدَّمَ
مِنْ
ذَنْبِكَ
وَمَا
تَاَخَّرَ
وَيُتِمَّ
نِعْمَتَهُ
عَلَيْكَ
وَيَهْدِيَكَ
صِرَاطاً
مُسْتَق۪يماًۙ
٢
Liyaġfira leka(A)llâhu mâ tekaddeme min żenbike vemâ teaḣḣara ve yutimme ni’metehu ‘aleyke ve yehdiyeke sirâtan mustekîmâ(n)
2,3. Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.
وَيَنْصُرَكَ
اللّٰهُ
نَصْراً
عَز۪يزاً
٣
Ve yensuraka(A)llâhu nasran ‘azîzâ(n)
2,3. Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.
هُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْزَلَ
السَّك۪ينَةَ
ف۪ي
قُلُوبِ
الْمُؤْمِن۪ينَ
لِيَزْدَادُٓوا
ا۪يمَاناً
مَعَ
ا۪يمَانِهِمْۜ
وَلِلّٰهِ
جُنُودُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَل۪يماً
حَك۪يماًۙ
٤
Huve-lleżî enzele-ssekînete fî kulûbi-lmuminîne liyezdâdû îmânen me’a îmânihim(k) veli(A)llâhi cunûdu-ssemâvâti vel-ard(i)(c) ve kâna(A)llâhu ‘alîmen hakîmâ(n)
O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
لِيُدْخِلَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَا
وَيُكَفِّرَ
عَنْهُمْ
سَيِّـَٔاتِهِمْۜ
وَكَانَ
ذٰلِكَ
عِنْدَ
اللّٰهِ
فَوْزاً
عَظ۪يماًۙ
٥
Liyudḣile-lmuminîne velmuminâti cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ ve yukeffira ‘anhum seyyi-âtihim(c) ve kâne żâlike ‘inda(A)llâhi fevzen ‘azîmâ(n)
Bütün bunlar Allah’ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır.
وَيُعَذِّبَ
الْمُنَافِق۪ينَ
وَالْمُنَافِقَاتِ
وَالْمُشْرِك۪ينَ
وَالْمُشْرِكَاتِ
الظَّٓانّ۪ينَ
بِاللّٰهِ
ظَنَّ
السَّوْءِۜ
عَلَيْهِمْ
دَٓائِرَةُ
السَّوْءِۚ
وَغَضِبَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمْ
وَلَعَنَهُمْ
وَاَعَدَّ
لَهُمْ
جَهَنَّمَۜ
وَسَٓاءَتْ
مَص۪يراً
٦
Ve yu’ażżibe-lmunâfikîne velmunâfikâti velmuşrikîne velmuşrikâti-zzânnîne bi(A)llâhi zanne-ssev-(i)(c) ‘aleyhim dâ-iratu-ssev-(i)(s) ve ġadiba(A)llâhu ‘aleyhim ve le’anehum ve e’adde lehum cehennem(e)(s) ve sâet masîrâ(n)
Bir de, Allah’ın, hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük girdabı onların başına olsun! Allah onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir varış yeridir!
وَلِلّٰهِ
جُنُودُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَز۪يزاً
حَك۪يماً
٧
Veli(A)llâhi cunûdu-ssemâvâti vel-ard(i)(c) ve kâna(A)llâhu ‘azîzen hakîmâ(n)
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
اِنَّٓا
اَرْسَلْنَاكَ
شَاهِداً
وَمُبَشِّراً
وَنَذ۪يراًۙ
٨
İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve neżîrâ(n)
(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
لِتُؤْمِنُوا
بِاللّٰهِ
وَرَسُولِه۪
وَتُعَزِّرُوهُ
وَتُوَقِّرُوهُۜ
وَتُسَبِّحُوهُ
بُكْرَةً
وَاَص۪يلاً
٩
Lituminû bi(A)llâhi ve rasûlihi ve tu’azzirûhu ve tuvakkirûhu ve tusebbihûhu bukraten ve asîlâ(n)
Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i gönderdik.)
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يُبَايِعُونَكَ
اِنَّمَا
يُبَايِعُونَ
اللّٰهَۜ
يَدُ
اللّٰهِ
فَوْقَ
اَيْد۪يهِمْۚ
فَمَنْ
نَكَثَ
فَاِنَّمَا
يَنْكُثُ
عَلٰى
نَفْسِه۪ۚ
وَمَنْ
اَوْفٰى
بِمَا
عَاهَدَ
عَلَيْهُ
اللّٰهَ
فَسَيُؤْت۪يهِ
اَجْراً
عَظ۪يماً۟
١٠
İnne-lleżîne yubâyi’ûneke innemâ yubâyi’ûna(A)llâhe yedu(A)llâhi fevka eydîhim(c) femen nekeśe fe-innemâ yenkuśu ‘alâ nefsih(i)(s) vemen evfâ bimâ ‘âhede ‘aleyhu(A)llâhe feseyutîhi ecran ‘azîmâ(n)
Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.
سَيَقُولُ
لَكَ
الْمُخَلَّفُونَ
مِنَ
الْاَعْرَابِ
شَغَلَتْنَٓا
اَمْوَالُنَا
وَاَهْلُونَا
فَاسْتَغْفِرْ
لَنَاۚ
يَقُولُونَ
بِاَلْسِنَتِهِمْ
مَا
لَيْسَ
ف۪ي
قُلُوبِهِمْۜ
قُلْ
فَمَنْ
يَمْلِكُ
لَكُمْ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاً
اِنْ
اَرَادَ
بِكُمْ
ضَراًّ
اَوْ
اَرَادَ
بِكُمْ
نَفْعاًۜ
بَلْ
كَانَ
اللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَب۪يراً
١١
Seyekûlu leke-lmuḣallefûne mine-l-a’râbi şeġaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festaġfir lenâ(c) yekûlûne bi-elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim(c) kul femen yemliku lekum mina(A)llâhi şey-en in erâde bikum darran ev erâde bikum nef’â(an)(c) bel kâna(A)llâhu bimâ ta’melûne ḣabîrâ(n)
Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanları sana, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu; Allah’tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse, yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter? Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
بَلْ
ظَنَنْتُمْ
اَنْ
لَنْ
يَنْقَلِبَ
الرَّسُولُ
وَالْمُؤْمِنُونَ
اِلٰٓى
اَهْل۪يهِمْ
اَبَداً
وَزُيِّنَ
ذٰلِكَ
ف۪ي
قُلُوبِكُمْ
وَظَنَنْتُمْ
ظَنَّ
السَّوْءِۚ
وَكُنْتُمْ
قَوْماً
بُوراً
١٢
Bel zanentum en len yenkalibe-rrasûlu velmuminûne ilâ ehlîhim ebeden ve zuyyine żâlike fî kulûbikum ve zanentum zanne-ssev-i ve kuntum kavmen bûrâ(n)
(Ey münafıklar!) Siz aslında, Peygamberin ve inananların bir daha ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, sizin gönüllerinize güzel gösterildi de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak eden bir kavim oldunuz.
وَمَنْ
لَمْ
يُؤْمِنْ
بِاللّٰهِ
وَرَسُولِه۪
فَاِنَّٓا
اَعْتَدْنَا
لِلْكَافِر۪ينَ
سَع۪يراً
١٣
Vemen lem yumin bi(A)llâhi ve rasûlihi fe-innâ a’tednâ lilkâfirîne se’îrâ(n)
Kim Allah’a ve Peygambere inanmazsa bilsin ki, şüphesiz biz, inkârcılar için alevli bir ateş hazırladık.
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
غَفُوراً
رَح۪يماً
١٤
Veli(A)llâhi mulku-ssemâvâti vel-ard(i)(c) yaġfiru limen yeşâu ve yu’ażżibu men yeşâ(u)(c) ve kâna(A)llâhu ġafûran rahîmâ(n)
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
سَيَقُولُ
الْمُخَلَّفُونَ
اِذَا
انْطَلَقْتُمْ
اِلٰى
مَغَانِمَ
لِتَأْخُذُوهَا
ذَرُونَا
نَتَّبِعْكُمْۚ
يُر۪يدُونَ
اَنْ
يُبَدِّلُوا
كَلَامَ
اللّٰهِۜ
قُلْ
لَنْ
تَتَّبِعُونَا
كَذٰلِكُمْ
قَالَ
اللّٰهُ
مِنْ
قَبْلُۚ
فَسَيَقُولُونَ
بَلْ
تَحْسُدُونَنَاۜ
بَلْ
كَانُوا
لَا
يَفْقَهُونَ
اِلَّا
قَل۪يلاً
١٥
Seyekûlu-lmuḣallefûne iżâ-ntalaktum ilâ meġânime liteḣużûhâ żerûnâ nettebi’kum(s) yurîdûne en yubeddilû kelâma(A)llâh(i)(c) kul len tettebi’ûnâ keżâlikum kâla(A)llâhu min kabl(u)(s) feseyekûlûne bel tahsudûnenâ(c) bel kânû lâ yefkahûne illâ kalîlâ(n)
Savaştan geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, “Bırakın biz de sizinle gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz bizimle asla gelmeyeceksiniz. Allah, önceden böyle buyurmuştur.” Onlar, “Bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Hayır, onlar pek az anlarlar.
قُلْ
لِلْمُخَلَّف۪ينَ
مِنَ
الْاَعْرَابِ
سَتُدْعَوْنَ
اِلٰى
قَوْمٍ
اُو۬ل۪ي
بَأْسٍ
شَد۪يدٍ
تُقَاتِلُونَهُمْ
اَوْ
يُسْلِمُونَۚ
فَاِنْ
تُط۪يعُوا
يُؤْتِكُمُ
اللّٰهُ
اَجْراً
حَسَناًۚ
وَاِنْ
تَتَوَلَّوْا
كَمَا
تَوَلَّيْتُمْ
مِنْ
قَبْلُ
يُعَذِّبْكُمْ
عَذَاباً
اَل۪يماً
١٦
Kul lilmuḣallefîne mine-l-a’râbi setud’avne ilâ kavmin ulî besin şedîdin tukâtilûnehum ev yuslimûn(e)(s) fe-in tutî’û yutikumu(A)llâhu ecran hasenâ(en)(s) ve-in tetevellev kemâ tevelleytum min kablu yu’ażżibkum ‘ażâben elîmâ(n)
Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”
لَيْسَ
عَلَى
الْاَعْمٰى
حَرَجٌ
وَلَا
عَلَى
الْاَعْرَجِ
حَرَجٌ
وَلَا
عَلَى
الْمَر۪يضِ
حَرَجٌۜ
وَمَنْ
يُطِـعِ
اللّٰهَ
وَرَسُولَهُ
يُدْخِلْهُ
جَنَّاتٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُۚ
وَمَنْ
يَتَوَلَّ
يُعَذِّبْهُ
عَذَاباً
اَل۪يماً۟
١٧
Leyse ‘alâ-l-a’mâ haracun velâ ‘alâ-l-a’raci haracun velâ ‘alâ-lmerîdi harac(un)(k) vemen yuti’i(A)llâhe ve rasûlehu yudḣilhu cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâr(u)(s) vemen yetevelle yu’ażżibhu ‘ażâben elîmâ(n)
Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir.) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uğratır.
لَقَدْ
رَضِيَ
اللّٰهُ
عَنِ
الْمُؤْمِن۪ينَ
اِذْ
يُبَايِعُونَكَ
تَحْتَ
الشَّجَرَةِ
فَعَلِمَ
مَا
ف۪ي
قُلُوبِهِمْ
فَاَنْزَلَ
السَّك۪ينَةَ
عَلَيْهِمْ
وَاَثَابَهُمْ
فَتْحاً
قَر۪يباًۙ
١٨
Lekad radiya(A)llâhu ‘ani-lmuminîne iż yubâyi’ûneke tahte-şşecerati fe’alime mâ fî kulûbihim fe-enzele-ssekînete ‘aleyhim ve-eśâbehum fethan karîbâ(n)
18,19. Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَمَغَانِمَ
كَث۪يرَةً
يَأْخُذُونَهَاۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَز۪يزاً
حَك۪يماً
١٩
Ve meġânime keśîraten yeḣużûnehâ(k) vekâna(A)llâhu ‘azîzen hakîmâ(n)
18,19. Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَعَدَكُمُ
اللّٰهُ
مَغَانِمَ
كَث۪يرَةً
تَأْخُذُونَهَا
فَعَجَّلَ
لَكُمْ
هٰذِه۪
وَكَفَّ
اَيْدِيَ
النَّاسِ
عَنْكُمْۚ
وَلِتَكُونَ
اٰيَةً
لِلْمُؤْمِن۪ينَ
وَيَهْدِيَكُمْ
صِرَاطاً
مُسْتَق۪يماًۙ
٢٠
Ve’adekumu(A)llâhu meġânime keśîraten teḣużûnehâ fe’accele lekum hâżihi ve keffe eydiye-nnâsi ‘ankum velitekûne âyeten lilmuminîne ve yehdiyekum sirâtan mustekîmâ(n)
Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. (Allah, böyle yaptı) ki, bunlar mü’minler için bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin.
وَاُخْرٰى
لَمْ
تَقْدِرُوا
عَلَيْهَا
قَدْ
اَحَاطَ
اللّٰهُ
بِهَاۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يراً
٢١
Veuḣrâ lem takdirû ‘aleyhâ kad ehâta(A)llâhu bihâ(c) ve kâna(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in kadîrâ(n)
Henüz elde edemediğiniz, fakat Allah’ın, ilmiyle kuşattığı başka (kazançlar) da vardır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
وَلَوْ
قَاتَلَكُمُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَوَلَّوُا
الْاَدْبَارَ
ثُمَّ
لَا
يَجِدُونَ
وَلِياًّ
وَلَا
نَص۪يراً
٢٢
Velev kâtelekumu-lleżîne keferû levellevû-l-edbâra śümme lâ yecidûne veliyyen velâ nasîrâ(n)
İnkâr edenler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.
سُنَّةَ
اللّٰهِ
الَّت۪ي
قَدْ
خَلَتْ
مِنْ
قَبْلُۚ
وَلَنْ
تَجِدَ
لِسُنَّةِ
اللّٰهِ
تَبْد۪يلاً
٢٣
Sunneta(A)llâhi-lletî kad ḣalet min kabl(u)(s) velen tecide lisunneti(A)llâhi tebdîlâ(n)
Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
وَهُوَ
الَّذ۪ي
كَفَّ
اَيْدِيَهُمْ
عَنْكُمْ
وَاَيْدِيَكُمْ
عَنْهُمْ
بِبَطْنِ
مَكَّةَ
مِنْ
بَعْدِ
اَنْ
اَظْفَرَكُمْ
عَلَيْهِمْۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَص۪يراً
٢٤
Ve huve-lleżî keffe eydiyehum ‘ankum ve eydiyekum ‘anhum bibatni mekkete min ba’di en azferakum ‘aleyhim(c) ve kâna(A)llâhu bimâ ta’melûne basîrâ(n)
O, Mekke’nin göbeğinde, sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.
هُمُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَصَدُّوكُمْ
عَنِ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
وَالْهَدْيَ
مَعْكُوفاً
اَنْ
يَبْلُغَ
مَحِلَّهُۜ
وَلَوْلَا
رِجَالٌ
مُؤْمِنُونَ
وَنِسَٓاءٌ
مُؤْمِنَاتٌ
لَمْ
تَعْلَمُوهُمْ
اَنْ
تَطَؤُ۫هُمْ
فَتُص۪يبَكُمْ
مِنْهُمْ
مَعَرَّةٌ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۚ
لِيُدْخِلَ
اللّٰهُ
ف۪ي
رَحْمَتِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُۚ
لَوْ
تَزَيَّلُوا
لَعَذَّبْنَا
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنْهُمْ
عَذَاباً
اَل۪يماً
٢٥
Humu-lleżîne keferû ve saddûkum ‘ani-lmescidi-lharâmi velhedye ma’kûfen en yebluġa mehilleh(u)(c) ve levlâ ricâlun muminûne ve nisâun muminâtun lem ta’lemûhum en tetaûhum fetusîbekum minhum me’arratun biġayri ‘ilm(in)(s) liyudḣila(A)llâhu fî rahmetihi men yeşâ(u)(c) lev tezeyyelû le’ażżebnâ-lleżîne keferû minhum ‘ażâben elîmâ(n)
Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve (ibadet amacıyla) bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke’ye girmenize izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık.
اِذْ
جَعَلَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
ف۪ي
قُلُوبِهِمُ
الْحَمِيَّةَ
حَمِيَّةَ
الْجَاهِلِيَّةِ
فَاَنْزَلَ
اللّٰهُ
سَك۪ينَتَهُ
عَلٰى
رَسُولِه۪
وَعَلَى
الْمُؤْمِن۪ينَ
وَاَلْزَمَهُمْ
كَلِمَةَ
التَّقْوٰى
وَكَانُٓوا
اَحَقَّ
بِهَا
وَاَهْلَهَاۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يماً۟
٢٦
İż ce’ale-lleżîne keferû fî kulûbihimu-lhamiyyete hamiyyete-lcâhiliyyeti fe-enzela(A)llâhu sekînetehu ‘alâ rasûlihi ve ’alâ-lmuminîne ve elzemehum kelimete-ttakvâ ve kânû ehakka bihâ ve ehlehâ(c) ve kâna(A)llâhu bikulli şey-in ‘alîmâ(n)
Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah ise, Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirmiş ve onların takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) sözünü tutmalarını sağlamıştı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.
لَقَدْ
صَدَقَ
اللّٰهُ
رَسُولَهُ
الرُّءْيَا
بِالْحَقِّۚ
لَتَدْخُلُنَّ
الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
اِنْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
اٰمِن۪ينَۙ
مُحَلِّق۪ينَ
رُؤُ۫سَكُمْ
وَمُقَصِّر۪ينَۙ
لَا
تَخَافُونَۜ
فَعَلِمَ
مَا
لَمْ
تَعْلَمُوا
فَجَعَلَ
مِنْ
دُونِ
ذٰلِكَ
فَتْحاً
قَر۪يباً
٢٧
Lekad sadeka(A)llâhu rasûlehu-rruyâ bilhakk(i)(s) letedḣulunne-lmescide-lharâme in şâa(A)llâhu âminîne muhallikîne ruûsekum ve mukassirîne lâ teḣâfûn(e)(s) fe’alime mâ lem ta’lemû fece’ale min dûni żâlike fethan karîbâ(n)
Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.
هُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَرْسَلَ
رَسُولَهُ
بِالْهُدٰى
وَد۪ينِ
الْحَقِّ
لِيُظْهِرَهُ
عَلَى
الدّ۪ينِ
كُلِّه۪ۜ
وَكَفٰى
بِاللّٰهِ
شَه۪يداًۜ
٢٨
Huve-lleżî ersele rasûlehu bilhudâ ve dîni-lhakki liyuzhirahu ‘alâ-ddîni kullih(i)(c) ve kefâ bi(A)llâhi şehîdâ(n)
O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.
مُحَمَّدٌ
رَسُولُ
اللّٰهِۜ
وَالَّذ۪ينَ
مَعَهُٓ
اَشِدَّٓاءُ
عَلَى
الْكُفَّارِ
رُحَمَٓاءُ
بَيْنَهُمْ
تَرٰيهُمْ
رُكَّعاً
سُجَّداً
يَبْتَغُونَ
فَضْلاً
مِنَ
اللّٰهِ
وَرِضْوَاناًۘ
س۪يمَاهُمْ
ف۪ي
وُجُوهِهِمْ
مِنْ
اَثَرِ
السُّجُودِۜ
ذٰلِكَ
مَثَلُهُمْ
فِي
التَّوْرٰيةِۚۛ
وَمَثَلُهُمْ
فِي
الْاِنْج۪يلِ۠ۛ
كَزَرْعٍ
اَخْرَجَ
شَطْـَٔهُ۫
فَاٰزَرَهُ
فَاسْتَغْلَظَ
فَاسْتَوٰى
عَلٰى
سُوقِه۪
يُعْجِبُ
الزُّرَّاعَ
لِيَغ۪يظَ
بِهِمُ
الْكُفَّارَۜ
وَعَدَ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
مِنْهُمْ
مَغْفِرَةً
وَاَجْراً
عَظ۪يماً
٢٩
Muhammedun rasûlu(A)llâh(i)(c) velleżîne me’ahu eşiddâu ‘alâ-lkuffâri ruhamâu beynehum(s) terâhum rukke’an succeden yebteġûne fadlen mina(A)llâhi ve ridvânâ(en)(s) sîmâhum fî vucûhihim min eśeri-ssucûd(i)(c) żâlike meśeluhum fî-ttevrât(i)(c) ve meśeluhum fî-l-incîli kezer’in aḣrace şat-ehu feâzerahu festaġleza festevâ ‘alâ sûkihi yu’cibu-zzurrâ’a liyaġîza bihimu-lkuffâr(a)(k) va’ada(A)llâhu-lleżîne âmenû ve ’amilû-ssâlihâti minhum maġfiraten ve ecran ‘azîmâ(n)
Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.