اِنَّ
اللّٰهَ
اصْطَفٰٓى
اٰدَمَ
وَنُوحاً
وَاٰلَ
اِبْرٰه۪يمَ
وَاٰلَ
عِمْرٰنَ
عَلَى
الْعَالَم۪ينَۙ
٣٣
ذُرِّيَّةً
بَعْضُهَا
مِنْ
بَعْضٍۜ
وَاللّٰهُ
سَم۪يعٌ
عَل۪يمٌۚ
٣٤
33,34. Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
اِنَّٓا
اَوْحَيْنَٓا
اِلَيْكَ
كَمَٓا
اَوْحَيْنَٓا
اِلٰى
نُوحٍ
وَالنَّبِيّ۪نَ
مِنْ
بَعْدِه۪ۚ
وَاَوْحَيْنَٓا
اِلٰٓى
اِبْرٰه۪يمَ
وَاِسْمٰع۪يلَ
وَاِسْحٰقَ
وَيَعْقُوبَ
وَالْاَسْبَاطِ
وَع۪يسٰى
وَاَيُّوبَ
وَيُونُسَ
وَهٰرُونَ
وَسُلَيْمٰنَۚ
وَاٰتَيْنَا
دَاوُ۫دَ
زَبُوراًۚ
١٦٣
Biz, Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.
وَوَهَبْنَا
لَهُٓ
اِسْحٰقَ
وَيَعْقُوبَۜ
كُلاًّ
هَدَيْنَاۚ
وَنُوحاً
هَدَيْنَا
مِنْ
قَبْلُ
وَمِنْ
ذُرِّيَّتِه۪
دَاوُ۫دَ
وَسُلَيْمٰنَ
وَاَيُّوبَ
وَيُوسُفَ
وَمُوسٰى
وَهٰرُونَۜ
وَكَذٰلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِن۪ينَۙ
٨٤
Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.
لَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
اِلٰى
قَوْمِه۪
فَقَالَ
يَا
قَوْمِ
اعْبُدُوا
اللّٰهَ
مَا
لَكُمْ
مِنْ
اِلٰهٍ
غَيْرُهُۜ
اِنّ۪ٓي
اَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ
يَوْمٍ
عَظ۪يمٍ
٥٩
قَالَ
الْمَلَأُ
مِنْ
قَوْمِه۪ٓ
اِنَّا
لَنَرٰيكَ
ف۪ي
ضَلَالٍ
مُب۪ينٍ
٦٠
Andolsun, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi. Kavminin ileri gelenleri, “Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
قَالَ
يَا
قَوْمِ
لَيْسَ
ب۪ي
ضَلَالَةٌ
وَلٰكِنّ۪ي
رَسُولٌ
مِنْ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ
٦١
اُبَلِّغُكُمْ
رِسَالَاتِ
رَبّ۪ي
وَاَنْصَحُ
لَكُمْ
وَاَعْلَمُ
مِنَ
اللّٰهِ
مَا
لَا
تَعْلَمُونَ
٦٢
(Nûh onlara) şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.” “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”
اَوَعَجِبْتُمْ
اَنْ
جَٓاءَكُمْ
ذِكْرٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
عَلٰى
رَجُلٍ
مِنْكُمْ
لِيُنْذِرَكُمْ
وَلِتَتَّقُوا
وَلَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ
٦٣
فَكَذَّبُوهُ
فَاَنْجَيْنَاهُ
وَالَّذ۪ينَ
مَعَهُ
فِي
الْفُلْكِ
وَاَغْرَقْنَا
الَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَاۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْماً
عَم۪ينَ۟
٦٤
Sizi uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? Derken kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka kapalı) kör bir kavim idiler.
اَوَعَجِبْتُمْ
اَنْ
جَٓاءَكُمْ
ذِكْرٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
عَلٰى
رَجُلٍ
مِنْكُمْ
لِيُنْذِرَكُمْۜ
وَاذْكُرُٓوا
اِذْ
جَعَلَكُمْ
خُلَـفَٓاءَ
مِنْ
بَعْدِ
قَوْمِ
نُوحٍ
وَزَادَكُمْ
فِي
الْخَلْقِ
بَصْۣـطَةًۚ
فَاذْكُرُٓوا
اٰلَٓاءَ
اللّٰهِ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ
٦٩
قَالُٓوا
اَجِئْتَنَا
لِنَعْبُدَ
اللّٰهَ
وَحْدَهُ
وَنَذَرَ
مَا
كَانَ
يَعْبُدُ
اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ
فَأْتِنَا
بِمَا
تَعِدُنَٓا
اِنْ
كُنْتَ
مِنَ
الصَّادِق۪ينَ
٧٠
“Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.” Onlar, “Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler.
اَلَمْ
يَأْتِهِمْ
نَبَاُ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
قَوْمِ
نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَ
وَقَوْمِ
اِبْرٰه۪يمَ
وَاَصْحَابِ
مَدْيَنَ
وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ
اَتَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِۚ
فَمَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيَظْلِمَهُمْ
وَلٰكِنْ
كَانُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ
٧٠
Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
وَاتْلُ
عَلَيْهِمْ
نَبَاَ
نُوحٍۢ
اِذْ
قَالَ
لِقَوْمِه۪
يَا
قَوْمِ
اِنْ
كَانَ
كَبُرَ
عَلَيْكُمْ
مَقَام۪ي
وَتَذْك۪ير۪ي
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
فَعَلَى
اللّٰهِ
تَوَكَّلْتُ
فَاَجْمِعُٓوا
اَمْرَكُمْ
وَشُرَكَٓاءَكُمْ
ثُمَّ
لَا
يَكُنْ
اَمْرُكُمْ
عَلَيْكُمْ
غُمَّةً
ثُمَّ
اقْضُٓوا
اِلَيَّ
وَلَا
تُنْظِرُونِ
٧١
فَاِنْ
تَوَلَّيْتُمْ
فَمَا
سَاَلْتُكُمْ
مِنْ
اَجْرٍۜ
اِنْ
اَجْرِيَ
اِلَّا
عَلَى
اللّٰهِۙ
وَاُمِرْتُ
اَنْ
اَكُونَ
مِنَ
الْمُسْلِم۪ينَ
٧٢
Nûh’un haberini onlara oku. Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah’a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin! Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana müslümanlardan olmam emredildi.”
فَكَذَّبُوهُ
فَنَجَّيْنَاهُ
وَمَنْ
مَعَهُ
فِي
الْفُلْكِ
وَجَعَلْنَاهُمْ
خَلَٓائِفَ
وَاَغْرَقْنَا
الَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَاۚ
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُنْذَر۪ينَ
٧٣
ثُمَّ
بَعَثْنَا
مِنْ
بَعْدِه۪
رُسُلاً
اِلٰى
قَوْمِهِمْ
فَجَٓاؤُ۫هُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
فَمَا
كَانُوا
لِيُؤْمِنُوا
بِمَا
كَذَّبُوا
بِه۪
مِنْ
قَبْلُۜ
كَذٰلِكَ
نَطْبَعُ
عَلٰى
قُلُوبِ
الْمُعْتَد۪ينَ
٧٤
Onu yine de yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları ötekilerin yerine geçirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Bak, uyarılan (fakat söz anlamayan)ların sonu nasıl oldu! Sonra, onun ardından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara apaçık mucizeler getirdiler. Fakat onlar önceden yalanlamakta oldukları şeye inanacak değillerdi. İşte biz haddi aşanların kalplerini böylece mühürleriz.
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
اِلٰى
قَوْمِه۪ۘ
اِنّ۪ي
لَكُمْ
نَذ۪يرٌ
مُب۪ينٌۙ
٢٥
اَنْ
لَا
تَعْبُدُٓوا
اِلَّا
اللّٰهَۜ
اِنّ۪ٓي
اَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ
يَوْمٍ
اَل۪يمٍ
٢٦
فَقَالَ
الْمَلَأُ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنْ
قَوْمِه۪
مَا
نَرٰيكَ
اِلَّا
بَشَراً
مِثْلَنَا
وَمَا
نَرٰيكَ
اتَّبَعَكَ
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
هُمْ
اَرَاذِلُنَا
بَادِيَ
الرَّأْيِۚ
وَمَا
نَرٰى
لَكُمْ
عَلَيْنَا
مِنْ
فَضْلٍ
بَلْ
نَظُنُّكُمْ
كَاذِب۪ينَ
٢٧
Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.” Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.
قَالَ
يَا قَوْمِ
اَرَاَيْتُمْ
اِنْ
كُنْتُ
عَلٰى
بَيِّنَةٍ
مِنْ
رَبّ۪ي
وَاٰتٰين۪ي
رَحْمَةً
مِنْ
عِنْدِه۪
فَعُمِّيَتْ
عَلَيْكُمْۜ
اَنُلْزِمُكُمُوهَا
وَاَنْتُمْ
لَهَا
كَارِهُونَ
٢٨
Nûh dedi ki: “Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz ona karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”
وَيَا
قَوْمِ
لَٓا
اَسْـَٔلُكُمْ
عَلَيْهِ
مَالاًۜ
اِنْ
اَجْرِيَ
اِلَّا
عَلَى
اللّٰهِ
وَمَٓا
اَنَا۬
بِطَارِدِ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُواۜ
اِنَّهُمْ
مُلَاقُوا
رَبِّهِمْ
وَلٰكِنّ۪ٓي
اَرٰيكُمْ
قَوْماً
تَجْهَلُونَ
٢٩
“Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.”
وَيَا
قَوْمِ
مَنْ
يَنْصُرُن۪ي
مِنَ
اللّٰهِ
اِنْ
طَرَدْتُهُمْۜ
اَفَلَا
تَذَكَّرُونَ
٣٠
وَلَٓا
اَقُولُ
لَكُمْ
عِنْد۪ي
خَزَٓائِنُ
اللّٰهِ
وَلَٓا اَعْلَمُ
الْغَيْبَ
وَلَٓا
اَقُولُ
اِنّ۪ي
مَلَكٌ
وَلَٓا
اَقُولُ
لِلَّذ۪ينَ
تَزْدَر۪ٓي
اَعْيُنُكُمْ
لَنْ
يُؤْتِيَهُمُ
اللّٰهُ
خَيْراًۜ
اَللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِمَا
ف۪ٓي
اَنْفُسِهِمْۚ
اِنّ۪ٓي
اِذاً
لَمِنَ
الظَّالِم۪ينَ
٣١
“Ey kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz?” Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zâlimlerden olurum.
قَالُوا
يَا
نُوحُ
قَدْ
جَادَلْتَنَا
فَاَكْثَرْتَ
جِدَالَنَا
فَأْتِنَا
بِمَا
تَعِدُنَٓا
اِنْ
كُنْتَ
مِنَ
الصَّادِق۪ينَ
٣٢
Dediler ki: “Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.”
قَالَ
اِنَّمَا
يَأْت۪يكُمْ
بِهِ
اللّٰهُ
اِنْ
شَٓاءَ
وَمَٓا
اَنْتُمْ
بِمُعْجِز۪ينَ
٣٣
وَلَا يَنْفَعُكُمْ
نُصْح۪ٓي
اِنْ
اَرَدْتُ
اَنْ
اَنْصَحَ
لَكُمْ
اِنْ
كَانَ
اللّٰهُ
يُر۪يدُ
اَنْ
يُغْوِيَكُمْۜ
هُوَ
رَبُّكُمْ
وَاِلَيْهِ
تُرْجَعُونَۜ
٣٤
Nûh dedi ki: “Onu size, dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah’ı) âciz bırakamazsınız.” Ben size öğüt vermek istesem de, eğer Allah sizi azdırmak istemişse, öğüdüm size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.
وَاُو۫حِيَ
اِلٰى
نُوحٍ
اَنَّهُ
لَنْ
يُؤْمِنَ
مِنْ
قَوْمِكَ
اِلَّا
مَنْ
قَدْ
اٰمَنَ
فَلَا
تَبْتَئِسْ
بِمَا
كَانُوا
يَفْعَلُونَۚ
٣٦
وَاصْنَعِ
الْفُلْكَ
بِاَعْيُنِنَا
وَوَحْيِنَا
وَلَا
تُخَاطِبْن۪ي
فِي
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُواۚ
اِنَّهُمْ
مُغْرَقُونَ
٣٧
Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.” “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”
وَيَصْنَعُ
الْفُلْكَ
وَكُلَّمَا
مَرَّ
عَلَيْهِ
مَلَاٌ
مِنْ
قَوْمِه۪
سَخِرُوا
مِنْهُۜ
قَالَ
اِنْ
تَسْخَرُوا
مِنَّا
فَاِنَّا
نَسْخَرُ
مِنْكُمْ
كَمَا
تَسْخَرُونَۜ
٣٨
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَۙ
مَنْ
يَأْت۪يهِ
عَذَابٌ
يُخْز۪يهِ
وَيَحِلُّ
عَلَيْهِ
عَذَابٌ
مُق۪يمٌ
٣٩
(Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.” Artık, geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine sürekli bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız.
حَتّٰٓى
اِذَا
جَٓاءَ
اَمْرُنَا
وَفَارَ
التَّنُّورُۙ
قُلْنَا
احْمِلْ
ف۪يهَا
مِنْ
كُلٍّ
زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ
وَاَهْلَكَ
اِلَّا
مَنْ
سَبَقَ
عَلَيْهِ
الْقَوْلُ
وَمَنْ
اٰمَنَۜ
وَمَٓا
اٰمَنَ
مَعَهُٓ
اِلَّا
قَل۪يلٌ
٤٠
Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.
وَقَالَ
ارْكَبُوا
ف۪يهَا
بِسْمِ
اللّٰهِ
مَجْرٰۭۙيهَا
وَمُرْسٰيهَاۜ
اِنَّ
رَبّ۪ي
لَغَفُورٌ
رَح۪يمٌ
٤١
(Nûh), “Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi.
وَهِيَ
تَجْر۪ي
بِهِمْ
ف۪ي
مَوْجٍ
كَالْجِبَالِ
وَنَادٰى
نُوحٌۨ
ابْنَهُ
وَكَانَ
ف۪ي
مَعْزِلٍ
يَا
بُنَيَّ
ارْكَبْۭۗ
مَعَنَا
وَلَا
تَكُنْ
مَعَ
الْكَافِر۪ينَ
٤٢
Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye seslendi.
قَالَ
سَاٰو۪ٓي
اِلٰى
جَبَلٍ
يَعْصِمُن۪ي
مِنَ
الْمَٓاءِۜ
قَالَ
لَا
عَاصِمَ
الْيَوْمَ
مِنْ
اَمْرِ
اللّٰهِ
اِلَّا
مَنْ
رَحِمَۚ
وَحَالَ
بَيْنَهُمَا
الْمَوْجُ
فَكَانَ
مِنَ
الْمُغْرَق۪ينَ
٤٣
وَق۪يلَ
يَٓا
اَرْضُ
ابْلَع۪ي
مَٓاءَكِ
وَيَا
سَمَٓاءُ
اَقْلِع۪ي
وَغ۪يضَ
الْمَٓاءُ
وَقُضِيَ
الْاَمْرُ
وَاسْتَوَتْ
عَلَى
الْجُودِيِّ
وَق۪يلَ
بُعْداً
لِلْقَوْمِ
الظَّالِم۪ينَ
٤٤
O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu. “Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.
وَنَادٰى
نُوحٌ
رَبَّهُ
فَقَالَ
رَبِّ
اِنَّ
ابْن۪ي
مِنْ
اَهْل۪ي
وَاِنَّ
وَعْدَكَ
الْحَقُّ
وَاَنْتَ
اَحْكَمُ
الْحَاكِم۪ينَ
٤٥
Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”
قَالَ
يَا
نُوحُ
اِنَّهُ
لَيْسَ
مِنْ
اَهْلِكَۚ
اِنَّهُ
عَمَلٌ
غَيْرُ
صَالِحٍۗ
فَلَا تَسْـَٔلْنِ
مَا
لَيْسَ
لَكَ
بِه۪
عِلْمٌۜ
اِنّ۪ٓي
اَعِظُكَ
اَنْ
تَكُونَ
مِنَ
الْجَاهِل۪ينَ
٤٦
Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.
قَالَ
رَبِّ
اِنّ۪ٓي
اَعُوذُ
بِكَ
اَنْ
اَسْـَٔلَكَ
مَا
لَيْسَ
ل۪ي
بِه۪
عِلْمٌۜ
وَاِلَّا
تَغْفِرْ
ل۪ي
وَتَرْحَمْن۪ٓي
اَكُنْ
مِنَ
الْخَاسِر۪ينَ
٤٧
Nûh, “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum” dedi.
ق۪يلَ
يَا
نُوحُ
اهْبِطْ
بِسَلَامٍ
مِنَّا
وَبَرَكَاتٍ
عَلَيْكَ
وَعَلٰٓى
اُمَمٍ
مِمَّنْ
مَعَكَۜ
وَاُمَمٌ
سَنُمَتِّعُهُمْ
ثُمَّ
يَمَسُّهُمْ
مِنَّا
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٤٨
تِلْكَ
مِنْ
اَنْـبَٓاءِ
الْغَيْبِ
نُوح۪يهَٓا
اِلَيْكَۚ
مَا
كُنْتَ
تَعْلَمُهَٓا
اَنْتَ
وَلَا
قَوْمُكَ
مِنْ
قَبْلِ
هٰذَاۜۛ
فَاصْبِرْۜۛ
اِنَّ
الْعَاقِبَةَ
لِلْمُتَّق۪ينَ۟
٤٩
Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak.” İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.
وَيَا
قَوْمِ
لَا
يَجْرِمَنَّكُمْ
شِقَاق۪ٓي
اَنْ
يُص۪يبَكُمْ
مِثْلُ
مَٓا
اَصَابَ
قَوْمَ
نُوحٍ
اَوْ
قَوْمَ
هُودٍ
اَوْ
قَوْمَ
صَالِحٍۜ
وَمَا
قَوْمُ
لُوطٍ
مِنْكُمْ
بِبَع۪يدٍ
٨٩
“Ey Kavmim! Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin, veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden uzak değildir.”
اَلَمْ
يَأْتِكُمْ
نَبَؤُا
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
قَوْمِ
نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَۜۛ
وَالَّذ۪ينَ
مِنْ
بَعْدِهِمْۜۛ
لَا
يَعْلَمُهُمْ
اِلَّا
اللّٰهُۜ
جَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
فَرَدُّٓوا
اَيْدِيَهُمْ
ف۪ٓي
اَفْوَاهِهِمْ
وَقَالُٓوا
اِنَّا
كَفَرْنَا
بِمَٓا
اُرْسِلْتُمْ
بِه۪
وَاِنَّا
لَف۪ي
شَكٍّ
مِمَّا
تَدْعُونَـنَٓا
اِلَيْهِ
مُر۪يبٍ
٩
Sizden önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah’tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dediler.
وَاٰتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
وَجَعَلْنَاهُ
هُدًى
لِبَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اَلَّا
تَتَّخِذُوا
مِنْ
دُون۪ي
وَك۪يلاًۜ
٢
ذُرِّيَّةَ
مَنْ
حَمَلْنَا
مَعَ
نُوحٍۜ
اِنَّهُ
كَانَ
عَبْداً
شَكُوراً
٣
Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve onu, “Benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık. Ey kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu.
وَكَمْ
اَهْلَكْنَا
مِنَ
الْقُرُونِ
مِنْ
بَعْدِ
نُوحٍۜ
وَكَفٰى
بِرَبِّكَ
بِذُنُوبِ
عِبَادِه۪
خَب۪يراً
بَص۪يراً
١٧
Nûh’tan sonra da nice nesilleri helâk ettik. Kullarının günahlarını hakkıyla bilici ve görücü olarak Rabbin yeter.
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
اَنْعَمَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمْ
مِنَ
النَّبِيّ۪نَ
مِنْ
ذُرِّيَّةِ
اٰدَمَ
وَمِمَّنْ
حَمَلْنَا
مَعَ
نُوحٍۘ
وَمِنْ
ذُرِّيَّةِ
اِبْرٰه۪يمَ
وَاِسْرَٓائ۪لَ
وَمِمَّنْ
هَدَيْنَا
وَاجْتَبَيْنَاۜ
اِذَا
تُتْلٰى
عَلَيْهِمْ
اٰيَاتُ
الرَّحْمٰنِ
خَرُّوا
سُجَّداً
وَبُكِياًّ
٥٨
İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
وَنُوحاً
اِذْ
نَادٰى
مِنْ
قَبْلُ
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ
فَنَجَّيْنَاهُ
وَاَهْلَهُ
مِنَ
الْكَرْبِ
الْعَظ۪يمِۚ
٧٦
وَنَصَرْنَاهُ
مِنَ
الْقَوْمِ
الَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِنَاۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْمَ
سَوْءٍ
فَاَغْرَقْنَاهُمْ
اَجْمَع۪ينَ
٧٧
(Ey Muhammed!) Nûh’u da hatırla. Hani o daha önce dua etmişti de biz onun duasını kabul ederek, kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan (tufandan) kurtarmıştık. Âyetlerimizi yalanlayanlara karşı ona yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdu. Bu yüzden biz de onları topyekûn suda boğduk.
وَاِنْ
يُكَذِّبُوكَ
فَقَدْ
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ
وَعَادٌ
وَثَمُودُۙ
٤٢
Ey Muhammed! Eğer seni yalanlarlarsa bil ki, onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd kavimleri de (peygamberlerini) yalanlamışlardı.
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
اِلٰى
قَوْمِه۪
فَقَالَ
يَا
قَوْمِ
اعْبُدُوا
اللّٰهَ
مَا
لَكُمْ
مِنْ
اِلٰهٍ
غَيْرُهُۜ
اَفَلَا
تَتَّقُونَ
٢٣
Andolsun biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi.
وَقَوْمَ
نُوحٍ
لَمَّا
كَذَّبُوا
الرُّسُلَ
اَغْرَقْنَاهُمْ
وَجَعَلْنَاهُمْ
لِلنَّاسِ
اٰيَةًۜ
وَاَعْتَدْنَا
لِلظَّالِم۪ينَ
عَـذَاباً
اَل۪يماًۚ
٣٧
Nûh kavmini de, Peygamberleri yalanladıkları vakit suda boğduk. Onları insanlara bir ibret yaptık ve zalimlere elem dolu bir azap hazırladık.
كَذَّبَتْ
قَوْمُ
نُوحٍۨ
الْمُرْسَل۪ينَۚ
١٠٥
Nûh’un kavmi de Peygamberleri yalanladı.
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
اِلٰى
قَوْمِه۪
فَلَبِثَ
ف۪يهِمْ
اَلْفَ
سَنَةٍ
اِلَّا
خَمْس۪ينَ
عَاماًۜ
فَاَخَذَهُمُ
الطُّوفَانُ
وَهُمْ
ظَالِمُونَ
١٤
فَاَنْجَيْنَاهُ
وَاَصْحَابَ
السَّف۪ينَةِ
وَجَعَلْنَاهَٓا
اٰيَةً
لِلْعَالَم۪ينَ
١٥
Andolsun, biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi. Biz de onu (Nûh’u) ve gemide bulunanları kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret kıldık.
وَاِذْ
اَخَذْنَا
مِنَ
النَّبِيّ۪نَ
م۪يثَاقَهُمْ
وَمِنْكَ
وَمِنْ
نُوحٍ
وَاِبْرٰه۪يمَ
وَمُوسٰى
وَع۪يسَى
ابْنِ
مَرْيَمَۖ
وَاَخَذْنَا
مِنْهُمْ
م۪يثَاقاً
غَل۪يظاًۙ
٧
Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa’dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık.
وَلَقَدْ
نَادٰينَا
نُوحٌ
فَلَنِعْمَ
الْمُج۪يبُونَۚ
٧٥
وَنَجَّيْنَاهُ
وَاَهْلَهُ
مِنَ
الْكَرْبِ
الْعَظ۪يمِۘ
٧٦
وَجَعَلْنَا
ذُرِّيَّتَهُ
هُمُ
الْبَاق۪ينَۘ
٧٧
وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ
فِي
الْاٰخِر۪ينَۘ
٧٨
Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz! Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık. Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.
سَلَامٌ
عَلٰى
نُوحٍ
فِي
الْعَالَم۪ينَ
٧٩
Âlemler içinde Nûh’a selâm olsun!
اِنَّا
كَذٰلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِن۪ينَ
٨٠
اِنَّهُ
مِنْ
عِبَادِنَا
الْمُؤْمِن۪ينَ
٨١
ثُمَّ
اَغْرَقْنَا
الْاٰخَر۪ينَ
٨٢
وَاِنَّ
مِنْ
ش۪يعَتِه۪
لَاِبْرٰه۪يمَۢ
٨٣
İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mü’min kullarımızdandı. Sonra biz, diğerlerini suda boğduk. Şüphesiz İbrahim de O’nun taraftarlarından idi.
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ
وَعَادٌ
وَفِرْعَوْنُ
ذُوالْاَوْتَادِۙ
١٢
وَثَمُودُ
وَقَوْمُ
لُوطٍ
وَاَصْحَابُ
لْـَٔيْكَةِۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
الْاَحْزَابُ
١٣
اِنْ
كُلٌّ
اِلَّا
كَذَّبَ
الرُّسُلَ
فَحَقَّ
عِقَابِ۟
١٤
12,13. Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı. (O grupların) her biri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu.
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ
وَالْاَحْزَابُ
مِنْ
بَعْدِهِمْۖ
وَهَمَّتْ
كُلُّ
اُمَّةٍ
بِرَسُولِهِمْ
لِيَأْخُذُوهُ
وَجَادَلُوا
بِالْبَاطِلِ
لِيُدْحِضُوا
بِهِ
الْحَقَّ
فَاَخَذْتُهُمْ۠
فَكَيْفَ
كَانَ
عِقَابِ
٥
Onlardan önce Nûh’un kavmi ve onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış, (gördüler)!
وَقَالَ
الَّـذ۪ٓي
اٰمَنَ
يَا
قَوْمِ
اِنّ۪ٓي
اَخَافُ
عَلَيْكُمْ
مِثْلَ
يَوْمِ
الْاَحْزَابِۙ
٣٠
مِثْلَ
دَأْبِ
قَوْمِ
نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَ
وَالَّذ۪ينَ
مِنْ
بَعْدِهِمْۜ
وَمَا
اللّٰهُ
يُر۪يدُ
ظُلْماً
لِلْعِبَادِ
٣١
30,31. İman etmiş olan adam dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez.”
شَرَعَ
لَكُمْ
مِنَ
الدّ۪ينِ
مَا
وَصّٰى
بِه۪
نُوحاً
وَالَّـذ۪ٓي
اَوْحَيْنَٓا
اِلَيْكَ
وَمَا
وَصَّيْنَا
بِه۪ٓ
اِبْرٰه۪يمَ
وَمُوسٰى
وَع۪يسٰٓى
اَنْ
اَق۪يمُوا
الدّ۪ينَ
وَلَا
تَتَفَرَّقُوا
ف۪يهِۜ
كَبُرَ
عَلَى
الْمُشْرِك۪ينَ
مَا
تَدْعُوهُمْ
اِلَيْهِۜ
اَللّٰهُ
يَجْتَب۪ٓي
اِلَيْهِ
مَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَهْد۪ٓي
اِلَيْهِ
مَنْ
يُن۪يبُ
١٣
“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ
وَاَصْحَابُ
الرَّسِّ
وَثَمُودُۙ
١٢
12,13,14. Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd kavmi, Âd ve Firavun, Lût’un kardeşleri, Eykeliler, Tübba’ın kavmi de yalanlamıştı. Bütün bunlar (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar, böylece kendilerini uyardığım şey gerçekleşti.
وَقَوْمَ
نُوحٍ
مِنْ
قَبْلُۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْماً
فَاسِق۪ينَ۟
٤٦
Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
وَقَوْمَ
نُوحٍ
مِنْ
قَبْلُۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
هُمْ
اَظْلَمَ
وَاَطْغٰىۜ
٥٢
Daha önce de Nûh’un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi.
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ
فَـكَذَّبُوا
عَبْدَنَا
وَقَالُوا
مَجْنُونٌ
وَازْدُجِرَ
٩
Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp “Bu bir delidir” dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.
فَفَتَحْنَٓا
اَبْوَابَ
السَّمَٓاءِ
بِمَٓاءٍ
مُنْهَمِرٍۘ
١١
وَفَجَّرْنَا
الْاَرْضَ
عُيُوناً
فَالْتَقَى
الْمَٓاءُ
عَلٰٓى
اَمْرٍ
قَدْ
قُدِرَۚ
١٢
وَحَمَلْنَاهُ
عَلٰى
ذَاتِ
اَلْوَاحٍ
وَدُسُرٍۙ
١٣
Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık. Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti. Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.
تَجْر۪ي
بِاَعْيُنِنَاۚ
جَزَٓاءً
لِمَنْ
كَانَ
كُفِرَ
١٤
Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh’a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.
وَلَقَدْ
تَرَكْنَاهَٓا
اٰيَةً
فَهَلْ
مِنْ
مُدَّكِرٍ
١٥
فَـكَيْفَ
كَانَ
عَذَاب۪ي
وَنُذُرِ
١٦
وَلَقَدْ
يَسَّرْنَا
الْقُرْاٰنَ
لِلذِّكْرِ
فَهَلْ
مِنْ
مُدَّكِرٍ
١٧
Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan? Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)! Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
وَاِبْرٰه۪يمَ
وَجَعَلْنَا
ف۪ي
ذُرِّيَّتِهِمَا
النُّبُوَّةَ
وَالْكِتَابَ
فَمِنْهُمْ
مُهْتَدٍۚ
وَكَث۪يرٌ
مِنْهُمْ
فَاسِقُونَ
٢٦
Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir.
ضَرَبَ
اللّٰهُ
مَثَلاً
لِلَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
امْرَاَتَ
نُوحٍ
وَامْرَاَتَ
لُوطٍۜ
كَانَتَا
تَحْتَ
عَبْدَيْنِ
مِنْ
عِبَادِنَا
صَالِحَيْنِ
فَخَانَتَاهُمَا
فَلَمْ
يُغْنِيَا
عَنْهُمَا
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاً
وَق۪يلَ
ادْخُلَا
النَّارَ
مَعَ
الدَّاخِل۪ينَ
١٠
Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.
اِنَّا
لَمَّا
طَغَا
الْمَٓاءُ
حَمَلْنَاكُمْ
فِي
الْجَارِيَةِۙ
١١
لِنَجْعَلَهَا
لَكُمْ
تَذْكِرَةً
وَتَعِيَهَٓا
اُذُنٌ
وَاعِيَةٌ
١٢
11,12. Şüphesiz, (Nûh zamanında) su bastığı vakit, sizi gemide biz taşıdık ki, bu olayı sizin için bir uyarı yapalım ve belleyecek kulaklar da onu bellesin.
اِنَّٓا
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
اِلٰى
قَوْمِه۪ٓ
اَنْ
اَنْذِرْ
قَوْمَكَ
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
يَأْتِيَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
١
قَالَ
يَا
قَوْمِ
اِنّ۪ي
لَـكُمْ
نَذ۪يرٌ
مُب۪ينٌۙ
٢
Şüphesiz biz Nûh’u, kavmine, “Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye peygamber olarak gönderdik. Nûh, şöyle dedi: “Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
قَالَ
رَبِّ
اِنّ۪ي
دَعَوْتُ
قَوْم۪ي
لَيْلاً
وَنَهَاراًۙ
٥
Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”
قَالَ
نُوحٌ
رَبِّ
اِنَّهُمْ
عَصَوْن۪ي
وَاتَّبَعُوا
مَنْ
لَمْ
يَزِدْهُ
مَالُهُ
وَوَلَدُهُٓ
اِلَّا
خَسَاراًۚ
٢١
Nûh, dedi ki: “Rabbim! Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimselere uydular.”
وَقَالَ
نُوحٌ
رَبِّ
لَا
تَذَرْ
عَلَى
الْاَرْضِ
مِنَ
الْكَافِر۪ينَ
دَيَّاراً
٢٦
اِنَّكَ
اِنْ
تَذَرْهُمْ
يُضِلُّوا
عِبَادَكَ
وَلَا
يَلِدُٓوا
اِلَّا
فَاجِراً
كَفَّاراً
٢٧
رَبِّ
اغْفِرْ
ل۪ي
وَلِوَالِدَيَّ
وَلِمَنْ
دَخَلَ
بَيْتِيَ
مُؤْمِناً
وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِۜ
وَلَا
تَزِدِ
الظَّالِم۪ينَ
اِلَّا
تَبَاراً
٢٨
Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!” “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.” “Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”