اٰلِ عِمْرٰنَ
Âl-i İmrân Sûresi
اَللّٰهُ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۙ
الْحَيُّ
الْقَيُّومُۜ
٢
(A)llâhu lâ ilâhe illâ huve-lhayyu-lkayyûm(u)
Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. Diridir, kayyumdur.
نَزَّلَ
عَلَيْكَ
الْكِتَابَ
بِالْحَقِّ
مُصَدِّقاً
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِ
وَاَنْزَلَ
التَّوْرٰيةَ
وَالْاِنْج۪يلَۙ
٣
Nezzele ‘aleyke-lkitâbe bilhakki musaddikan limâ beyne yedeyhi veenzele-ttevrâte vel-incîl(e)
O, sana Kitab'ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat'ı ve İncil'i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti.Furkan'ı da indirdi. Şüphesiz, Allah'ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
مِنْ
قَبْلُ
هُدًى
لِلنَّاسِ
وَاَنْزَلَ
الْفُرْقَانَۜ
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
لَهُمْ
عَذَابٌ
شَد۪يدٌۜ
وَاللّٰهُ
عَز۪يزٌ
ذُوانْتِقَامٍ
٤
Min kablu huden linnâsi veenzele-lfurkân(e)(k) inne-lleżîne keferû bi-âyâti(A)llâhi lehum ‘ażâbun şedîd(un)(k) va(A)llâhu ‘azîzun żû-ntikâm(in)
O, sana Kitab'ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat'ı ve İncil'i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti.Furkan'ı da indirdi. Şüphesiz, Allah'ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَخْفٰى
عَلَيْهِ
شَيْءٌ
فِي
الْاَرْضِ
وَلَا
فِي
السَّمَٓاءِۜ
٥
İnna(A)llâhe lâ yaḣfâ ‘aleyhi şey-un fî-l-ardi velâ fî-ssemâ/-(i)
Şüphesiz yerde ve gökte Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz.
هُوَ
الَّذ۪ي
يُصَوِّرُكُمْ
فِي
الْاَرْحَامِ
كَيْفَ
يَشَٓاءُۜ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
٦
Huve-lleżî yusavvirukum fî-l-erhâmi keyfe yeşâ(u)(c) lâ ilâhe illâ huve-l’azîzu-lhakîm(u)
O, sizi rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. Ondan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
هُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْزَلَ
عَلَيْكَ
الْكِتَابَ
مِنْهُ
اٰيَاتٌ
مُحْكَمَاتٌ
هُنَّ
اُمُّ
الْكِتَابِ
وَاُخَرُ
مُتَشَابِهَاتٌۜ
فَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
ف۪ي
قُلُوبِهِمْ
زَيْغٌ
فَيَتَّبِعُونَ
مَا
تَشَابَهَ
مِنْهُ
ابْتِغَٓاءَ
الْفِتْنَةِ
وَابْتِغَٓاءَ
تَأْو۪يلِه۪ۚ
وَمَا
يَعْلَمُ
تَأْو۪يلَهُٓ
اِلَّا
اللّٰهُۢ
وَالرَّاسِخُونَ
فِي
الْعِلْمِ
يَقُولُونَ
اٰمَنَّا
بِه۪ۙ
كُلٌّ
مِنْ
عِنْدِ
رَبِّنَاۚ
وَمَا
يَذَّكَّرُ
اِلَّٓا
اُو۬لُوا
الْاَلْبَابِ
٧
Huve-lleżî enzele ‘aleyke-lkitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu-lkitâbi veuḣaru muteşâbihât(un)(s) feemmâ-lleżîne fî kulûbihim zeyġun feyettebi’ûne mâ teşâbehe minhu-btiġâe-lfitneti vebtiġâe te/vîlih(i)(k) vemâ ya’lemu te/vîlehu illa(A)llâh(u)(k) ve-rrâsiḣûne fî-l’ilmi yekûlûne âmennâ bihi kullun min ‘indi rabbinâ(k) vemâ yeżżekkeru illâ ulû-l-elbâb(i)
O, sana Kitab'ı indirendir. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır" derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
رَبَّنَا
لَا
تُزِغْ
قُلُوبَنَا
بَعْدَ
اِذْ
هَدَيْتَنَا
وَهَبْ
لَنَا
مِنْ
لَدُنْكَ
رَحْمَةًۚ
اِنَّكَ
اَنْتَ
الْوَهَّابُ
٨
Rabbenâ lâ tuziġ kulûbenâ ba’de iż hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahme(ten)(c) inneke ente-lvehhâb(u)
(Onlar şöyle yakarırlar): "Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin."
رَبَّنَٓا
اِنَّكَ
جَامِعُ
النَّاسِ
لِيَوْمٍ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُخْلِفُ
الْم۪يعَادَ۟
٩
Rabbenâ inneke câmi’u-nnâsi liyevmin lâ raybe fîh(i)(c) inna(A)llâhe lâ yuḣlifu-lmî’âd(e)
"Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va'dinden dönmez.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَنْ
تُغْنِيَ
عَنْهُمْ
اَمْوَالُهُمْ
وَلَٓا
اَوْلَادُهُمْ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاًۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمْ
وَقُودُ
النَّارِۙ
١٠
İnne-lleżîne keferû len tuġniye ‘anhum emvâluhum velâ evlâduhum mina(A)llâhi şey-â(en)(s) veulâ-ike hum vekûdu-nnâr(i)
Şüphesiz, inkar edenlere, ne malları, ne de evlatları Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamaz. Onlar ateşin yakıtıdırlar.
كَدَأْبِ
اٰلِ
فِرْعَوْنَۙ
وَالَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۜ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَاۚ
فَاَخَذَهُمُ
اللّٰهُ
بِذُنُوبِهِمْۜ
وَاللّٰهُ
شَد۪يدُ
الْعِقَابِ
١١
Kede/bi âli fir’avne velleżîne min kablihim(c) keżżebû bi-âyâtinâ feaḣażehumu(A)llâhu biżunûbihim(c) va(A)llâhu şedîdu-l’ikâb(i)
(Bunların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir: Âyetlerimizi yalanladılar. Allah da onları günahlarıyla yakaladı. Allah azabı çok şiddetli olandır.
قُلْ
لِلَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
سَتُغْلَبُونَ
وَتُحْشَرُونَ
اِلٰى
جَهَنَّمَۜ
وَبِئْسَ
الْمِهَادُ
١٢
Kul lilleżîne keferû setuġlebûne vetuhşerûne ilâ cehennem(e)(c) vebi/se-lmihâd(u)
İnkar edenlere de ki: "Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!"
قَدْ
كَانَ
لَكُمْ
اٰيَةٌ
ف۪ي
فِئَتَيْنِ
الْتَقَتَاۜ
فِئَةٌ
تُقَاتِلُ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَاُخْرٰى
كَافِرَةٌ
يَرَوْنَهُمْ
مِثْلَيْهِمْ
رَأْيَ
الْعَيْنِۜ
وَاللّٰهُ
يُؤَيِّدُ
بِنَصْرِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَعِبْرَةً
لِاُو۬لِي
الْاَبْصَارِ
١٣
Kad kâne lekum âyetun fî fi-eteyni-ltekatâ(s) fi-etun tukâtilu fî sebîli(A)llâhi ve uḣrâ kâfiratun yeravnehum miśleyhim ra/ye-l’ayn(i)(c) va(A)llâhu yu-eyyidu binasrihi men yeşâ(u)(k) inne fî żâlike le’ibraten li-ulî-l-ebsâr(i)
Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.
زُيِّنَ
لِلنَّاسِ
حُبُّ
الشَّهَوَاتِ
مِنَ
النِّسَٓاءِ
وَالْبَن۪ينَ
وَالْقَنَاط۪يرِ
الْمُقَنْطَرَةِ
مِنَ
الذَّهَبِ
وَالْفِضَّةِ
وَالْخَيْلِ
الْمُسَوَّمَةِ
وَالْاَنْعَامِ
وَالْحَرْثِۜ
ذٰلِكَ
مَتَاعُ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَاۚ
وَاللّٰهُ
عِنْدَهُ
حُسْنُ
الْمَاٰبِ
١٤
Zuyyine linnâsi hubbu-şşehevâti mine-nnisâ-i velbenîne velkanâtîri-lmukantarati mine-żżehebi velfiddati velḣayli-lmusevvemeti vel-en’âmi velharś(i)(k) żâlike metâ’u-lhayâti-ddunyâ(s) va(A)llâhu ‘indehu husnu-lmeâb(i)
Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır.
قُلْ
اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ
بِخَيْرٍ
مِنْ
ذٰلِكُمْۜ
لِلَّذ۪ينَ
اتَّقَوْا
عِنْدَ
رَبِّهِمْ
جَنَّاتٌ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَا
وَاَزْوَاجٌ
مُطَهَّرَةٌ
وَرِضْوَانٌ
مِنَ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
بَص۪يرٌ
بِالْعِبَادِۚ
١٥
Kul eunebbi-ukum biḣayrin min żâlikum(c) lilleżîne-ttekav ‘inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ veezvâcun mutahheratun veridvânun mina(A)llâh(i)(k) va(A)llâhu basîrun bil’ibâd(i)
De ki: "Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah, kullarını hakkıyla görendir.
اَلَّذ۪ينَ
يَقُولُونَ
رَبَّنَٓا
اِنَّـنَٓا
اٰمَنَّا
فَاغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا
وَقِنَا
عَذَابَ
النَّارِۚ
١٦
Elleżîne yekûlûne rabbenâ innenâ âmennâ faġfir lenâ żunûbenâ vekinâ ‘ażâbe-nnâr(i)
(Bunlar), "Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru" diyenler,Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah'tan) bağışlanma dileyenlerdir.
اَلصَّابِر۪ينَ
وَالصَّادِق۪ينَ
وَالْقَانِت۪ينَ
وَالْمُنْفِق۪ينَ
وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ
بِالْاَسْحَارِ
١٧
Essâbirîne ve-ssâdikîne velkânitîne velmunfikîne velmustaġfirîne bil-eshâr(i)
(Bunlar), "Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru" diyenler,Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah'tan) bağışlanma dileyenlerdir.
شَهِدَ
اللّٰهُ
اَنَّهُ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۙ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
وَاُو۬لُوا
الْعِلْمِ
قَٓائِماً
بِالْقِسْطِۜ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُۜ
١٨
şehida(A)llâhu ennehu lâ ilâhe illâ huve velmelâ-iketu veulû-l’ilmi kâ-imen bilkist(i)(c) lâ ilâhe illâ huve-l’azîzu-lhakîm(u)
Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilah olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. Ondan başka ilah yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
اِنَّ
الدّ۪ينَ
عِنْدَ
اللّٰهِ
الْاِسْلَامُ۠
وَمَا
اخْتَلَفَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
اِلَّا
مِنْ
بَعْدِ
مَا
جَٓاءَهُمُ
الْعِلْمُ
بَغْياً
بَيْنَهُمْۜ
وَمَنْ
يَكْفُرْ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
سَر۪يعُ
الْحِسَابِ
١٩
İnne-ddîne ‘inda(A)llâhi-l-islâm(u)(k) vemâ-ḣtelefe-lleżîne ûtû-lkitâbe illâ min ba’di mâ câehumu-l’ilmu baġyen beynehum(k) vemen yekfur bi-âyâti(A)llâhi fe-inna(A)llâhe serî’u-lhisâb(i)
Şüphesiz Allah katında din İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.
فَاِنْ
حَٓاجُّوكَ
فَقُلْ
اَسْلَمْتُ
وَجْهِيَ
لِلّٰهِ
وَمَنِ
اتَّـبَعَنِۜ
وَقُلْ
لِلَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
وَالْاُمِّيّ۪نَ
ءَاَسْلَمْتُمْۜ
فَاِنْ
اَسْلَمُوا
فَقَدِ
اهْتَدَوْاۚ
وَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَاِنَّمَا
عَلَيْكَ
الْبَلَاغُۜ
وَاللّٰهُ
بَص۪يرٌ
بِالْعِبَادِ۟
٢٠
Fe-in hâccûke fekul eslemtu vechiye li(A)llâhi vemeni-ttebe’an(i)(k) vekul lilleżîne ûtû-lkitâbe vel-ummiyyîne eeslemtum(c) fe-in eslemû fekadi-htedev(s) ve-in tevellev fe-innemâ ‘aleyke-lbelâġ(u)(k) va(A)llâhu basîrun bil’ibâd(i)
Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a teslim ettim." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kullarını hakkıyla görendir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يَكْفُرُونَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
وَيَقْتُلُونَ
النَّبِيّ۪نَ
بِغَيْرِ
حَقٍّۙ
وَيَقْتُلُونَ
الَّذ۪ينَ
يَأْمُرُونَ
بِالْقِسْطِ
مِنَ
النَّاسِۙ
فَبَشِّرْهُمْ
بِعَذَابٍ
اَل۪يمٍ
٢١
İnne-lleżîne yekfurûne bi-âyâti(A)llâhi veyaktulûne-nnebiyyîne biġayri hakkin veyaktulûne-lleżîne ye/murûne bilkisti mine-nnâsi febeşşirhum bi’ażâbin elîm(in)
Allah'ın âyetlerini inkar edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele.
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
حَبِطَتْ
اَعْمَالُهُمْ
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِۘ
وَمَا
لَهُمْ
مِنْ
نَاصِر۪ينَ
٢٢
Ulâ-ike-lleżîne habitat a’mâluhum fî-ddunyâ vel-âḣirati vemâ lehum min nâsirîn(e)
Onlar, amelleri, dünyada da, ahirette de boşa gitmiş kimselerdir. Onların hiç yardımcıları da yoktur.
اَلَمْ
تَرَ
اِلَى
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
نَص۪يباً
مِنَ
الْكِتَابِ
يُدْعَوْنَ
اِلٰى
كِتَابِ
اللّٰهِ
لِيَحْكُمَ
بَيْنَهُمْ
ثُمَّ
يَتَوَلّٰى
فَر۪يقٌ
مِنْهُمْ
وَهُمْ
مُعْرِضُونَ
٢٣
Elem tera ilâ-lleżîne ûtû nasîben mine-lkitâbi yud’avne ilâ kitâbi(A)llâhi liyahkume beynehum śumme yetevellâ ferîkun minhum vehum mu’ridûn(e)
Kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanlara baksana, aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar da, içlerinden bir grup yüz çevirip gerisin geri gidiyor.
ذٰلِكَ
بِاَنَّهُمْ
قَالُوا
لَنْ
تَمَسَّنَا
النَّارُ
اِلَّٓا
اَيَّاماً
مَعْدُودَاتٍۖ
وَغَرَّهُمْ
ف۪ي
د۪ينِهِمْ
مَا
كَانُوا
يَفْتَرُونَ
٢٤
Żâlike bi-ennehum kâlû len temessenâ-nnâru illâ eyyâmen ma’dûdât(in)(s) veġarrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(e)
Onların bu tutumu “Sayılı günler dışında bize ateş asla dokunmayacak” demelerinden ötürüdür. Uydura geldikleri yalanlar dinleri hakkında kendilerini yanıltmaktadır.
فَكَيْفَ
اِذَا
جَمَعْنَاهُمْ
لِيَوْمٍ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِ
وَوُفِّيَتْ
كُلُّ
نَفْسٍ
مَا
كَسَبَتْ
وَهُمْ
لَا
يُظْلَمُونَ
٢٥
Fekeyfe iżâ cema’nâhum liyevmin lâ raybe fîhi vevuffiyet kullu nefsin mâ kesebet vehum lâ yuzlemûn(e)
Peki onları geleceğinde kuşku bulunmayan bir gün için topladığımızda ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese hak ettiği tastamam verildiğinde halleri nice olacak!
قُلِ
اللّٰهُمَّ
مَالِكَ
الْمُلْكِ
تُؤْتِي
الْمُلْكَ
مَنْ
تَشَٓاءُ
وَتَنْزِعُ
الْمُلْكَ
مِمَّنْ
تَشَٓاءُۘ
وَتُعِزُّ
مَنْ
تَشَٓاءُ
وَتُذِلُّ
مَنْ
تَشَٓاءُۜ
بِيَدِكَ
الْخَيْرُۜ
اِنَّكَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٢٦
Kuli(A)llâhumme mâlike-lmulki tu/tî-lmulke men teşâu vetenzi’u-lmulke mimmen teşâu vetu’izzu men teşâu vetużillu men teşâ(u)(s) biyedike-lḣayr(u)(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
De ki: “Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin.”
تُولِجُ
الَّيْلَ
فِي
النَّهَارِ
وَتُولِجُ
النَّهَارَ
فِي
الَّيْلِۘ
وَتُخْرِجُ
الْحَيَّ
مِنَ
الْمَيِّتِ
وَتُخْرِجُ
الْمَيِّتَ
مِنَ
الْحَيِّۘ
وَتَرْزُقُ
مَنْ
تَشَٓاءُ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ
٢٧
Tûlicu-lleyle fî-nnehâri vetûlicu-nnehâra fî-lleyl(i)(s) vetuḣricu-lhayye mine-lmeyyiti vetuḣricu-lmeyyite mine-lhayy(i)(s) veterzuku men teşâu biġayri hisâb(in)
“Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın ve dilediğine sayısız rızık verirsin.”
لَا
يَتَّخِذِ
الْمُؤْمِنُونَ
الْكَافِر۪ينَ
اَوْلِيَٓاءَ
مِنْ
دُونِ
الْمُؤْمِن۪ينَۚ
وَمَنْ
يَفْعَلْ
ذٰلِكَ
فَلَيْسَ
مِنَ
اللّٰهِ
ف۪ي
شَيْءٍ
اِلَّٓا
اَنْ
تَتَّقُوا
مِنْهُمْ
تُقٰيةًۜ
وَيُحَذِّرُكُمُ
اللّٰهُ
نَفْسَهُۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
الْمَص۪يرُ
٢٨
Lâ yetteḣiżi-lmu/minûne-lkâfirîne evliyâe min dûni-lmu/minîn(e)(s) vemen yef’al żâlike feleyse mina(A)llâhi fî şey-in illâ en tettekû minhum tukâ(ten)(k) veyuhażżirukumu(A)llâhu nefseh(u)(k) ve-ila(A)llâhi-lmasîr(u)
Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık Allah’la olan bağını koparmış demektir. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Sonunda dönüş Allah’adır.
قُلْ
اِنْ
تُخْفُوا
مَا
ف۪ي
صُدُورِكُمْ
اَوْ
تُبْدُوهُ
يَعْلَمْهُ
اللّٰهُۜ
وَيَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٢٩
Kul in tuḣfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhu(A)llâh(u)(k) veya’lemu mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)(k) va(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
De ki: “İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir; göklerde olanları da yerde olanları da bilir. Allah her şeye kādirdir.”
يَوْمَ
تَجِدُ
كُلُّ
نَفْسٍ
مَا
عَمِلَتْ
مِنْ
خَيْرٍ
مُحْضَراًۚۛ
وَمَا
عَمِلَتْ
مِنْ
سُٓوءٍۚۛ
تَوَدُّ
لَوْ
اَنَّ
بَيْنَهَا
وَبَيْنَهُٓ
اَمَداً
بَع۪يداًۜ
وَيُحَذِّرُكُمُ
اللّٰهُ
نَفْسَهُۜ
وَاللّٰهُ
رَؤُ۫فٌ
بِالْعِبَادِ۟
٣٠
Yevme tecidu kullu nefsin mâ ‘amilet min ḣayrin muhdaran vemâ ‘amilet min sû-in teveddu lev enne beynehâ vebeynehu emeden ba’îdâ(en)(k) veyuhażżirukumu(A)llâhu nefseh(u)(k) va(A)llâhu raûfun bil’ibâd(i)
Herkesin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Allah kullarını çok esirgeyicidir.
قُلْ
اِنْ
كُنْتُمْ
تُحِبُّونَ
اللّٰهَ
فَاتَّبِعُون۪ي
يُحْبِبْكُمُ
اللّٰهُ
وَيَغْفِرْ
لَكُمْ
ذُنُوبَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٣١
Kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyaġfir lekum żunûbekum(k) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)
De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."
قُلْ
اَط۪يعُوا
اللّٰهَ
وَالرَّسُولَۚ
فَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَاِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُحِبُّ
الْكَافِر۪ينَ
٣٢
Kul atî’û(A)llâhe ve-rrasûl(e)(s) fe-in tevellev fe-inna(A)llâhe lâ yuhibbu-lkâfirîn(e)
De ki: "Allah'a ve Peygamber'e itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kafirleri sevmez.
اِنَّ
اللّٰهَ
اصْطَفٰٓى
اٰدَمَ
وَنُوحاً
وَاٰلَ
اِبْرٰه۪يمَ
وَاٰلَ
عِمْرٰنَ
عَلَى
الْعَالَم۪ينَۙ
٣٣
İnna(A)llâhe-stafâ âdeme venûhan veâle ibrâhîme veâle ‘imrâne ‘alâ-l’âlemîn(e)
Şüphesiz, Allah, Adem'i, Nûh'u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı.Allah her şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
ذُرِّيَّةً
بَعْضُهَا
مِنْ
بَعْضٍۜ
وَاللّٰهُ
سَم۪يعٌ
عَل۪يمٌۚ
٣٤
Żurriyyeten ba’duhâ min ba’d(in)(k) va(A)llâhu semî’un ‘alîm(un)
Şüphesiz, Allah, Adem'i, Nûh'u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı.Allah her şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
اِذْ
قَالَتِ
امْرَاَتُ
عِمْرٰنَ
رَبِّ
اِنّ۪ي
نَذَرْتُ
لَكَ
مَا
ف۪ي
بَطْن۪ي
مُحَرَّراً
فَتَقَبَّلْ
مِنّ۪يۚ
اِنَّكَ
اَنْتَ
السَّم۪يعُ
الْعَل۪يمُ
٣٥
İż kâleti-mraetu ‘imrâne rabbi innî neżertu leke mâ fî batnî muharraran fetekabbel minnî(s) inneke ente-ssemî’u-l’alîm(u)
Hani, İmran'ın karısı, "Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin" demişti.
فَلَمَّا
وَضَعَتْهَا
قَالَتْ
رَبِّ
اِنّ۪ي
وَضَعْتُهَٓا
اُنْثٰىۜ
وَاللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِمَا
وَضَعَتْۜ
وَلَيْسَ
الذَّكَرُ
كَالْاُنْثٰىۚ
وَاِنّ۪ي
سَمَّيْتُهَا
مَرْيَمَ
وَاِنّ۪ٓي
اُع۪يذُهَا
بِكَ
وَذُرِّيَّتَهَا
مِنَ
الشَّيْطَانِ
الرَّج۪يمِ
٣٦
Felemmâ veda’at-hâ kâlet rabbi innî veda’tuhâ unśâ va(A)llâhu a’lemu bimâ veda’at veleyse-żżekeru kelunśâ(s) ve-innî semmeytuhâ meryeme ve-innî u’îżuhâ bike veżurriyyetehâ mine-şşeytâni-rracîm(i)
Onu doğurunca, "Rabbim!" dedi, "Onu kız doğurdum." -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilir- "Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum."
فَتَقَبَّلَهَا
رَبُّهَا
بِقَبُولٍ
حَسَنٍ
وَاَنْبَتَهَا
نَبَاتاً
حَسَناًۙ
وَكَفَّلَهَا
زَكَرِيَّاۜ
كُلَّمَا
دَخَلَ
عَلَيْهَا
زَكَرِيَّا
الْمِحْرَابَۙ
وَجَدَ
عِنْدَهَا
رِزْقاًۚ
قَالَ
يَا
مَرْيَمُ
اَنّٰى
لَكِ
هٰذَاۜ
قَالَتْ
هُوَ
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يَرْزُقُ
مَنْ
يَشَٓاءُ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ
٣٧
Fetekabbelehâ rabbuhâ bikabûlin hasenin veenbetehâ nebâten hasenen vekeffelehâ zekeriyyâ(s) kullemâ deḣale ‘aleyhâ zekeriyyâ-lmihrâbe vecede ‘indehâ rizkâ(an)(s) kâle yâ meryemu ennâ leki hâżâ(s) kâlet huve min ‘indi(A)llâh(i)(s) inna(A)llâhe yerzuku men yeşâu biġayri hisâb(in)
Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya'yı da onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. "Meryem, Bu sana nereden geldi?" derdi. O da "Bu, Allah katından" diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
هُنَالِكَ
دَعَا
زَكَرِيَّا
رَبَّهُۚ
قَالَ
رَبِّ
هَبْ
ل۪ي
مِنْ
لَدُنْكَ
ذُرِّيَّةً
طَيِّبَةًۚ
اِنَّكَ
سَم۪يعُ
الدُّعَٓاءِ
٣٨
Hunâlike de’â zekeriyyâ rabbeh(u)(s) kâle rabbi heb lî min ledunke żurriyyeten tayyibe(ten)(s) inneke semî’u-ddu’â/-(i)
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin" dedi.
فَنَادَتْهُ
الْمَلٰٓئِكَةُ
وَهُوَ
قَٓائِمٌ
يُصَلّ۪ي
فِي
الْمِحْرَابِۙ
اَنَّ
اللّٰهَ
يُبَشِّرُكَ
بِيَحْيٰى
مُصَدِّقاً
بِكَلِمَةٍ
مِنَ
اللّٰهِ
وَسَيِّداً
وَحَصُوراً
وَنَبِياًّ
مِنَ
الصَّالِح۪ينَ
٣٩
Fenâdet-hu-lmelâ-iketu vehuve kâ-imun yusallî fî-lmihrâbi enna(A)llâhe yubeşşiruke biyahyâ musaddikan bikelimetin mina(A)llâhi veseyyiden vehasûran venebiyyen mine-ssâlihîn(e)
Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, "Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler" diye seslendiler.
قَالَ
رَبِّ
اَنّٰى
يَكُونُ
ل۪ي
غُلَامٌ
وَقَدْ
بَلَغَنِيَ
الْكِبَرُ
وَامْرَاَت۪ي
عَاقِرٌۜ
قَالَ
كَذٰلِكَ
اللّٰهُ
يَفْعَلُ
مَا
يَشَٓاءُ
٤٠
Kâle rabbi ennâ yekûnu lî ġulâmun vekad belaġaniye-lkiberu vemraetî ‘âkir(un)(s) kâle keżâlika(A)llâhu yef’alu mâ yeşâ/(u)
Zekeriya, "Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?" dedi. Allah, "Öyledir, ama Allah dilediğini yapar" dedi.
قَالَ
رَبِّ
اجْعَلْ
ل۪ٓي
اٰيَةًۜ
قَالَ
اٰيَتُكَ
اَلَّا
تُكَلِّمَ
النَّاسَ
ثَلٰثَةَ
اَيَّامٍ
اِلَّا
رَمْزاًۜ
وَاذْكُرْ
رَبَّكَ
كَث۪يراً
وَسَبِّـحْ
بِالْعَشِيِّ
وَالْاِبْكَارِ۟
٤١
Kâle rabbi-c’al lî âye(ten)(s) kâle âyetuke ellâ tukellime-nnâse śelâśete eyyâmin illâ ramzâ(en)(k) veżkur rabbeke keśîran vesebbih bil’aşiyyi vel-ibkâr(i)
Zekeriya, "Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver" dedi. Allah da şöyle dedi: "Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et."
وَاِذْ
قَالَتِ
الْمَلٰٓئِكَةُ
يَا
مَرْيَمُ
اِنَّ
اللّٰهَ
اصْطَفٰيكِ
وَطَهَّرَكِ
وَاصْطَفٰيكِ
عَلٰى
نِسَٓاءِ
الْعَالَم۪ينَ
٤٢
Ve-iż kâleti-lmelâ-iketu yâ meryemu inna(A)llâhe-stafâki vetahheraki vestafâki ‘alâ nisâ-i-l’âlemîn(e)
Hani melekler, "Ey Meryem! Allah seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı."
يَا
مَرْيَمُ
اقْنُت۪ي
لِرَبِّكِ
وَاسْجُد۪ي
وَارْكَع۪ي
مَعَ
الرَّاكِع۪ينَ
٤٣
Yâ meryemu-knutî lirabbiki vescudî verke’î me’a-rrâki’în(e)
"Ey Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve (onun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû et" demişlerdi.
ذٰلِكَ
مِنْ
اَنْـبَٓاءِ
الْغَيْبِ
نُوح۪يهِ
اِلَيْكَۜ
وَمَا
كُنْتَ
لَدَيْهِمْ
اِذْ
يُلْقُونَ
اَقْلَامَهُمْ
اَيُّهُمْ
يَكْفُلُ
مَرْيَمَۖ
وَمَا
كُنْتَ
لَدَيْهِمْ
اِذْ
يَخْتَصِمُونَ
٤٤
Żâlike min enbâ-i-lġaybi nûhîhi ileyk(e)(c) vemâ kunte ledeyhim iż yulkûne aklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme vemâ kunte ledeyhim iż yaḣtasimûn(e)
(Ey Muhammed!) Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu konuda) tartışırlarken de yanlarında değildin.
اِذْ
قَالَتِ
الْمَلٰٓئِكَةُ
يَا مَرْيَمُ
اِنَّ
اللّٰهَ
يُبَشِّرُكِ
بِكَلِمَةٍ
مِنْهُۗ
اِسْمُهُ
الْمَس۪يحُ
ع۪يسَى
ابْنُ
مَرْيَمَ
وَج۪يهاً
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِ
وَمِنَ
الْمُقَرَّب۪ينَۙ
٤٥
İż kâleti-lmelâ-iketu yâ meryemu inna(A)llâhe yubeşşiruki bikelimetin minhu-smuhu-lmesîhu ‘îsâ-bnu meryeme vecîhen fî-ddunyâ vel-âḣirati vemine-lmukarrabîn(e)
Hani melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryemoğlu İsa Mesih'dir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'a çok yakın olanlardandır."
وَيُكَلِّمُ
النَّاسَ
فِي
الْمَهْدِ
وَكَهْلاً
وَمِنَ
الصَّالِح۪ينَ
٤٦
Veyukellimu-nnâse fî-lmehdi vekehlen vemine-ssâlihîn(e)
"O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır."
قَالَتْ
رَبِّ
اَنّٰى
يَكُونُ
ل۪ي
وَلَدٌ
وَلَمْ
يَمْسَسْن۪ي
بَشَرٌۜ
قَالَ
كَذٰلِكِ
اللّٰهُ
يَخْلُقُ
مَا
يَشَٓاءُۜ
اِذَا
قَضٰٓى
اَمْراً
فَاِنَّمَا
يَقُولُ
لَهُ
كُنْ
فَيَكُونُ
٤٧
Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun velem yemsesnî beşer(un)(s) kâle keżâliki(A)llâhu yaḣluku mâ yeşâ(u)(c) iżâ kadâ emran fe-innemâ yekûlu lehu kun feyekûn(u)
(Meryem), "Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?" dedi. Allah, "Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir" dedi.
وَيُعَلِّمُهُ
الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ
وَالتَّوْرٰيةَ
وَالْاِنْج۪يلَۚ
٤٨
Veyu’allimuhu-lkitâbe velhikmete ve-ttevrâte vel-incîl(e)
Ve Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretecek.
وَرَسُولاً
اِلٰى
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اَنّ۪ي
قَدْ
جِئْتُكُمْ
بِاٰيَةٍ
مِنْ
رَبِّكُمْۙ
اَنّ۪ٓي
اَخْلُقُ
لَكُمْ
مِنَ
الطّ۪ينِ
كَهَيْـَٔةِ
الطَّيْرِ
فَاَنْفُخُ
ف۪يهِ
فَيَكُونُ
طَيْراً
بِاِذْنِ
اللّٰهِۚ
وَاُبْرِئُ
الْاَكْمَهَ
وَالْاَبْرَصَ
وَاُحْـيِ
الْمَوْتٰى
بِاِذْنِ
اللّٰهِۚ
وَاُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
تَأْكُلُونَ
وَمَا
تَدَّخِرُونَۙ
ف۪ي
بُيُوتِكُمْۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَةً
لَكُمْ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَۚ
٤٩
Verasûlen ilâ benî isrâ-île ennî kad ci/tukum bi-âyetin min rabbikum(s) ennî aḣluku lekum mine-ttîni kehey-eti attayri feenfuḣu fîhi feyekûnu tayran bi-iżni(A)llâh(i)(s) veubri-u-l-ekmehe vel-ebrasa veuhyî-lmevtâ bi-iżni(A)llâh(i)(s) veunebbi-ukum bimâ te/kulûne vemâ teddeḣirûne fî buyûtikum(c) inne fî żâlike leâyeten lekum in kuntum mu/minîn(e)
Allah onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü'minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır."
وَمُصَدِّقاً
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيَّ
مِنَ
التَّوْرٰيةِ
وَلِاُحِلَّ
لَكُمْ
بَعْضَ
الَّذ۪ي
حُرِّمَ
عَلَيْكُمْ
وَجِئْتُكُمْ
بِاٰيَةٍ
مِنْ
رَبِّكُمْ
فَاتَّقُوا
اللّٰهَ
وَاَط۪يعُونِ
٥٠
Vemusaddikan limâ beyne yedeyye mine-ttevrâti veli-uhille lekum ba’da-lleżî hurrime ‘aleykum(c) veci/tukum bi-âyetin min rabbikum fettekû(A)llâhe veatî’ûn(i)
"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."
اِنَّ
اللّٰهَ
رَبّ۪ي
وَرَبُّكُمْ
فَاعْبُدُوهُۜ
هٰذَا
صِرَاطٌ
مُسْتَق۪يمٌ
٥١
İnna(A)llâhe rabbî verabbukum fa’budûh(u)(k) hâżâ sirâtun mustakîm(un)
"Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse ona ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur."
فَلَمَّٓا
اَحَسَّ
ع۪يسٰى
مِنْهُمُ
الْكُفْرَ
قَالَ
مَنْ
اَنْصَار۪ٓي
اِلَى
اللّٰهِۜ
قَالَ
الْحَوَارِيُّونَ
نَحْنُ
اَنْصَارُ
اللّٰهِۚ
اٰمَنَّا
بِاللّٰهِۚ
وَاشْهَدْ
بِاَنَّا
مُسْلِمُونَ
٥٢
Felemmâ ehasse ‘îsâ minhumu-lkufra kâle men ensârî ila(A)llâh(i)(s) kâle-lhavâriyyûne nahnu ensâru(A)llâhi âmennâ bi(A)llâhi veşhed bi-ennâ muslimûn(e)
İsa onların inkarlarını sezince, "Allah yolunda yardımcılarım kim?" dedi. Havariler, "Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah'a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız" dediler.
رَبَّنَٓا
اٰمَنَّا
بِمَٓا
اَنْزَلْتَ
وَاتَّبَعْنَا
الرَّسُولَ
فَاكْتُبْنَا
مَعَ
الشَّاهِد۪ينَ
٥٣
Rabbenâ âmennâ bimâ enzelte vetteba’nâ-rrasûle fektubnâ me’a-şşâhidîn(e)
"Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber'e uyduk.Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz."
وَمَكَرُوا
وَمَكَرَ
اللّٰهُۜ
وَاللّٰهُ
خَيْرُ
الْمَاكِر۪ينَ۟
٥٤
Vemekerû vemekera(A)llâh(u)(s) va(A)llâhu ḣayru-lmâkirîn(e)
Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
اِذْ
قَالَ
اللّٰهُ
يَا
ع۪يسٰٓى
اِنّ۪ي
مُتَوَفّ۪يكَ
وَرَافِعُكَ
اِلَيَّ
وَمُطَهِّرُكَ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَجَاعِلُ
الَّذ۪ينَ
اتَّبَعُوكَ
فَوْقَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اِلٰى
يَوْمِ
الْقِيٰمَةِۚ
ثُمَّ
اِلَيَّ
مَرْجِعُكُمْ
فَاَحْكُمُ
بَيْنَكُمْ
ف۪يمَا
كُنْتُمْ
ف۪يهِ
تَخْتَلِفُونَ
٥٥
İż kâla(A)llâhu yâ ‘îsâ innî muteveffîke verâfi’uke ileyye vemutahhiruke mine-lleżîne keferû vecâ’ilu-lleżîne-ttebe’ûke fevka-lleżîne keferû ilâ yevmi-lkiyâme(ti)(s) śümme ileyye merci’ukum feahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi taḣtelifûn(e)
Hani Allah şöyle buyurmuştu: "Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim. Seni kendime yükselteceğim. Seni inkar edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim."
فَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
فَاُعَذِّبُهُمْ
عَذَاباً
شَد۪يداً
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِۘ
وَمَا
لَهُمْ
مِنْ
نَاصِر۪ينَ
٥٦
Feemmâ-lleżîne keferû feu’ażżibuhum ‘ażâben şedîden fî-ddunyâ vel-âḣirati vemâ lehum min nâsirîn(e)
"İnkar edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim. Onların hiç yardımcıları da olmayacaktır."
وَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
فَيُوَفّ۪يهِمْ
اُجُورَهُمْۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يُحِبُّ
الظَّالِم۪ينَ
٥٧
Veemmâ-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti feyuveffîhim ucûrahum(k) va(A)llâhu lâ yuhibbu-zzâlimîn(e)
"İman edip salih ameller işleyenlere gelince, Allah onların mükafatlarını tastamam verecektir. Allah zalimleri sevmez."
ذٰلِكَ
نَتْلُوهُ
عَلَيْكَ
مِنَ
الْاٰيَاتِ
وَالذِّكْرِ
الْحَك۪يمِ
٥٨
Żâlike netlûhu ‘aleyke mine-l-âyâti ve-żżikri-lhakîm(i)
(Ey Muhammed!) Bunu (bildirdiklerimizi) biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz.
اِنَّ
مَثَلَ
ع۪يسٰى
عِنْدَ
اللّٰهِ
كَمَثَلِ
اٰدَمَۜ
خَلَقَهُ
مِنْ
تُرَابٍ
ثُمَّ
قَالَ
لَهُ
كُنْ
فَيَكُونُ
٥٩
İnne meśele ‘îsâ ‘inda(A)llâhi kemeśeli âdem(e)(s) ḣalekahu min turâbin śümme kâle lehu kun feyekûn(u)
Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi. O da hemen oluverdi.
اَلْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكَ
فَلَا
تَكُنْ
مِنَ
الْمُمْتَر۪ينَ
٦٠
Elhakku min rabbike felâ tekun mine-lmumterîn(e)
Hak Rabbindendir. O halde sakın şüphe edenlerden olma.
فَمَنْ
حَٓاجَّكَ
ف۪يهِ
مِنْ
بَعْدِ
مَا
جَٓاءَكَ
مِنَ
الْعِلْمِ
فَقُلْ
تَعَالَوْا
نَدْعُ
اَبْنَٓاءَنَا
وَاَبْنَٓاءَكُمْ
وَنِسَٓاءَنَا
وَنِسَٓاءَكُمْ
وَاَنْفُسَنَا
وَاَنْفُسَكُمْ
ثُمَّ
نَبْتَهِلْ
فَنَجْعَلْ
لَعْنَتَ
اللّٰهِ
عَلَى
الْكَاذِب۪ينَ
٦١
Femen hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke mine-l’ilmi fekul te’âlev ned’u ebnâenâ veebnâekum venisâenâ venisâekum veenfusenâ veenfusekum śümme nebtehil fenec’al la’neta(A)llâhi ‘alâ-lkâżibîn(e)
Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah'ın lanetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım."
اِنَّ
هٰذَا
لَهُوَ
الْقَصَصُ
الْحَقُّۚ
وَمَا
مِنْ
اِلٰهٍ
اِلَّا
اللّٰهُۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
لَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
٦٢
İnne hâżâ lehuve-lkasasu-lhakk(u)(c) vemâ min ilâhin illa(A)llâh(u)(c) ve-inna(A)llâhe lehuve-l’azîzu-lhakîm(u)
Şüphesiz bu (İsa hakkındaki) gerçek kıssadır. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
فَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَاِنَّ
اللّٰهَ
عَل۪يمٌ
بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
٦٣
Fe-in tevellev fe-inna(A)llâhe ‘alîmun bilmufsidîn(e)
Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları çok iyi bilir.
قُلْ
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
تَعَالَوْا
اِلٰى
كَلِمَةٍ
سَوَٓاءٍ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَكُمْ
اَلَّا
نَعْبُدَ
اِلَّا
اللّٰهَ
وَلَا
نُشْرِكَ
بِه۪
شَيْـٔاً
وَلَا يَتَّخِذَ
بَعْضُنَا
بَعْضاً
اَرْبَاباً
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
فَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَقُولُوا
اشْهَدُوا
بِاَنَّا
مُسْلِمُونَ
٦٤
Kul yâ ehle-lkitâbi te’âlev ilâ kelimetin sevâ-in beynenâ vebeynekum ellâ na’bude illa(A)llâhe velâ nuşrike bihi şey-en velâ yettaḣiże ba’dunâ ba’dan arbâben min dûni(A)llâh(i)(c) fe-in tevellev fekûlû-şhedû bi-ennâ muslimûn(e)
De ki: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin." Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun, biz müslümanlarız."
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
لِمَ
تُحَٓاجُّونَ
ف۪ٓي
اِبْرٰه۪يمَ
وَمَٓا
اُنْزِلَتِ
التَّوْرٰيةُ
وَالْاِنْج۪يلُ
اِلَّا
مِنْ
بَعْدِه۪ۜ
اَفَلَا
تَعْقِلُونَ
٦٥
Yâ ehle-lkitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme vemâ unzileti-ttevrâtu vel-incîlu illâ min ba’dih(i)(c) efelâ ta’kilûn(e)
Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?
هَٓا
اَنْتُمْ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
حَاجَجْتُمْ
ف۪يمَا
لَكُمْ
بِه۪
عِلْمٌ
فَلِمَ
تُحَٓاجُّونَ
ف۪يمَا
لَيْسَ
لَكُمْ
بِه۪
عِلْمٌۜ
وَاللّٰهُ
يَعْلَمُ
وَاَنْتُمْ
لَا
تَعْلَمُونَ
٦٦
Hâ entum hâulâ-i hâcectum fîmâ lekum bihi ‘ilmun felime tuhâccûne fîmâ leyse lekum bihi ‘ilm(un)(c) va(A)llâhu ya’lemu veentum lâ ta’lemûn(e)
İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.
مَا
كَانَ
اِبْرٰه۪يمُ
يَهُودِياًّ
وَلَا
نَصْرَانِياًّ
وَلٰكِنْ
كَانَ
حَن۪يفاً
مُسْلِماًۜ
وَمَا
كَانَ
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَ
٦٧
Mâ kâne ibrâhîmu yehûdiyyen velâ nasrâniyyen velâkin kâne hanîfen muslimen vemâ kâne mine-lmuşrikîn(e)
İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi.
اِنَّ
اَوْلَى
النَّاسِ
بِاِبْرٰه۪يمَ
لَلَّذ۪ينَ
اتَّبَعُوهُ
وَهٰذَا
النَّبِيُّ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُواۜ
وَاللّٰهُ
وَلِيُّ
الْمُؤْمِن۪ينَ
٦٨
İnne evlâ-nnâsi bi-ibrâhîme lelleżîne-ttebe’ûhu vehâżâ-nnebiyyu velleżîne âmenû(k) va(A)llâhu veliyyu-lmu/minîn(e)
Şüphesiz, insanların İbrahim'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur.
وَدَّتْ
طَٓائِفَةٌ
مِنْ
اَهْلِ
الْكِتَابِ
لَوْ
يُضِلُّونَكُمْۜ
وَمَا
يُضِلُّونَ
اِلَّٓا
اَنْفُسَهُمْ
وَمَا
يَشْعُرُونَ
٦٩
Veddet tâ-ifetun min ehli-lkitâbi lev yudillûnekum vemâ yudillûne illâ enfusehum vemâ yeş’urûn(e)
Kitap ehlinden bir grup sizi saptırabilmeyi çok arzu etti. Oysa sadece kendilerini saptırıyorlar, fakat farkına varmıyorlar.
يَٓا اَهْلَ
الْكِتَابِ
لِمَ
تَكْفُرُونَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
وَاَنْتُمْ
تَشْهَدُونَ
٧٠
Yâ ehle-lkitâbi lime tekfurûne bi-âyâti(A)llâhi veentum teşhedûn(e)
Ey Kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz halde, niçin Allah'ın âyetlerini inkar ediyorsunuz?
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
لِمَ
تَلْبِسُونَ
الْحَقَّ
بِالْبَاطِلِ
وَتَكْتُمُونَ
الْحَقَّ
وَاَنْتُمْ
تَعْلَمُونَ۟
٧١
Yâ ehle-lkitâbi lime telbisûne-lhakka bilbâtili vetektumûne-lhakka veentum ta’lemûn(e)
Ey Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
وَقَالَتْ
طَٓائِفَةٌ
مِنْ
اَهْلِ
الْكِتَابِ
اٰمِنُوا
بِالَّـذ۪ٓي
اُنْزِلَ
عَلَى
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَجْهَ
النَّهَارِ
وَاكْفُرُٓوا
اٰخِرَهُ
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَۚ
٧٢
Vekâlet tâ-ifetun min ehli-lkitâbi âminû billeżî unzile ‘alâ-lleżîne âmenû veche-nnehâri vekfurû âḣirahu le’allehum yerci’ûn(e)
Kitap ehlinden bir grup, "Mü'minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkar edin, belki onlar (size bakarak) dönerler" dedi.
وَلَا
تُؤْمِنُٓوا
اِلَّا
لِمَنْ
تَبِـعَ
د۪ينَكُمْۜ
قُلْ
اِنَّ
الْهُدٰى
هُدَى
اللّٰهِۙ
اَنْ
يُؤْتٰٓى
اَحَدٌ
مِثْلَ
مَٓا
اُو۫ت۪يتُمْ
اَوْ
يُحَٓاجُّوكُمْ
عِنْدَ
رَبِّكُمْۜ
قُلْ
اِنَّ
الْفَضْلَ
بِيَدِ
اللّٰهِۚ
يُؤْت۪يهِ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
وَاسِعٌ
عَل۪يمٌۚ
٧٣
Velâ tu/minû illâ limen tebi’a dînekum kul inne-lhudâ huda(A)llâhi en yu/tâ ehadun miśle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum ‘inde rabbikum(k) kul inne-lfadle biyedi(A)llâhi yu/tîhi men yeşâ(u)(k) va(A)llâhu vâsi’un ‘alîm(un)
"Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın" (dediler). De ki: "Şüphesiz hidayet, Allah'ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)?" De ki: "Lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir."
يَخْتَصُّ
بِرَحْمَتِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
ذُوالْفَضْلِ
الْعَظ۪يمِ
٧٤
Yaḣtassu birahmetihi men yeşâ(u)(k) va(A)llâhużû-lfadli-l’azîm(i)
O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah büyük lütuf sahibidir.
وَمِنْ
اَهْلِ
الْكِتَابِ
مَنْ
اِنْ
تَأْمَنْهُ
بِقِنْطَارٍ
يُؤَدِّه۪ٓ
اِلَيْكَۚ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
اِنْ
تَأْمَنْهُ
بِد۪ينَارٍ
لَا
يُؤَدِّه۪ٓ
اِلَيْكَ
اِلَّا
مَا
دُمْتَ
عَلَيْهِ
قَٓائِماًۜ
ذٰلِكَ
بِاَنَّهُمْ
قَالُوا
لَيْسَ
عَلَيْنَا
فِي
الْاُمِّيّ۪نَ
سَب۪يلٌۚ
وَيَقُولُونَ
عَلَى
اللّٰهِ
الْكَذِبَ
وَهُمْ
يَعْلَمُونَ
٧٥
Vemin ehli-lkitâbi men in te/menhu bikintârin yu-eddihi ileyke veminhum men in te/menhu bidînârin lâ yu-eddihi ileyke illâ mâ dumte ‘aleyhi kâ-imâ(en)(k) żâlike bi-ennehum kâlû leyse ‘aleynâ fî-l-ummiyyîne sebîlun veyekûlûne ‘ala(A)llâhi-lkeżibe vehum ya’lemûn(e)
Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur" demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.
بَلٰى
مَنْ
اَوْفٰى
بِعَهْدِه۪
وَاتَّقٰى
فَاِنَّ
اللّٰهَ
يُحِبُّ
الْمُتَّق۪ينَ
٧٦
Belâ men evfâ bi’ahdihi vettekâ fe-inna(A)llâhe yuhibbu-lmuttekîn(e)
Hayır! (Gerçek, onların dediği değil.) Kim sözünü yerine getirir ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يَشْتَرُونَ
بِعَهْدِ
اللّٰهِ
وَاَيْمَانِهِمْ
ثَمَناً
قَل۪يلاً
اُو۬لٰٓئِكَ
لَا
خَلَاقَ
لَهُمْ
فِي
الْاٰخِرَةِ
وَلَا
يُكَلِّمُهُمُ
اللّٰهُ
وَلَا يَنْظُرُ
اِلَيْهِمْ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
وَلَا
يُزَكّ۪يهِمْۖ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٧٧
İnne-lleżîne yeşterûne bi’ahdi(A)llâhi veeymânihim śemenen kalîlen ulâ-ike lâ ḣalâka lehum fî-l-âḣirati velâ yukellimuhumu(A)llâhu velâ yenzuru ileyhim yevme-lkiyâmeti velâ yuzekkîhim velehum ‘ażâbun elîm(un)
Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
وَاِنَّ
مِنْهُمْ
لَفَر۪يقاً
يَلْوُ۫نَ
اَلْسِنَتَهُمْ
بِالْكِتَابِ
لِتَحْسَبُوهُ
مِنَ
الْكِتَابِ
وَمَا
هُوَ
مِنَ
الْكِتَابِۚ
وَيَقُولُونَ
هُوَ
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِ
وَمَا
هُوَ
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِۚ
وَيَقُولُونَ
عَلَى
اللّٰهِ
الْكَذِبَ
وَهُمْ
يَعْلَمُونَ
٧٨
Ve-inne minhum leferîkan yelvûne elsinetehum bilkitâbi litahsebûhu mine-lkitâbi vemâ huve mine-lkitâbi veyekûlûne huve min ‘indi(A)llâhi vemâ huve min ‘indi(A)llâhi veyekûlûne ‘ala(A)llâhi-lkeżibe vehum ya’lemûn(e)
Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab'dan olmadığı halde Kitab'dan sanasınız diye (okudukları) Kitap'tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, "Bu, Allah katındandır" derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.
مَا
كَانَ
لِبَشَرٍ
اَنْ
يُؤْتِيَهُ
اللّٰهُ
الْكِتَابَ
وَالْحُكْمَ
وَالنُّبُوَّةَ
ثُمَّ
يَقُولَ
لِلنَّاسِ
كُونُوا
عِبَاداً
ل۪ي
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
وَلٰكِنْ
كُونُوا
رَبَّانِيّ۪نَ
بِمَا
كُنْتُمْ
تُعَلِّمُونَ
الْكِتَابَ
وَبِمَا
كُنْتُمْ
تَدْرُسُونَۙ
٧٩
Mâ kâne libeşerin en yu/tiyehu(A)llâhu-lkitâbe velhukme ve-nnubuvvete śümme yekûle linnâsi kûnû ‘ibâden lî min dûni(A)llâhi velâkin kûnû rabbâniyyîne bimâ kuntum tu’allimûne-lkitâbe vebimâ kuntum tedrusûn(e)
Allah'ın, kendisine Kitab'ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, "Allah'ı bırakıp bana kullar olun" demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) "Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbânîler (Allah'ın istediği örnek ve dindar kullar) olun."
وَلَا
يَأْمُرَكُمْ
اَنْ
تَتَّخِذُوا
الْمَلٰٓئِكَةَ
وَالنَّبِيّ۪نَ
اَرْبَاباًۜ
اَيَأْمُرُكُمْ
بِالْكُفْرِ
بَعْدَ
اِذْ
اَنْتُمْ
مُسْلِمُونَ۟
٨٠
Velâ ye/murakum en tetteḣiżû-lmelâ-ikete ve-nnebiyyîne erbâbâ(en)(k) eye/murukum bilkufri ba’de iż entum muslimûn(e)
Onun size, "Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin." diye emretmesi de düşünülemez. Siz müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?
وَاِذْ
اَخَذَ
اللّٰهُ
م۪يثَاقَ
النَّبِيّ۪نَ
لَـمَٓا
اٰتَيْتُكُمْ
مِنْ
كِتَابٍ
وَحِكْمَةٍ
ثُمَّ
جَٓاءَكُمْ
رَسُولٌ
مُصَدِّقٌ
لِمَا
مَعَكُمْ
لَتُؤْمِنُنَّ
بِه۪
وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ
قَالَ
ءَاَقْرَرْتُمْ
وَاَخَذْتُمْ
عَلٰى
ذٰلِكُمْ
اِصْر۪يۜ
قَالُٓوا
اَقْرَرْنَاۜ
قَالَ
فَاشْهَدُوا
وَاَنَا۬
مَعَكُمْ
مِنَ
الشَّاهِد۪ينَ
٨١
Ve-iż eḣaża(A)llâhu mîśâka-nnebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin vehikmetin śümme câekum rasûlun musaddikun limâ me’akum letu/minunne bihi veletensurunneh(u)(c) kâle eakrartum veaḣażtum ‘alâ żâlikum isrî(s) kâlû akrarnâ(c) kâle feşhedû veenâ me’akum mine-şşâhidîn(e)
Hani, Allah peygamberlerden, "Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye söz almış ve, "Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?" demişti. Onlar, "Kabul ettik" demişlerdi. Allah da, "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım" demişti.
فَمَنْ
تَوَلّٰى
بَعْدَ
ذٰلِكَ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْفَاسِقُونَ
٨٢
Femen tevellâ ba’de żâlike feulâ-ike humu-lfâsikûn(e)
Artık bundan sonra kim yüz çevirirse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.
اَفَغَيْرَ
د۪ينِ
اللّٰهِ
يَبْغُونَ
وَلَهُٓ
اَسْلَمَ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
طَوْعاً
وَكَرْهاً
وَاِلَيْهِ
يُرْجَعُونَ
٨٣
Efeġayra dîni(A)llâhi yebġûne velehu esleme men fî-ssemâvâti vel-ardi tav’en vekerhen ve-ileyhi yurce’ûn(e)
Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez ona boyun eğmişken ve ona döndürülüp götürülecekken onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?
قُلْ
اٰمَنَّا
بِاللّٰهِ
وَمَٓا
اُنْزِلَ
عَلَيْنَا
وَمَٓا
اُنْزِلَ
عَلٰٓى
اِبْرٰه۪يمَ
وَاِسْمٰع۪يلَ
وَاِسْحٰقَ
وَيَعْقُوبَ
وَالْاَسْبَاطِ
وَمَٓا
اُو۫تِيَ
مُوسٰى
وَع۪يسٰى
وَالنَّبِيُّونَ
مِنْ
رَبِّهِمْۖ
لَا
نُفَرِّقُ
بَيْنَ
اَحَدٍ
مِنْهُمْۘ
وَنَحْنُ
لَهُ
مُسْلِمُونَ
٨٤
Kul âmennâ bi(A)llâhi vemâ unzile ‘aleynâ vemâ unzile ‘alâ ibrâhîme ve-ismâ’île ve-ishâka veya’kûbe vel-esbâti vemâ ûtiye mûsâ ve’îsâ ve-nnebiyyûne min rabbihim lâ nuferriku beyne ehadin minhum venahnu lehu muslimûn(e)
De ki: "Allah'a, bize indirilene (Kur'an'a) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız."
وَمَنْ
يَبْتَغِ
غَيْرَ
الْاِسْلَامِ
د۪يناً
فَلَنْ
يُقْبَلَ
مِنْهُۚ
وَهُوَ
فِي
الْاٰخِرَةِ
مِنَ
الْخَاسِر۪ينَ
٨٥
Vemen yebteġi ġayra-l-islâmi dînen felen yukbele minhu vehuve fî-l-âḣirati mine-lḣâsirîn(e)
Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
كَيْفَ
يَهْدِي
اللّٰهُ
قَوْماً
كَفَرُوا
بَعْدَ
ا۪يمَانِهِمْ
وَشَهِدُٓوا
اَنَّ
الرَّسُولَ
حَقٌّ
وَجَٓاءَهُمُ
الْبَيِّنَاتُۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ
٨٦
Keyfe yehdi(A)llâhu kavmen keferû ba’de îmânihim veşehidû enne-rrasûle hakkun vecâehumu-lbeyyinât(u)(c) va(A)llâhu lâ yehdî-lkavme-zzâlimîn(e)
İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkar eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalim toplumu doğru yola iletmez.
اُو۬لٰٓئِكَ
جَزَٓاؤُ۬هُمْ
اَنَّ
عَلَيْهِمْ
لَعْنَةَ
اللّٰهِ
وَالْمَلٰٓئِكَةِ
وَالنَّاسِ
اَجْمَع۪ينَۙ
٨٧
Ulâ-ike cezâuhum enne ‘aleyhim la’neta(A)llâhi velmelâ-iketi ve-nnâsi ecme’în(e)
İşte onların cezası; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetinin üzerlerine olmasıdır.
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَاۚ
لَا
يُخَفَّفُ
عَنْهُمُ
الْعَذَابُ
وَلَا
هُمْ
يُنْظَرُونَۙ
٨٨
Ḣâlidîne fîhâ lâ yuḣaffefu ‘anhumu-l’ażâbu velâ hum yunzarûn(e)
Onun (lanetin) içinde ebedi kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz.
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
تَابُوا
مِنْ
بَعْدِ
ذٰلِكَ
وَاَصْلَحُوا
فَاِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٨٩
İllâ-lleżîne tâbû min ba’di żâlike veaslehû fe-inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Ancak bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
بَعْدَ
ا۪يمَانِهِمْ
ثُمَّ
ازْدَادُوا
كُفْراً
لَنْ
تُقْبَلَ
تَوْبَتُهُمْۚ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الضَّٓالُّونَ
٩٠
İnne-lleżîne keferû ba’de îmânihim śümme-zdâdû kufran len tukbele tevbetuhum veulâ-ike humu-ddâllûn(e)
Şüphesiz iman ettikten sonra inkar eden, sonra da inkarda ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَمَاتُوا
وَهُمْ
كُفَّارٌ
فَلَنْ
يُقْبَلَ
مِنْ
اَحَدِهِمْ
مِلْءُ
الْاَرْضِ
ذَهَباً
وَلَوِ
افْتَدٰى
بِه۪ۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
وَمَا
لَهُمْ
مِنْ
نَاصِر۪ينَ۟
٩١
İnne-lleżîne keferû vemâtû vehum kuffârun felen yukbele min ehadihim mil-u-l-ardi żeheben velevi-ftedâ bih(i)(k) ulâ-ike lehum ‘ażâbun elîmun vemâ lehum min nâsirîn(e)
Şüphesiz inkar edip kafir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.
لَنْ
تَنَالُوا
الْبِرَّ
حَتّٰى
تُنْفِقُوا
مِمَّا
تُحِبُّونَۜ
وَمَا
تُنْفِقُوا
مِنْ
شَيْءٍ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
بِه۪
عَل۪يمٌ
٩٢
Len tenâlû-lbirra hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(e)(c) vemâ tunfikû min şey-in fe-inna(A)llâhe bihi ‘alîm(un)
Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.
كُلُّ
الطَّعَامِ
كَانَ
حِلاًّ
لِبَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اِلَّا
مَا
حَرَّمَ
اِسْرَٓائ۪لُ
عَلٰى
نَفْسِه۪
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
تُنَزَّلَ
التَّوْرٰيةُۜ
قُلْ
فَأْتُوا
بِالتَّوْرٰيةِ
فَاتْلُوهَٓا
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٩٣
Kullu-tta’âmi kâne hillen libenî isrâ-île illâ mâharrame isrâ-îlu ‘alâ nefsihi min kabli en tunezzele-ttevrâ(tu)(k) kul fe/tû bi-ttevrâti fetlûhâ in kuntum sâdikîn(e)
Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in (Yakub'un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat'ı getirip okuyun."
فَمَنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
الْكَذِبَ
مِنْ
بَعْدِ
ذٰلِكَ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٩٤
Femeni-fterâ ‘ala(A)llâhi-lkeżibe min ba’di żâlike feulâ-ike humu-zzâlimûn(e)
Artık bundan sonra Allah'a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
قُلْ
صَدَقَ
اللّٰهُ
فَاتَّبِعُوا
مِلَّةَ
اِبْرٰه۪يمَ
حَن۪يفاًۜ
وَمَا
كَانَ
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَ
٩٥
Kul sadeka(A)llâh(u)(k) fettebi’û millete ibrâhîme hanîfen vemâ kâne mine-lmuşrikîn(e)
De ki: "Allah doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim'in dinine uyun. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi."
اِنَّ
اَوَّلَ
بَيْتٍ
وُضِعَ
لِلنَّاسِ
لَلَّذ۪ي
بِبَكَّةَ
مُبَارَكاً
وَهُدًى
لِلْعَالَم۪ينَۚ
٩٦
İnne evvele beytin vudi’a linnâsi lelleżî bibekkete mubâraken vehuden lil’âlemîn(e)
Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke'de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ'be'dir.
ف۪يهِ
اٰيَاتٌ
بَيِّنَاتٌ
مَقَامُ
اِبْرٰه۪يمَۚ
وَمَنْ
دَخَلَهُ
كَانَ
اٰمِناًۜ
وَلِلّٰهِ
عَلَى
النَّاسِ
حِجُّ
الْبَيْتِ
مَنِ
اسْتَطَاعَ
اِلَيْهِ
سَب۪يلاًۜ
وَمَنْ
كَفَرَ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
غَنِيٌّ
عَنِ
الْعَالَم۪ينَ
٩٧
Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(e)(s) vemen deḣalehu kâne âminâ(en)(k) veli(A)llâhi ‘alâ-nnâsi hiccu-lbeyti meni-stetâ’a ileyhi sebîlâ(en)(c) vemen kefera fe-inna(A)llâhe ġaniyyun ‘ani-l’âlemîn(e)
Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.)
قُلْ
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
لِمَ
تَكْفُرُونَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِۗ
وَاللّٰهُ
شَه۪يدٌ
عَلٰى
مَا
تَعْمَلُونَ
٩٨
Kul yâ ehle-lkitâbi lime tekfurûne bi-âyâti(A)llâhi va(A)llâhu şehîdun ‘alâ mâ ta’melûn(e)
De ki: "Ey kitab ehli! Allah yaptıklarınızı görüp dururken Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?"
قُلْ
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
لِمَ
تَصُدُّونَ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
مَنْ
اٰمَنَ
تَبْغُونَهَا
عِوَجاً
وَاَنْتُمْ
شُهَدَٓاءُۜ
وَمَا
اللّٰهُ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ
٩٩
Kul yâ ehle-lkitâbi lime tesuddûne ‘an sebîli(A)llâhi men âmene tebġûnehâ ‘ivecen veentum şuhedâ(u)(k) vema(A)llâhu biġâfilin ‘ammâ ta’melûn(e)
De ki: "Ey Kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah'ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اِنْ
تُط۪يعُوا
فَر۪يقاً
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
يَرُدُّوكُمْ
بَعْدَ
ا۪يمَانِكُمْ
كَافِر۪ينَ
١٠٠
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû in tutî’û ferîkan mine-lleżîne ûtû-lkitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(e)
Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.
وَكَيْفَ
تَكْفُرُونَ
وَاَنْتُمْ
تُتْلٰى
عَلَيْكُمْ
اٰيَاتُ
اللّٰهِ
وَف۪يكُمْ
رَسُولُهُۜ
وَمَنْ
يَعْتَصِمْ
بِاللّٰهِ
فَقَدْ
هُدِيَ
اِلٰى
صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ۟
١٠١
Vekeyfe tekfurûne veentum tutlâ ‘aleykum âyâtu(A)llâhi vefîkum rasûluh(u)(k) vemen ya’tesim bi(A)llâhi fekad hudiye ilâ sirâtin mustekîm(in)
Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve Allah'ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اتَّقُوا
اللّٰهَ
حَقَّ
تُقَاتِه۪
وَلَا
تَمُوتُنَّ
اِلَّا
وَاَنْتُمْ
مُسْلِمُونَ
١٠٢
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe hakka tukâtihi velâ temûtunne illâ veentum muslimûn(e)
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.
وَاعْتَصِمُوا
بِحَبْلِ
اللّٰهِ
جَم۪يعاً
وَلَا
تَفَرَّقُواۖ
وَاذْكُرُوا
نِعْمَتَ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْ
اِذْ
كُنْتُمْ
اَعْدَٓاءً
فَاَلَّفَ
بَيْنَ
قُلُوبِكُمْ
فَاَصْبَحْتُمْ
بِنِعْمَتِه۪ٓ
اِخْوَاناًۚ
وَكُنْتُمْ
عَلٰى
شَفَا
حُفْرَةٍ
مِنَ
النَّارِ
فَاَنْقَذَكُمْ
مِنْهَاۜ
كَذٰلِكَ
يُبَيِّنُ
اللّٰهُ
لَكُمْ
اٰيَاتِه۪
لَعَلَّكُمْ
تَهْتَدُونَ
١٠٣
Va’tesimû bihabli(A)llâhi cemî’an velâ teferrakû(c) veżkurû ni’meta(A)llâhi ‘aleykum iż kuntum a’dâen feellefe beyne kulûbikum feasbahtum bini’metihi iḣvânen vekuntum ‘alâ şefâhufratin mine-nnâri feenkażekum minhâ(c) keżâlike yubeyyinu(A)llâhu lekum âyâtihi le’allekum tehtedûn(e)
Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.
وَلْتَكُنْ
مِنْكُمْ
اُمَّةٌ
يَدْعُونَ
اِلَى
الْخَيْرِ
وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمُنْكَرِۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ
١٠٤
Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilâ-lḣayri veye/murûne bilma’rûfi veyenhevne ‘ani-lmunkeri veulâ-ike humu-lmuflihûn(e)
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
وَلَا تَكُونُوا
كَالَّذ۪ينَ
تَفَرَّقُوا
وَاخْتَلَفُوا
مِنْ
بَعْدِ
مَا
جَٓاءَهُمُ
الْبَيِّنَاتُۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌۙ
١٠٥
Velâ tekûnû kelleżîne teferrakû vaḣtelefû min ba’di mâ câehumu-lbeyyinât(u)(c) veulâ-ike lehum ‘ażâbun ‘azîm(un)
Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.
يَوْمَ
تَبْيَضُّ
وُجُوهٌ
وَتَسْوَدُّ
وُجُوهٌۚ
فَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
اسْوَدَّتْ
وُجُوهُهُمْ۠
اَكَفَرْتُمْ
بَعْدَ
ا۪يمَانِكُمْ
فَذُوقُوا
الْعَذَابَ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَكْفُرُونَ
١٠٦
Yevme tebyaddu vucûhun vetesveddu vucûh(un)(c) feemmâ-lleżîne-sveddet vucûhuhum ekefertum ba’de îmânikum feżûkû-l’ażâbe bimâ kuntum tekfurûn(e)
O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, "İmanınızdan sonra inkar ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkar etmenize karşılık azabı tadın" denilir.
وَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
ابْيَضَّتْ
وُجُوهُهُمْ
فَف۪ي
رَحْمَةِ
اللّٰهِۜ
هُمْ
ف۪يهَا
خَالِدُونَ
١٠٧
Veemmâ-lleżîne-byeddat vucûhuhum fefî rahmeti(A)llâhi hum fîhâ ḣâlidûn(e)
Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedi kalacaklardır.
تِلْكَ
اٰيَاتُ
اللّٰهِ
نَتْلُوهَا
عَلَيْكَ
بِالْحَقِّۜ
وَمَا
اللّٰهُ
يُر۪يدُ
ظُلْماً
لِلْعَالَم۪ينَ
١٠٨
Tilke âyâtu(A)llâhi netlûhâ ‘aleyke bilhakk(i)(k) vema(A)llâhu yurîdu zulmen lil’âlemîn(e)
İşte bunlar Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetlerdir. Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez.
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
تُرْجَعُ
الْاُمُورُ۟
١٠٩
Veli(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)(c) ve-ila(A)llâhi turce’u-l-umûr(u)
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür.
كُنْتُمْ
خَيْرَ
اُمَّةٍ
اُخْرِجَتْ
لِلنَّاسِ
تَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَتَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَتُؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِۜ
وَلَوْ
اٰمَنَ
اَهْلُ
الْكِتَابِ
لَكَانَ
خَيْراً
لَهُمْۜ
مِنْهُمُ
الْمُؤْمِنُونَ
وَاَكْثَرُهُمُ
الْفَاسِقُونَ
١١٠
Kuntum ḣayra ummetin uḣricet linnâsi te/murûne bilma’rûfi vetenhevne ‘ani-lmunkeri vetu/minûne bi(A)llâh(i)(k) velev âmene ehlu-lkitâbi lekâne ḣayran lehum(c) minhumu-lmu/minûne veekśeruhumu-lfâsikûn(e)
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.
لَنْ
يَضُرُّوكُمْ
اِلَّٓا
اَذًىۜ
وَاِنْ
يُقَاتِلُوكُمْ
يُوَلُّوكُمُ
الْاَدْبَارَ۠
ثُمَّ
لَا
يُنْصَرُونَ
١١١
Len yadurrûkum illâ eżâ(en)(c) ve-in yukâtilûkum yuvellûkumu-l-edbâra śümme lâ yunsarûn(e)
Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.
ضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ
الذِّلَّةُ
اَيْنَ
مَا
ثُقِفُٓوا
اِلَّا
بِحَبْلٍ
مِنَ
اللّٰهِ
وَحَبْلٍ
مِنَ
النَّاسِ
وَبَٓاؤُ۫
بِغَضَبٍ
مِنَ
اللّٰهِ
وَضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ
الْمَسْكَنَةُۜ
ذٰلِكَ
بِاَنَّهُمْ
كَانُوا
يَكْفُرُونَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
وَيَقْتُلُونَ
الْاَنْبِيَٓاءَ
بِغَيْرِ
حَقٍّۜ
ذٰلِكَ
بِمَا
عَصَوْا
وَكَانُوا
يَعْتَدُونَ۠
١١٢
Duribet ‘aleyhimu-żżilletu eyne mâ śukifû illâ bihablin mina(A)llâhi vehablin mine-nnâsi vebâû biġadabin mina(A)llâhi veduribet ‘aleyhimu-lmeskene(tu)(c) żâlike bi-ennehum kânû yekfurûne bi-âyâti(A)llâhi veyaktulûne-l-enbiyâe biġayri hakk(in)(c) żâlike bimâ ‘asav vekânû ya’tedûn(e)
Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ve (mü'min) insanların güvencesine sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar Allah'ın gazabına uğradılar ve yoksulluk onları kapladı. Bunun sebebi onların; Allah'ın âyetlerini inkar ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmekte ve (Allah'ın koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları idi.
لَيْسُوا
سَوَٓاءًۜ
مِنْ
اَهْلِ
الْكِتَابِ
اُمَّةٌ
قَٓائِمَةٌ
يَتْلُونَ
اٰيَاتِ
اللّٰهِ
اٰنَٓاءَ
الَّيْلِ
وَهُمْ
يَسْجُدُونَ۠
١١٣
Leysû sevâ/(en)(k) min ehli-lkitâbi ummetun kâ-imetun yetlûne âyâti(A)llâhi ânâe-lleyli vehum yescudûn(e)
Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır.
يُؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِ
وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَيُسَارِعُونَ
فِي
الْخَيْرَاتِۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
مِنَ
الصَّالِح۪ينَ
١١٤
Yu/minûne bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣiri veye/murûne bilma’rûfi veyenhevne ‘ani-lmunkeri veyusâri’ûne fî-lḣayrâti veulâ-ike mine-ssâlihîn(e)
Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.
وَمَا
يَفْعَلُوا
مِنْ
خَيْرٍ
فَلَنْ
يُكْفَرُوهُۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
بِالْمُتَّق۪ينَ
١١٥
Vemâ yef’alû min ḣayrin felen yukferûh(u)(k) va(A)llâhu ‘alîmun bilmuttekîn(e)
Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَنْ
تُغْنِيَ
عَنْهُمْ
اَمْوَالُهُمْ
وَلَٓا
اَوْلَادُهُمْ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاًۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ
اَصْحَابُ
النَّارِۚ
هُمْ
ف۪يهَا
خَالِدُونَ
١١٦
İnne-lleżîne keferû len tuġniye ‘anhum emvâluhum velâ evlâduhum mina(A)llâhi şey-â(en)(s) veulâ-ike ashâbu-nnâr(i)(c) hum fîhâ ḣâlidûn(e)
İnkar edenlerin ne malları ne evlatları, onlara Allah'a karşı bir yarar sağlar. İşte onlar cehennemliktirler. Onlar orada ebedi kalacaklardır.
مَثَلُ
مَا
يُنْفِقُونَ
ف۪ي
هٰذِهِ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَا
كَمَثَلِ
ر۪يحٍ
ف۪يهَا
صِرٌّ
اَصَابَتْ
حَرْثَ
قَوْمٍ
ظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَاَهْلَكَتْهُۜ
وَمَا
ظَلَمَهُمُ
اللّٰهُ
وَلٰكِنْ
اَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ
١١٧
Meśelu mâ yunfikûne fî hâżihi-lhayâti-ddunyâ kemeśeli rîhin fîhâ sirrun asâbet harśe kavmin zalemû enfusehum feehleket(hu)(c) vemâ zalemehumu(A)llâhu velâkin enfusehum yazlimûn(e)
Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا تَتَّخِذُوا
بِطَانَةً
مِنْ
دُونِكُمْ
لَا
يَأْلُونَكُمْ
خَبَالاًۜ
وَدُّوا
مَا
عَنِتُّمْۚ
قَدْ
بَدَتِ
الْبَغْضَٓاءُ
مِنْ
اَفْوَاهِهِمْۚ
وَمَا
تُخْف۪ي
صُدُورُهُمْ
اَكْـبَرُۜ
قَدْ
بَيَّنَّا
لَكُمُ
الْاٰيَاتِ
اِنْ
كُنْتُمْ
تَعْقِلُونَ
١١٨
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tetteḣiżû bitâneten min dûnikum lâ ye/lûnekum ḣabâlen veddû mâ ‘anittum kad bedeti-lbaġdâu min efvâhihim vemâ tuḣfî sudûruhum ekber(u)(c) kad beyyennâ lekumu al-âyât(i)(s) in kuntum ta’kilûn(e)
Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık.
هَٓا
اَنْتُمْ
اُو۬لَٓاءِ
تُحِبُّونَهُمْ
وَلَا
يُحِبُّونَكُمْ
وَتُؤْمِنُونَ
بِالْكِتَابِ
كُلِّه۪ۚ
وَاِذَا
لَقُوكُمْ
قَالُٓوا
اٰمَنَّاۗ
وَاِذَا
خَلَوْا
عَضُّوا
عَلَيْكُمُ
الْاَنَامِلَ
مِنَ
الْغَيْظِۜ
قُلْ
مُوتُوا
بِغَيْظِكُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
١١٩
Hâ entum ulâ-i tuhibbûnehum velâ yuhibbûnekum vetu/minûne bilkitâbi kullihi ve-iżâ lekûkum kâlû âmennâ ve-iżâ ḣalev ‘addû ‘aleykumu-l-enâmile mine-lġayz(i)(c) kul mûtû biġayzikum(k) inna(A)llâhe ‘alîmun biżâti-ssudûr(i)
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz halde sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden ölün!" Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.
اِنْ
تَمْسَسْكُمْ
حَسَنَةٌ
تَسُؤْهُمْۘ
وَاِنْ
تُصِبْكُمْ
سَيِّئَةٌ
يَفْرَحُوا
بِهَاۜ
وَاِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
لَا
يَضُرُّكُمْ
كَيْدُهُمْ
شَيْـٔاًۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
بِمَا
يَعْمَلُونَ
مُح۪يطٌ۟
١٢٠
İn temseskum hasenetun tesu/hum ve-in tusibkum seyyi-etun yefrahû bihâ(s) ve-in tasbirû vetettekû lâ yadurrukum keyduhum şey-â(en)(c) inna(A)llâhe bimâ ya’melûne muhît(un)
Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.
وَاِذْ
غَدَوْتَ
مِنْ
اَهْلِكَ
تُبَوِّئُ
الْمُؤْمِن۪ينَ
مَقَاعِدَ
لِلْقِتَالِۜ
وَاللّٰهُ
سَم۪يعٌ
عَل۪يمٌۙ
١٢١
Ve-iż ġadevte min ehlike tubevvi-u-lmu/minîne mekâ’ide lilkitâl(i)(k) va(A)llâhu semî’un ‘alîm(un)
Hani sen mü'minleri (Uhud'da) savaş mevzilerine yerleştirmek için, sabah erken ailenden (evinden) ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
اِذْ
هَمَّتْ
طَٓائِفَتَانِ
مِنْكُمْ
اَنْ
تَفْشَلَاۙ
وَاللّٰهُ
وَلِيُّهُمَاۜ
وَعَلَى
اللّٰهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ
١٢٢
İż hemmet tâ-ifetâni minkum en tefşelâ va(A)llâhu veliyyuhumâ(k) ve’ala(A)llâhi felyetevekkeli-lmu/minûn(e)
Hani sizden iki takım (paniğe kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü'minler, yalnız Allah'a tevekkül etsinler.
وَلَقَدْ
نَصَرَكُمُ
اللّٰهُ
بِبَدْرٍ
وَاَنْتُمْ
اَذِلَّةٌۚ
فَاتَّقُوا
اللّٰهَ
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
١٢٣
Velekad nasarakumu(A)llâhu bibedrin veentum eżille(tun)(s) fettekû(A)llâhe le’allekum teşkurûn(e)
Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir'de yardım etmişti. O halde Allah'a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
اِذْ
تَقُولُ
لِلْمُؤْمِن۪ينَ
اَلَنْ
يَكْفِيَكُمْ
اَنْ
يُمِدَّكُمْ
رَبُّكُمْ
بِثَلٰثَةِ
اٰلَافٍ
مِنَ
الْمَلٰٓئِكَةِ
مُنْزَل۪ينَۜ
١٢٤
İż tekûlu lilmu/minîne elen yekfiyekum en yumiddekum rabbukum biśelâśeti âlâfin mine-lmelâ-iketi munzelîn(e)
Hani sen mü'minlere, "Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun.
بَلٰٓىۙ
اِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
وَيَأْتُوكُمْ
مِنْ
فَوْرِهِمْ
هٰذَا
يُمْدِدْكُمْ
رَبُّكُمْ
بِخَمْسَةِ
اٰلَافٍ
مِنَ
الْمَلٰٓئِكَةِ
مُسَوِّم۪ينَ
١٢٥
Belâ(c) in tasbirû vetettekû veye/tûkum min fevrihim hâżâ yumdidkum rabbukum biḣamseti âlâfin mine-lmelâ-iketi musevvimîn(e)
Evet, sabrettiğiniz ve Allah'a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.
وَمَا
جَعَلَهُ
اللّٰهُ
اِلَّا
بُشْرٰى
لَكُمْ
وَلِتَطْمَئِنَّ
قُلُوبُكُمْ
بِه۪ۜ
وَمَا
النَّصْرُ
اِلَّا
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِ
الْعَز۪يزِ
الْحَك۪يمِۙ
١٢٦
Vemâ ce’alehu(A)llâhu illâ buşrâ lekum velitatme-inne kulûbukum bih(i)(k) vemâ-nnasru illâ min ‘indi(A)llâhi-l’azîzi-lhakîm(i)
Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır.
لِيَقْطَعَ
طَرَفاً
مِنَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اَوْ
يَكْبِتَهُمْ
فَيَنْقَلِبُوا
خَٓائِب۪ينَ
١٢٧
Liyakta’a tarafen mine-lleżîne keferû ev yekbitehum feyenkalibû ḣâ-ibîn(e)
Bir de Allah bunu, inkar edenlerden bir kısmını helak etsin veya perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye yaptı.
لَيْسَ
لَكَ
مِنَ
الْاَمْرِ
شَيْءٌ
اَوْ
يَتُوبَ
عَلَيْهِمْ
اَوْ
يُعَذِّبَهُمْ
فَاِنَّهُمْ
ظَالِمُونَ
١٢٨
Leyse leke mine-l-emri şey-un ev yetûbe ‘aleyhim ev yu’ażżibehum fe-innehum zâlimûn(e)
Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ۟
١٢٩
Veli(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)(c) yaġfiru limen yeşâu veyu’ażżibu men yeşâ(u)(c) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)
Göklerdeki her şey ve yerdeki her şey Allah'ındır. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَأْكُلُوا
الرِّبٰٓوا
اَضْعَافاً
مُضَاعَفَةًۖ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَۚ
١٣٠
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ te/kulû-rribâ ad’âfen mudâ’afe(ten)(s) vettekû(A)llâhe le’allekum tuflihûn(e)
Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
وَاتَّقُوا
النَّارَ
الَّت۪ٓي
اُعِدَّتْ
لِلْكَافِر۪ينَۚ
١٣١
Vettekû-nnâra-lletî u’iddet lilkâfirîn(e)
Kafirler için hazırlanmış ateşten sakının.
وَاَط۪يعُوا
اللّٰهَ
وَالرَّسُولَ
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَۚ
١٣٢
Veatî’û(A)llâhe ve-rrasûle le’allekum turhamûn(e)
Allah'a ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.
وَسَارِعُٓوا
اِلٰى
مَغْفِرَةٍ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَجَنَّةٍ
عَرْضُهَا
السَّمٰوَاتُ
وَالْاَرْضُۙ
اُعِدَّتْ
لِلْمُتَّق۪ينَۙ
١٣٣
Vesâri’û ilâ maġfiratin min rabbikum vecennetin ‘arduhâ-ssemâvâtu vel-ardu u’iddet lilmuttekîn(e)
Rabbinizin bağışına, ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
اَلَّذ۪ينَ
يُنْفِقُونَ
فِي
السَّرَّٓاءِ
وَالضَّرَّٓاءِ
وَالْكَاظِم۪ينَ
الْغَيْظَ
وَالْعَاف۪ينَ
عَنِ
النَّاسِۜ
وَاللّٰهُ
يُحِبُّ
الْمُحْسِن۪ينَۚ
١٣٤
Elleżîne yunfikûne fî-sserrâ-i ve-ddarrâ-i velkâzimîne-lġayza vel’âfîne ‘ani-nnâs(i)(k) va(A)llâhu yuhibbu-lmuhsinîn(e)
Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.
وَالَّذ۪ينَ
اِذَا
فَعَلُوا
فَاحِشَةً
اَوْ
ظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
ذَكَرُوا
اللّٰهَ
فَاسْتَغْفَرُوا
لِذُنُوبِهِمْۖ
وَمَنْ
يَغْفِرُ
الذُّنُوبَ
اِلَّا
اللّٰهُۖ
وَلَمْ
يُصِرُّوا
عَلٰى
مَا
فَعَلُوا
وَهُمْ
يَعْلَمُونَ
١٣٥
Velleżîne iżâ fe’alû fâhişeten ev zalemû enfusehum żekerû(A)llâhe festaġferû liżunûbihim vemen yaġfiru-żżunûbe illa(A)llâhu velem yusirrû ‘alâ mâ fe’alû vehum ya’lemûn(e)
Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah'tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.
اُو۬لٰٓئِكَ
جَزَٓاؤُ۬هُمْ
مَغْفِرَةٌ
مِنْ
رَبِّهِمْ
وَجَنَّاتٌ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَاۜ
وَنِعْمَ
اَجْرُ
الْعَامِل۪ينَۜ
١٣٦
Ulâ-ike cezâuhum maġfiratun min rabbihim vecennâtun tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ(c) veni’me ecru-l’âmilîn(e)
İşte onların mükafatı Rab'leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedi kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükafatı ne güzeldir!
قَدْ
خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
سُنَنٌۙ
فَس۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
فَانْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُكَذِّب۪ينَ
١٣٧
Kad ḣalet min kablikum sunenun fesîrû fî-l-ardi fenzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lmukeżżibîn(e)
Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.
هٰذَا
بَيَانٌ
لِلنَّاسِ
وَهُدًى
وَمَوْعِظَةٌ
لِلْمُتَّق۪ينَ
١٣٨
Hâżâ beyânun linnâsi vehuden vemev’izatun lilmuttekîn(e)
Bu (Kur'an), insanlar için bir açıklama, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür.
وَلَا
تَهِنُوا
وَلَا
تَحْزَنُوا
وَاَنْتُمُ
الْاَعْلَوْنَ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَ
١٣٩
Velâ tehinû velâ tahzenû veentumu-l-a’levne in kuntum mu/minîn(e)
Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.
اِنْ
يَمْسَسْكُمْ
قَرْحٌ
فَقَدْ
مَسَّ
الْقَوْمَ
قَرْحٌ
مِثْلُهُۜ
وَتِلْكَ
الْاَيَّامُ
نُدَاوِلُهَا
بَيْنَ
النَّاسِۚ
وَلِيَعْلَمَ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَيَتَّخِذَ
مِنْكُمْ
شُهَدَٓاءَۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يُحِبُّ
الظَّالِم۪ينَۙ
١٤٠
İn yemseskum karhun fekad messe-lkavme karhun miśluh(u)(c) vetilke-l-eyyâmu nudâviluhâ beyne-nnâsi veliya’lema(A)llâhu-lleżîne âmenû veyetteḣiże minkum şuhedâ(e)(k) va(A)llâhu lâ yuhibbu-zzâlimîn(e)
Eğer siz (Uhud'da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.
وَلِيُمَحِّصَ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَيَمْحَقَ
الْكَافِر۪ينَ
١٤١
Veliyumehhisa(A)llâhu-lleżîne âmenû veyemhaka-lkâfirîn(e)
Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar.
اَمْ
حَسِبْتُمْ
اَنْ
تَدْخُلُوا
الْجَنَّةَ
وَلَمَّا
يَعْلَمِ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
جَاهَدُوا
مِنْكُمْ
وَيَعْلَمَ
الصَّابِر۪ينَ
١٤٢
Em hasibtum en tedḣulû-lcennete velemmâ ya’lemi(A)llâhu-lleżîne câhedû minkum veya’leme-ssâbirîn(e)
Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
وَلَقَدْ
كُنْتُمْ
تَمَنَّوْنَ
الْمَوْتَ
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
تَلْقَوْهُۖ
فَقَدْ
رَاَيْتُمُوهُ
وَاَنْتُمْ
تَنْظُرُونَ۟
١٤٣
Velekad kuntum temennevne-lmevte min kabli en telkavhu fekad raeytumûhu veentum tenzurûn(e)
Andolsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.
وَمَا
مُحَمَّدٌ
اِلَّا
رَسُولٌۚ
قَدْ
خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِهِ
الرُّسُلُۜ
اَفَا۬ئِنْ
مَاتَ
اَوْ
قُتِلَ
انْقَلَبْتُمْ
عَلٰٓى
اَعْقَابِكُمْۜ
وَمَنْ
يَنْقَلِبْ
عَلٰى
عَقِبَيْهِ
فَلَنْ
يَضُرَّ
اللّٰهَ
شَيْـٔاًۜ
وَسَيَجْزِي
اللّٰهُ
الشَّاكِر۪ينَ
١٤٤
Vemâ muhammedun illâ rasûlun kad ḣalet min kablihi-rrusul(u)(c) efe-in mâte ev kutile-nkalebtum ‘alâ a’kâbikum(c) vemen yenkalib ‘alâ ‘akibeyhi felen yedurra(A)llâhe şey-â(en)(k) veseyeczi(A)llâhu-şşâkirîn(e)
Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır.
وَمَا
كَانَ
لِنَفْسٍ
اَنْ
تَمُوتَ
اِلَّا
بِاِذْنِ
اللّٰهِ
كِتَاباً
مُؤَجَّلاًۜ
وَمَنْ
يُرِدْ
ثَوَابَ
الدُّنْيَا
نُؤْتِه۪
مِنْهَاۚ
وَمَنْ
يُرِدْ
ثَوَابَ
الْاٰخِرَةِ
نُؤْتِه۪
مِنْهَاۜ
وَسَنَجْزِي
الشَّاكِر۪ينَ
١٤٥
Vemâ kâne linefsin en temûte illâ bi-iżni(A)llâhi kitâben mu-eccelâ(en)(k) vemen yurid śevâbe-ddunyâ nu/tihi minhâ vemen yurid śevâbe-l-âḣirati nu/tihi minhâ(c) veseneczî-şşâkirîn(e)
Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız.
وَكَاَيِّنْ
مِنْ
نَبِيٍّ
قَاتَلَۙ
مَعَهُ
رِبِّيُّونَ
كَث۪يرٌۚ
فَمَا
وَهَنُوا
لِمَٓا
اَصَابَهُمْ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَمَا
ضَعُفُوا
وَمَا
اسْتَكَانُواۜ
وَاللّٰهُ
يُحِبُّ
الصَّابِر۪ينَ
١٤٦
Vekeeyyin min nebiyyin kâtele me’ahu ribbiyyûne keśîrun femâ vehenû limâ esâbehum fî sebîli(A)llâhi vemâ da’ufû vemâ-stekânû(k) va(A)llâhu yuhibbu-ssâbirîn(e)
Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.
وَمَا
كَانَ
قَوْلَهُمْ
اِلَّٓا
اَنْ
قَالُوا
رَبَّنَا
اغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا
وَاِسْرَافَنَا
ف۪ٓي
اَمْرِنَا
وَثَبِّتْ
اَقْدَامَنَا
وَانْصُرْنَا
عَلَى
الْقَوْمِ
الْكَافِر۪ينَ
١٤٧
Vemâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenâ-ġfir lenâ żunûbenâ ve-isrâfenâ fî emrinâ veśebbit akdâmenâ vensurnâ ‘alâ-lkavmi-lkâfirîn(e)
Onların sözleri ancak, "Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et" demekten ibaretti.
فَاٰتٰيهُمُ
اللّٰهُ
ثَوَابَ
الدُّنْيَا
وَحُسْنَ
ثَوَابِ
الْاٰخِرَةِۜ
وَاللّٰهُ
يُحِبُّ
الْمُحْسِن۪ينَ۟
١٤٨
Feâtâhumu(A)llâhu śevâbe-ddunyâ vehusne śevâbi-l-âḣira(ti)(k) va(A)llâhu yuhibbu-lmuhsinîn(e)
Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükafatını verdi. Allah güzel davrananları sever.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اِنْ
تُط۪يعُوا
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
يَرُدُّوكُمْ
عَلٰٓى
اَعْقَابِكُمْ
فَتَنْقَلِبُوا
خَاسِر۪ينَ
١٤٩
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû in tutî’û-lleżîne keferû yeruddûkum ‘alâ a’kâbikum fetenkalibû ḣâsirîn(e)
Ey iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre) çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız.
بَلِ
اللّٰهُ
مَوْلٰيكُمْۚ
وَهُوَ
خَيْرُ
النَّاصِر۪ينَ
١٥٠
Beli(A)llâhu mevlâkum(s) vehuve ḣayru-nnâsirîn(e)
Hayır! Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.
سَنُلْق۪ي
ف۪ي
قُلُوبِ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
الرُّعْبَ
بِمَٓا
اَشْرَكُوا
بِاللّٰهِ
مَا
لَمْ
يُنَزِّلْ
بِه۪
سُلْطَاناًۚ
وَمَأْوٰيهُمُ
النَّارُۜ
وَبِئْسَ
مَثْوَى
الظَّالِم۪ينَ
١٥١
Senulkî fî kulûbi-lleżîne keferû-rru’be bimâ eşrakû bi(A)llâhi mâ lem yunezzil bihi sultânâ(en)(s) veme/vâhumu-nnâr(u)(c) vebi/se meśvâ-zzâlimîn(e)
Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuklarından dolayı; inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür.
وَلَقَدْ
صَدَقَكُمُ
اللّٰهُ
وَعْدَهُٓ
اِذْ
تَحُسُّونَهُمْ
بِاِذْنِه۪ۚ
حَتّٰٓى
اِذَا
فَشِلْتُمْ
وَتَنَازَعْتُمْ
فِي
الْاَمْرِ
وَعَصَيْتُمْ
مِنْ
بَعْدِ
مَٓا
اَرٰيكُمْ
مَا
تُحِبُّونَۜ
مِنْكُمْ
مَنْ
يُر۪يدُ
الدُّنْيَا
وَمِنْكُمْ
مَنْ
يُر۪يدُ
الْاٰخِرَةَۚ
ثُمَّ
صَرَفَكُمْ
عَنْهُمْ
لِيَبْتَلِيَكُمْۚ
وَلَقَدْ
عَفَا
عَنْكُمْۜ
وَاللّٰهُ
ذُوفَضْلٍ
عَلَى
الْمُؤْمِن۪ينَ
١٥٢
Velekad sadekakumu(A)llâhu va’dehu iż tehussûnehum bi-iżnih(i)(s) hattâ iżâ feşiltum vetenâza’tum fî-l-emri ve’asaytum min ba’di mâ erâkum mâ tuhibbûn(e)(c) minkum men yurîdu-ddunyâ veminkum men yurîdu-l-âḣira(te)(c) śümme sarafekum ‘anhum liyebteliyekum(s) velekad ‘afâ ‘ankum(k) va(A)llâhu żû fadlin ‘alâ-lmu/minîn(e)
Andolsun, Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan vadini gerçekleştirdi. Nihayet sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra, za'f gösterdiniz. (Peygamber'in verdiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, ahireti isteyenler de. Sonra sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi. (Kaçıp hezimete uğradınız. Buna rağmen) sizi bağışladı. Allah mü'minlere karşı çok lütufkârdır.
اِذْ
تُصْعِدُونَ
وَلَا
تَلْوُ۫نَ
عَلٰٓى
اَحَدٍ
وَالرَّسُولُ
يَدْعُوكُمْ
ف۪ٓي
اُخْرٰيكُمْ
فَاَثَابَكُمْ
غَماًّ
بِغَمٍّ
لِكَيْلَا
تَحْزَنُوا
عَلٰى
مَا
فَاتَكُمْ
وَلَا مَٓا
اَصَابَكُمْۜ
وَاللّٰهُ
خَب۪يرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
١٥٣
İż tus’idûne velâ telvûne ‘alâ ehadin ve-rrasûlu yed’ûkum fî uḣrâkum feeśâbekum ġammen biġammin likey lâ tahzenû ‘alâ mâ fâtekum velâ mâ esâbekum(k) va(A)llâhu ḣabîrun bimâ ta’melûn(e)
Peygamber, arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene, ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
ثُمَّ
اَنْزَلَ
عَلَيْكُمْ
مِنْ
بَعْدِ
الْغَمِّ
اَمَنَةً
نُعَاساً
يَغْشٰى
طَٓائِفَةً
مِنْكُمْۙ
وَطَٓائِفَةٌ
قَدْ
اَهَمَّتْهُمْ
اَنْفُسُهُمْ
يَظُنُّونَ
بِاللّٰهِ
غَيْرَ
الْحَقِّ
ظَنَّ
الْجَاهِلِيَّةِۜ
يَقُولُونَ
هَلْ
لَنَا
مِنَ
الْاَمْرِ
مِنْ
شَيْءٍۜ
قُلْ
اِنَّ
الْاَمْرَ
كُلَّهُ
لِلّٰهِۜ
يُخْفُونَ
ف۪ٓي
اَنْفُسِهِمْ
مَا
لَا
يُبْدُونَ
لَكَۜ
يَقُولُونَ
لَوْ
كَانَ
لَنَا
مِنَ
الْاَمْرِ
شَيْءٌ
مَا
قُتِلْنَا
هٰهُنَاۜ
قُلْ
لَوْ
كُنْتُمْ
ف۪ي
بُيُوتِكُمْ
لَبَرَزَ
الَّذ۪ينَ
كُتِبَ
عَلَيْهِمُ
الْقَتْلُ
اِلٰى
مَضَاجِعِهِمْۚ
وَلِيَبْتَلِيَ
اللّٰهُ
مَا
ف۪ي
صُدُورِكُمْ
وَلِيُمَحِّصَ
مَا
ف۪ي
قُلُوبِكُمْۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
١٥٤
Śumme enzele ‘aleykum min ba’di-lġammi emeneten nu’âsen yaġşâ tâ-ifeten minkum(s) vetâ-ifetun kad ehemmet-hum enfusuhum yazunnûne bi(A)llâhi ġayra-lhakki zanne-lcâhiliyye(ti)(s) yekûlûne hel lenâ mine-l-emri min şey/-(in)(k) kul inne-l-emra kullehu li(A)llâh(i)(k) yuḣfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek(e)(s) yekûlûne lev kâne lenâ mine-l-emri şey-un mâkutilnâ hâhunâ(k) kul lev kuntum fî buyûtikum leberaze-lleżîne kutibe ‘aleyhimu-lkatlu ilâ medâci’ihim(s) veliyebteliya(A)llâhu mâ fî sudûrikum veliyumehhisa mâ fî kulûbikum(k) va(A)llâhu ‘alîmun biżâti-ssudûr(i)
Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah'a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; "Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok" diyorlardı. De ki: "Bütün iş, Allah'ındır." Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: "Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı burada öldürülmezdik." De ki: "Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah bunu göğüslerinizdekini denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir."
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
تَوَلَّوْا
مِنْكُمْ
يَوْمَ
الْتَقَى
الْجَمْعَانِۙ
اِنَّمَا
اسْتَزَلَّهُمُ
الشَّيْطَانُ
بِبَعْضِ
مَا
كَسَبُواۚ
وَلَقَدْ
عَفَا
اللّٰهُ
عَنْهُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
غَفُورٌ
حَل۪يمٌ۟
١٥٥
İnne-lleżîne tevellev minkum yevme-ltekâ-lcem’âni innemâ-stezellehumu-şşeytânu biba’di mâ kesebû(s) velekad ‘afa(A)llâhu ‘anhum(c) inna(A)llâhe ġafûrun halîm(un)
İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَكُونُوا
كَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَقَالُوا
لِاِخْوَانِهِمْ
اِذَا
ضَرَبُوا
فِي الْاَرْضِ
اَوْ
كَانُوا
غُزًّى
لَوْ
كَانُوا
عِنْدَنَا
مَا
مَاتُوا
وَمَا
قُتِلُواۚ
لِيَجْعَلَ
اللّٰهُ
ذٰلِكَ
حَسْرَةً
ف۪ي
قُلُوبِهِمْۜ
وَاللّٰهُ
يُحْـي۪
وَيُم۪يتُۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَص۪يرٌ
١٥٦
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tekûnû kelleżîne keferû ve kâlû li-iḣvânihim iżâ darabû fî-l-ardi ev kânû ġuzzen lev kânû ‘indenâ mâ mâtû vemâ kutilû liyec’ala(A)llâhu żâlike hasraten fî kulûbihim(k) va(A)llâhu yuhyî veyumît(u)(k) va(A)llâhu bimâ ta’melûne basîr(un)
Ey iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, "Onlar bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi" diyen inkarcılar gibi olmayın. Allah bunu (bu düşünceyi) onların kalplerine bir hasret (yarası) olarak koydu. Allah yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
وَلَئِنْ
قُتِلْتُمْ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
اَوْ
مُتُّمْ
لَمَغْفِرَةٌ
مِنَ
اللّٰهِ
وَرَحْمَةٌ
خَيْرٌ
مِمَّا
يَجْمَعُونَ
١٥٧
Vele-in kutiltum fî sebîli(A)llâhi ev muttum lemaġfiratun mina(A)llâhi verahmetun ḣayrun mimmâ yecma’ûn(e)
Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'ın bağışlaması ve rahmeti onların topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.
وَلَئِنْ
مُتُّمْ
اَوْ
قُتِلْتُمْ
لَاِلَى
اللّٰهِ
تُحْشَرُونَ
١٥٨
Vele-in muttum ev kutiltum le-ila(A)llâhi tuhşerûn(e)
Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de, Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.
فَبِمَا
رَحْمَةٍ
مِنَ
اللّٰهِ
لِنْتَ
لَهُمْۚ
وَلَوْ
كُنْتَ
فَظًّا
غَل۪يظَ
الْقَلْبِ
لَانْفَضُّوا
مِنْ
حَوْلِكَۖ
فَاعْفُ
عَنْهُمْ
وَاسْتَغْفِرْ
لَهُمْ
وَشَاوِرْهُمْ
فِي
الْاَمْرِۚ
فَاِذَا
عَزَمْتَ
فَتَوَكَّلْ
عَلَى
اللّٰهِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يُحِبُّ
الْمُتَوَكِّل۪ينَ
١٥٩
Febimâ rahmetin mina(A)llâhi linte lehum velev kunte fazzan ġalîza-lkalbi lenfaddû min havlik(e)(s) fa’fu ‘anhum vestaġfir lehum veşâvirhum fî-l-emr(i)(s) fe-iżâ ‘azemte fetevekkel ‘ala(A)llâh(i)(c) inna(A)llâhe yuhibbu-lmutevekkilîn(e)
Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
اِنْ
يَنْصُرْكُمُ
اللّٰهُ
فَلَا
غَالِبَ
لَكُمْۚ
وَاِنْ
يَخْذُلْكُمْ
فَمَنْ
ذَا الَّذ۪ي
يَنْصُرُكُمْ
مِنْ
بَعْدِه۪ۜ
وَعَلَى
اللّٰهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ
١٦٠
İn yensurkumu(A)llâhu felâ ġâlibe lekum(s) ve-in yaḣżulkum femen żâ-lleżî yensurukum min ba’dih(i)(k) ve’ala(A)llâhi felyetevekkeli-lmu/minûn(e)
Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etsinler.
وَمَا
كَانَ
لِنَبِيٍّ
اَنْ
يَغُلَّۜ
وَمَنْ
يَغْلُلْ
يَأْتِ
بِمَا
غَلَّ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۚ
ثُمَّ
تُوَفّٰى
كُلُّ
نَفْسٍ
مَا
كَسَبَتْ
وَهُمْ
لَا
يُظْلَمُونَ
١٦١
Vemâ kâne linebiyyin en yaġulle vemen yaġlul ye/ti bimâ ġalle yevme-lkiyâme(ti)(c) śümme tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet vehum lâ yuzlemûn(e)
Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.
اَفَمَنِ
اتَّبَعَ
رِضْوَانَ
اللّٰهِ
كَمَنْ
بَٓاءَ
بِسَخَطٍ
مِنَ
اللّٰهِ
وَمَأْوٰيهُ
جَهَنَّمُۜ
وَبِئْسَ
الْمَص۪يرُ
١٦٢
Efemeni-ttebe’a ridvâna(A)llâhi kemen bâe biseḣatin mina(A)llâhi veme/vâhu cehennem(u)(c) vebi/se-lmasîr(u)
Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü varılacak yerdir!
هُمْ
دَرَجَاتٌ
عِنْدَ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
بَص۪يرٌ
بِمَا
يَعْمَلُونَ۟
١٦٣
Hum deracâtun ‘inda(A)llâh(i)(k) va(A)llâhu basîrun bimâ ya’melûn(e)
Onlar (insanlar) Allah'ın katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir.
لَقَدْ
مَنَّ
اللّٰهُ
عَلَى
الْمُؤْمِن۪ينَ
اِذْ
بَعَثَ
ف۪يهِمْ
رَسُولاً
مِنْ
اَنْفُسِهِمْ
يَتْلُوا
عَلَيْهِمْ
اٰيَاتِه۪
وَيُزَكّ۪يهِمْ
وَيُعَلِّمُهُمُ
الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَۚ
وَاِنْ
كَانُوا
مِنْ
قَبْلُ
لَف۪ي
ضَلَالٍ
مُب۪ينٍ
١٦٤
Lekad menna(A)llâhu ‘alâ-lmu/minîne iż be’aśe fîhim rasûlen min enfusihim yetlû ‘aleyhim âyâtihi veyuzekkîhim veyu’allimuhumu-lkitâbe velhikmete ve-in kânû min kablu lefî dalâlin mubîn(in)
Andolsun, Allah, mü'minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.
اَوَلَمَّٓا
اَصَابَتْكُمْ
مُص۪يبَةٌ
قَدْ
اَصَبْتُمْ
مِثْلَيْهَاۙ
قُلْتُمْ
اَنّٰى
هٰذَاۜ
قُلْ
هُوَ
مِنْ
عِنْدِ
اَنْفُسِكُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١٦٥
Eve lemmâ esâbetkum musîbetun kad esabtum miśleyhâ kultum ennâ hâżâ(s) kul huve min ‘indi enfusikum(k) inna(A)llâhe ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Onların (müşriklerin) başına (Bedir'de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud'da) sizin başınıza geldiğinde, "Bu nereden başımıza geldi?" dediniz, öyle mi? De ki: "O (musibet), kendinizdendir." Şüphesiz Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
وَمَٓا
اَصَابَكُمْ
يَوْمَ
الْتَقَى
الْجَمْعَانِ
فَبِاِذْنِ
اللّٰهِ
وَلِيَعْلَمَ
الْمُؤْمِن۪ينَۙ
١٦٦
Vemâ esâbekum yevme-ltekâ-lcem’âni febi-iżni(A)llâhi veliya’leme-lmu/minîn(e)
İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah'ın izniyledir. Bu da mü'minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi.Onlara (münafıklara), "Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin" denildi de onlar, "Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.
وَلِيَعْلَمَ
الَّذ۪ينَ
نَافَقُواۚ
وَق۪يلَ
لَهُمْ
تَعَالَوْا
قَاتِلُوا
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
اَوِ
ادْفَعُواۜ
قَالُوا
لَوْ
نَعْلَمُ
قِتَالاً
لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ
هُمْ
لِلْكُفْرِ
يَوْمَئِذٍ
اَقْرَبُ
مِنْهُمْ
لِلْا۪يمَانِۚ
يَقُولُونَ
بِاَفْوَاهِهِمْ
مَا
لَيْسَ
ف۪ي
قُلُوبِهِمْۜ
وَاللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِمَا
يَكْتُمُونَۚ
١٦٧
Veliya’leme-lleżîne nâfekû(c) vekîle lehum te’âlev kâtilû fî sebîli(A)llâhi evi-dfe’û(s) kâlû lev na’lemu kitâlen letteba’nâkum(k) hum lilkufri yevme-iżin akrabu minhum lil-îmân(i)(c) yekûlûne bi-efvâhihim mâ leyse fî kulûbihim(k) va(A)llâhu a’lemu bimâ yektumûn(e)
İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah'ın izniyledir. Bu da mü'minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi.Onlara (münafıklara), "Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin" denildi de onlar, "Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.
اَلَّذ۪ينَ
قَالُوا
لِاِخْوَانِهِمْ
وَقَعَدُوا
لَوْ
اَطَاعُونَا
مَا
قُتِلُواۜ
قُلْ
فَادْرَؤُ۫ا
عَنْ
اَنْفُسِكُمُ
الْمَوْتَ
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
١٦٨
Elleżîne kâlû li-iḣvânihim veka’adû lev etâ’ûnâ mâ kutilû(k) kul fedraû ‘an enfusikumu-lmevte in kuntum sâdikîn(e)
(Onlar), kendileri oturup kaldıkları halde kardeşleri için, "Eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi" diyen kimselerdir. De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz kendinizden ölümü savın."
وَلَا
تَحْسَبَنَّ
الَّذ۪ينَ
قُتِلُوا
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
اَمْوَاتاًۜ
بَلْ
اَحْيَٓاءٌ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ
يُرْزَقُونَۙ
١٦٩
Velâ tahsebenne-lleżîne kutilû fî sebîli(A)llâhi emvâtâ(en)(c) bel ahyâun ‘inde rabbihim yurzekûn(e)
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler,Rableri katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.
فَرِح۪ينَ
بِمَٓا
اٰتٰيهُمُ
اللّٰهُ
مِنْ
فَضْلِه۪ۙ
وَيَسْتَبْشِرُونَ
بِالَّذ۪ينَ
لَمْ
يَلْحَقُوا
بِهِمْ
مِنْ
خَلْفِهِمْۙ
اَلَّا
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلَا
هُمْ
يَحْزَنُونَۢ
١٧٠
Ferihîne bimâ âtâhumu(A)llâhu min fadlihi veyestebşirûne billeżîne lem yelhakû bihim min ḣalfihim ellâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler,Rableri katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.
يَسْتَبْشِرُونَ
بِنِعْمَةٍ
مِنَ
اللّٰهِ
وَفَضْلٍۙ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
لَا
يُض۪يعُ
اَجْرَ
الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ ۟
١٧١
Yestebşirûne bini’metin mina(A)llâhi vefadlin veenna(A)llâhe lâ yudî’u ecra-lmu/minîn(e)
(Şehitler) Allah'ın nimetine, keremine ve Allah'ın, mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler.
اَلَّذ۪ينَ
اسْتَجَابُوا
لِلّٰهِ
وَالرَّسُولِ
مِنْ
بَعْدِ
مَٓا
اَصَابَهُمُ
الْقَرْحُۜۛ
لِلَّذ۪ينَ
اَحْسَنُوا
مِنْهُمْ
وَاتَّقَوْا
اَجْرٌ
عَظ۪يمٌۚ
١٧٢
Elleżîne-stecâbû li(A)llâhi ve-rrasûli min ba’di mâ esâbehumu-lkarh(u)(c) lilleżîne ahsenû minhum vettekav ecrun ‘azîm(un)
Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükafat vardır.
اَلَّذ۪ينَ
قَالَ
لَهُمُ
النَّاسُ
اِنَّ
النَّاسَ
قَدْ
جَمَعُوا
لَكُمْ
فَاخْشَوْهُمْ
فَزَادَهُمْ
ا۪يمَاناًۗ
وَقَالُوا
حَسْبُنَا
اللّٰهُ
وَنِعْمَ
الْوَك۪يلُ
١٧٣
Elleżîne kâle lehumu-nnâsu inne-nnâse kad ceme’û lekum faḣşevhum fezâdehum îmânen ve kâlû hasbuna(A)llâhu veni’me-lvekîl(u)
Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, "İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun" dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" dediler.
فَانْقَلَبُوا
بِنِعْمَةٍ
مِنَ
اللّٰهِ
وَفَضْلٍ
لَمْ
يَمْسَسْهُمْ
سُٓوءٌۙ
وَاتَّبَعُوا
رِضْوَانَ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
ذُوفَضْلٍ
عَظ۪يمٍ
١٧٤
Fenkalebû bini’metin mina(A)llâhi vefadlin lem yemses-hum sû-un vettebe’û ridvâna(A)llâh(i)(k) va(A)llâhu żû fadlin ‘azîm(in)
Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.
اِنَّمَا
ذٰلِكُمُ
الشَّيْطَانُ
يُخَوِّفُ
اَوْلِيَٓاءَهُۖ
فَلَا
تَخَافُوهُمْ
وَخَافُونِ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَ
١٧٥
İnnemâ żâlikumu-şşeytânu yuḣavvifu evliyâehu felâ teḣâfûhum veḣâfûni in kuntum mu/minîn(e)
O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü'min iseniz, benden korkun.
وَلَا
يَحْزُنْكَ
الَّذ۪ينَ
يُسَارِعُونَ
فِي
الْكُفْرِۚ
اِنَّهُمْ
لَنْ
يَضُرُّوا
اللّٰهَ
شَيْـٔاًۜ
يُر۪يدُ
اللّٰهُ
اَلَّا
يَجْعَلَ
لَهُمْ
حَظًّا
فِي
الْاٰخِرَةِۚ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌ
١٧٦
Velâ yahzunke-lleżîne yusâri’ûne fî-lkufr(i)(c) innehum len yedurrû(A)llâhe şey-â(en)(k) yurîdu(A)llâhu ellâ yec’ale lehum hazzan fî-l-âḣira(ti)(s) velehum ‘ażâbun ‘azîm(un)
Küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük azap vardır.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
اشْتَرَوُا
الْكُفْرَ
بِالْا۪يمَانِ
لَنْ
يَضُرُّوا
اللّٰهَ
شَيْـٔاًۚ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
١٧٧
İnne-lleżîne-şteravû-lkufra bil-îmâni len yadurrû(A)llâhe şey-en velehum ‘ażâbun elîm(un)
İman karşılığında küfrü satın alanlar Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır.
وَلَا
يَحْسَبَنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اَنَّمَا
نُمْل۪ي
لَهُمْ
خَيْرٌ
لِاَنْفُسِهِمْۜ
اِنَّمَا
نُمْل۪ي
لَهُمْ
لِيَزْدَادُٓوا
اِثْماًۚ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
مُه۪ينٌ
١٧٨
Velâ yahsebenne-lleżîne keferû ennemâ numlî lehum ḣayrun li-enfusihim(c) innemâ numlî lehum liyezdâdû iśmâ(en)(c) velehum ‘ażâbun muhîn(un)
İnkar edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
مَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيَذَرَ
الْمُؤْمِن۪ينَ
عَلٰى
مَٓا
اَنْتُمْ
عَلَيْهِ
حَتّٰى
يَم۪يزَ
الْخَب۪يثَ
مِنَ
الطَّيِّبِۜ
وَمَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيُطْلِعَكُمْ
عَلَى
الْغَيْبِ
وَلٰكِنَّ
اللّٰهَ
يَجْتَب۪ي
مِنْ
رُسُلِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُ
فَاٰمِنُوا
بِاللّٰهِ
وَرُسُلِه۪ۚ
وَاِنْ
تُؤْمِنُوا
وَتَتَّقُوا
فَلَكُمْ
اَجْرٌ
عَظ۪يمٌ
١٧٩
Mâ kâna(A)llâhu liyeżera-lmu/minîne ‘alâ mâ entum ‘aleyhi hattâ yemîze-lḣabîśe mine-ttayyib(i)(k) vemâ kâna(A)llâhu liyutli’akum ‘alâ-lġaybi velâkinna(A)llâhe yectebî min rusulihi men yeşâ/(u)(c) feâminû bi(A)llâhi verusulih(i)(c) ve-in tu/minû vetettekû felekum ecrun ‘azîm(un)
Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar mü'minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Allah size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükafat vardır.
وَلَا
يَحْسَبَنَّ
الَّذ۪ينَ
يَبْخَلُونَ
بِمَٓا
اٰتٰيهُمُ
اللّٰهُ
مِنْ
فَضْلِه۪
هُوَ
خَيْراً
لَهُمْۜ
بَلْ
هُوَ
شَرٌّ
لَهُمْۜ
سَيُطَوَّقُونَ
مَا
بَخِلُوا
بِه۪
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
وَلِلّٰهِ
م۪يرَاثُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَب۪يرٌ۟
١٨٠
Velâ yahsebenne-lleżîne yebḣalûne bimâ âtâhummu(A)llâhu min fadlihi huve ḣayran lehum(s) bel huve şerrun lehum(s) seyutavvakûne mâ baḣilû bihi yevme-lkiyâmet(i)(k) veli(A)llâhi mîrâśu-ssemâvâti vel-ard(i)(k) va(A)llâhu bimâ ta’melûne ḣabîr(un)
Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
لَقَدْ
سَمِـعَ
اللّٰهُ
قَوْلَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّ
اللّٰهَ
فَق۪يرٌ
وَنَحْنُ
اَغْنِيَٓاءُۢ
سَنَكْتُبُ
مَا
قَالُوا
وَقَتْلَهُمُ
الْاَنْبِيَٓاءَ
بِغَيْرِ
حَقٍّۙ
وَنَقُولُ
ذُوقُوا
عَذَابَ
الْحَر۪يقِ
١٨١
Lekad semi’a(A)llâhu kavle-lleżîne kâlû inna(A)llâhe fakîrun ve nahnu aġniyâun senektubu mâ kâlû ve katlehumu-l-enbiyâe biġayri hakkin venekûlu żûkû ‘ażâbe-lharîk(i)
Allah; "Şüphesiz, Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözünü elbette duydu. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve, "Tadın yangın azabını!" diyeceğiz.
ذٰلِكَ
بِمَا
قَدَّمَتْ
اَيْد۪يكُمْ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
لَيْسَ
بِظَلَّامٍ
لِلْعَب۪يدِۚ
١٨٢
Żâlike bimâ kaddemet eydîkum veenna(A)llâhe leyse bizallâmin lil’abîd(i)
"Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır." Allah, kullara asla zulmedici değildir.
اَلَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّ
اللّٰهَ
عَهِدَ
اِلَيْنَٓا
اَلَّا
نُؤْمِنَ
لِرَسُولٍ
حَتّٰى
يَأْتِيَنَا
بِقُرْبَانٍ
تَأْكُلُهُ
النَّارُۜ
قُلْ
قَدْ
جَٓاءَكُمْ
رُسُلٌ
مِنْ
قَبْل۪ي
بِالْبَيِّنَاتِ
وَبِالَّذ۪ي
قُلْتُمْ
فَلِمَ
قَتَلْتُمُوهُمْ
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
١٨٣
Elleżîne kâlû inna(A)llâhe ‘ahide ileynâ ellâ nu/mine lirasûlin hattâ ye/tiyenâ bikurbânin te/kuluhu-nnâr(u)(k) kul kad câekum rusulun min kablî bilbeyyinâti vebilleżî kultum felime kateltumûhum in kutum sâdikîn(e)
Onlar, "Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" dediler. De ki: "Benden önce size nice peygamberler açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?"
فَاِنْ
كَذَّبُوكَ
فَقَدْ
كُذِّبَ
رُسُلٌ
مِنْ
قَبْلِكَ
جَٓاؤُ۫
بِالْبَيِّنَاتِ
وَالزُّبُرِ
وَالْكِتَابِ
الْمُن۪يرِ
١٨٤
Fe-in keżżebûke fekad kużżibe rusulun min kablike câû bilbeyyinâti ve-zzuburi velkitâbi-lmunîr(i)
Eğer seni yalanladılarsa, senden önce açık delilleri, hikmetli sayfaları ve aydınlatıcı kitabı getiren peygamberler de yalanlanmıştı.
كُلُّ
نَفْسٍ
ذَٓائِقَةُ
الْمَوْتِۜ
وَاِنَّمَا
تُوَفَّوْنَ
اُجُورَكُمْ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
فَمَنْ
زُحْزِحَ
عَنِ
النَّارِ
وَاُدْخِلَ
الْجَنَّةَ
فَقَدْ
فَازَۜ
وَمَا
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَٓا
اِلَّا
مَتَاعُ
الْغُرُورِ
١٨٥
Kullu nefsin żâ-ikatu-lmevt(i)(k) ve-innemâ tuveffevne ucûrakum yevme-lkiyâme(ti)(s) femen zuhziha ‘ani-nnâri veudḣile-lcennete fekad fâz(e)(k) vemâ-lhayâtu-ddunyâ illâ metâ’u-lġurûr(i)
Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
لَتُبْلَوُنَّ
ف۪ٓي
اَمْوَالِكُمْ
وَاَنْفُسِكُمْ
وَلَتَسْمَعُنَّ
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
وَمِنَ
الَّذ۪ينَ
اَشْرَكُٓوا
اَذًى
كَث۪يراًۜ
وَاِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
فَاِنَّ
ذٰلِكَ
مِنْ
عَزْمِ
الْاُمُورِ
١٨٦
Letublevunne fî emvâlikum veenfusikum veletesme’unne mine-lleżîne ûtû-lkitâbe min kablikum vemine-lleżîne eşrakû eżen keśîrâ(an)(c) ve-in tasbirû vetettekû fe-inne żâlike min ‘azmil-umûr(i)
Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.
وَاِذْ
اَخَذَ
اللّٰهُ
م۪يثَاقَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
لَتُبَيِّنُنَّهُ
لِلنَّاسِ
وَلَا
تَكْتُمُونَهُۘ
فَنَبَذُوهُ
وَرَٓاءَ
ظُهُورِهِمْ
وَاشْتَرَوْا
بِه۪
ثَمَناً
قَل۪يلاًۜ
فَبِئْسَ
مَا
يَشْتَرُونَ
١٨٧
Ve-iż eḣaża(A)llâhu mîśâka-lleżîne ûtû-lkitâbe letubeyyinunnehu linnâsi velâ tektumûnehu fenebeżûhu verâe zuhûrihim veşterav bihi śemenen kalîlâ(en)(s) febi/se mâ yeşterûn(e)
Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu (Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alış veriş ne kadar kötüdür.
لَا
تَحْسَبَنَّ
الَّذ۪ينَ
يَفْرَحُونَ
بِمَٓا
اَتَوْا
وَيُحِبُّونَ
اَنْ
يُحْمَدُوا
بِمَا
لَمْ
يَفْعَلُوا
فَلَا
تَحْسَبَنَّهُمْ
بِمَفَازَةٍ
مِنَ
الْعَذَابِۚ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
١٨٨
Lâ tahsebenne-lleżîne yefrahûne bimâ etev veyuhibbûne en yuhmedû bimâ lem yef’alû felâ tahsebennehum bimefâzetin mine-l’ażâb(i)(s) velehum ‘ażâbun elîm(un)
Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ۟
١٨٩
Veli(A)llâhi mulku-ssemâvâti vel-ard(i)(k) va(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.
اِنَّ
ف۪ي
خَلْقِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَاخْتِلَافِ
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
لَاٰيَاتٍ
لِاُو۬لِي
الْاَلْبَابِۚ
١٩٠
İnne fî ḣalki-ssemâvâti vel-ardi vaḣtilâfi-lleyli ve-nnehâri leâyâtin li-ulî-l-elbâb(i)
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.
اَلَّذ۪ينَ
يَذْكُرُونَ
اللّٰهَ
قِيَاماً
وَقُعُوداً
وَعَلٰى
جُنُوبِهِمْ
وَيَتَفَكَّرُونَ
ف۪ي
خَلْقِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
رَبَّنَا
مَا
خَلَقْتَ
هٰذَا
بَاطِلاًۚ
سُبْحَانَكَ
فَقِنَا
عَذَابَ
النَّارِ
١٩١
Elleżîne yeżkurûna(A)llâhe kiyâmen veku’ûden ve’alâ cunûbihim veyetefekkerûne fî ḣalki-ssemâvâti vel-ardi rabbenâ mâ ḣalakte hâżâ bâtilen subhâneke fekinâ ‘ażâbe-nnâr(i)
Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. "Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru" derler.
رَبَّنَٓا
اِنَّكَ
مَنْ
تُدْخِلِ
النَّارَ
فَقَدْ
اَخْزَيْتَهُۜ
وَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
اَنْصَارٍ
١٩٢
Rabbenâ inneke men tudḣili-nnâra fekad aḣzeyteh(u)(s) vemâ lizzâlimîne min ensâr(in)
"Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur."
رَبَّنَٓا
اِنَّـنَا
سَمِعْنَا
مُنَادِياً
يُنَاد۪ي
لِلْا۪يمَانِ
اَنْ
اٰمِنُوا
بِرَبِّكُمْ
فَاٰمَنَّاۗ
رَبَّنَا
فَاغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا
وَكَفِّرْ
عَنَّا
سَيِّـَٔاتِنَا
وَتَوَفَّـنَا
مَعَ
الْاَبْرَارِۚ
١٩٣
Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil-îmâni en âminû birabbikum feâmennâ(c) rabbenâ faġfir lenâ żunûbenâ vekeffir ‘annâ seyyi-âtinâ veteveffenâ me’a-l-ebrâr(i)
"Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al."
رَبَّنَا
وَاٰتِنَا
مَا
وَعَدْتَنَا
عَلٰى
رُسُلِكَ
وَلَا
تُخْزِنَا
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
اِنَّكَ
لَا
تُخْلِفُ
الْم۪يعَادَ
١٩٤
Rabbenâ veâtinâ mâ ve’adtenâ ‘alâ rusulike velâ tuḣzinâ yevme-lkiyâme(ti)(k) inneke lâ tuḣlifu-lmî’âd(e)
"Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize vadettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, vadinden dönmezsin."
فَاسْتَجَابَ
لَهُمْ
رَبُّهُمْ
اَنّ۪ي
لَٓا
اُض۪يعُ
عَمَلَ
عَامِلٍ
مِنْكُمْ
مِنْ
ذَكَرٍ
اَوْ
اُنْثٰىۚ
بَعْضُكُمْ
مِنْ
بَعْضٍۚ
فَالَّذ۪ينَ
هَاجَرُوا
وَاُخْرِجُوا
مِنْ
دِيَارِهِمْ
وَاُو۫ذُوا
ف۪ي
سَب۪يل۪ي
وَقَاتَلُوا
وَقُتِلُوا
لَاُكَفِّرَنَّ
عَنْهُمْ
سَيِّـَٔاتِهِمْ
وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُۚ
ثَوَاباً
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
عِنْدَهُ
حُسْنُ
الثَّوَابِ
١٩٥
Festecâbe lehum rabbuhum ennî lâ udî’u ‘amele ‘âmilin minkum min żekerin ev unśâ(s) ba’dukum min ba’d(in)(s) felleżîne hâcerû veuḣricû min diyârihim veûżû fî sebîlî vekâtelû vekutilû leukeffiranne ‘anhum seyyi-âtihim veleudḣilennehum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru śevâben min ‘indi(A)llâh(i)(k) va(A)llâhu ‘indehu husnu-śśevâb(i)
Rableri onlara şu karşılığı verdi: "Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükafat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükafatın en güzeli Allah katındadır."
لَا
يَغُرَّنَّكَ
تَقَلُّبُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
فِي
الْبِلَادِۜ
١٩٦
Lâ yaġurranneke tekallubu-lleżîne keferû fî-lbilâd(i)
Kafirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
مَتَاعٌ
قَل۪يلٌ
ثُمَّ
مَأْوٰيهُمْ
جَهَنَّمُۜ
وَبِئْسَ
الْمِهَادُ
١٩٧
Metâ’un kalîlun śümme me/vâhum cehennemu vebi/se-lmihâd(u)
(Onların bu refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası.
لٰكِنِ
الَّذ۪ينَ
اتَّقَوْا
رَبَّهُمْ
لَهُمْ
جَنَّاتٌ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَا
نُزُلاً
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِۜ
وَمَا
عِنْدَ
اللّٰهِ
خَيْرٌ
لِلْاَبْرَارِ
١٩٨
Lâkini-lleżîne-ttekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ nuzulen min ‘indi(A)llâh(i)(k) vemâ ‘inda(A)llâhi ḣayrun lil-ebrâr(i)
Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah katından bir konaklama yeri olarak, içinde ebedi kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah katında olan şeyler iyiler için daha hayırlıdır.
وَاِنَّ
مِنْ
اَهْلِ
الْكِتَابِ
لَمَنْ
يُؤْمِنُ
بِاللّٰهِ
وَمَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْكُمْ
وَمَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْهِمْ
خَاشِع۪ينَ
لِلّٰهِۙ
لَا
يَشْتَرُونَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
ثَمَناً
قَل۪يلاًۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
اَجْرُهُمْ
عِنْدَ
رَبِّهِمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
سَر۪يعُ
الْحِسَابِ
١٩٩
Ve-inne min ehli-lkitâbi lemen yu/minu bi(A)llâhi vemâ unzile ileykum vemâ unzile ileyhim ḣâşi’îne li(A)llâhi lâ yeşterûne bi-âyâti(A)llâhi śemenen kalîlâ(en)(k) ulâ-ike lehum ecruhum ‘inde rabbihim(k) inna(A)llâhe serî’u-lhisâb(i)
Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar. Allah'ın âyetlerini az bir değere satmazlar. Onlar var ya, işte onların, Rableri katında mükafatları vardır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
اصْبِرُوا
وَصَابِرُوا
وَرَابِطُوا
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ
٢٠٠
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-sbirû vesâbirû verâbitû vettekû(A)llâhe le’allekum tuflihûn(e)
Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihat için) hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah'a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.