وَاِذْ
اَخَذْنَا
م۪يثَاقَ
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
لَا
تَعْبُدُونَ
اِلَّا
اللّٰهَ
وَبِالْوَالِدَيْنِ
اِحْسَاناً
وَذِي
الْقُرْبٰى
وَالْيَتَامٰى
وَالْمَسَاك۪ينِ
وَقُولُوا
لِلنَّاسِ
حُسْناً
وَاَق۪يمُوا
الصَّلٰوةَ
وَاٰتُوا
الزَّكٰوةَۜ
ثُمَّ
تَوَلَّيْتُمْ
اِلَّا
قَل۪يلاً
مِنْكُمْ
وَاَنْتُمْ
مُعْرِضُونَ
٨٣
Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.
لَيْسَ
الْبِرَّ
اَنْ
تُوَلُّوا
وُجُوهَكُمْ
قِبَلَ
الْمَشْرِقِ
وَالْمَغْرِبِ
وَلٰكِنَّ
الْبِرَّ
مَنْ
اٰمَنَ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِ
وَالْمَلٰٓئِكَةِ
وَالْكِتَابِ
وَالنَّبِيّ۪نَۚ
وَاٰتَى
الْمَالَ
عَلٰى
حُبِّه۪
ذَوِي
الْقُرْبٰى
وَالْيَتَامٰى
وَالْمَسَاك۪ينَ
وَابْنَ
السَّب۪يلِ
وَالسَّٓائِل۪ينَ
وَفِي
الرِّقَابِۚ
وَاَقَامَ
الصَّلٰوةَ
وَاٰتَى
الزَّكٰوةَۚ
وَالْمُوفُونَ
بِعَهْدِهِمْ
اِذَا
عَاهَدُواۚ
وَالصَّابِر۪ينَ
فِي
الْبَأْسَٓاءِ
وَالضَّرَّٓاءِ
وَح۪ينَ
الْبَأْسِۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
صَدَقُواۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْمُتَّقُونَ
١٧٧
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
وَاَتِمُّوا
الْحَجَّ
وَالْعُمْرَةَ
لِلّٰهِۜ
فَاِنْ
اُحْصِرْتُمْ
فَمَا
اسْتَيْسَرَ
مِنَ
الْهَدْيِۚ
وَلَا
تَحْلِقُوا
رُؤُ۫سَكُمْ
حَتّٰى
يَبْلُغَ
الْهَدْيُ
مَحِلَّهُۜ
فَمَنْ
كَانَ
مِنْكُمْ
مَر۪يضاً
اَوْ
بِه۪ٓ
اَذًى
مِنْ
رَأْسِه۪
فَفِدْيَةٌ
مِنْ
صِيَامٍ
اَوْ
صَدَقَةٍ
اَوْ
نُسُكٍۚ
فَاِذَٓا
اَمِنْتُمْ۠
فَمَنْ
تَمَتَّعَ
بِالْعُمْرَةِ
اِلَى
الْحَجِّ
فَمَا
اسْتَيْسَرَ
مِنَ
الْهَدْيِۚ
فَمَنْ
لَمْ
يَجِدْ
فَصِيَامُ
ثَلٰثَةِ
اَيَّامٍ
فِي
الْحَجِّ
وَسَبْعَةٍ
اِذَا
رَجَعْتُمْۜ
تِلْكَ
عَشَرَةٌ
كَامِلَةٌۜ
ذٰلِكَ
لِمَنْ
لَمْ
يَكُنْ
اَهْلُهُ
حَاضِرِي
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِۜ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
وَاعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
شَد۪يدُ
الْعِقَابِ۟
١٩٦
Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.
مَثَلُ
الَّذ۪ينَ
يُنْفِقُونَ
اَمْوَالَهُمْ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
كَمَثَلِ
حَبَّةٍ
اَنْبَتَتْ
سَبْعَ
سَنَابِلَ
ف۪ي
كُلِّ
سُنْبُلَةٍ
مِائَةُ
حَبَّةٍۜ
وَاللّٰهُ
يُضَاعِفُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
وَاسِعٌ
عَل۪يمٌ
٢٦١
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
اَلَّذ۪ينَ
يُنْفِقُونَ
اَمْوَالَهُمْ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
ثُمَّ
لَا
يُتْبِعُونَ
مَٓا
اَنْفَقُوا
مَناًّ
وَلَٓا اَذًۙى
لَهُمْ
اَجْرُهُمْ
عِنْدَ
رَبِّهِمْۚ
وَلَا
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلَا
هُمْ
يَحْزَنُونَ
٢٦٢
Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.
قَوْلٌ
مَعْرُوفٌ
وَمَغْفِرَةٌ
خَيْرٌ
مِنْ
صَدَقَةٍ
يَتْبَعُهَٓا
اَذًىۜ
وَاللّٰهُ
غَنِيٌّ
حَل۪يمٌ
٢٦٣
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تُبْطِلُوا
صَدَقَاتِكُمْ
بِالْمَنِّ
وَالْاَذٰىۙ
كَالَّذ۪ي
يُنْفِقُ
مَالَهُ
رِئَٓاءَ
النَّاسِ
وَلَا
يُؤْمِنُ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِۜ
فَمَثَلُهُ
كَمَثَلِ
صَفْوَانٍ
عَلَيْهِ
تُرَابٌ
فَاَصَابَهُ
وَابِلٌ
فَتَرَكَهُ
صَلْداًۜ
لَا
يَقْدِرُونَ
عَلٰى
شَيْءٍ
مِمَّا
كَسَبُواۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الْكَافِر۪ينَ
٢٦٤
Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.
وَمَثَلُ
الَّذ۪ينَ
يُنْفِقُونَ
اَمْوَالَهُمُ
ابْتِغَٓاءَ
مَرْضَاتِ
اللّٰهِ
وَتَثْب۪يتاً
مِنْ
اَنْفُسِهِمْ
كَمَثَلِ
جَنَّةٍ
بِرَبْوَةٍ
اَصَابَهَا
وَابِلٌ
فَاٰتَتْ
اُكُلَهَا
ضِعْفَيْنِۚ
فَاِنْ
لَمْ
يُصِبْهَا
وَابِلٌ
فَطَلٌّۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَص۪يرٌ
٢٦٥
Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
اَيَوَدُّ
اَحَدُكُمْ
اَنْ
تَكُونَ
لَهُ
جَنَّةٌ
مِنْ
نَخ۪يلٍ
وَاَعْنَابٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُۙ
لَهُ
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
الثَّمَرَاتِۙ
وَاَصَابَهُ
الْكِبَرُ
وَلَهُ
ذُرِّيَّةٌ
ضُعَفَٓاءُۖ
فَاَصَابَهَٓا
اِعْصَارٌ
ف۪يهِ
نَارٌ
فَاحْتَرَقَتْۜ
كَذٰلِكَ
يُبَيِّنُ
اللّٰهُ
لَكُمُ
الْاٰيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
تَتَفَكَّرُونَ۟
٢٦٦
Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklıyor.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اَنْفِقُوا
مِنْ
طَيِّبَاتِ
مَا
كَسَبْتُمْ
وَمِمَّٓا
اَخْرَجْنَا
لَكُمْ
مِنَ
الْاَرْضِۖ
وَلَا
تَيَمَّمُوا
الْخَب۪يثَ
مِنْهُ
تُنْفِقُونَ
وَلَسْتُمْ
بِاٰخِذ۪يهِ
اِلَّٓا
اَنْ
تُغْمِضُوا
ف۪يهِۜ
وَاعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
غَنِيٌّ
حَم۪يدٌ
٢٦٧
Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.
اَلشَّيْطَانُ
يَعِدُكُمُ
الْفَقْرَ
وَيَأْمُرُكُمْ
بِالْفَحْشَٓاءِۚ
وَاللّٰهُ
يَعِدُكُمْ
مَغْفِرَةً
مِنْهُ
وَفَضْلاًۜ
وَاللّٰهُ
وَاسِعٌ
عَل۪يمٌۚ
٢٦٨
Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
اِنْ
تُبْدُوا
الصَّدَقَاتِ
فَنِعِمَّا
هِيَۚ
وَاِنْ
تُخْفُوهَا
وَتُؤْتُوهَا
الْفُقَـرَٓاءَ
فَهُوَ
خَيْرٌ
لَكُمْۜ
وَيُكَفِّرُ
عَنْكُمْ
مِنْ
سَيِّـَٔاتِكُمْۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَب۪يرٌ
٢٧١
Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
اَلَّذ۪ينَ
يُنْفِقُونَ
اَمْوَالَهُمْ
بِالَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
سِراًّ
وَعَلَانِيَةً
فَلَهُمْ
اَجْرُهُمْ
عِنْدَ
رَبِّهِمْۚ
وَلَا
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلَا
هُمْ
يَحْزَنُونَ
٢٧٤
Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.
يَمْحَقُ
اللّٰهُ
الرِّبٰوا
وَيُرْبِي
الصَّدَقَاتِۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يُحِبُّ
كُلَّ
كَفَّارٍ
اَث۪يمٍ
٢٧٦
Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.
وَاِنْ
كَانَ
ذُوعُسْرَةٍ
فَنَظِرَةٌ
اِلٰى
مَيْسَرَةٍۜ
وَاَنْ
تَصَدَّقُوا
خَيْرٌ
لَكُمْ
اِنْ
كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ
٢٨٠
Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.
قُلْ
اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ
بِخَيْرٍ
مِنْ
ذٰلِكُمْۜ
لِلَّذ۪ينَ
اتَّقَوْا
عِنْدَ
رَبِّهِمْ
جَنَّاتٌ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَا
وَاَزْوَاجٌ
مُطَهَّرَةٌ
وَرِضْوَانٌ
مِنَ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
بَص۪يرٌ
بِالْعِبَادِۚ
١٥
De ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir.
اَلصَّابِر۪ينَ
وَالصَّادِق۪ينَ
وَالْقَانِت۪ينَ
وَالْمُنْفِق۪ينَ
وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ
بِالْاَسْحَارِ
١٧
16,17. (Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.
لَنْ
تَنَالُوا
الْبِرَّ
حَتّٰى
تُنْفِقُوا
مِمَّا
تُحِبُّونَۜ
وَمَا
تُنْفِقُوا
مِنْ
شَيْءٍ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
بِه۪
عَل۪يمٌ
٩٢
Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.
وَاعْبُدُوا
اللّٰهَ
وَلَا
تُشْرِكُوا
بِه۪
شَيْـٔاً
وَبِالْوَالِدَيْنِ
اِحْسَاناً
وَبِذِي
الْقُرْبٰى
وَالْيَتَامٰى
وَالْمَسَاك۪ينِ
وَالْجَارِ
ذِي
الْقُرْبٰى
وَالْجَارِ
الْجُنُبِ
وَالصَّاحِبِ
بِالْجَنْبِ
وَابْنِ
السَّب۪يلِۙ
وَمَا
مَلَكَتْ
اَيْمَانُكُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُحِبُّ
مَنْ
كَانَ
مُخْتَالاً
فَخُوراًۙ
٣٦
Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.
وَمَا
كَانَ
لِمُؤْمِنٍ
اَنْ
يَقْتُلَ
مُؤْمِناً
اِلَّا
خَطَـٔاًۚ
وَمَنْ
قَتَلَ
مُـؤْمِناً
خَطَــٔاً
فَـتَـحْر۪يرُ
رَقَبَةٍ
مُؤْمِنَةٍ
وَدِيَةٌ
مُسَلَّمَةٌ
اِلٰٓى
اَهْلِه۪ٓ
اِلَّٓا
اَنْ
يَصَّدَّقُواۜ
فَاِنْ
كَانَ
مِنْ
قَوْمٍ
عَدُوٍّ
لَكُمْ
وَهُوَ
مُؤْمِنٌ
فَتَحْر۪يرُ
رَقَبَةٍ
مُؤْمِنَةٍۜ
وَاِنْ
كَانَ
مِنْ
قَوْمٍ
بَيْنَكُمْ
وَبَيْنَهُمْ
م۪يثَاقٌ
فَدِيَةٌ
مُسَلَّمَةٌ
اِلٰٓى
اَهْلِه۪
وَتَحْر۪يرُ
رَقَبَةٍ
مُؤْمِنَةٍۚ
فَمَنْ
لَمْ
يَجِدْ
فَصِيَامُ
شَهْرَيْنِ
مُتَتَابِعَيْنِۘ
تَوْبَةً
مِنَ
اللّٰهِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَل۪يماً
حَك۪يماً
٩٢
Bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
لَا
خَيْرَ
ف۪ي
كَث۪يرٍ
مِنْ
نَجْوٰيهُمْ
اِلَّا
مَنْ
اَمَرَ
بِصَدَقَةٍ
اَوْ
مَعْرُوفٍ
اَوْ
اِصْلَاحٍ
بَيْنَ
النَّاسِۜ
وَمَنْ
يَفْعَلْ
ذٰلِكَ
ابْتِغَٓاءَ
مَرْضَاتِ
اللّٰهِ
فَسَوْفَ
نُؤْت۪يهِ
اَجْراً
عَظ۪يماً
١١٤
Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.
مِنْ
اَجْلِ
ذٰلِكَۚۛ
كَتَبْنَا
عَلٰى
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اَنَّهُ
مَنْ
قَتَلَ
نَفْساً
بِغَيْرِ
نَفْسٍ
اَوْ
فَسَادٍ
فِي
الْاَرْضِ
فَكَاَنَّمَا
قَتَلَ
النَّاسَ
جَم۪يـعاًۜ
وَمَنْ
اَحْيَاهَا
فَكَاَنَّمَٓا
اَحْيَا
النَّاسَ
جَم۪يعاًۜ
وَلَقَدْ
جَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُنَا
بِالْبَيِّنَاتِۘ
ثُمَّ
اِنَّ
كَث۪يراً
مِنْهُمْ
بَعْدَ
ذٰلِكَ
فِي
الْاَرْضِ
لَمُسْرِفُونَ
٣٢
Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.
وَكَتَبْنَا
عَلَيْهِمْ
ف۪يهَٓا
اَنَّ
النَّفْسَ
بِالنَّفْسِۙ
وَالْعَيْنَ
بِالْعَيْنِ
وَالْاَنْفَ
بِالْاَنْفِ
وَالْاُذُنَ
بِالْاُذُنِ
وَالسِّنَّ
بِالسِّنِّۙ
وَالْجُرُوحَ
قِصَاصٌۜ
فَمَنْ
تَصَدَّقَ
بِه۪
فَهُوَ
كَفَّارَةٌ
لَهُۜ
وَمَنْ
لَمْ
يَحْكُمْ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٤٥
Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَلْمِزُكَ
فِي
الصَّدَقَاتِۚ
فَاِنْ
اُعْطُوا
مِنْهَا
رَضُوا
وَاِنْ
لَمْ
يُعْطَوْا
مِنْهَٓا
اِذَا
هُمْ
يَسْخَطُونَ
٥٨
İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar; eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar.
اِنَّمَا
الصَّدَقَاتُ
لِلْفُقَـرَٓاءِ
وَالْمَسَاك۪ينِ
وَالْعَامِل۪ينَ
عَلَيْهَا
وَالْمُؤَ۬لَّفَةِ
قُلُوبُهُمْ
وَفِي
الرِّقَابِ
وَالْغَارِم۪ينَ
وَف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَابْنِ
السَّب۪يلِۜ
فَر۪يضَةً
مِنَ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
حَك۪يمٌ
٦٠
Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَمِنْهُمْ
مَنْ
عَاهَدَ
اللّٰهَ
لَئِنْ
اٰتٰينَا
مِنْ
فَضْلِه۪
لَنَصَّدَّقَنَّ
وَلَنَكُونَنَّ
مِنَ
الصَّالِح۪ينَ
٧٥
İçlerinden, “Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz” diye Allah’a söz verenler de vardır.
اَلَّذ۪ينَ
يَلْمِزُونَ
الْمُطَّوِّع۪ينَ
مِنَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
فِي
الصَّدَقَاتِ
وَالَّذ۪ينَ
لَا
يَجِدُونَ
اِلَّا
جُهْدَهُمْ
فَيَسْخَرُونَ
مِنْهُمْۜ
سَخِرَ
اللّٰهُ
مِنْهُمْۘ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٧٩
Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan mü’minlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
وَمِنَ
الْاَعْرَابِ
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِ
وَيَتَّخِذُ
مَا
يُنْفِقُ
قُرُبَاتٍ
عِنْدَ
اللّٰهِ
وَصَلَوَاتِ
الرَّسُولِۜ
اَلَٓا
اِنَّهَا
قُرْبَةٌ
لَهُمْۜ
سَيُدْخِلُهُمُ
اللّٰهُ
ف۪ي
رَحْمَتِه۪ۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ۟
٩٩
Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
خُذْ
مِنْ
اَمْوَالِهِمْ
صَدَقَةً
تُطَهِّرُهُمْ
وَتُزَكّ۪يهِمْ
بِهَا
وَصَلِّ
عَلَيْهِمْۜ
اِنَّ
صَلٰوتَكَ
سَكَنٌ
لَهُمْۜ
وَاللّٰهُ
سَم۪يعٌ
عَل۪يمٌ
١٠٣
Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
اَلَمْ
يَعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
يَقْبَلُ
التَّوْبَةَ
عَنْ
عِبَادِه۪
وَيَأْخُذُ
الصَّدَقَاتِ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
التَّوَّابُ
الرَّح۪يمُ
١٠٤
Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?
فَلَمَّا
دَخَلُوا
عَلَيْهِ
قَالُوا
يَٓا
اَيُّهَا
الْعَز۪يزُ
مَسَّنَا
وَاَهْلَنَا
الضُّرُّ
وَجِئْنَا
بِبِضَاعَةٍ
مُزْجٰيةٍ
فَاَوْفِ
لَنَا
الْكَيْلَ
وَتَصَدَّقْ
عَلَيْنَاۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يَجْزِي
الْمُتَصَدِّق۪ينَ
٨٨
Bunun üzerine (Mısır’a dönüp) Yûsuf’un yanına girdiklerinde, “Ey güçlü vezir! Bize ve ailemize darlık ve sıkıntı dokundu. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi tam ölç, ayrıca bize sadaka ver. Şüphesiz Allah, sadaka verenleri mükâfatlandırır” dediler.
مِنَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
رِجَالٌ
صَدَقُوا
مَا
عَاهَدُوا
اللّٰهَ
عَلَيْهِۚ
فَمِنْهُمْ
مَنْ
قَضٰى
نَحْبَهُ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَنْتَظِرُۘ
وَمَا
بَدَّلُوا
تَبْد۪يلاًۙ
٢٣
Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.
لِيَجْزِيَ
اللّٰهُ
الصَّادِق۪ينَ
بِصِدْقِهِمْ
وَيُعَذِّبَ
الْمُنَافِق۪ينَ
اِنْ
شَٓاءَ
اَوْ
يَتُوبَ
عَلَيْهِمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
كَانَ
غَفُوراً
رَح۪يماًۚ
٢٤
Bunun böyle olması Allah’ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükâfatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
اِنَّ
الْمُسْلِم۪ينَ
وَالْمُسْلِمَاتِ
وَالْمُؤْمِن۪ينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
وَالْقَانِت۪ينَ
وَالْقَانِتَاتِ
وَالصَّادِق۪ينَ
وَالصَّادِقَاتِ
وَالصَّابِر۪ينَ
وَالصَّابِرَاتِ
وَالْخَاشِع۪ينَ
وَالْخَاشِعَاتِ
وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ
وَالْمُتَصَدِّقَاتِ
وَالصَّٓائِم۪ينَ
وَالصَّٓائِمَاتِ
وَالْحَافِظ۪ينَ
فُرُوجَهُمْ
وَالْحَافِظَاتِ
وَالذَّاكِر۪ينَ
اللّٰهَ
كَث۪يراً
وَالذَّاكِرَاتِ
اَعَدَّ
اللّٰهُ
لَهُمْ
مَغْفِرَةً
وَاَجْراً
عَظ۪يماً
٣٥
Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
وَالَّذ۪ينَ
يُؤْذُونَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
بِغَيْرِ
مَا
اكْتَسَبُوا
فَقَدِ
احْتَمَلُوا
بُهْتَاناً
وَاِثْماً
مُب۪يناً۟
٥٨
Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
اِنَّ
الْمُصَّدِّق۪ينَ
وَالْمُصَّدِّقَاتِ
وَاَقْرَضُوا
اللّٰهَ
قَرْضاً
حَسَناً
يُضَاعَفُ
لَهُمْ
وَلَهُمْ
اَجْرٌ
كَر۪يمٌ
١٨
Şüphesiz ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli bir mükâfat da vardır.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اِذَا
نَاجَيْتُمُ
الرَّسُولَ
فَقَدِّمُوا
بَيْنَ
يَدَيْ
نَجْوٰيكُمْ
صَدَقَةًۜ
ذٰلِكَ
خَيْرٌ
لَـكُمْ
وَاَطْهَرُۜ
فَاِنْ
لَمْ
تَجِدُوا
فَاِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
١٢
Ey iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
ءَاَشْفَقْتُمْ
اَنْ
تُقَدِّمُوا
بَيْنَ
يَدَيْ
نَجْوٰيكُمْ
صَدَقَاتٍۜ
فَاِذْ
لَمْ
تَفْعَلُوا
وَتَابَ
اللّٰهُ
عَلَيْكُمْ
فَاَق۪يمُوا
الصَّلٰوةَ
وَاٰتُوا
الزَّكٰوةَ
وَاَط۪يعُوا
اللّٰهَ
وَرَسُولَهُۜ
وَاللّٰهُ
خَب۪يرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ۟
١٣
Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
وَاَنْفِقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاكُمْ
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
يَأْتِيَ
اَحَدَكُمُ
الْمَوْتُ
فَيَقُولَ
رَبِّ
لَوْلَٓا
اَخَّرْتَـن۪ٓي
اِلٰٓى
اَجَلٍ
قَر۪يبٍۙ
فَاَصَّدَّقَ
وَاَكُنْ
مِنَ
الصَّالِح۪ينَ
١٠
Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.
وَالَّذ۪ينَ
ف۪ٓي
اَمْوَالِهِمْ
حَقٌّ
مَعْلُومٌۙ
٢٤
لِلسَّٓائِلِ
وَالْمَحْرُومِۖ
٢٥
24,25. Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir.
وَلَمْ
نَكُ
نُطْعِمُ
الْمِسْك۪ينَۙ
٤٤
“Yoksula yedirmezdik.”
وَاَمَّٓا
اِذَا
مَا
ابْتَلٰيهُ
فَقَدَرَ
عَلَيْهِ
رِزْقَهُ
فَيَقُولُ
رَبّ۪ٓي
اَهَانَنِۚ
١٦
كَلَّا
بَلْ
لَا
تُكْرِمُونَ
الْيَت۪يمَۙ
١٧
Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim beni aşağıladı” der. Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.
وَلَا
تَحَٓاضُّونَ
عَلٰى
طَعَامِ
الْمِسْك۪ينِۙ
١٨
Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
وَتَأْكُلُونَ
التُّرَاثَ
اَكْلاً
لَماًّۙ
١٩
Haram helâl demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz.
وَتُحِبُّونَ
الْمَالَ
حُباًّ
جَماًّۜ
٢٠
Malı da pek çok seviyorsunuz.
وَمَٓا
اَدْرٰيكَ
مَا
الْعَقَبَةُۜ
١٢
Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?
فَكُّ
رَقَبَةٍۙ
١٣
O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir.
اَوْ
اِطْعَامٌ
ف۪ي
يَوْمٍ
ذ۪ي
مَسْغَبَةٍۙ
١٤
14,15,16. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
يَت۪يماً
ذَا
مَقْرَبَةٍۙ
١٥
14,15,16. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
اَوْ
مِسْك۪يناً
ذَا
مَتْرَبَةٍۜ
١٦
14,15,16. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
ثُمَّ
كَانَ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَتَوَاصَوْا
بِالصَّبْرِ
وَتَوَاصَوْا
بِالْمَرْحَمَةِۜ
١٧
17,18. Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.
فَاَمَّا
مَنْ
اَعْطٰى
وَاتَّقٰىۙ
٥
وَصَدَّقَ
بِالْحُسْنٰىۙ
٦
فَسَنُيَسِّرُهُ
لِلْيُسْرٰىۜ
٧
5,6,7. Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca iletiriz.
وَاَمَّا
مَنْ
بَخِلَ
وَاسْتَغْنٰىۙ
٨
وَكَذَّبَ
بِالْحُسْنٰىۙ
٩
فَسَنُيَسِّرُهُ
لِلْعُسْرٰىۜ
١٠
8,9,10. Fakat, kim cimrilik eder, kendini Allah’a muhtaç görmez ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) yalanlarsa, biz de onu en zor olana kolayca iletiriz.
وَسَيُجَنَّبُهَا
الْاَتْقٰىۙ
١٧
اَلَّذ۪ي
يُؤْت۪ي
مَالَهُ
يَتَزَكّٰىۚ
١٨
17,18. Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.
وَمَا
لِاَحَدٍ
عِنْدَهُ
مِنْ
نِعْمَةٍ
تُجْزٰىۙ
١٩
19,20. O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).
اِلَّا
ابْتِغَٓاءَ
وَجْهِ
رَبِّهِ
الْاَعْلٰىۚ
٢٠
وَلَسَوْفَ
يَرْضٰى
٢١
19,20. O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar). Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.
اَرَاَيْتَ
الَّذ۪ي
يُكَذِّبُ
بِالدّ۪ينِۜ
١
فَذٰلِكَ
الَّذ۪ي
يَدُعُّ
الْيَت۪يمَۙ
٢
وَلَا
يَحُضُّ
عَلٰى
طَعَامِ
الْمِسْك۪ينِۜ
٣
Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! 2,3. İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.
اِنَّٓا
اَعْطَيْنَاكَ
الْـكَوْثَرَۜ
١
فَصَلِّ
لِرَبِّكَ
وَانْحَرْۜ
٢
اِنَّ
شَانِئَكَ
هُوَ
الْاَبْتَرُ
٣
Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik. O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.