وَاسْتَع۪ينُوا
بِالصَّبْرِ
وَالصَّلٰوةِۜ
وَاِنَّهَا
لَكَب۪يرَةٌ
اِلَّا
عَلَى
الْخَاشِع۪ينَۙ
٤٥
Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اسْتَع۪ينُوا
بِالصَّبْرِ
وَالصَّلٰوةِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
مَعَ
الصَّابِر۪ينَ
١٥٣
Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ
بِشَيْءٍ
مِنَ
الْخَوْفِ
وَالْجُوعِ
وَنَقْصٍ
مِنَ
الْاَمْوَالِ
وَالْاَنْفُسِ
وَالثَّمَرَاتِۜ
وَبَشِّرِ
الصَّابِر۪ينَۙ
١٥٥
Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.
لَيْسَ
الْبِرَّ
اَنْ
تُوَلُّوا
وُجُوهَكُمْ
قِبَلَ
الْمَشْرِقِ
وَالْمَغْرِبِ
وَلٰكِنَّ
الْبِرَّ
مَنْ
اٰمَنَ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِ
وَالْمَلٰٓئِكَةِ
وَالْكِتَابِ
وَالنَّبِيّ۪نَۚ
وَاٰتَى
الْمَالَ
عَلٰى
حُبِّه۪
ذَوِي
الْقُرْبٰى
وَالْيَتَامٰى
وَالْمَسَاك۪ينَ
وَابْنَ
السَّب۪يلِ
وَالسَّٓائِل۪ينَ
وَفِي
الرِّقَابِۚ
وَاَقَامَ
الصَّلٰوةَ
وَاٰتَى
الزَّكٰوةَۚ
وَالْمُوفُونَ
بِعَهْدِهِمْ
اِذَا
عَاهَدُواۚ
وَالصَّابِر۪ينَ
فِي
الْبَأْسَٓاءِ
وَالضَّرَّٓاءِ
وَح۪ينَ
الْبَأْسِۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
صَدَقُواۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْمُتَّقُونَ
١٧٧
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
فَلَمَّا
فَصَلَ
طَالُوتُ
بِالْجُنُودِۙ
قَالَ
اِنَّ
اللّٰهَ
مُبْتَل۪يكُمْ
بِنَهَرٍۚ
فَمَنْ
شَرِبَ
مِنْهُ
فَلَيْسَ
مِنّ۪يۚ
وَمَنْ
لَمْ
يَطْعَمْهُ
فَاِنَّهُ
مِنّ۪ٓي
اِلَّا
مَنِ
اغْتَرَفَ
غُرْفَةً
بِيَدِه۪ۚ
فَشَرِبُوا
مِنْهُ
اِلَّا
قَل۪يلاً
مِنْهُمْۜ
فَلَمَّا
جَاوَزَهُ
هُوَ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
مَعَهُۙ
قَالُوا
لَا
طَاقَةَ
لَنَا
الْيَوْمَ
بِجَالُوتَ
وَجُنُودِه۪ۜ
قَالَ
الَّذ۪ينَ
يَظُنُّونَ
اَنَّهُمْ
مُلَاقُوا
اللّٰهِۙ
كَمْ
مِنْ
فِئَةٍ
قَل۪يلَةٍ
غَلَبَتْ
فِئَةً
كَث۪يرَةً
بِاِذْنِ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
مَعَ
الصَّابِر۪ينَ
٢٤٩
Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”
وَلَمَّا
بَرَزُوا
لِجَالُوتَ
وَجُنُودِه۪
قَالُوا
رَبَّنَٓا
اَفْرِغْ
عَلَيْنَا
صَبْراً
وَثَبِّتْ
اَقْدَامَنَا
وَانْصُرْنَا
عَلَى
الْقَوْمِ
الْكَافِر۪ينَۜ
٢٥٠
(Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”
اَلَّذ۪ينَ
يَقُولُونَ
رَبَّنَٓا
اِنَّـنَٓا
اٰمَنَّا
فَاغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا
وَقِنَا
عَذَابَ
النَّارِۚ
١٦
اَلصَّابِر۪ينَ
وَالصَّادِق۪ينَ
وَالْقَانِت۪ينَ
وَالْمُنْفِق۪ينَ
وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ
بِالْاَسْحَارِ
١٧
16,17. (Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.
اِنْ
تَمْسَسْكُمْ
حَسَنَةٌ
تَسُؤْهُمْۘ
وَاِنْ
تُصِبْكُمْ
سَيِّئَةٌ
يَفْرَحُوا
بِهَاۜ
وَاِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
لَا
يَضُرُّكُمْ
كَيْدُهُمْ
شَيْـٔاًۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
بِمَا
يَعْمَلُونَ
مُح۪يطٌ۟
١٢٠
Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.
اِذْ
تَقُولُ
لِلْمُؤْمِن۪ينَ
اَلَنْ
يَكْفِيَكُمْ
اَنْ
يُمِدَّكُمْ
رَبُّكُمْ
بِثَلٰثَةِ
اٰلَافٍ
مِنَ
الْمَلٰٓئِكَةِ
مُنْزَل۪ينَۜ
١٢٤
بَلٰٓىۙ
اِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
وَيَأْتُوكُمْ
مِنْ
فَوْرِهِمْ
هٰذَا
يُمْدِدْكُمْ
رَبُّكُمْ
بِخَمْسَةِ
اٰلَافٍ
مِنَ
الْمَلٰٓئِكَةِ
مُسَوِّم۪ينَ
١٢٥
Hani sen mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.
اَمْ
حَسِبْتُمْ
اَنْ
تَدْخُلُوا
الْجَنَّةَ
وَلَمَّا
يَعْلَمِ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
جَاهَدُوا
مِنْكُمْ
وَيَعْلَمَ
الصَّابِر۪ينَ
١٤٢
Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
وَكَاَيِّنْ
مِنْ
نَبِيٍّ
قَاتَلَۙ
مَعَهُ
رِبِّيُّونَ
كَث۪يرٌۚ
فَمَا
وَهَنُوا
لِمَٓا
اَصَابَهُمْ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَمَا
ضَعُفُوا
وَمَا
اسْتَكَانُواۜ
وَاللّٰهُ
يُحِبُّ
الصَّابِر۪ينَ
١٤٦
Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.
لَتُبْلَوُنَّ
ف۪ٓي
اَمْوَالِكُمْ
وَاَنْفُسِكُمْ
وَلَتَسْمَعُنَّ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
وَمِنَ
الَّذ۪ينَ
اَشْرَكُٓوا
اَذًى
كَث۪يراًۜ
وَاِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
فَاِنَّ
ذٰلِكَ
مِنْ
عَزْمِ
الْاُمُورِ
١٨٦
Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اصْبِرُوا
وَصَابِرُوا
وَرَابِطُوا
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ
٢٠٠
Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihat için) hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
وَمَنْ
لَمْ
يَسْتَطِـعْ
مِنْكُمْ
طَوْلاً
اَنْ
يَنْكِـحَ
الْمُحْصَنَاتِ
الْمُؤْمِنَاتِ
فَمِنْ
مَا
مَلَكَتْ
اَيْمَانُكُمْ
مِنْ
فَتَيَاتِكُمُ
الْمُؤْمِنَاتِۜ
وَاللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِا۪يمَانِكُمْۜ
بَعْضُكُمْ
مِنْ
بَعْضٍۚ
فَانْكِحُوهُنَّ
بِاِذْنِ
اَهْلِهِنَّ
وَاٰتُوهُنَّ
اُجُورَهُنَّ
بِالْمَعْرُوفِ
مُحْصَنَاتٍ
غَيْرَ
مُسَافِحَاتٍ
وَلَا
مُتَّخِذَاتِ
اَخْدَانٍۚ
فَاِذَٓا
اُحْصِنَّ
فَاِنْ
اَتَيْنَ
بِفَاحِشَةٍ
فَعَلَيْهِنَّ
نِصْفُ
مَا
عَلَى
الْمُحْصَنَاتِ
مِنَ
الْعَذَابِۜ
ذٰلِكَ
لِمَنْ
خَشِيَ
الْعَنَتَ
مِنْكُمْۜ
وَاَنْ
تَصْبِرُوا
خَيْرٌ
لَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ۟
٢٥
Sizden kimin, hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları hâlinde, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
وَلَقَدْ
كُذِّبَتْ
رُسُلٌ
مِنْ
قَبْلِكَ
فَصَبَرُوا
عَلٰى
مَا
كُذِّبُوا
وَاُو۫ذُوا
حَتّٰٓى
اَتٰيهُمْ
نَصْرُنَاۚ
وَلَا
مُبَدِّلَ
لِكَلِمَاتِ
اللّٰهِۚ
وَلَقَدْ
جَٓاءَكَ
مِنْ
نَبَا۬ئِ
الْمُرْسَل۪ينَ
٣٤
Andolsun ki, senden önce de birçok Peygamberler yalanlanmıştı da onlar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşı sabretmişler ve nihayet kendilerine yardımımız yetişmişti. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç de yoktur. Andolsun peygamberler ile ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor.
وَاِنْ
كَانَ
طَٓائِفَةٌ
مِنْكُمْ
اٰمَنُوا
بِالَّـذ۪ٓي
اُرْسِلْتُ
بِه۪
وَطَٓائِفَةٌ
لَمْ
يُؤْمِنُوا
فَاصْبِرُوا
حَتّٰى
يَحْكُمَ
اللّٰهُ
بَيْنَنَاۚ
وَهُوَ
خَيْرُ
الْحَاكِم۪ينَ
٨٧
“Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
وَمَا
تَنْقِمُ
مِنَّٓا
اِلَّٓا
اَنْ
اٰمَنَّا
بِاٰيَاتِ
رَبِّنَا
لَمَّا
جَٓاءَتْنَاۜ
رَبَّـنَٓا
اَفْرِغْ
عَلَيْنَا
صَبْراً
وَتَوَفَّـنَا
مُسْلِم۪ينَ۟
١٢٦
“Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”
قَالَ
مُوسٰى
لِقَوْمِهِ
اسْتَع۪ينُوا
بِاللّٰهِ
وَاصْبِرُواۚ
اِنَّ
الْاَرْضَ
لِلّٰهِۚ
يُورِثُهَا
مَنْ
يَشَٓاءُ
مِنْ
عِبَادِه۪ۜ
وَالْعَاقِبَةُ
لِلْمُتَّق۪ينَ
١٢٨
Mûsâ, kavmine, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.
وَاَوْرَثْنَا
الْقَوْمَ
الَّذ۪ينَ
كَانُوا
يُسْتَضْعَفُونَ
مَشَارِقَ
الْاَرْضِ
وَمَغَارِبَهَا
الَّت۪ي
بَارَكْنَا
ف۪يهَاۜ
وَتَمَّتْ
كَلِمَتُ
رَبِّكَ
الْحُسْنٰى
عَلٰى
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
بِمَا
صَبَرُواۜ
وَدَمَّرْنَا
مَا
كَانَ
يَصْنَعُ
فِرْعَوْنُ
وَقَوْمُهُ
وَمَا
كَانُوا
يَعْرِشُونَ
١٣٧
Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.
وَاَط۪يعُوا
اللّٰهَ
وَرَسُولَهُ
وَلَا
تَنَازَعُوا
فَتَفْشَلُوا
وَتَذْهَبَ
ر۪يحُكُمْ
وَاصْبِرُواۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
مَعَ
الصَّابِر۪ينَۚ
٤٦
Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
اَلْـٰٔنَ
خَفَّفَ
اللّٰهُ
عَنْكُمْ
وَعَلِمَ
اَنَّ
ف۪يكُمْ
ضَعْفاًۜ
فَاِنْ
يَكُنْ
مِنْكُمْ
مِائَةٌ
صَابِرَةٌ
يَغْلِبُوا
مِائَتَيْنِۚ
وَاِنْ
يَكُنْ
مِنْكُمْ
اَلْفٌ
يَغْلِبُٓوا
اَلْفَيْنِ
بِاِذْنِ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
مَعَ
الصَّابِر۪ينَ
٦٦
Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir.
وَاتَّبِعْ
مَا
يُوحٰٓى
اِلَيْكَ
وَاصْبِرْ
حَتّٰى
يَحْكُمَ
اللّٰهُۚ
وَهُوَ
خَيْرُ
الْحَاكِم۪ينَ
١٠٩
(Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
وَلَئِنْ
اَذَقْنَا
الْاِنْسَانَ
مِنَّا
رَحْمَةً
ثُمَّ
نَزَعْنَاهَا
مِنْهُۚ
اِنَّهُ
لَيَؤُ۫سٌ
كَفُورٌ
٩
وَلَئِنْ
اَذَقْنَاهُ
نَعْمَٓاءَ
بَعْدَ
ضَرَّٓاءَ
مَسَّتْهُ
لَيَقُولَنَّ
ذَهَبَ
السَّيِّـَٔاتُ
عَنّ۪يۜ
اِنَّهُ
لَفَرِحٌ
فَخُورٌۙ
١٠
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
صَبَرُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَاَجْرٌ
كَب۪يرٌ
١١
Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir. Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, “Kötülükler benden gitti” diyecektir. Çünkü o, şımarık ve böbürlenen biridir. Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
تِلْكَ
مِنْ
اَنْـبَٓاءِ
الْغَيْبِ
نُوح۪يهَٓا
اِلَيْكَۚ
مَا
كُنْتَ
تَعْلَمُهَٓا
اَنْتَ
وَلَا
قَوْمُكَ
مِنْ
قَبْلِ
هٰذَاۜۛ
فَاصْبِرْۜۛ
اِنَّ
الْعَاقِبَةَ
لِلْمُتَّق۪ينَ۟
٤٩
İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.
وَاَقِمِ
الصَّلٰوةَ
طَرَفَيِ
النَّهَارِ
وَزُلَفاً
مِنَ
الَّيْلِۜ
اِنَّ
الْحَسَنَاتِ
يُذْهِبْنَ
السَّيِّـَٔاتِۜ
ذٰلِكَ
ذِكْرٰى
لِلذَّاكِر۪ينَۚ
١١٤
وَاصْبِرْ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُض۪يعُ
اَجْرَ
الْمُحْسِن۪ينَ
١١٥
(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür. Sabret! Çünkü, Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.
وَجَٓاؤُ۫
عَلٰى
قَم۪يصِه۪
بِدَمٍ
كَذِبٍۜ
قَالَ
بَلْ
سَوَّلَتْ
لَكُمْ
اَنْفُسُكُمْ
اَمْراًۜ
فَصَبْرٌ
جَم۪يلٌۜ
وَاللّٰهُ
الْمُسْتَعَانُ
عَلٰى
مَا
تَصِفُونَ
١٨
Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: “Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.”
قَالَ
بَلْ
سَوَّلَتْ
لَكُمْ
اَنْفُسُكُمْ
اَمْراًۜ
فَصَبْرٌ
جَم۪يلٌۜ
عَسَى
اللّٰهُ
اَنْ
يَأْتِيَن۪ي
بِهِمْ
جَم۪يعاًۜ
اِنَّهُ
هُوَ
الْعَل۪يمُ
الْحَك۪يمُ
٨٣
Yakub, “Nefisleriniz sizi bir iş yapmağa sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.
قَالُٓوا
ءَاِنَّكَ
لَاَنْتَ
يُوسُفُۜ
قَالَ
اَنَا۬
يُوسُفُ
وَهٰذَٓا
اَخ۪يۘ
قَدْ
مَنَّ
اللّٰهُ
عَلَيْنَاۜ
اِنَّهُ
مَنْ
يَتَّقِ
وَيَصْبِرْ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُض۪يعُ
اَجْرَ
الْمُحْسِن۪ينَ
٩٠
Kardeşleri, “Yoksa sen, sen Yûsuf musun?” dediler. O da, “Ben Yûsuf’um, bu da kardeşim. Allah, bize iyilikte bulundu. Çünkü, kim kötülükten sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez” dedi.
وَالَّذ۪ينَ
صَبَرُوا
ابْتِغَٓاءَ
وَجْهِ
رَبِّهِمْ
وَاَقَامُوا
الصَّلٰوةَ
وَاَنْفَقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
سِراًّ
وَعَلَانِيَةً
وَيَدْرَؤُ۫نَ
بِالْحَسَنَةِ
السَّيِّئَةَ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
عُقْبَى
الدَّارِۙ
٢٢
Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.
جَنَّاتُ
عَدْنٍ
يَدْخُلُونَهَا
وَمَنْ
صَلَحَ
مِنْ
اٰبَٓائِهِمْ
وَاَزْوَاجِهِمْ
وَذُرِّيَّاتِهِمْ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
يَدْخُلُونَ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
كُلِّ
بَابٍۚ
٢٣
سَلَامٌ
عَلَيْكُمْ
بِمَا
صَبَرْتُمْ
فَنِعْمَ
عُقْبَى
الدَّارِۜ
٢٤
Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): “Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
مُوسٰى
بِاٰيَاتِنَٓا
اَنْ
اَخْرِجْ
قَوْمَكَ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
اِلَى
النُّورِ
وَذَكِّرْهُمْ
بِاَيَّامِ
اللّٰهِۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ
٥
Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
وَمَا
لَـنَٓا
اَلَّا
نَتَوَكَّلَ
عَلَى
اللّٰهِ
وَقَدْ
هَدٰينَا
سُبُلَنَاۜ
وَلَنَصْبِرَنَّ
عَلٰى
مَٓا
اٰذَيْتُمُونَاۜ
وَعَلَى
اللّٰهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُتَوَكِّلُونَ۟
١٢
“Allah, bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O’na tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”
وَبَرَزُوا
لِلّٰهِ
جَم۪يعاً
فَقَالَ
الضُّعَفٰٓؤُ۬ا
لِلَّذ۪ينَ
اسْتَكْـبَرُٓوا
اِنَّا
كُنَّا
لَكُمْ
تَبَعاً
فَهَلْ
اَنْتُمْ
مُغْنُونَ
عَنَّا
مِنْ
عَذَابِ
اللّٰهِ
مِنْ
شَيْءٍۜ
قَالُوا
لَوْ
هَدٰينَا
اللّٰهُ
لَهَدَيْنَاكُمْۜ
سَوَٓاءٌ
عَلَيْنَٓا
اَجَزِعْنَٓا
اَمْ
صَبَرْنَا
مَا
لَنَا
مِنْ
مَح۪يصٍ۟
٢١
İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur” derler.
وَالَّذ۪ينَ
هَاجَرُوا
فِي
اللّٰهِ
مِنْ
بَعْدِ
مَا
ظُلِمُوا
لَنُبَوِّئَنَّهُمْ
فِي
الدُّنْيَا
حَسَنَةًۜ
وَلَاَجْرُ
الْاٰخِرَةِ
اَكْبَرُۢ
لَوْ
كَانُوا
يَعْلَمُونَۙ
٤١
اَلَّذ۪ينَ
صَبَرُوا
وَعَلٰى
رَبِّهِمْ
يَتَوَكَّلُونَ
٤٢
Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.. Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
مَا
عِنْدَكُمْ
يَنْفَدُ
وَمَا
عِنْدَ
اللّٰهِ
بَاقٍۜ
وَلَنَجْزِيَنَّ
الَّذ۪ينَ
صَبَرُٓوا
اَجْرَهُمْ
بِاَحْسَنِ
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٩٦
Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
ثُمَّ
اِنَّ
رَبَّكَ
لِلَّذ۪ينَ
هَاجَرُوا
مِنْ
بَعْدِ
مَا
فُتِنُوا
ثُمَّ
جَاهَدُوا
وَصَبَرُٓواۙ
اِنَّ
رَبَّكَ
مِنْ
بَعْدِهَا
لَغَفُورٌ
رَح۪يمٌ۟
١١٠
Sonra şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sabreden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
وَاِنْ
عَاقَبْتُمْ
فَعَاقِبُوا
بِمِثْلِ
مَا
عُوقِبْتُمْ
بِه۪ۜ
وَلَئِنْ
صَبَرْتُمْ
لَهُوَ
خَيْرٌ
لِلصَّابِر۪ينَ
١٢٦
Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
وَاصْبِرْ
وَمَا
صَبْرُكَ
اِلَّا
بِاللّٰهِ
وَلَا
تَحْزَنْ
عَلَيْهِمْ
وَلَا
تَكُ
ف۪ي
ضَيْقٍ
مِمَّا
يَمْكُرُونَ
١٢٧
اِنَّ
اللّٰهَ
مَعَ
الَّذ۪ينَ
اتَّقَوْا
وَالَّذ۪ينَ
هُمْ
مُحْسِنُونَ
١٢٨
Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.
وَاصْبِرْ
نَفْسَكَ
مَعَ
الَّذ۪ينَ
يَدْعُونَ
رَبَّهُمْ
بِالْغَدٰوةِ
وَالْعَشِيِّ
يُر۪يدُونَ
وَجْهَهُ
وَلَا
تَعْدُ
عَيْنَاكَ
عَنْهُمْۚ
تُر۪يدُ
ز۪ينَةَ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَا
وَلَا
تُطِـعْ
مَنْ
اَغْفَلْنَا
قَلْبَهُ
عَنْ
ذِكْرِنَا
وَاتَّبَعَ
هَوٰيهُ
وَكَانَ
اَمْرُهُ
فُرُطاً
٢٨
Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.
قَالَ
لَهُ
مُوسٰى
هَلْ
اَتَّبِعُكَ
عَلٰٓى
اَنْ
تُعَلِّمَنِ
مِمَّا
عُلِّمْتَ
رُشْداً
٦٦
قَالَ
اِنَّكَ
لَنْ
تَسْتَط۪يعَ
مَعِيَ
صَبْراً
٦٧
Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi. Adam, şöyle dedi: “Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin.”
وَكَيْفَ
تَصْبِرُ
عَلٰى
مَا
لَمْ
تُحِطْ
بِه۪
خُبْراً
٦٨
“İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”
قَالَ
سَتَجِدُن۪ٓي
اِنْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
صَابِراً
وَلَٓا
اَعْص۪ي
لَكَ
اَمْراً
٦٩
Mûsâ, “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.
قَالَ
اَلَمْ
اَقُلْ
اِنَّكَ
لَنْ
تَسْتَط۪يعَ
مَعِيَ
صَبْراً
٧٢
قَالَ
لَا
تُؤَاخِذْن۪ي
بِمَا
نَس۪يتُ
وَلَا
تُرْهِقْن۪ي
مِنْ
اَمْر۪ي
عُسْراً
٧٣
Adam, “Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi. Mûsâ, “Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.
فَانْطَلَقَا۠
حَتّٰٓى
اِذَا
لَقِيَا
غُلَاماً
فَقَتَلَهُۙ
قَالَ
اَقَتَلْتَ
نَفْساً
زَكِيَّةً
بِغَيْرِ
نَفْسٍۜ
لَقَدْ
جِئْتَ
شَيْـٔاً
نُكْراً
٧٤
قَالَ
اَلَمْ
اَقُلْ
لَكَ
اِنَّكَ
لَنْ
تَسْتَط۪يعَ
مَعِيَ
صَبْراً
٧٥
Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi. Adam, “Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.
فَانْطَلَقَا۠
حَتّٰٓى
اِذَٓا
اَتَيَٓا
اَهْلَ
قَرْيَةٍۨ
اسْتَطْعَمَٓا
اَهْلَهَا
فَاَبَوْا
اَنْ
يُضَيِّفُوهُمَا
فَوَجَدَا
ف۪يهَا
جِدَاراً
يُر۪يدُ
اَنْ
يَنْقَضَّ
فَاَقَامَهُۜ
قَالَ
لَوْ
شِئْتَ
لَتَّخَذْتَ
عَلَيْهِ
اَجْراً
٧٧
قَالَ
هٰذَا
فِرَاقُ
بَيْن۪ي
وَبَيْنِكَۚ
سَاُنَبِّئُكَ
بِتَأْو۪يلِ
مَا
لَمْ
تَسْتَطِـعْ
عَلَيْهِ
صَبْراً
٧٨
Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, “İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın” dedi. Adam, “İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım.”
وَمَا
نَتَنَزَّلُ
اِلَّا
بِاَمْرِ
رَبِّكَۚ
لَهُ
مَا
بَيْنَ
اَيْد۪ينَا
وَمَا
خَلْفَنَا
وَمَا
بَيْنَ
ذٰلِكَۚ
وَمَا
كَانَ
رَبُّكَ
نَسِياًّۚ
٦٤
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
فَاعْبُدْهُ
وَاصْطَبِرْ
لِعِبَادَتِه۪ۜ
هَلْ
تَعْلَمُ
لَهُ
سَمِياًّ۟
٦٥
(Cebrail, şöyle dedi:) “Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdekiler, arkamızdakiler ve bunlar arasındakiler hep O’nundur. Rabbin unutkan değildir.” (Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?
وَلَوْلَا
كَلِمَةٌ
سَبَقَتْ
مِنْ
رَبِّكَ
لَكَانَ
لِزَاماً
وَاَجَلٌ
مُسَمًّىۜ
١٢٩
فَاصْبِرْ
عَلٰى
مَا
يَقُولُونَ
وَسَبِّحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
قَبْلَ
طُلُوعِ
الشَّمْسِ
وَقَبْلَ
غُرُوبِهَاۚ
وَمِنْ
اٰنَٓائِ
الَّيْلِ
فَسَبِّـحْ
وَاَطْرَافَ
النَّهَارِ
لَعَلَّكَ
تَرْضٰى
١٣٠
Rabbin tarafından daha önce söylenmiş bir hüküm ve belirlenmiş bir süre olmasaydı, onlar da hemen cezalandırılırlardı. O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki hoşnut olasın.
وَاِسْمٰع۪يلَ
وَاِدْر۪يسَ
وَذَا
الْكِفْلِۜ
كُلٌّ
مِنَ
الصَّابِر۪ينَۚ
٨٥
İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.
وَلِكُلِّ
اُمَّةٍ
جَعَلْنَا
مَنْسَكاً
لِيَذْكُرُوا
اسْمَ
اللّٰهِ
عَلٰى
مَا
رَزَقَهُمْ
مِنْ
بَه۪يمَةِ
الْاَنْعَامِۜ
فَاِلٰهُكُمْ
اِلٰهٌ
وَاحِدٌ
فَلَـهُٓ
اَسْلِمُواۜ
وَبَشِّرِ
الْمُخْبِت۪ينَۙ
٣٤
اَلَّذ۪ينَ
اِذَا
ذُكِرَ
اللّٰهُ
وَجِلَتْ
قُلُوبُهُمْ
وَالصَّابِر۪ينَ
عَلٰى
مَٓا
اَصَابَهُمْ
وَالْمُق۪يمِي
الصَّلٰوةِۙ
وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
يُنْفِقُونَ
٣٥
Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.
قَالَ
اخْسَؤُ۫ا
ف۪يهَا
وَلَا
تُكَلِّمُونِ
١٠٨
اِنَّهُ
كَانَ
فَر۪يقٌ
مِنْ
عِبَاد۪ي
يَقُولُونَ
رَبَّـنَٓا
اٰمَنَّا
فَاغْفِرْ
لَنَا
وَارْحَمْنَا
وَاَنْتَ
خَيْرُ
الرَّاحِم۪ينَۚ
١٠٩
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ
سِخْرِياًّ
حَتّٰٓى
اَنْسَوْكُمْ
ذِكْر۪ي
وَكُنْتُمْ
مِنْهُمْ
تَضْحَكُونَ
١١٠
اِنّ۪ي
جَزَيْتُهُمُ
الْيَوْمَ
بِمَا
صَبَرُٓواۙ
اَنَّهُمْ
هُمُ
الْفَٓائِزُونَ
١١١
Allah, ”Aşağılık içinde kalın orada, artık benimle konuşmayın!” der. Kullarımdan, “Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyen bir grup var idi. Siz ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya erenlerin ta kendileridir.
وَمَٓا
اَرْسَلْنَا
قَبْلَكَ
مِنَ
الْمُرْسَل۪ينَ
اِلَّٓا
اِنَّهُمْ
لَيَأْكُلُونَ
الطَّعَامَ
وَيَمْشُونَ
فِي
الْاَسْوَاقِۜ
وَجَعَلْنَا
بَعْضَكُمْ
لِبَعْضٍ
فِتْنَةًۜ
اَتَصْبِرُونَۚ
وَكَانَ
رَبُّكَ
بَص۪يراً۟
٢٠
Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin, hakkıyla görendir.
اُو۬لٰٓئِكَ
يُجْزَوْنَ
الْغُرْفَةَ
بِمَا
صَبَرُوا
وَيُلَقَّوْنَ
ف۪يهَا
تَحِيَّةً
وَسَلَاماًۙ
٧٥
İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.
اُو۬لٰٓئِكَ
يُؤْتَوْنَ
اَجْرَهُمْ
مَرَّتَيْنِ
بِمَا
صَبَرُوا
وَيَدْرَؤُ۫نَ
بِالْحَسَنَةِ
السَّيِّئَةَ
وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
يُنْفِقُونَ
٥٤
İşte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları kendilerine iki kez verilecektir.
فَخَرَجَ
عَلٰى
قَوْمِه۪
ف۪ي
ز۪ينَتِه۪ۜ
قَالَ
الَّذ۪ينَ
يُر۪يدُونَ
الْحَيٰوةَ
الدُّنْيَا
يَا لَيْتَ
لَنَا
مِثْلَ
مَٓا
اُو۫تِيَ
قَارُونُۙ
اِنَّهُ
لَذُو
حَظٍّ
عَظ۪يمٍ
٧٩
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْعِلْمَ
وَيْلَكُمْ
ثَوَابُ
اللّٰهِ
خَيْرٌ
لِمَنْ
اٰمَنَ
وَعَمِلَ
صَالِحاًۚ
وَلَا
يُلَقّٰيهَٓا
اِلَّا
الصَّابِرُونَ
٨٠
Kârûn, zineti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, “Keşke Kârûn’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir” dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! İman edip de iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur” dediler.
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
لَنُبَوِّئَنَّهُمْ
مِنَ
الْجَنَّةِ
غُرَفاً
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَاۜ
نِعْمَ
اَجْرُ
الْعَامِل۪ينَۗ
٥٨
اَلَّذ۪ينَ
صَبَرُوا
وَعَلٰى
رَبِّهِمْ
يَتَوَكَّلُونَ
٥٩
İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir! Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
فَاصْبِرْ
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّ
وَلَا
يَسْتَخِفَّنَّكَ
الَّذ۪ينَ
لَا
يُوقِنُونَ
٦٠
Sabret. Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir. Kesin imana sahip olmayanlar sakın seni gevşekliğe (ve tedirginliğe) sürüklemesinler.
يَا
بُنَيَّ
اَقِمِ
الصَّلٰوةَ
وَأْمُرْ
بِالْمَعْرُوفِ
وَانْهَ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَاصْبِرْ
عَلٰى
مَٓا
اَصَابَكَۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
مِنْ
عَزْمِ
الْاُمُورِۚ
١٧
“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
الْفُلْكَ
تَجْر۪ي
فِي
الْبَحْرِ
بِنِعْمَتِ
اللّٰهِ
لِيُرِيَكُمْ
مِنْ
اٰيَاتِه۪ۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ
٣١
Görmedin mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah, bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.
وَلَقَدْ
اٰتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
فَلَا
تَكُنْ
ف۪ي
مِرْيَةٍ
مِنْ
لِقَٓائِه۪
وَجَعَلْنَاهُ
هُدًى
لِبَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَۚ
٢٣
وَجَعَلْنَا
مِنْهُمْ
اَئِمَّةً
يَهْدُونَ
بِاَمْرِنَا
لَمَّا
صَبَرُواۜ
وَكَانُوا
بِاٰيَاتِنَا
يُوقِنُونَ
٢٤
Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur’an’a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık. Sabredip âyetlerimize kesin olarak inandıkları zaman, içlerinden emrimizle doğru yola ileten önderler çıkardık.
اِنَّ
الْمُسْلِم۪ينَ
وَالْمُسْلِمَاتِ
وَالْمُؤْمِن۪ينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
وَالْقَانِت۪ينَ
وَالْقَانِتَاتِ
وَالصَّادِق۪ينَ
وَالصَّادِقَاتِ
وَالصَّابِر۪ينَ
وَالصَّابِرَاتِ
وَالْخَاشِع۪ينَ
وَالْخَاشِعَاتِ
وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ
وَالْمُتَصَدِّقَاتِ
وَالصَّٓائِم۪ينَ
وَالصَّٓائِمَاتِ
وَالْحَافِظ۪ينَ
فُرُوجَهُمْ
وَالْحَافِظَاتِ
وَالذَّاكِر۪ينَ
اللّٰهَ
كَث۪يراً
وَالذَّاكِرَاتِ
اَعَدَّ
اللّٰهُ
لَهُمْ
مَغْفِرَةً
وَاَجْراً
عَظ۪يماً
٣٥
Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
فَقَالُوا
رَبَّنَا
بَاعِدْ
بَيْنَ
اَسْفَارِنَا
وَظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَجَعَلْنَاهُمْ
اَحَاد۪يثَ
وَمَزَّقْنَاهُمْ
كُلَّ
مُمَزَّقٍۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ
١٩
Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
فَلَمَّا
بَلَغَ
مَعَهُ
السَّعْيَ
قَالَ
يَا
بُنَيَّ
اِنّ۪ٓي
اَرٰى
فِي
الْمَنَامِ
اَنّ۪ٓي
اَذْبَحُكَ
فَانْظُرْ
مَاذَا
تَرٰىۜ
قَالَ
يَٓا اَبَتِ
افْعَلْ
مَا
تُؤْمَرُۘ
سَتَجِدُن۪ٓي
اِنْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
مِنَ
الصَّابِر۪ينَ
١٠٢
Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.
اِصْبِرْ
عَلٰى
مَا
يَقُولُونَ
وَاذْكُرْ
عَبْدَنَا
دَاوُ۫دَ
ذَا
الْاَيْدِۚ
اِنَّـهُٓ
اَوَّابٌ
١٧
Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla. O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.
وَخُذْ
بِيَدِكَ
ضِغْثاً
فَاضْرِبْ
بِه۪
وَلَا
تَحْنَثْۜ
اِنَّا
وَجَدْنَاهُ
صَابِراًۜ
نِعْمَ
الْعَبْدُۜ
اِنَّهُٓ
اَوَّابٌ
٤٤
Şöyle dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.” Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.
قُلْ
يَا
عِبَادِ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اتَّقُوا
رَبَّكُمْۜ
لِلَّذ۪ينَ
اَحْسَنُوا
ف۪ي
هٰذِهِ
الدُّنْيَا
حَسَنَةٌۜ
وَاَرْضُ
اللّٰهِ
وَاسِعَةٌۜ
اِنَّمَا
يُوَفَّى
الصَّابِرُونَ
اَجْرَهُمْ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ
١٠
(Ey Muhammed!) Bizim adımıza de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.”
فَاصْبِرْ
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّ
وَاسْتَغْفِرْ
لِذَنْبِكَ
وَسَبِّـحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
بِالْعَشِيِّ
وَالْاِبْكَارِ
٥٥
Ey Muhammed! Sabret. Allah’ın va’di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ederek tespih et.
فَاصْبِرْ
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّۚ
فَاِمَّا
نُرِيَنَّكَ
بَعْضَ
الَّذ۪ي
نَعِدُهُمْ
اَوْ
نَتَوَفَّيَنَّكَ
فَاِلَيْنَا
يُرْجَعُونَ
٧٧
Sen sabret! Şüphesiz Allah’ın verdiği söz gerçektir. Onları tehdit ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de (ya da göstermeden önce) seni vefât ettirsek de, sonunda onlar bize döndürüleceklerdir.
فَاِنْ
يَصْبِرُوا
فَالنَّارُ
مَثْوًى
لَهُمْۚ
وَاِنْ
يَسْتَعْتِبُوا
فَمَا
هُمْ
مِنَ
الْمُعْتَب۪ينَ
٢٤
Şimdi eğer dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmez.
وَمَا
يُلَقّٰيهَٓا
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
صَبَرُواۚ
وَمَا
يُلَقّٰيهَٓا
اِلَّا
ذُوحَظٍّ
عَظ۪يمٍ
٣٥
Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.
اِنْ
يَشَأْ
يُسْكِنِ
الرّ۪يحَ
فَيَظْلَلْنَ
رَوَاكِدَ
عَلٰى
ظَهْرِه۪ۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍۙ
٣٣
O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
وَلَمَنْ
صَبَرَ
وَغَفَرَ
اِنَّ
ذٰلِكَ
لَمِنْ
عَزْمِ
الْاُمُورِ۟
٤٣
Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.
فَاصْبِرْ
كَمَا
صَبَرَ
اُو۬لُوا
الْعَزْمِ
مِنَ
الرُّسُلِ
وَلَا
تَسْتَعْجِلْ
لَهُمْۜ
كَاَنَّهُمْ
يَوْمَ
يَرَوْنَ
مَا
يُوعَدُونَۙ
لَمْ
يَلْبَثُٓوا
اِلَّا
سَاعَةً
مِنْ
نَهَارٍۜ
بَلَاغٌۚ
فَهَلْ
يُهْلَكُ
اِلَّا
الْقَوْمُ
الْفَاسِقُونَ
٣٥
(Ey Muhammed!) O hâlde, yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret. Onlar için acele etme. Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur. Ancak yoldan çıkmış olan topluluk helâk edilir.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ
حَتّٰى
نَعْلَمَ
الْمُجَاهِد۪ينَ
مِنْكُمْ
وَالصَّابِر۪ينَۙ
وَنَبْلُوَ۬ا
اَخْبَارَكُمْ
٣١
Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يُنَادُونَكَ
مِنْ
وَرَٓاءِ
الْحُجُرَاتِ
اَكْثَرُهُمْ
لَا
يَعْقِلُونَ
٤
وَلَوْ
اَنَّهُمْ
صَبَرُوا
حَتّٰى
تَخْرُجَ
اِلَيْهِمْ
لَكَانَ
خَيْراً
لَهُمْۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٥
(Ey Muhammed!) Odaların arkasından sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir. Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
فَاصْبِرْ
عَلٰى
مَا
يَقُولُونَ
وَسَبِّـحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
قَبْلَ
طُلُوعِ
الشَّمْسِ
وَقَبْلَ
الْغُرُوبِۚ
٣٩
O hâlde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tespih et.
اِصْلَوْهَا
فَاصْبِرُٓوا
اَوْ
لَا
تَصْبِرُواۚ
سَوَٓاءٌ
عَلَيْكُمْۜ
اِنَّمَا
تُجْزَوْنَ
مَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
١٦
“Girin oraya. İster dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yapmakta olduğunuzun karşılığı veriliyor.”
وَاصْبِرْ
لِحُكْمِ
رَبِّكَ
فَاِنَّكَ
بِاَعْيُنِنَا
وَسَبِّـحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
ح۪ينَ
تَقُومُۙ
٤٨
Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığında Rabbini hamd ile tespih et.
اِنَّا
مُرْسِلُوا
النَّاقَةِ
فِتْنَةً
لَهُمْ
فَارْتَقِبْهُمْ
وَاصْطَبِرْۘ
٢٧
وَنَبِّئْهُمْ
اَنَّ
الْمَٓاءَ
قِسْمَةٌ
بَيْنَهُمْۚ
كُلُّ
شِرْبٍ
مُحْتَضَرٌ
٢٨
(Salih’e şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.” “Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun.”
فَاصْبِرْ
لِحُكْمِ
رَبِّكَ
وَلَا
تَكُنْ
كَصَاحِبِ
الْحُوتِۢ
اِذْ
نَادٰى
وَهُوَ
مَكْظُومٌۜ
٤٨
Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.
فَاصْبِرْ
صَبْراً
جَم۪يلاً
٥
(Ey Muhammed!) Sen güzel bir şekilde sabret.
وَاصْبِرْ
عَلٰى
مَا
يَقُولُونَ
وَاهْجُرْهُمْ
هَجْراً
جَم۪يلاً
١٠
Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.
وَلِرَبِّكَ
فَاصْبِرْۜ
٧
Rabbinin rızasına ermek için sabret.
وَجَزٰيهُمْ
بِمَا
صَبَرُوا
جَنَّةً
وَحَر۪يراًۙ
١٢
Sabretmelerine karşılık da onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükâfatlandırır.
فَاصْبِرْ
لِحُكْمِ
رَبِّكَ
وَلَا
تُطِعْ
مِنْهُمْ
اٰثِماً
اَوْ
كَفُوراًۚ
٢٤
O hâlde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre itaat etme.
ثُمَّ
كَانَ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَتَوَاصَوْا
بِالصَّبْرِ
وَتَوَاصَوْا
بِالْمَرْحَمَةِۜ
١٧
17,18. Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.
وَالْعَصْرِۙ
١
اِنَّ
الْاِنْسَانَ
لَف۪ي
خُسْرٍۙ
٢
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
وَتَوَاصَوْا
بِالْحَقِّ
وَتَوَاصَوْا
بِالصَّبْرِ
٣
1,2. Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).