فَاطِرٍ
Fatır Suresi
اَلْحَمْدُ
لِلّٰهِ
فَاطِرِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
جَاعِلِ
الْمَلٰٓئِكَةِ
رُسُلاً
اُو۬ل۪ٓي
اَجْنِحَةٍ
مَثْنٰى
وَثُلٰثَ
وَرُبَاعَۜ
يَز۪يدُ
فِي
الْخَلْقِ
مَا
يَشَٓاءُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١
Elhamdu li(A)llâhi fâtiri-ssemâvâti vel-ardi câ’ili-lmelâ-iketi rusulen ulî ecnihatin meśnâ veśulâśe verubâ’(a)(c) yezîdu fî-lḣalki mâ yeşâ(u)(c) inna(A)llâhe ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a mahsustur. O yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
مَا
يَفْتَحِ
اللّٰهُ
لِلنَّاسِ
مِنْ
رَحْمَةٍ
فَلَا
مُمْسِكَ
لَهَاۚ
وَمَا
يُمْسِكْۙ
فَلَا
مُرْسِلَ
لَهُ
مِنْ
بَعْدِه۪ۜ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
٢
Mâ yeftehi(A)llâhu linnâsi min rahmetin felâ mumsike lehâ(s) vemâ yumsik felâ mursile lehu min ba’dih(i)(c) vehuve-l’azîzu-lhakîm(u)
Allah insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اذْكُرُوا
نِعْمَتَ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْۜ
هَلْ
مِنْ
خَالِقٍ
غَيْرُ
اللّٰهِ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۜ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۘ
فَاَنّٰى
تُؤْفَكُونَ
٣
Yâ eyyuhâ-nnâsu-żkurû ni’meta(A)llâhi ‘aleykum(c) hel min ḣâlikin ġayru(A)llâhi yerzukukum mine-ssemâ-i vel-ard(i)(c) lâ ilâhe illâ huv(e)(s) feennâ tu/fekûn(e)
Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?
وَاِنْ
يُكَذِّبُوكَ
فَقَدْ
كُذِّبَتْ
رُسُلٌ
مِنْ
قَبْلِكَۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
تُرْجَعُ
الْاُمُورُ
٤
Ve-in yukeżżibûke fekad kużżibet rusulun min kablik(e)(c) ve-ila(A)llâhi turce’u-l-umûr(u)
(Ey Muhammed!) Eğer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, senden önce de nice peygamberler yalancı sayılmıştır. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّ
فَلَا
تَغُرَّنَّكُمُ
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَا۠
وَلَا
يَغُرَّنَّكُمْ
بِاللّٰهِ
الْغَرُورُ
٥
Yâ eyyuhâ-nnâsu inne va’da(A)llâhi hakk(un)(s) felâ teġurrannekumu-lhayâtu-ddunyâ(s) velâ yeġurrannekum bi(A)llâhi-lġarûr(u)
Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (Şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın.
اِنَّ
الشَّيْطَانَ
لَكُمْ
عَدُوٌّ
فَاتَّخِذُوهُ
عَدُواًّۜ
اِنَّمَا
يَدْعُوا
حِزْبَهُ
لِيَكُونُوا
مِنْ
اَصْحَابِ
السَّع۪يرِۜ
٦
İnne-şşeytâne lekum ‘aduvvun fetteḣiżûhu ‘aduvvâ(en)(c) innemâ yed’û hizbehu liyekûnû min ashâbi-ssa’îr(i)
Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.
اَلَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَهُمْ
عَذَابٌ
شَد۪يدٌۜ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَاَجْرٌ
كَب۪يرٌ۟
٧
Elleżîne keferû lehum ‘ażâbun şedîd(un)(s) velleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti lehum maġfiratun veecrun kebîr(un)
İnkar edenler için çetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.
اَفَمَنْ
زُيِّنَ
لَهُ
سُٓوءُ
عَمَلِه۪
فَرَاٰهُ
حَسَناًۜ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
يُضِلُّ
مَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَهْد۪ي
مَنْ
يَشَٓاءُۘ
فَلَا
تَذْهَبْ
نَفْسُكَ
عَلَيْهِمْ
حَسَرَاتٍۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَل۪يمٌ
بِمَا
يَصْنَعُونَ
٨
Efemen zuyyine lehu sû-u ‘amelihi feraâhu hasenâ(en)(s) fe-inna(A)llâhe yudillu men yeşâu veyehdî men yeşâ(u)(s) felâ teżheb nefsuke ‘aleyhim haserât(in)(c) inna(A)llâhe ‘alîmun bimâ yasne’ûn(e)
Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. (Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helak etme! Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.
وَاللّٰهُ
الَّـذ۪ٓي
اَرْسَلَ
الرِّيَاحَ
فَتُث۪يرُ
سَحَاباً
فَسُقْنَاهُ
اِلٰى
بَلَدٍ
مَيِّتٍ
فَاَحْيَيْنَا
بِهِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَاۜ
كَذٰلِكَ
النُّشُورُ
٩
Ve(A)llâhu-lleżî ersele-rriyâha fetuśîru sehâben fesuknâhu ilâ beledin meyyitin feahyeynâ bihi-l-arda ba’de mevtihâ(c) keżâlike-nnuşûr(u)
Allah, rüzgarları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yer yüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir.
مَنْ
كَانَ
يُر۪يدُ
الْعِزَّةَ
فَلِلّٰهِ
الْعِزَّةُ
جَم۪يعاًۜ
اِلَيْهِ
يَصْعَدُ
الْكَلِمُ
الطَّيِّبُ
وَالْعَمَلُ
الصَّالِـحُ
يَرْفَعُهُۜ
وَالَّذ۪ينَ
يَمْكُرُونَ
السَّيِّـَٔاتِ
لَهُمْ
عَذَابٌ
شَد۪يدٌۜ
وَمَكْرُ
اُو۬لٰٓئِكَ
هُوَ
يَبُورُ
١٠
Men kâne yurîdu-l’izzete feli(A)llâhi-l’izzetu cemî’â(an)(c) ileyhi yas’adu-lkelimu-ttayyibu vel’amelu-ssâlihu yerfe’uh(u)(c) velleżîne yemkurûne-sseyyi-âti lehum ‘ażâbun şedîd(un)(s) vemekru ulâ-ike huve yebûr(u)
Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir. Güzel sözler ancak ona yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar.
وَاللّٰهُ
خَلَقَكُمْ
مِنْ
تُرَابٍ
ثُمَّ
مِنْ
نُطْفَةٍ
ثُمَّ
جَعَلَكُمْ
اَزْوَاجاًۜ
وَمَا
تَحْمِلُ
مِنْ
اُنْثٰى
وَلَا
تَضَعُ
اِلَّا
بِعِلْمِه۪ۜ
وَمَا
يُعَمَّرُ
مِنْ
مُعَمَّرٍ
وَلَا
يُنْقَصُ
مِنْ
عُمُرِه۪ٓ
اِلَّا
ف۪ي
كِتَابٍۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
عَلَى
اللّٰهِ
يَس۪يرٌ
١١
Va(A)llâhu ḣalekakum min turâbin śümme min nutfetin śümme ce’alekum ezvâcâ(i)(c) vemâ tahmilu min unśâ velâ teda’u illâ bi’ilmih(i)(c) vemâ yu’ammeru min mu’ammerin velâ yunkasu min ‘umurihi illâ fî kitâb(in)(c) inne żâlike ‘ala(A)llâhi yesîr(un)
Allah sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı. Allah'ın ilmine dayanmadan hiçbir dişi ne hamile kalır ne de doğurur. Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın. Şüphesiz bu Allah'a kolaydır.
وَمَا
يَسْتَوِي
الْبَحْرَانِۗ
هٰذَا
عَذْبٌ
فُرَاتٌ
سَٓائِـغٌ
شَرَابُهُ
وَهٰذَا
مِلْحٌ
اُجَاجٌۜ
وَمِنْ
كُلٍّ
تَأْكُلُونَ
لَحْماً
طَرِياًّ
وَتَسْتَخْرِجُونَ
حِلْيَةً
تَلْبَسُونَهَاۚ
وَتَرَى
الْفُلْكَ
ف۪يهِ
مَوَاخِرَ
لِتَبْتَغُوا
مِنْ
فَضْلِه۪
وَلَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
١٢
Vemâ yestevî-lbahrâni hâżâ ‘ażbun furâtun sâ-iġun şerâbuhu vehâżâ milhun ucâc(un)(s) vemin kullin te/kulûne lahmen tariyyen vetestaḣricûne hilyeten telbesûnehâ(s) veterâ-lfulke fîhi mevâḣira litebteġû min fadlihi vele’allekum teşkurûn(e)
İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir; içimi kolaydır. Şu ise tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Allah'ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün.
يُولِجُ
الَّيْلَ
فِي
النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي
الَّيْلِۙ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَۘ
كُلٌّ
يَجْر۪ي
لِاَجَلٍ
مُسَمًّىۜ
ذٰلِكُمُ
اللّٰهُ
رَبُّكُمْ
لَهُ
الْمُلْكُۜ
وَالَّذ۪ينَ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِه۪
مَا
يَمْلِكُونَ
مِنْ
قِطْم۪يرٍۜ
١٣
Yûlicu-lleyle fî-nnehâri veyûlicu-nnehâra fî-lleyli veseḣḣara-şşemse velkamera kullun yecrî li-ecelin musemmâ(en)(c) żâlikumu(A)llâhu rabbukum lehu-lmulk(u)(c) velleżîne ted’ûne min dûnihi mâ yemlikûne min kitmîr(in)
Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay'ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu Allah'tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O'nundur. Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
اِنْ
تَدْعُوهُمْ
لَا
يَسْمَعُوا
دُعَٓاءَكُمْۚ
وَلَوْ
سَمِعُوا
مَا
اسْتَجَابُوا
لَكُمْۜ
وَيَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
يَكْفُرُونَ
بِشِرْكِكُمْۜ
وَلَا
يُنَبِّئُكَ
مِثْلُ
خَب۪يرٍ۟
١٤
İn ted’ûhum lâ yesme’û du’âekum velev semi’û mâ-stecâbû lekum(s) ve yevme-lkiyâmeti yekfurûne bişirkikum(c) velâ yunebbi-uke miślu ḣabîr(in)
Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar bile çağrınıza karşılık veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkar ederler. Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اَنْتُمُ
الْفُقَـرَٓاءُ
اِلَى
اللّٰهِۚ
وَاللّٰهُ
هُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَم۪يدُ
١٥
Yâ eyyuhâ-nnâsu entumu-lfukarâu ila(A)llâh(i)(s) va(A)llâhu huve-lġaniyyu-lhamîd(u)
Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla layık olandır.
اِنْ
يَشَأْ
يُذْهِبْكُمْ
وَيَأْتِ
بِخَلْقٍ
جَد۪يدٍۚ
١٦
İn yeşe/ yużhibkum veye/ti biḣalkin cedîd(in)
Eğer Allah dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.
وَمَا
ذٰلِكَ
عَلَى
اللّٰهِ
بِعَز۪يزٍ
١٧
Vemâ żâlike ‘ala(A)llâhi bi’azîz(in)
Bu Allah'a göre zor bir şey değildir.
وَلَا
تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ
اُخْرٰىۜ
وَاِنْ
تَدْعُ
مُثْقَلَةٌ
اِلٰى
حِمْلِهَا
لَا
يُحْمَلْ
مِنْهُ
شَيْءٌ
وَلَوْ
كَانَ
ذَا
قُرْبٰىۜ
اِنَّمَا
تُنْذِرُ
الَّذ۪ينَ
يَخْشَوْنَ
رَبَّهُمْ
بِالْغَيْبِ
وَاَقَامُوا
الصَّلٰوةَۜ
وَمَنْ
تَزَكّٰى
فَاِنَّمَا
يَتَزَكّٰى
لِنَفْسِه۪ۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
الْمَص۪يرُ
١٨
Velâ teziru vâziratun vizra uḣrâ(c) ve-in ted’u muśkaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey-un velev kâne żâ kurbâ(k) innemâ tunżiru-lleżîne yaḣşevne rabbehum bilġaybi veekâmû-ssalâ(te)(c) vemen tezekkâ fe-innemâ yetezekkâ linefsih(i)(c) ve-ila(A)llâhi-lmasîr(u)
Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri halde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah'adır.
وَمَا
يَسْتَوِي
الْاَعْمٰى
وَالْبَص۪يرُۙ
١٩
Vemâ yestevî-l-a’mâ velbasîr(u)
Kör ile gören bir olmaz.
وَلَا
الظُّلُمَاتُ
وَلَا
النُّورُۙ
٢٠
Velâ-zzulumâtu velâ-nnûr(u)
Karanlıklar ile aydınlık bir olmaz.
وَلَا
الظِّلُّ
وَلَا
الْحَرُورُۚ
٢١
Velâ-zzillu velâ-lharûr(u)
Gölge ile sıcaklık bir olmaz.
وَمَا
يَسْتَوِي
الْاَحْيَٓاءُ
وَلَا
الْاَمْوَاتُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يُسْمِــعُ
مَنْ
يَشَٓاءُۚ
وَمَٓا
اَنْتَ
بِمُسْمِــعٍ
مَنْ
فِي
الْقُبُورِ
٢٢
Vemâ yestevî-l-ahyâu velâ-l-emvât(u)(c) inna(A)llâhe yusmi’u men yeşâ(u)(s) vemâ ente bimusmi’in men fî-lkubûr(i)
Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah dilediğine işittirir. Sen kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.
اِنَّٓا
اَرْسَلْنَاكَ
بِالْحَقِّ
بَش۪يراً
وَنَذ۪يراًۜ
وَاِنْ
مِنْ
اُمَّةٍ
اِلَّا
خَلَا
ف۪يهَا
نَذ۪يرٌ
٢٤
İnnâ erselnâke bilhakki beşîran veneżîrâ(an)(c) ve-in min ummetin illâ ḣalâ fîhâ neżîr(un)
Şüphesiz biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.
وَاِنْ
يُكَذِّبُوكَ
فَقَدْ
كَذَّبَ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۚ
جَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
وَبِالزُّبُرِ
وَبِالْكِتَابِ
الْمُن۪يرِ
٢٥
Ve-in yukeżżibûke fekad keżżebe-lleżîne min kablihim câet-hum rusuluhum bilbeyyinâti vebi-zzuburi vebilkitâbi-lmunîr(i)
(Ey Muhammed!) Eğer seni yalanlıyorlarsa bil ki, onlardan öncekiler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Oysa peygamberleri onlara apaçık delilleri, sahifeleri ve aydınlatıcı kitabı getirmişlerdi.
ثُمَّ
اَخَذْتُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
فَكَيْفَ
كَانَ
نَك۪يرِ۟
٢٦
Śumme eḣażtu-lleżîne keferû(s) fekeyfe kâne nekîr(i)
Sonra ben inkar edenleri yakaladım. Beni inkar etmenin sonucu nasıl oldu!
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۚ
فَاَخْرَجْنَا
بِه۪
ثَمَرَاتٍ
مُخْتَلِفاً
اَلْوَانُهَاۜ
وَمِنَ
الْجِبَالِ
جُدَدٌ
ب۪يضٌ
وَحُمْرٌ
مُخْتَلِفٌ
اَلْوَانُهَا
وَغَرَاب۪يبُ
سُودٌ
٢٧
Elem tera enna(A)llâhe enzele mine-ssemâ-i mâen feaḣracnâ bihi śemerâtin muḣtelifen elvânuhâ(c) vemine-lcibâli cudedun bîdun vehumrun muḣtelifun elvânuhâ veġarâbîbu sûd(un)
Görmüyor musun ki Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var.
وَمِنَ
النَّاسِ
وَالدَّوَٓابِّ
وَالْاَنْعَامِ
مُخْتَلِفٌ
اَلْوَانُهُ
كَذٰلِكَۜ
اِنَّمَا
يَخْشَى
اللّٰهَ
مِنْ
عِبَادِهِ
الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَز۪يزٌ
غَفُورٌ
٢٨
Vemine-nnâsi ve-ddevâbbi vel-en’âmi muḣtelifun elvânuhu keżâlik(e)(k) innemâ yaḣşa(A)llâhe min ‘ibâdihi-l’ulemâ(u)(k) inna(A)llâhe ‘azîzun ġafûr(un)
İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah'a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يَتْلُونَ
كِتَابَ
اللّٰهِ
وَاَقَامُوا
الصَّلٰوةَ
وَاَنْفَقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
سِراًّ
وَعَلَانِيَةً
يَرْجُونَ
تِجَارَةً
لَنْ
تَبُورَۙ
٢٩
İnne-lleżîne yetlûne kitâba(A)llâhi ve ekâmû-ssalâte ve enfekû mimmâ razeknâhum sirran ve’alâniyeten yercûne ticâraten len tebûr(a)
Şüphesiz, Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler.
لِيُوَفِّيَهُمْ
اُجُورَهُمْ
وَيَز۪يدَهُمْ
مِنْ
فَضْلِه۪ۜ
اِنَّهُ
غَفُورٌ
شَكُورٌ
٣٠
Liyuveffiyehum ucûrahum veyezîdehum min fadlih(i)(c) innehu ġafûrun şekûr(un)
Allah kendilerine mükafatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın diye (böyle yaparlar). Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.
وَالَّـذ۪ٓي
اَوْحَيْنَٓا
اِلَيْكَ
مِنَ
الْكِتَابِ
هُوَ
الْحَقُّ
مُصَدِّقاً
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
بِعِبَادِه۪
لَخَب۪يرٌ
بَص۪يرٌ
٣١
Velleżî evhaynâ ileyke mine-lkitâbi huve-lhakku musaddikan limâ beyne yedeyh(i)(k) inna(A)llâhe bi’ibâdihi leḣabîrun basîr(un)
(Ey Muhammed!) Sana vahyettiğimiz kitap (Kur'an), kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. Şüphesiz Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.
ثُمَّ
اَوْرَثْنَا
الْكِتَابَ
الَّذ۪ينَ
اصْطَفَيْنَا
مِنْ
عِبَادِنَاۚ
فَمِنْهُمْ
ظَالِمٌ
لِنَفْسِه۪ۚ
وَمِنْهُمْ
مُقْتَصِدٌۚ
وَمِنْهُمْ
سَابِقٌ
بِالْخَيْرَاتِ
بِاِذْنِ
اللّٰهِۜ
ذٰلِكَ
هُوَ
الْفَضْلُ
الْكَب۪يرُۜ
٣٢
Śumme evraśnâ-lkitâbe-lleżîne-stafeynâ min ‘ibâdinâ(s) feminhum zâlimun linefsihi veminhum muktesidun veminhum sâbikun bilḣayrâti bi-iżni(A)llâh(i)(c) żâlike huve-lfadlu-lkebîr(u)
Sonra biz o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.
جَنَّاتُ
عَدْنٍ
يَدْخُلُونَهَا
يُحَلَّوْنَ
ف۪يهَا
مِنْ
اَسَاوِرَ
مِنْ
ذَهَبٍ
وَلُؤْلُؤً۬اۚ
وَلِبَاسُهُمْ
ف۪يهَا
حَر۪يرٌ
٣٣
Cennâtu ‘adnin yedḣulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvira min żehebin velu/lu-â(en)(s) ve libâsuhum fîhâ harîr(un)
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.
وَقَالُوا
الْحَمْدُ
لِلّٰهِ
الَّـذ۪ٓي
اَذْهَبَ
عَنَّا
الْحَزَنَۜ
اِنَّ
رَبَّـنَا
لَغَفُورٌ
شَكُورٌۙ
٣٤
Ve kâlû-lhamdu li(A)llâhi-lleżî eżhebe ‘annâ-lhazen(e)(s) inne rabbenâ leġafûrun şekûr(un)
Şöyle derler: "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir."
اَلَّـذ۪ٓي
اَحَلَّنَا
دَارَ
الْمُقَامَةِ
مِنْ
فَضْلِه۪ۚ
لَا
يَمَسُّنَا
ف۪يهَا
نَصَبٌ
وَلَا
يَمَسُّنَا
ف۪يهَا
لُغُوبٌ
٣٥
Elleżî ehallenâ dâra-lmukâmeti min fadlihi lâ yemessunâ fîhâ nesabun velâ yemessunâ fîhâ luġûb(un)
"O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez."
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَهُمْ
نَارُ
جَهَنَّمَۚ
لَا
يُقْضٰى
عَلَيْهِمْ
فَيَمُوتُوا
وَلَا
يُخَفَّفُ
عَنْهُمْ
مِنْ
عَذَابِهَاۜ
كَذٰلِكَ
نَجْز۪ي
كُلَّ
كَفُورٍۚ
٣٦
Velleżîne keferû lehum nâru cehenneme lâ yukdâ ‘aleyhim feyemûtû velâ yuḣaffefu ‘anhum min ‘ażâbihâ(c) keżâlike neczî kulle kefûr(in)
İnkar edenler için ise cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız.
وَهُمْ
يَصْطَرِخُونَ
ف۪يهَاۚ
رَبَّنَٓا
اَخْرِجْنَا
نَعْمَلْ
صَالِحاً
غَيْرَ
الَّذ۪ي
كُنَّا
نَعْمَلُۜ
اَوَلَمْ
نُعَمِّرْكُمْ
مَا
يَتَذَكَّرُ
ف۪يهِ
مَنْ
تَذَكَّرَ
وَجَٓاءَكُمُ
النَّذ۪يرُۜ
فَذُوقُوا
فَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
نَص۪يرٍ۟
٣٧
Vehum yastariḣûne fîhâ rabbenâ aḣricnâ na’mel sâlihan ġayra-lleżî kunnâ na’mel(u)(c) eve lem nu’ammirkum mâ yeteżekkeru fîhi men teżekkera vecâekumu-nneżîr(u)(s) feżûkû femâ lizzâlimîne min nasîr(in)
Onlar cehennemde, "Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim" diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur."
اِنَّ
اللّٰهَ
عَالِمُ
غَيْبِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنَّهُ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
٣٨
İnna(A)llâhe ‘âlimu ġaybi-ssemâvâti vel-ard(i)(c) innehu ‘alîmun biżâti-ssudûr(i)
Şüphesiz Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz o, gögüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
هُوَ
الَّذ۪ي
جَعَلَكُمْ
خَلَٓائِفَ
فِي
الْاَرْضِۜ
فَمَنْ
كَفَرَ
فَعَلَيْهِ
كُفْرُهُۜ
وَلَا يَز۪يدُ
الْكَافِر۪ينَ
كُفْرُهُمْ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ
اِلَّا
مَقْتاًۚ
وَلَا
يَز۪يدُ
الْكَافِر۪ينَ
كُفْرُهُمْ
اِلَّا
خَسَاراً
٣٩
Huve-lleżî ce’alekum ḣalâ-ife fî-l-ard(i)(c) femen kefera fe’aleyhi kufruh(u)(s) velâ yezîdu-lkâfirîne kufruhum ‘inde rabbihim illâ maktâ(en)(s) velâ yezîdu-lkâfirîne kufruhum illâ ḣasârâ(n)
O, sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Artık kim inkar ederse inkarı kendi aleyhinedir. İnkarcıların inkarı, Rableri katında ancak uğrayacakları gazabı artırır. İnkarcıların inkarı, ancak ziyanlarını arttırır.
قُلْ
اَرَاَيْتُمْ
شُرَكَٓاءَكُمُ
الَّذ۪ينَ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
اَرُون۪ي
مَاذَا
خَلَقُوا
مِنَ
الْاَرْضِ
اَمْ
لَهُمْ
شِرْكٌ
فِي
السَّمٰوَاتِۚ
اَمْ
اٰتَيْنَاهُمْ
كِتَاباً
فَهُمْ
عَلٰى
بَيِّنَتٍ
مِنْهُۚ
بَلْ
اِنْ
يَعِدُ
الظَّالِمُونَ
بَعْضُهُمْ
بَعْضاً
اِلَّا
غُرُوراً
٤٠
Kul eraeytum şurakâekumu-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi erûnî mâżâ ḣalekû mine-l-ardi em lehum şirkun fî-ssemâvâti em âteynâhum kitâben fehum ‘alâ beyyinetin minh(u)(c) bel in ya’idu-zzâlimûne ba’duhum ba’dan illâ ġurûrâ(n)
De ki: "Allah'ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?" Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaadetmezler.
اِنَّ
اللّٰهَ
يُمْسِكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
اَنْ
تَزُولَاۚ
وَلَئِنْ
زَالَتَٓا
اِنْ
اَمْسَكَهُمَا
مِنْ
اَحَدٍ
مِنْ
بَعْدِه۪ۜ
اِنَّهُ
كَانَ
حَل۪يماً
غَفُوراً
٤١
İnna(A)llâhe yumsiku-ssemâvâti vel-arda en tezûlâ(c) vele-in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dih(i)(c) innehu kâne halîmen ġafûrâ(n)
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor. Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O'ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.
وَاَقْسَمُوا
بِاللّٰهِ
جَهْدَ
اَيْمَانِهِمْ
لَئِنْ
جَٓاءَهُمْ
نَذ۪يرٌ
لَيَكُونُنَّ
اَهْدٰى
مِنْ
اِحْدَى
الْاُمَمِۚ
فَلَمَّا
جَٓاءَهُمْ
نَذ۪يرٌ
مَا
زَادَهُمْ
اِلَّا
نُفُوراًۙ
٤٢
Veaksemû bi(A)llâhi cehde eymânihim le-in câehum neżîrun leyekûnunne ehdâ min ihdâ-l-umem(i)(s) felemmâ câehum neżîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ(n)
Müşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah'a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı.
اِسْتِكْبَاراً
فِي
الْاَرْضِ
وَمَكْرَ
السَّيِّئِۜ
وَلَا
يَح۪يقُ
الْمَكْرُ
السَّيِّئُ
اِلَّا
بِاَهْلِه۪ۜ
فَهَلْ
يَنْظُرُونَ
اِلَّا
سُنَّتَ
الْاَوَّل۪ينَۚ
فَلَنْ
تَجِدَ
لِسُنَّتِ
اللّٰهِ
تَبْد۪يلاًۚ
وَلَنْ
تَجِدَ
لِسُنَّتِ
اللّٰهِ
تَحْو۪يلاً
٤٣
İstikbâran fî-l-ardi vemekra-sseyyi-/(i)(c) velâ yahîku-lmekru-sseyyi-u illâ bi-ehlih(i)(c) fehel yenzurûne illâ sunnete-l-evvelîn(e)(c) felen tecide lisunneti(A)llâhi tebdîlâ(en)(s) velen tecide lisunneti(A)llâhi tahvîlâ(n)
Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu bekliyorlar. Sen Allah'ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen Allah'ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.
اَوَلَمْ
يَس۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
وَكَانُٓوا
اَشَدَّ
مِنْهُمْ
قُوَّةًۜ
وَمَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيُعْجِزَهُ
مِنْ
شَيْءٍ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَلَا
فِي
الْاَرْضِۜ
اِنَّهُ
كَانَ
عَل۪يماً
قَد۪يراً
٤٤
Eve lem yesîrû fî-l-ardi feyenzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lleżîne min kablihim vekânû eşedde minhum kuvve(ten)(c) vemâ kâna(A)llâhu liyu’cizehu min şey-in fî-ssemâvâti velâ fî-l-ard(i)(c) innehu kâne ‘alîmen kadîrâ(n)
Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Ne göklerde ne yerde hiçbir şey Allah’ı aciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.
وَلَوْ
يُؤَاخِذُ
اللّٰهُ
النَّاسَ
بِمَا
كَسَبُوا
مَا
تَرَكَ
عَلٰى
ظَهْرِهَا
مِنْ
دَٓابَّةٍ
وَلٰكِنْ
يُؤَخِّرُهُمْ
اِلٰٓى
اَجَلٍ
مُسَمًّىۚ
فَاِذَا
جَٓاءَ
اَجَلُهُمْ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
كَانَ
بِعِبَادِه۪
بَص۪يراً
٤٥
Velev yu-âḣiżu(A)llâhu-nnâse bimâ kesebû mâ terake ‘alâ zahrihâ min dâbbetin velâkin yu-aḣḣiruhum ilâ ecelin musemmâ(en)(s) fe-iżâ câe eceluhum fe-inna(A)llâhe kâne bi’ibâdihi basîrâ(n)
Eğer Allah insanları, kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.