النُّورِ
Nur Suresi
سُورَةٌ
اَنْزَلْنَاهَا
وَفَرَضْنَاهَا
وَاَنْزَلْنَا
ف۪يهَٓا
اٰيَاتٍ
بَيِّنَاتٍ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ
١
Sûratun enzelnâhâ veferadnâhâ veenzelnâ fîhâ âyâtin beyyinâtin le’allekum teżekkerûn(e)
Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.
اَلزَّانِيَةُ
وَالزَّان۪ي
فَاجْلِدُوا
كُلَّ
وَاحِدٍ
مِنْهُمَا
مِائَةَ
جَلْدَةٍۖ
وَلَا
تَأْخُذْكُمْ
بِهِمَا
رَأْفَةٌ
ف۪ي
د۪ينِ
اللّٰهِ
اِنْ
كُنْتُمْ
تُؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِۚ
وَلْيَشْهَدْ
عَذَابَهُمَا
طَٓائِفَةٌ
مِنَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
٢
Ezzâniyetu ve-zzânî feclidû kulle vâhidin minhumâ mi-ete celde(tin)(s) velâ te/ḣużkum bihimâ ra/fetun fî dîni(A)llâhi in kuntum tu/minûne bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣir(i)(s) velyeşhed ‘ażâbehumâ tâ-ifetun mine-lmu/minîn(e)
Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.
اَلزَّان۪ي
لَا
يَنْكِحُ
اِلَّا
زَانِيَةً
اَوْ
مُشْرِكَةًۘ
وَالزَّانِيَةُ
لَا
يَنْكِحُهَٓا
اِلَّا
زَانٍ
اَوْ
مُشْرِكٌۚ
وَحُرِّمَ
ذٰلِكَ
عَلَى
الْمُؤْمِن۪ينَ
٣
Ezzânî lâ yenkihu illâ zâniyeten ev muşriketen ve-zzâniyetu lâ yenkihuhâ illâ zânin ev muşrik(un)(c) vehurrime żâlike ‘alâ-lmu/minîn(e)
Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu mü'minlere haram kılınmıştır.
وَالَّذ۪ينَ
يَرْمُونَ
الْمُحْصَنَاتِ
ثُمَّ
لَمْ
يَأْتُوا
بِاَرْبَعَةِ
شُهَدَٓاءَ
فَاجْلِدُوهُمْ
ثَمَان۪ينَ
جَلْدَةً
وَلَا
تَقْبَلُوا
لَهُمْ
شَهَادَةً
اَبَداًۚ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْفَاسِقُونَۙ
٤
Velleżîne yermûne-lmuhsanâti śümme lem ye/tû bi-erbe’ati şuhedâe feclidûhum śemânîne celdeten velâ takbelû lehum şehâdeten ebedâ(en)(c) veulâ-ike humu-lfâsikûn(e)
Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir.
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
تَابُوا
مِنْ
بَعْدِ
ذٰلِكَ
وَاَصْلَحُواۚ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٥
İllâ-lleżîne tâbû min ba’di żâlike veaslehû fe-inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
وَالَّذ۪ينَ
يَرْمُونَ
اَزْوَاجَهُمْ
وَلَمْ
يَكُنْ
لَهُمْ
شُهَدَٓاءُ
اِلَّٓا
اَنْفُسُهُمْ
فَشَهَادَةُ
اَحَدِهِمْ
اَرْبَعُ
شَهَادَاتٍ
بِاللّٰهِۙ
اِنَّهُ
لَمِنَ
الصَّادِق۪ينَ
٦
Velleżîne yermûne ezvâcehum velem yekun lehum şuhedâu illâ enfusuhum feşehâdetu ehadihim erbe’u şehâdâtin bi(A)llâhi(ﻻ) innehu lemine-ssâdikîn(e)
Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir.
وَالْخَامِسَةُ
اَنَّ
لَعْنَتَ
اللّٰهِ
عَلَيْهِ
اِنْ
كَانَ
مِنَ
الْكَاذِب۪ينَ
٧
Velḣâmisetu enne la’neta(A)llâhi ‘aleyhi in kâne mine-lkâżibîn(e)
Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir.
وَيَدْرَؤُ۬ا
عَنْهَا
الْعَذَابَ
اَنْ
تَشْهَدَ
اَرْبَعَ
شَهَادَاتٍ
بِاللّٰهِۙ
اِنَّهُ
لَمِنَ
الْكَاذِب۪ينَۙ
٨
Veyedrau ‘anhâ-l’ażâbe en teşhede erbe’a şehâdâtin bi(A)llâhi(ﻻ) innehu lemine-lkâżibîn(e)
Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah'ı dört defa şahit getirmesi (Allah adına yemin etmesi), beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır.
وَالْخَامِسَةَ
اَنَّ
غَضَبَ
اللّٰهِ
عَلَيْهَٓا
اِنْ
كَانَ
مِنَ
الصَّادِق۪ينَ
٩
Velḣâmisete enne ġadaba(A)llâhi ‘aleyhâ in kâne mine-ssâdikîn(e)
Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah'ı dört defa şahit getirmesi (Allah adına yemin etmesi), beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır.
وَلَوْلَا
فَضْلُ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
تَـوَّابٌ
حَك۪يمٌ۟
١٠
Velevlâ fadlu(A)llâhi ‘aleykum verahmetuhu veenna(A)llâhe tevvâbun hakîm(un)
Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu?
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
جَٓاؤُ۫
بِالْاِفْكِ
عُصْبَةٌ
مِنْكُمْۜ
لَا
تَحْسَبُوهُ
شَراًّ
لَكُمْۜ
بَلْ
هُوَ
خَيْرٌ
لَكُمْۜ
لِكُلِّ
امْرِئٍ
مِنْهُمْ
مَا
اكْتَسَبَ
مِنَ
الْاِثْمِۚ
وَالَّذ۪ي
تَوَلّٰى
كِبْرَهُ
مِنْهُمْ
لَهُ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌ
١١
İnne-lleżîne câû bil-ifki ‘usbetun minkum(c) lâ tahsebûhu şerran lekum(s) bel huve ḣayrun lekum(c) likulli-mri-in minhum mâ-ktesebe mine-l-iśm(i)(c) velleżî tevellâ kibrahu minhum lehu ‘ażâbun ‘azîm(un)
O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.
لَوْلَٓا
اِذْ
سَمِعْتُمُوهُ
ظَنَّ
الْمُؤْمِنُونَ
وَالْمُؤْمِنَاتُ
بِاَنْفُسِهِمْ
خَيْراًۙ
وَقَالُوا
هٰذَٓا
اِفْكٌ
مُب۪ينٌ
١٢
Levlâ iż semi’tumûhu zanne-lmu/minûne velmu/minâtu bi-enfusihim ḣayran ve kâlû hâżâ ifkun mubîn(un)
Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, "Bu apaçık bir iftiradır" deselerdi ya!
لَوْلَا
جَٓاؤُ۫
عَلَيْهِ
بِاَرْبَعَةِ
شُهَدَٓاءَۚ
فَاِذْ
لَمْ
يَأْتُوا
بِالشُّهَدَٓاءِ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
عِنْدَ
اللّٰهِ
هُمُ
الْكَاذِبُونَ
١٣
Levlâ câû ‘aleyhi bi-erbe’ati şuhedâ(e)(c) fe-iż lem ye/tû bi-şşuhedâ-i feulâ-ike ‘inda(A)llâhi humu-lkâżibûn(e)
Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Madem ki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.
وَلَوْلَا
فَضْلُ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِ
لَمَسَّكُمْ
ف۪ي
مَٓا
اَفَضْتُمْ
ف۪يهِ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌۚ
١٤
Velevlâ fadlu(A)llâhi ‘aleykum verahmetuhu fî-ddunyâ vel-âḣirati lemessekum fî mâ efadtum fîhi ‘ażâbun ‘azîm(un)
Eğer size dünya ve ahirette Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu!
اِذْ
تَلَقَّوْنَهُ
بِاَلْسِنَتِكُمْ
وَتَقُولُونَ
بِاَفْوَاهِكُمْ
مَا
لَيْسَ
لَكُمْ
بِه۪
عِلْمٌ
وَتَحْسَبُونَهُ
هَيِّناًۗ
وَهُوَ
عِنْدَ
اللّٰهِ
عَظ۪يمٌ
١٥
İż telakkavnehu bi-elsinetikum vetekûlûne bi-efvâhikum mâ leyse lekum bihi ‘ilmun vetahsebûnehu heyyinen vehuve ‘inda(A)llâhi ‘azîm(un)
Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.
وَلَوْلَٓا
اِذْ
سَمِعْتُمُوهُ
قُلْتُمْ
مَا
يَكُونُ
لَـنَٓا
اَنْ
نَتَكَلَّمَ
بِهٰذَاۗ
سُبْحَانَكَ
هٰذَا
بُهْتَانٌ
عَظ۪يمٌ
١٦
Velevlâ iż semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bihâżâ subhâneke hâżâ buhtânun ‘azîm(un)
Bu iftirayı işittiğiniz vakit, "Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah'ım! Bu çok büyük bir iftiradır" deseydiniz ya!
يَعِظُكُمُ
اللّٰهُ
اَنْ
تَعُودُوا
لِمِثْلِه۪ٓ
اَبَداً
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَۚ
١٧
Ya’izukumu(A)llâhu en te’ûdû limiślihi ebeden in kuntum mu/minîn(e)
Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.
وَيُبَيِّنُ
اللّٰهُ
لَكُمُ
الْاٰيَاتِۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
حَك۪يمٌ
١٨
Veyubeyyinu(A)llâhu lekumu-l-âyât(i)(c) va(A)llâhu ‘alîmun hakîm(un)
Allah size âyetleri açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يُحِبُّونَ
اَنْ
تَش۪يعَ
الْفَاحِشَةُ
فِي
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌۙ
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِۜ
وَاللّٰهُ
يَعْلَمُ
وَاَنْتُمْ
لَا
تَعْلَمُونَ
١٩
İnne-lleżîne yuhibbûne en teşî’a-lfâhişetu fî-lleżîne âmenû lehum ‘ażâbun elîmun fî-ddunyâ vel-âḣira(ti)(c) va(A)llâhu ya’lemu veentum lâ ta’lemûn(e)
İnananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
وَلَوْلَا
فَضْلُ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
رَؤُ۫فٌ
رَح۪يمٌ۟
٢٠
Velevlâ fadlu(A)llâhi ‘aleykum verahmetuhu veenna(A)llâhe raûfun rahîm(un)
Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı haliniz nice olurdu?
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَتَّبِعُوا
خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِۜ
وَمَنْ
يَتَّبِـعْ
خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِ
فَاِنَّهُ
يَأْمُرُ
بِالْفَحْشَٓاءِ
وَالْمُنْكَرِۜ
وَلَوْلَا
فَضْلُ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
مَا
زَكٰى
مِنْكُمْ
مِنْ
اَحَدٍ
اَبَداًۙ
وَلٰكِنَّ
اللّٰهَ
يُزَكّ۪ي
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
سَم۪يعٌ
عَل۪يمٌ
٢١
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tettebi’û ḣutuvâti-şşeytân(i)(c) vemen yettebi’ ḣutuvâti-şşeytâni fe-innehu ye/muru bilfahşâ-i velmunker(i)(c) velevlâ fadlu(A)llâhi ‘aleykum verahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden velâkinna(A)llâhe yuzekkî men yeşâ/(u)(k) va(A)llâhu semî’un ‘alîm(un)
Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayasızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
وَلَا
يَأْتَلِ
اُو۬لُوا
الْفَضْلِ
مِنْكُمْ
وَالسَّعَةِ
اَنْ
يُؤْتُٓوا
اُو۬لِي
الْقُرْبٰى
وَالْمَسَاك۪ينَ
وَالْمُهَاجِر۪ينَ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِۖ
وَلْيَعْفُوا
وَلْيَصْفَحُواۜ
اَلَا
تُحِبُّونَ
اَنْ
يَغْفِرَ
اللّٰهُ
لَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٢٢
Velâ ye/teli ulû-lfadli minkum ve-sse’ati en yu/tû ulî-lkurbâ velmesâkîne velmuhâcirîne fî sebîli(A)llâh(i)(s) velya’fû velyasfehû(k) elâ tuhibbûne en yaġfira(A)llâhu lekum(k) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)
İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يَرْمُونَ
الْمُحْصَنَاتِ
الْغَافِلَاتِ
الْمُؤْمِنَاتِ
لُعِنُوا
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِۖ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌۙ
٢٣
İnne-lleżîne yermûne-lmuhsanâti-lġâfilâti-lmu/minâti lu’inû fî-ddunyâ vel-âḣirati velehum ‘ażâbun ‘azîm(un)
İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü'min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.
يَوْمَ
تَشْهَدُ
عَلَيْهِمْ
اَلْسِنَتُهُمْ
وَاَيْد۪يهِمْ
وَاَرْجُلُهُمْ
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٢٤
Yevme teşhedu ‘aleyhim elsinetuhum veeydîhim veerculuhum bimâ kânû ya’melûn(e)
İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü'min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.
يَوْمَئِذٍ
يُوَفّ۪يهِمُ
اللّٰهُ
د۪ينَهُمُ
الْحَقَّ
وَيَعْلَمُونَ
اَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْحَقُّ
الْمُب۪ينُ
٢٥
Yevme-iżin yuveffîhimu(A)llâhu dînehumu-lhakka veya’lemûne enna(A)llâhe huve-lhakku-lmubîn(u)
O gün Allah onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.
اَلْخَب۪يثَاتُ
لِلْخَب۪يث۪ينَ
وَالْخَب۪يثُونَ
لِلْخَب۪يثَاتِۚ
وَالطَّيِّبَاتُ
لِلطَّيِّب۪ينَ
وَالطَّيِّبُونَ
لِلطَّيِّبَاتِۚ
اُو۬لٰٓئِكَ
مُبَرَّؤُ۫نَ
مِمَّا
يَقُولُونَۜ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَرِزْقٌ
كَر۪يمٌ۟
٢٦
Elḣabîśâtu lilḣabîśîne velḣabîśûne lilḣabîśât(i)(s) ve-ttayyibâtu littayyibîne ve-ttayyibûne littayyibât(i)(c) ulâ-ike muberraûne mimmâ yekûlûn(e)(s) lehum maġfiratun verizkun kerîm(un)
Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara layıktır. O temiz olanlar iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَدْخُلُوا
بُيُوتاً
غَيْرَ
بُيُوتِكُمْ
حَتّٰى
تَسْتَأْنِسُوا
وَتُسَلِّمُوا
عَلٰٓى
اَهْلِهَاۜ
ذٰلِكُمْ
خَيْرٌ
لَكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ
٢٧
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tedḣulû buyûten ġayra buyûtikum hattâ teste/nisû vetusellimû ‘alâ ehlihâ(c) żâlikum ḣayrun lekum le’allekum teżekkerûn(e)
Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.
فَاِنْ
لَمْ
تَجِدُوا
ف۪يهَٓا
اَحَداً
فَلَا
تَدْخُلُوهَا
حَتّٰى
يُؤْذَنَ
لَكُمْۚ
وَاِنْ
ق۪يلَ
لَكُمُ
ارْجِعُوا
فَارْجِعُوا
هُوَ
اَزْكٰى
لَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
عَل۪يمٌ
٢٨
Fe-in lem tecidû fîhâ ehaden felâ tedḣulûhâ hattâ yu/żene lekum(s) ve-in kîle lekumu-rci’û ferci’û(s) huve ezkâ lekum(c) va(A)llâhu bimâ ta’melûne ‘alîm(un)
Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün" denirse hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.
لَيْسَ
عَلَيْكُمْ
جُنَاحٌ
اَنْ
تَدْخُلُوا
بُيُوتاً
غَيْرَ
مَسْكُونَةٍ
ف۪يهَا
مَتَاعٌ
لَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
يَعْلَمُ
مَا
تُبْدُونَ
وَمَا
تَكْتُمُونَ
٢٩
Leyse ‘aleykum cunâhun en tedḣulû buyûten ġayra meskûnetin fîhâ metâ’un lekum(c) va(A)llâhu ya’lemu mâ tubdûne vemâ tektumûn(e)
İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir.
قُلْ
لِلْمُؤْمِن۪ينَ
يَغُضُّوا
مِنْ
اَبْصَارِهِمْ
وَيَحْفَظُوا
فُرُوجَهُمْۜ
ذٰلِكَ
اَزْكٰى
لَهُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
خَب۪يرٌ
بِمَا
يَصْنَعُونَ
٣٠
Kul lilmu/minîne yaġuddû min ebsârihim veyahfezû furûcehum(c) żâlike ezkâ lehum(k) inna(A)llâhe ḣabîrun bimâ yasne’ûn(e)
Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
وَقُلْ
لِلْمُؤْمِنَاتِ
يَغْضُضْنَ
مِنْ
اَبْصَارِهِنَّ
وَيَحْفَظْنَ
فُرُوجَهُنَّ
وَلَا يُبْد۪ينَ
ز۪ينَتَهُنَّ
اِلَّا
مَا
ظَهَرَ
مِنْهَا
وَلْيَضْرِبْنَ
بِخُمُرِهِنَّ
عَلٰى
جُيُوبِهِنَّۖ
وَلَا
يُبْد۪ينَ
ز۪ينَتَهُنَّ
اِلَّا
لِبُعُولَتِهِنَّ
اَوْ
اٰبَٓائِهِنَّ
اَوْ
اٰبَٓاءِ
بُعُولَتِهِنَّ
اَوْ
اَبْنَٓائِهِنَّ
اَوْ
اَبْنَٓاءِ
بُعُولَتِهِنَّ
اَوْ
اِخْوَانِهِنَّ
اَوْ
بَن۪ٓي
اِخْوَانِهِنَّ
اَوْ
بَن۪ٓي
اَخَوَاتِهِنَّ
اَوْ
نِسَٓائِهِنَّ
اَوْ
مَا
مَلَكَتْ
اَيْمَانُهُنَّ
اَوِ
التَّابِع۪ينَ
غَيْرِ
اُو۬لِي
الْاِرْبَةِ
مِنَ
الرِّجَالِ
اَوِ
الطِّفْلِ
الَّذ۪ينَ
لَمْ
يَظْهَرُوا
عَلٰى
عَوْرَاتِ
النِّسَٓاءِۖ
وَلَا
يَضْرِبْنَ
بِاَرْجُلِهِنَّ
لِيُعْلَمَ
مَا
يُخْف۪ينَ
مِنْ
ز۪ينَتِهِنَّۜ
وَتُوبُٓوا
اِلَى
اللّٰهِ
جَم۪يعاً
اَيُّهَ
الْمُؤْمِنُونَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ
٣١
Vekul lilmu/minâti yaġdudne min ebsârihinne veyahfazne furûcehunne velâ yubdîne zînetehunne illâ mâzahera minhâ(s) velyadribne biḣumurihinne ‘alâ cuyûbihin(ne)(s) velâ yubdîne zînetehunne illâ libu’ûletihinne ev âbâ-ihinne ev âbâ-i bu’ûletihinne ev ebnâ-ihinne ev ebnâ-i bu’ûletihinne ev iḣvânihinne ev benî iḣvânihinne ev benî eḣavâtihinne ev nisâ-ihinne ev mâ meleket eymânuhunne evi-ttâbi’îne ġayri ulî-l-irbeti mine-rricâli evi-ttifli-lleżîne lem yazherû ‘alâ ‘avrâti-nnisâ-/(i)(s) velâ yadribne bi-erculihinne liyu’leme mâ yuḣfîne min zînetihin(ne)(c) vetûbû ila(A)llâhi cemî’an eyyuhâ-lmu/minûne le’allekum tuflihûn(e)
Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut, kocalarının babalarından yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!
وَاَنْكِحُوا
الْاَيَامٰى
مِنْكُمْ
وَالصَّالِح۪ينَ
مِنْ
عِبَادِكُمْ
وَاِمَٓائِكُمْۜ
اِنْ
يَكُونُوا
فُقَـرَٓاءَ
يُغْنِهِمُ
اللّٰهُ
مِنْ
فَضْلِه۪ۜ
وَاللّٰهُ
وَاسِعٌ
عَل۪يمٌ
٣٢
Veenkihû-l-eyâmâ minkum ve-ssâlihîne min ‘ibâdikum ve-imâ-ikum(c) in yekûnû fukarâe yuġnihimu(A)llâhu min fadlih(i)(k) va(A)llâhu vâsi’un ‘alîm(un)
Sizden bekar olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
وَلْيَسْتَعْفِفِ
الَّذ۪ينَ
لَا
يَجِدُونَ
نِكَاحاً
حَتّٰى
يُغْنِيَهُمُ
اللّٰهُ
مِنْ
فَضْلِه۪ۜ
وَالَّذ۪ينَ
يَبْتَغُونَ
الْكِتَابَ
مِمَّا
مَلَكَتْ
اَيْمَانُكُمْ
فَكَاتِبُوهُمْ
اِنْ
عَلِمْتُمْ
ف۪يهِمْ
خَيْراًۗ
وَاٰتُوهُمْ
مِنْ
مَالِ
اللّٰهِ
الَّـذ۪ٓي
اٰتٰيكُمْۜ
وَلَا تُكْرِهُوا
فَتَيَاتِكُمْ
عَلَى
الْبِغَٓاءِ
اِنْ
اَرَدْنَ
تَحَصُّناً
لِتَبْتَغُوا
عَرَضَ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَاۜ
وَمَنْ
يُكْرِهْهُنَّ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
مِنْ
بَعْدِ
اِكْرَاهِهِنَّ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٣٣
Velyesta’fifi-lleżîne lâ yecidûne nikâhan hattâ yuġniyehumu(A)llâhu min fadlih(i)(k) velleżîne yebteġûne-lkitâbe mimmâ meleket eymânukum fekâtibûhum in ‘alimtum fîhim ḣayrâ(an)(s) veâtûhum min mâli(A)llâhi-lleżî âtâkum(c) velâ tukrihû feteyâtikum ‘alâ-lbiġâ-i in eradne tehassunen litebteġû ‘arada-lhayâti-ddunyâ(c) vemen yukrihhunne fe-inna(A)llâhe min ba’di ikrâhihinne ġafûrun rahîm(un)
Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden "mükâtebe" yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın. Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
وَلَقَدْ
اَنْزَلْـنَٓا
اِلَيْكُمْ
اٰيَاتٍ
مُبَيِّنَاتٍ
وَمَثَلاً
مِنَ
الَّذ۪ينَ
خَلَوْا
مِنْ
قَبْلِكُمْ
وَمَوْعِظَةً
لِلْمُتَّق۪ينَ۟
٣٤
Velekad enzelnâ ileykum âyâtin mubeyyinâtin vemeśelen mine-lleżîne ḣalev min kablikum vemev’izaten lilmuttekîn(e)
Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik.
اَللّٰهُ
نُورُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
مَثَلُ
نُورِه۪
كَمِشْكٰوةٍ
ف۪يهَا
مِصْبَاحٌۜ
اَلْمِصْبَاحُ
ف۪ي
زُجَاجَةٍۜ
اَلزُّجَاجَةُ
كَاَنَّهَا
كَوْكَبٌ
دُرِّيٌّ
يُوقَدُ
مِنْ
شَجَرَةٍ
مُبَارَكَةٍ
زَيْتُونَةٍ
لَا
شَرْقِيَّةٍ
وَلَا
غَرْبِيَّةٍۙ
يَكَادُ
زَيْتُهَا
يُض۪ٓيءُ
وَلَوْ
لَمْ
تَمْسَسْهُ
نَارٌۜ
نُورٌ
عَلٰى
نُورٍۜ
يَهْدِي
اللّٰهُ
لِنُورِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَيَضْرِبُ
اللّٰهُ
الْاَمْثَالَ
لِلنَّاسِۜ
وَاللّٰهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌۙ
٣٥
(A)llâhu nûru-ssemâvâti vel-ard(i)(c) meśelu nûrihi kemişkâtin fîhâ misbâh(un)(s) elmisbâhu fî zucâce(tin)(s) ezzucâcetu keennehâ kevkebun durriyyun yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkiyyetin velâ ġarbiyyetin yekâdu zeytuhâ yudî-u velev lem temses-hu nâr(un)(c) nûrun ‘alâ nûr(in)(k) yehdi(A)llâhu linûrihi men yeşâ/(u)(c) veyadribu(A)llâhu-l-emśâle linnâs(i)(k) va(A)llâhu bikulli şey-in ‘alîm(un)
Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
ف۪ي
بُيُوتٍ
اَذِنَ
اللّٰهُ
اَنْ
تُرْفَعَ
وَيُذْكَرَ
ف۪يهَا
اسْمُهُۙ
يُسَبِّحُ
لَهُ
ف۪يهَا
بِالْغُدُوِّ
وَالْاٰصَالِۙ
٣٦
Fî buyûtin eżina(A)llâhu en turfe’a veyużkera fîhâ-smuhu yusebbihu lehu fîhâ bilġuduvvi vel-âsâl(i)
Allah'ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O'nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.
رِجَالٌۙ
لَا
تُلْه۪يهِمْ
تِجَارَةٌ
وَلَا
بَيْعٌ
عَنْ
ذِكْرِ
اللّٰهِ
وَاِقَامِ
الصَّلٰوةِ
وَا۪يتَٓاءِ
الزَّكٰوةِۙ
يَخَافُونَ
يَوْماً
تَتَقَلَّبُ
ف۪يهِ
الْقُلُوبُ
وَالْاَبْصَارُۙ
٣٧
Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun velâ bey’un ‘an żikri(A)llâhi ve-ikâmi-ssalâti ve-îtâ-i-zzekâti(ﻻ) yeḣâfûne yevmen tetekallebu fîhi-lkulûbu vel-ebsâr(u)
Allah'ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O'nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.
لِيَجْزِيَهُمُ
اللّٰهُ
اَحْسَنَ
مَا
عَمِلُوا
وَيَز۪يدَهُمْ
مِنْ
فَضْلِه۪ۜ
وَاللّٰهُ
يَرْزُقُ
مَنْ
يَشَٓاءُ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ
٣٨
Liyecziyehumu(A)llâhu ahsene mâ ‘amilû veyezîdehum min fadlih(i)(k) va(A)llâhu yerzuku men yeşâu biġayri hisâb(in)
(Bütün bunları) Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırsın ve lütfundan onlara daha da fazlasını versin diye (yaparlar). Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اَعْمَالُهُمْ
كَسَرَابٍ
بِق۪يعَةٍ
يَحْسَبُهُ
الظَّمْاٰنُ
مَٓاءًۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
جَٓاءَهُ
لَمْ
يَجِدْهُ
شَيْـٔاً
وَوَجَدَ
اللّٰهَ
عِنْدَهُ
فَوَفّٰيهُ
حِسَابَهُۜ
وَاللّٰهُ
سَر۪يعُ
الْحِسَابِۙ
٣٩
Velleżîne keferû a’mâluhum keserâbin bikî’atin yahsebuhu-zzam-ânu mâen hattâ iżâ câehu lem yecidhu şey-en veveceda(A)llâhe ‘indehu feveffâhu hisâbeh(u)(k) va(A)llâhu serî’u-lhisâb(i)
İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah'ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah hesabı çabuk görendir.
اَوْ
كَظُلُمَاتٍ
ف۪ي
بَحْرٍ
لُجِّيٍّ
يَغْشٰيهُ
مَوْجٌ
مِنْ
فَوْقِه۪
مَوْجٌ
مِنْ
فَوْقِه۪
سَحَابٌۜ
ظُلُمَاتٌ
بَعْضُهَا
فَوْقَ
بَعْضٍۜ
اِذَٓا
اَخْرَجَ
يَدَهُ
لَمْ
يَكَدْ
يَرٰيهَاۜ
وَمَنْ
لَمْ
يَجْعَلِ
اللّٰهُ
لَهُ
نُوراً
فَمَا
لَهُ
مِنْ
نُورٍ۟
٤٠
Ev kezulumâtin fî bahrin lucciyyin yaġşâhu mevcun min fevkihi mevcun min fevkihi sehâb(un)(c) zulumâtun ba’duhâ fevka ba’din iżâ aḣrace yedehu lem yeked yerâhâ(k) vemen lem yec’ali(A)llâhu lehu nûran femâ lehu min nûr(in)
Yahut (inkarcıların küfür içindeki halleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. (Bir deniz ki) onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var. Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يُسَبِّـحُ
لَهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَالطَّيْرُ
صَٓافَّاتٍۜ
كُلٌّ
قَدْ
عَلِمَ
صَلَاتَهُ
وَتَسْب۪يحَهُۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
بِمَا
يَفْعَلُونَ
٤١
Elem tera enna(A)llâhe yusebbihu lehu men fî-ssemâvâti vel-ardi ve-ttayru sâffât(in)(s) kullun kad ‘alime salâtehu vetesbîhah(u)(k) va(A)llâhu ‘alîmun bimâ yef’alûn(e)
Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah'ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
وَاِلَى
اللّٰهِ
الْمَص۪يرُ
٤٢
Veli(A)llâhi mulku-ssemâvâti vel-ard(i)(s) ve-ila(A)llâhi-lmasîr(u)
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş de ancak Allah'adır.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يُزْج۪ي
سَحَاباً
ثُمَّ
يُؤَلِّفُ
بَيْنَهُ
ثُمَّ
يَجْعَلُهُ
رُكَاماً
فَتَرَى
الْوَدْقَ
يَخْرُجُ
مِنْ
خِلَالِه۪ۚ
وَيُنَزِّلُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مِنْ
جِبَالٍ
ف۪يهَا
مِنْ
بَرَدٍ
فَيُص۪يبُ
بِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَصْرِفُهُ
عَنْ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
يَكَادُ
سَنَا
بَرْقِه۪
يَذْهَبُ
بِالْاَبْصَارِۜ
٤٣
Elem tera enna(A)llâhe yuzcî sehâben śümme yu-ellifu beynehu śümme yec’aluhu rukâmen feterâ-lvedka yaḣrucu min ḣilâlihi veyunezzilu mine-ssemâ-i min cibâlin fîhâ min beradin feyusîbu bihi men yeşâu veyasrifuhu ‘an men yeşâ/(u)(s) yekâdu senâ berkihi yeżhebu bil-ebsâr(i)
Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.
يُقَلِّبُ
اللّٰهُ
الَّيْلَ
وَالنَّهَارَۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَعِبْرَةً
لِاُو۬لِي
الْاَبْصَارِ
٤٤
Yukallibu(A)llâhu-lleyle ve-nnehâr(a)(c) inne fî żâlike le’ibraten li-ulî-l-ebsâr(i)
Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basiret sahibi olanlar için bir ibret vardır.
وَاللّٰهُ
خَلَقَ
كُلَّ
دَٓابَّةٍ
مِنْ
مَٓاءٍۚ
فَمِنْهُمْ
مَنْ
يَمْش۪ي
عَلٰى
بَطْنِه۪ۚ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَمْش۪ي
عَلٰى
رِجْلَيْنِۚ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَمْش۪ي
عَلٰٓى
اَرْبَعٍۜ
يَخْلُقُ
اللّٰهُ
مَا
يَشَٓاءُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٤٥
Va(A)llâhu ḣaleka kulle dâbbetin min mâ-/(in)(s) feminhum men yemşî ‘alâ batnihi veminhum men yemşî ‘alâ ricleyni veminhum men yemşî ‘alâ erba’(in)(c) yaḣluku(A)llâhu mâ yeşâ/(u)(c) inna(A)llâhe ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Allah bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.
لَقَدْ
اَنْزَلْـنَٓا
اٰيَاتٍ
مُبَيِّنَاتٍۜ
وَاللّٰهُ
يَهْد۪ي
مَنْ
يَشَٓاءُ
اِلٰى
صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ
٤٦
Lekad enzelnâ âyâtin mubeyyinât(in)(c) va(A)llâhu yehdî men yeşâu ilâ sirâtin mustakîm(in)
Andolsun, biz açıklayıcı âyetler indirdik. Allah dilediği kimseyi doğru yola iletir.
وَيَقُولُونَ
اٰمَنَّا
بِاللّٰهِ
وَبِالرَّسُولِ
وَاَطَعْنَا
ثُمَّ
يَتَوَلّٰى
فَر۪يقٌ
مِنْهُمْ
مِنْ
بَعْدِ
ذٰلِكَۜ
وَمَٓا
اُو۬لٰٓئِكَ
بِالْمُؤْمِن۪ينَ
٤٧
Veyekûlûne âmennâ bi(A)llâhi vebi-rrasûli veeta’nâ śümme yetevellâ ferîkun minhum min ba’di żâlik(e)(c) vemâ ulâ-ike bilmu/minîn(e)
(Münâfıklar), "Allah'a ve peygambere inandık ve itaat ettik" derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Halbuki onlar inanmış değillerdir.
وَاِذَا
دُعُٓوا
اِلَى
اللّٰهِ
وَرَسُولِه۪
لِيَحْكُمَ
بَيْنَهُمْ
اِذَا
فَر۪يقٌ
مِنْهُمْ
مُعْرِضُونَ
٤٨
Ve-iżâ du’û ila(A)llâhi verasûlihi liyahkume beynehum iżâ ferîkun minhum mu’ridûn(e)
Aralarında hüküm vermesi için Allah'a (Kur'an'a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir.
وَاِنْ
يَكُنْ
لَهُمُ
الْحَقُّ
يَأْتُٓوا
اِلَيْهِ
مُذْعِن۪ينَۜ
٤٩
Ve-in yekun lehumu-lhakku ye/tû ileyhi muż’inîn(e)
Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler.
اَف۪ي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ
اَمِ
ارْتَابُٓوا
اَمْ
يَخَافُونَ
اَنْ
يَح۪يفَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمْ
وَرَسُولُهُۜ
بَلْ
اُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ۟
٥٠
Efî kulûbihim meradun emi-rtâbû em yeḣâfûne en yehîfa(A)llâhu ‘aleyhim verasûluhu bel ulâ-ike humu-zzâlimûn(e)
Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.
اِنَّمَا
كَانَ
قَوْلَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
اِذَا
دُعُٓوا
اِلَى
اللّٰهِ
وَرَسُولِه۪
لِيَحْكُمَ
بَيْنَهُمْ
اَنْ
يَقُولُوا
سَمِعْنَا
وَاَطَعْنَاۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ
٥١
İnnemâ kâne kavle-lmu/minîne iżâ du’û ila(A)llâhi verasûlihi liyahkume beynehum en yekûlû semi’nâ veeta’nâ(c) veulâ-ike humu-lmuflihûn(e)
Aralarında hüküm vermek için Allah'a (Kur'an'a) ve Resülüne davet edildiklerinde, mü'minlerin söyleyeceği söz ancak, "işittik ve iman ettik" demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
وَمَنْ
يُطِـعِ
اللّٰهَ
وَرَسُولَهُ
وَيَخْشَ
اللّٰهَ
وَيَتَّقْهِ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْفَٓائِزُونَ
٥٢
Vemen yuti’i(A)llâhe verasûlehu veyaḣşa(A)llâhe veyettekihi feulâ-ike humu-lfâ-izûn(e)
Kim Allah'a ve Resülüne itaat eder, Allah'tan korkar ve O'na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.
وَاَقْسَمُوا
بِاللّٰهِ
جَهْدَ
اَيْمَانِهِمْ
لَئِنْ
اَمَرْتَهُمْ
لَيَخْرُجُنَّۜ
قُلْ
لَا
تُقْسِمُواۚ
طَاعَةٌ
مَعْرُوفَةٌۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
خَب۪يرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
٥٣
Veaksemû bi(A)llâhi cehde eymânihim le-in emertehum leyaḣrucun(ne)(s) kul lâ tuksimû(s) tâ’atun ma’rûfe(tun)(c) inna(A)llâhe ḣabîrun bimâ ta’melûn(e)
Münâfıklar sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair en ağır bir şekilde Allah'a yemin ettiler. De ki: "Yemin etmeyin. Sizden istenen güzelce itaat etmektir. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."
قُلْ
اَط۪يعُوا
اللّٰهَ
وَاَط۪يعُوا
الرَّسُولَۚ
فَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَاِنَّمَا
عَلَيْهِ
مَا
حُمِّلَ
وَعَلَيْكُمْ
مَا
حُمِّلْتُمْۜ
وَاِنْ
تُط۪يعُوهُ
تَهْتَدُواۜ
وَمَا
عَلَى
الرَّسُولِ
اِلَّا
الْبَلَاغُ
الْمُب۪ينُ
٥٤
Kul atî’û(A)llâhe veatî’û-rrasûl(e)(s) fe-in tevellev fe-innemâ ‘aleyhi mâ hummile ve’aleykum mâ hummiltum(s) ve-in tutî’ûhu tehtedû(c) vemâ ‘alâ-rrasûli illâ-lbelâġu-lmubîn(e)
"Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin" de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.
وَعَدَ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
مِنْكُمْ
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ
فِي
الْاَرْضِ
كَمَا
اسْتَخْلَفَ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۖ
وَلَيُمَكِّنَنَّ
لَهُمْ
د۪ينَهُمُ
الَّذِي
ارْتَضٰى
لَهُمْ
وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ
مِنْ
بَعْدِ
خَوْفِهِمْ
اَمْناًۜ
يَعْبُدُونَن۪ي
لَا
يُشْرِكُونَ
ب۪ي
شَيْـٔاًۜ
وَمَنْ
كَفَرَ
بَعْدَ
ذٰلِكَ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْفَاسِقُونَ
٥٥
Ve’ada(A)llâhu-lleżîne âmenû minkum ve’amilû-ssâlihâti leyestaḣlifennehum fî-l-ardi kemâ-staḣlefe-lleżîne min kablihim veleyumekkinenne lehum dînehumu-lleżî-rtedâ lehum veleyubeddilennehum min ba’di ḣavfihim emnâ(en)(c) ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey-â(en)(c) vemen kefera ba’de żâlike feulâ-ike humu-lfâsikûn(e)
Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.
وَاَق۪يمُوا
الصَّلٰوةَ
وَاٰتُوا
الزَّكٰوةَ
وَاَط۪يعُوا
الرَّسُولَ
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ
٥٦
Veakîmû-ssalâte veâtû-zzekâte veatî’û-rrasûle le’allekum turhamûn(e)
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Resüle itaat edin ki size merhamet edilsin.
لَا
تَحْسَبَنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مُعْجِز۪ينَ
فِي
الْاَرْضِۚ
وَمَأْوٰيهُمُ
النَّارُۜ
وَلَبِئْسَ
الْمَص۪يرُ۟
٥٧
Lâ tahsebenne-lleżîne keferû mu’cizîne fî-l-ard(i)(c) veme/vâhumu-nnâru velebi/se-lmasîr(u)
İnkâr edenlerin (Allah'ı) yeryüzünde aciz bırakacaklarını sanma! Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varış yeridir o!
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لِيَسْتَأْذِنْكُمُ
الَّذ۪ينَ
مَلَكَتْ
اَيْمَانُكُمْ
وَالَّذ۪ينَ
لَمْ
يَبْلُغُوا
الْحُلُمَ
مِنْكُمْ
ثَلٰثَ
مَرَّاتٍۜ
مِنْ
قَبْلِ
صَلٰوةِ
الْفَجْرِ
وَح۪ينَ
تَضَعُونَ
ثِيَابَكُمْ
مِنَ
الظَّه۪يرَةِ
وَمِنْ
بَعْدِ
صَلٰوةِ
الْعِشَٓاءِ۠
ثَلٰثُ
عَوْرَاتٍ
لَكُمْۜ
لَيْسَ
عَلَيْكُمْ
وَلَا
عَلَيْهِمْ
جُنَاحٌ
بَعْدَهُنَّۜ
طَوَّافُونَ
عَلَيْكُمْ
بَعْضُكُمْ
عَلٰى
بَعْضٍۜ
كَذٰلِكَ
يُبَيِّنُ
اللّٰهُ
لَكُمُ
الْاٰيَاتِۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
حَك۪يمٌ
٥٨
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû liyeste/żinkumu-lleżîne meleket eymânukum velleżîne lem yebluġû-lhulume minkum śelâśe merrât(in)(c) min kabli salâti-lfecri vehîne teda’ûne śiyâbekum mine-zzahîrati vemin ba’di salâti-l’işâ-/(i)(c) śelâśu ‘avrâtin lekum(c) leyse ‘aleykum velâ ‘aleyhim cunâhun ba’dehun(ne)(c) tavvâfûne ‘aleykum ba’dukum ‘alâ ba’d(in)(c) keżâlike yubeyyinu(A)llâhu lekumu-l-âyât(i)(k) va(A)llâhu ‘alîmun hakîm(un)
Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz büluğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَاِذَا
بَلَغَ
الْاَطْفَالُ
مِنْكُمُ
الْحُلُمَ
فَلْيَسْتَأْذِنُوا
كَمَا
اسْتَأْذَنَ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۜ
كَذٰلِكَ
يُبَيِّنُ
اللّٰهُ
لَكُمْ
اٰيَاتِه۪ۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
حَك۪يمٌ
٥٩
Ve-iżâ beleġa-l-atfâlu minkumu-lhulume felyeste/żinû kemâ-ste/żene-lleżîne min kablihim(c) keżâlike yubeyyinu(A)llâhu lekum âyâtih(i)(k) va(A)llâhu ‘alîmun hakîm(un)
Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerinizin istedikleri gibi izin istesinler. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَالْقَوَاعِدُ
مِنَ
النِّسَٓاءِ
الّٰت۪ي
لَا
يَرْجُونَ
نِكَاحاً
فَلَيْسَ
عَلَيْهِنَّ
جُنَاحٌ
اَنْ
يَضَعْنَ
ثِيَابَهُنَّ
غَيْرَ
مُتَبَرِّجَاتٍ
بِز۪ينَةٍۜ
وَاَنْ
يَسْتَعْفِفْنَ
خَيْرٌ
لَهُنَّۜ
وَاللّٰهُ
سَم۪يعٌ
عَل۪يمٌ
٦٠
Velkavâ’idu mine-nnisâ-i-llâtî lâ yercûne nikâhan feleyse ‘aleyhinne cunâhun en yeda’ne śiyâbehunne ġayra muteberricâtin bizîne(tin)(s) veen yesta’fifne ḣayrun lehun(ne)(k) va(A)llâhu semî’un ‘alîm(un)
Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
لَيْسَ
عَلَى
الْاَعْمٰى
حَرَجٌ
وَلَا عَلَى
الْاَعْرَجِ
حَرَجٌ
وَلَا
عَلَى
الْمَر۪يضِ
حَرَجٌ
وَلَا عَلٰٓى
اَنْفُسِكُمْ
اَنْ
تَأْكُلُوا
مِنْ
بُيُوتِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
اٰبَٓائِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
اُمَّهَاتِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
اِخْوَانِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
اَخَوَاتِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
اَعْمَامِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
عَمَّاتِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
اَخْوَالِكُمْ
اَوْ
بُيُوتِ
خَالَاتِكُمْ
اَوْ
مَا
مَلَكْتُمْ
مَفَاتِحَهُٓ
اَوْ
صَد۪يقِكُمْۜ
لَيْسَ
عَلَيْكُمْ
جُنَاحٌ
اَنْ
تَأْكُلُوا
جَم۪يعاً
اَوْ
اَشْتَاتاًۜ
فَاِذَا
دَخَلْتُمْ
بُيُوتاً
فَسَلِّمُوا
عَلٰٓى
اَنْفُسِكُمْ
تَحِيَّةً
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِ
مُبَارَكَةً
طَيِّبَةًۜ
كَذٰلِكَ
يُبَيِّنُ
اللّٰهُ
لَكُمُ
الْاٰيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ۟
٦١
Leyse ‘alâ-l-a’mâ haracun velâ ‘alâ-l-a’raci haracun velâ ‘alâ-lmerîdi haracun velâ ‘alâ enfusikum en te/kulû min buyûtikum ev buyûti âbâ-ikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti iḣvânikum ev buyûti eḣavâtikum ev buyûti a’mâmikum ev buyûti ‘ammâtikum ev buyûti aḣvâlikum ev buyûti ḣâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahu ev sadîkikum(c) leyse ‘aleykum cunâhun en te/kulû cemî’an ev eştâtâ(en)(c) fe-iżâ deḣaltum buyûten fesellimû ‘alâ enfusikum tahiyyeten min ‘indi(A)llâhi mubâraketen tayyibe(ten)(c) keżâlike yubeyyinu(A)llâhu lekumu-l-âyâti le’allekum ta’kilûn(e)
Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar.
اِنَّمَا
الْمُؤْمِنُونَ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
بِاللّٰهِ
وَرَسُولِه۪
وَاِذَا
كَانُوا
مَعَهُ
عَلٰٓى
اَمْرٍ
جَامِعٍ
لَمْ
يَذْهَبُوا
حَتّٰى
يَسْتَأْذِنُوهُۜ
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يَسْتَأْذِنُونَكَ
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِ
وَرَسُولِه۪ۚ
فَاِذَا
اسْتَأْذَنُوكَ
لِبَعْضِ
شَأْنِهِمْ
فَأْذَنْ
لِمَنْ
شِئْتَ
مِنْهُمْ
وَاسْتَغْفِرْ
لَهُمُ
اللّٰهَۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٦٢
İnnemâ-lmu/minûne-lleżîne âmenû bi(A)llâhi verasûlihi ve-iżâ kânû me’ahu ‘alâ emrin câmi’in lem yeżhebû hattâ yeste/żinûh(u)(c) inne-lleżîne yeste/żinûneke ulâ-ike-lleżîne yu/minûne bi(A)llâhi verasûlih(i)(c) fe-iżâ-ste/żenûke liba’di şe/nihim fe/żen limen şi/te minhum vestaġfir lehumu(A)llâh(e)(c) inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Mü'minler ancak Allah'a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir is üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. Senden izin isteyenler var ya,iste onlar Allah'a ve Rasülüne iman eden kimselerdir. O halde bazi islerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden diledigine izin ver ve onlar için Allah'tan bagislama dile. Süphesiz Allah çok bagislayandir, çok merhamet edendir.
لَا
تَجْعَلُوا
دُعَٓاءَ
الرَّسُولِ
بَيْنَكُمْ
كَدُعَٓاءِ
بَعْضِكُمْ
بَعْضاًۜ
قَدْ
يَعْلَمُ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
يَتَسَلَّلُونَ
مِنْكُمْ
لِوَاذاًۚ
فَلْيَحْذَرِ
الَّذ۪ينَ
يُخَالِفُونَ
عَنْ
اَمْرِه۪ٓ
اَنْ
تُص۪يبَهُمْ
فِتْنَةٌ
اَوْ
يُص۪يبَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٦٣
Lâ tec’alû du’âe-rrasûli beynekum kedu’â-i ba’dikum ba’dâ(an)(c) kad ya’lemu(A)llâhu-lleżîne yetesellelûne minkum livâżâ(en)(c) felyahżeri-lleżîne yuḣâlifûne ‘an emrihi en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum ‘ażâbun elîm(un)
(Ey inananlar!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden biribirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.
اَلَٓا
اِنَّ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
قَدْ
يَعْلَمُ
مَٓا
اَنْتُمْ
عَلَيْهِۜ
وَيَوْمَ
يُرْجَعُونَ
اِلَيْهِ
فَيُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
عَمِلُواۜ
وَاللّٰهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
٦٤
Elâ inne li(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vel-ard(i)(s) kad ya’lemu mâ entum ‘aleyhi veyevme yurce’ûne ileyhi feyunebbi-uhum bimâ ‘amilû(k) va(A)llâhu bikulli şey-in ‘alîm(un)
Bilmiş olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah'a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah'ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.