فَبَدَّلَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
قَوْلاً
غَيْرَ
الَّذ۪ي
ق۪يلَ
لَهُمْ
فَاَنْزَلْنَا
عَلَى
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
رِجْزاً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
بِمَا
كَانُوا
يَفْسُقُونَ۟
٥٩
Derken, onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
مَنَعَ
مَسَاجِدَ
اللّٰهِ
اَنْ
يُذْكَرَ
ف۪يهَا
اسْمُهُ
وَسَعٰى
ف۪ي
خَرَابِهَاۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
مَا
كَانَ
لَهُمْ
اَنْ
يَدْخُلُوهَٓا
اِلَّا
خَٓائِف۪ينَۜ
لَهُمْ
فِي
الدُّنْيَا
خِزْيٌ
وَلَهُمْ
فِي
الْاٰخِرَةِ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌ
١١٤
Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.
وَاِذِ
ابْتَلٰٓى
اِبْرٰه۪يمَ
رَبُّهُ
بِكَلِمَاتٍ
فَاَتَمَّهُنَّۜ
قَالَ
اِنّ۪ي
جَاعِلُكَ
لِلنَّاسِ
اِمَاماًۜ
قَالَ
وَمِنْ
ذُرِّيَّت۪يۜ
قَالَ
لَا
يَنَالُ
عَهْدِي
الظَّالِم۪ينَ
١٢٤
Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.
اَمْ
تَقُولُونَ
اِنَّ
اِبْرٰه۪يمَ
وَاِسْمٰع۪يلَ
وَاِسْحٰقَ
وَيَعْقُوبَ
وَالْاَسْبَاطَ
كَانُوا
هُوداً
اَوْ
نَصَارٰىۜ
قُلْ
ءَاَنْتُمْ
اَعْلَمُ
اَمِ
اللّٰهُۜ
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
كَتَمَ
شَهَادَةً
عِنْدَهُ
مِنَ
اللّٰهِۜ
وَمَا
اللّٰهُ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ
١٤٠
Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
وَلَئِنْ
اَتَيْتَ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
بِكُلِّ
اٰيَةٍ
مَا
تَبِعُوا
قِبْلَتَكَۚ
وَمَٓا
اَنْتَ
بِتَابِـعٍ
قِبْلَتَهُمْۚ
وَمَا
بَعْضُهُمْ
بِتَابِـعٍ
قِبْلَةَ
بَعْضٍۜ
وَلَئِنِ
اتَّبَعْتَ
اَهْوَٓاءَهُمْ
مِنْ
بَعْدِ
مَا
جَٓاءَكَ
مِنَ
الْعِلْمِۙ
اِنَّكَ
اِذاً
لَمِنَ
الظَّالِم۪ينَۢ
١٤٥
Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يَتَّخِذُ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
اَنْدَاداً
يُحِبُّونَهُمْ
كَحُبِّ
اللّٰهِۜ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اَشَدُّ
حُباًّ
لِلّٰهِۜ
وَلَوْ
يَرَى
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُٓوا
اِذْ
يَرَوْنَ
الْعَذَابَۙ
اَنَّ
الْقُوَّةَ
لِلّٰهِ
جَم۪يعاًۙ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
شَد۪يدُ
الْعَذَابِ
١٦٥
İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi!
اَلطَّـلَاقُ
مَرَّتَانِۖ
فَاِمْسَاكٌ
بِمَعْرُوفٍ
اَوْ
تَسْر۪يحٌ
بِاِحْسَانٍۜ
وَلَا
يَحِلُّ
لَكُمْ
اَنْ
تَأْخُذُوا
مِمَّٓا
اٰتَيْتُمُوهُنَّ
شَيْـٔاً
اِلَّٓا
اَنْ
يَخَافَٓا
اَلَّا
يُق۪يمَا
حُدُودَ
اللّٰهِۜ
فَاِنْ
خِفْتُمْ
اَلَّا
يُق۪يمَا
حُدُودَ
اللّٰهِۙ
فَلَا
جُنَاحَ
عَلَيْهِمَا
ف۪يمَا
افْتَدَتْ
بِه۪ۜ
تِلْكَ
حُدُودُ
اللّٰهِ
فَلَا
تَعْتَدُوهَاۚ
وَمَنْ
يَتَعَدَّ
حُدُودَ
اللّٰهِ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٢٢٩
(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اَنْفِقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاكُمْ
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
يَأْتِيَ
يَوْمٌ
لَا
بَيْعٌ
ف۪يهِ
وَلَا
خُلَّةٌ
وَلَا شَفَاعَةٌۜ
وَالْكَافِرُونَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٢٥٤
Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.
اَلَمْ
تَرَ
اِلَى
الَّذ۪ي
حَٓاجَّ
اِبْرٰه۪يمَ
ف۪ي
رَبِّه۪ٓ
اَنْ
اٰتٰيهُ
اللّٰهُ
الْمُلْكَۢ
اِذْ
قَالَ
اِبْرٰه۪يمُ
رَبِّيَ
الَّذ۪ي
يُحْـي۪
وَيُم۪يتُۙ
قَالَ
اَنَا۬
اُحْـي۪
وَاُم۪يتُۜ
قَالَ
اِبْرٰه۪يمُ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
يَأْت۪ي
بِالشَّمْسِ
مِنَ
الْمَشْرِقِ
فَأْتِ
بِهَا
مِنَ
الْمَغْرِبِ
فَبُهِتَ
الَّذ۪ي
كَفَرَۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَۚ
٢٥٨
Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
وَمَٓا
اَنْفَقْتُمْ
مِنْ
نَفَقَةٍ
اَوْ
نَذَرْتُمْ
مِنْ
نَذْرٍ
فَاِنَّ
اللّٰهَ
يَعْلَمُهُۜ
وَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
اَنْصَارٍ
٢٧٠
Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.
وَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
فَيُوَفّ۪يهِمْ
اُجُورَهُمْۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يُحِبُّ
الظَّالِم۪ينَ
٥٧
“İman edip salih ameller işleyenlere gelince, Allah onların mükâfatlarını tastamam verecektir. Allah, zalimleri sevmez.”
كُلُّ
الطَّعَامِ
كَانَ
حِلاًّ
لِبَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اِلَّا
مَا
حَرَّمَ
اِسْرَٓائ۪لُ
عَلٰى
نَفْسِه۪
مِنْ
قَبْلِ
اَنْ
تُنَزَّلَ
التَّوْرٰيةُۜ
قُلْ
فَأْتُوا
بِالتَّوْرٰيةِ
فَاتْلُوهَٓا
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٩٣
فَمَنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
الْكَذِبَ
مِنْ
بَعْدِ
ذٰلِكَ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٩٤
Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.” Artık bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
مَثَلُ
مَا
يُنْفِقُونَ
ف۪ي
هٰذِهِ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَا
كَمَثَلِ
ر۪يحٍ
ف۪يهَا
صِرٌّ
اَصَابَتْ
حَرْثَ
قَوْمٍ
ظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَاَهْلَكَتْهُۜ
وَمَا
ظَلَمَهُمُ
اللّٰهُ
وَلٰكِنْ
اَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ
١١٧
Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın durumu gibidir. Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.
وَمَا
جَعَلَهُ
اللّٰهُ
اِلَّا
بُشْرٰى
لَكُمْ
وَلِتَطْمَئِنَّ
قُلُوبُكُمْ
بِه۪ۜ
وَمَا
النَّصْرُ
اِلَّا
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِ
الْعَز۪يزِ
الْحَك۪يمِۙ
١٢٦
لِيَقْطَعَ
طَرَفاً
مِنَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اَوْ
يَكْبِتَهُمْ
فَيَنْقَلِبُوا
خَٓائِب۪ينَ
١٢٧
لَيْسَ
لَكَ
مِنَ
الْاَمْرِ
شَيْءٌ
اَوْ
يَتُوبَ
عَلَيْهِمْ
اَوْ
يُعَذِّبَهُمْ
فَاِنَّهُمْ
ظَالِمُونَ
١٢٨
Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır. Bir de Allah bunu, inkâr edenlerden bir kısmını helâk etsin veya perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye yaptı. Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.
اِنْ
يَمْسَسْكُمْ
قَرْحٌ
فَقَدْ
مَسَّ
الْقَوْمَ
قَرْحٌ
مِثْلُهُۜ
وَتِلْكَ
الْاَيَّامُ
نُدَاوِلُهَا
بَيْنَ
النَّاسِۚ
وَلِيَعْلَمَ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَيَتَّخِذَ
مِنْكُمْ
شُهَدَٓاءَۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يُحِبُّ
الظَّالِم۪ينَۙ
١٤٠
Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.
سَنُلْق۪ي
ف۪ي
قُلُوبِ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
الرُّعْبَ
بِمَٓا
اَشْرَكُوا
بِاللّٰهِ
مَا
لَمْ
يُنَزِّلْ
بِه۪
سُلْطَاناًۚ
وَمَأْوٰيهُمُ
النَّارُۜ
وَبِئْسَ
مَثْوَى
الظَّالِم۪ينَ
١٥١
Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür.
رَبَّنَٓا
اِنَّكَ
مَنْ
تُدْخِلِ
النَّارَ
فَقَدْ
اَخْزَيْتَهُۜ
وَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
اَنْصَارٍ
١٩٢
“Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
يَأْكُلُونَ
اَمْوَالَ
الْيَتَامٰى
ظُلْماً
اِنَّمَا
يَأْكُلُونَ
ف۪ي
بُطُونِهِمْ
نَاراًۜ
وَسَيَصْلَوْنَ
سَع۪يراً۟
١٠
Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
تَوَفّٰيهُمُ
الْمَلٰٓئِكَةُ
ظَالِم۪ٓي
اَنْفُسِهِمْ
قَالُوا
ف۪يمَ
كُنْتُمْۜ
قَالُوا
كُنَّا
مُسْتَضْعَف۪ينَ
فِي
الْاَرْضِۜ
قَالُٓوا
اَلَمْ
تَكُنْ
اَرْضُ
اللّٰهِ
وَاسِعَةً
فَتُهَاجِرُوا
ف۪يهَاۜ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
مَأْوٰيهُمْ
جَهَنَّمُۜ
وَسَٓاءَتْ
مَص۪يراًۙ
٩٧
اِلَّا
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ
مِنَ
الرِّجَالِ
وَالنِّسَٓاءِ
وَالْوِلْدَانِ
لَا
يَسْتَط۪يعُونَ
ح۪يلَةً
وَلَا
يَهْتَدُونَ
سَب۪يلاً
٩٨
فَاُو۬لٰٓئِكَ
عَسَى
اللّٰهُ
اَنْ
يَعْفُوَ
عَنْهُمْۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَفُواًّ
غَفُوراً
٩٩
Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır. Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَظَلَمُوا
لَمْ
يَكُنِ
اللّٰهُ
لِيَغْفِرَ
لَهُمْ
وَلَا
لِيَهْدِيَهُمْ
طَر۪يقاًۙ
١٦٨
Şüphesiz inkâr edenler ve zulmedenler (var ya), Allah onları asla bağışlayacak ve doğru yola iletecek değildir.
اِنّ۪ٓي
اُر۪يدُ
اَنْ
تَبُٓوأَ
بِاِثْم۪ي
وَاِثْمِكَ
فَتَكُونَ
مِنْ
اَصْحَابِ
النَّارِۚ
وَذٰلِكَ
جَزٰٓؤُا
الظَّالِم۪ينَۚ
٢٩
“Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.”
وَكَتَبْنَا
عَلَيْهِمْ
ف۪يهَٓا
اَنَّ
النَّفْسَ
بِالنَّفْسِۙ
وَالْعَيْنَ
بِالْعَيْنِ
وَالْاَنْفَ
بِالْاَنْفِ
وَالْاُذُنَ
بِالْاُذُنِ
وَالسِّنَّ
بِالسِّنِّۙ
وَالْجُرُوحَ
قِصَاصٌۜ
فَمَنْ
تَصَدَّقَ
بِه۪
فَهُوَ
كَفَّارَةٌ
لَهُۜ
وَمَنْ
لَمْ
يَحْكُمْ
بِمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٤٥
Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَتَّخِذُوا
الْيَهُودَ
وَالنَّصَارٰٓى
اَوْلِيَٓاءَۢ
بَعْضُهُمْ
اَوْلِيَٓاءُ
بَعْضٍۜ
وَمَنْ
يَتَوَلَّهُمْ
مِنْكُمْ
فَاِنَّهُ
مِنْهُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ
٥١
Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.
لَقَدْ
كَفَرَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْمَس۪يحُ
ابْنُ
مَرْيَمَۜ
وَقَالَ
الْمَس۪يحُ
يَا
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
اعْبُدُوا
اللّٰهَ
رَبّ۪ي
وَرَبَّكُمْۜ
اِنَّهُ
مَنْ
يُشْرِكْ
بِاللّٰهِ
فَقَدْ
حَرَّمَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِ
الْجَنَّةَ
وَمَأْوٰيهُ
النَّارُۜ
وَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
اَنْصَارٍ
٧٢
Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
اَوْ
كَذَّبَ
بِاٰيَاتِه۪ۜ
اِنَّهُ
لَا
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ
٢١
Kim Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.
وَقَالُٓوا
اِنْ
هِيَ
اِلَّا
حَيَاتُنَا
الدُّنْيَا
وَمَا
نَحْنُ
بِمَبْعُوث۪ينَ
٢٩
Derler ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.”
قَدْ
نَعْلَمُ
اِنَّهُ
لَيَحْزُنُكَ
الَّذ۪ي
يَقُولُونَ
فَاِنَّهُمْ
لَا
يُكَذِّبُونَكَ
وَلٰكِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
يَجْحَدُونَ
٣٣
Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın âyetlerini inadına inkâr ediyorlar.
وَلَقَدْ
اَرْسَلْـنَٓا
اِلٰٓى
اُمَمٍ
مِنْ
قَبْلِكَ
فَاَخَذْنَاهُمْ
بِالْبَأْسَٓاءِ
وَالضَّرَّٓاءِ
لَعَلَّهُمْ
يَتَضَرَّعُونَ
٤٢
فَلَوْلَٓا
اِذْ
جَٓاءَهُمْ
بَأْسُنَا
تَضَرَّعُوا
وَلٰكِنْ
قَسَتْ
قُلُوبُهُمْ
وَزَيَّنَ
لَهُمُ
الشَّيْطَانُ
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٤٣
فَلَمَّا
نَسُوا
مَا
ذُكِّرُوا
بِه۪
فَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ
اَبْوَابَ
كُلِّ
شَيْءٍۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
فَرِحُوا
بِمَٓا
اُو۫تُٓوا
اَخَذْنَاهُمْ
بَغْتَةً
فَاِذَا
هُمْ
مُبْلِسُونَ
٤٤
فَقُطِـعَ
دَابِرُ
الْقَوْمِ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُواۜ
وَالْحَمْدُ
لِلّٰهِ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ
٤٥
Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık. Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti. Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar. Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
قُلْ
اَرَاَيْتَكُمْ
اِنْ
اَتٰيكُمْ
عَذَابُ
اللّٰهِ
بَغْتَةً
اَوْ
جَهْرَةً
هَلْ
يُهْلَكُ
اِلَّا
الْقَوْمُ
الظَّالِمُونَ
٤٧
De ki: “Ne dersiniz, Allah’ın azabı size beklenmedik bir anda veya açıktan açığa gelse, zalimler toplumundan başkası mı helâk edilecek?”
وَلَا
تَطْرُدِ
الَّذ۪ينَ
يَدْعُونَ
رَبَّهُمْ
بِالْغَدٰوةِ
وَالْعَشِيِّ
يُر۪يدُونَ
وَجْهَهُۜ
مَا
عَلَيْكَ
مِنْ
حِسَابِهِمْ
مِنْ
شَيْءٍ
وَمَا
مِنْ
حِسَابِكَ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
شَيْءٍ
فَتَطْرُدَهُمْ
فَتَكُونَ
مِنَ
الظَّالِم۪ينَ
٥٢
Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
اَوْ
قَالَ
اُو۫حِيَ
اِلَيَّ
وَلَمْ
يُوحَ
اِلَيْهِ
شَيْءٌ
وَمَنْ
قَالَ
سَاُنْزِلُ
مِثْلَ
مَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُۜ
وَلَوْ
تَرٰٓى
اِذِ
الظَّالِمُونَ
ف۪ي
غَمَرَاتِ
الْمَوْتِ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
بَاسِطُٓوا
اَيْد۪يهِمْۚ
اَخْرِجُٓوا
اَنْفُسَكُمْۜ
اَلْيَوْمَ
تُجْزَوْنَ
عَذَابَ
الْهُونِ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَقُولُونَ
عَلَى
اللّٰهِ
غَيْرَ
الْحَقِّ
وَكُنْتُمْ
عَنْ
اٰيَاتِه۪
تَسْتَكْبِرُونَ
٩٣
وَلَقَدْ
جِئْتُمُونَا
فُرَادٰى
كَمَا
خَلَقْنَاكُمْ
اَوَّلَ
مَرَّةٍ
وَتَرَكْتُمْ
مَا
خَوَّلْنَاكُمْ
وَرَٓاءَ
ظُهُورِكُمْۚ
وَمَا
نَرٰى
مَعَكُمْ
شُفَعَٓاءَكُمُ
الَّذ۪ينَ
زَعَمْتُمْ
اَنَّهُمْ
ف۪يكُمْ
شُرَكٰٓؤُ۬اۜ
لَقَدْ
تَقَطَّعَ
بَيْنَكُمْ
وَضَلَّ
عَنْكُمْ
مَا
كُنْتُمْ
تَزْعُمُونَ۟
٩٤
Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen! Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.
وَيَوْمَ
يَحْشُرُهُمْ
جَم۪يعاًۚ
يَا
مَعْشَرَ
الْجِنِّ
قَدِ
اسْتَكْثَرْتُمْ
مِنَ
الْاِنْسِۚ
وَقَالَ
اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ
مِنَ
الْاِنْسِ
رَبَّـنَا
اسْتَمْتَعَ
بَعْضُنَا
بِبَعْضٍ
وَبَلَغْنَٓا
اَجَلَنَا
الَّـذ۪ٓي
اَجَّلْتَ
لَنَاۜ
قَالَ
النَّارُ
مَثْوٰيكُمْ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَٓا
اِلَّا
مَا
شَٓاءَ
اللّٰهُۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
حَك۪يمٌ
عَل۪يمٌ
١٢٨
وَكَذٰلِكَ
نُوَلّ۪ي
بَعْضَ
الظَّالِم۪ينَ
بَعْضاً
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ۟
١٢٩
Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. İşte biz, kazanmakta oldukları günahlar sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böyle musallat ederiz.
قُلْ
يَا
قَوْمِ
اعْمَلُوا
عَلٰى
مَكَانَتِكُمْ
اِنّ۪ي
عَامِلٌۚ
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَۙ
مَنْ
تَكُونُ
لَهُ
عَاقِبَةُ
الدَّارِۜ
اِنَّهُ
لَا
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ
١٣٥
De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de (görevimi) yapacağım. Ama dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını yakında öğreneceksiniz. Şüphesiz, zalimler kurtuluşa eremezler.
وَمِنَ
الْاِبِلِ
اثْنَيْنِ
وَمِنَ
الْبَقَرِ
اثْنَيْنِۜ
قُلْ
آٰلذَّكَرَيْنِ
حَرَّمَ
اَمِ
الْاُنْثَيَيْنِ
اَمَّا
اشْتَمَلَتْ
عَلَيْهِ
اَرْحَامُ
الْاُنْثَيَيْنِۜ
اَمْ
كُنْتُمْ
شُهَدَٓاءَ
اِذْ
وَصّٰيكُمُ
اللّٰهُ
بِهٰذَاۚ
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
لِيُضِلَّ
النَّاسَ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ۟
١٤٤
Yine (erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram ettiğinde, orada hazır mı idiniz!?” İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
اَوْ
تَقُولُوا
لَوْ
اَنَّٓا
اُنْزِلَ
عَلَيْنَا
الْكِتَابُ
لَكُنَّٓا
اَهْدٰى
مِنْهُمْۚ
فَقَدْ
جَٓاءَكُمْ
بَيِّنَةٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَهُدًى
وَرَحْمَةٌۚ
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
كَذَّبَ
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
وَصَدَفَ
عَنْهَاۜ
سَنَجْزِي
الَّذ۪ينَ
يَصْدِفُونَ
عَنْ
اٰيَاتِنَا
سُٓوءَ
الْعَذَابِ
بِمَا
كَانُوا
يَصْدِفُونَ
١٥٧
156,157. “Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
وَكَمْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
اَهْلَكْنَاهَا
فَجَٓاءَهَا
بَأْسُنَا
بَيَاتاً
اَوْ
هُمْ
قَٓائِلُونَ
٤
Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti.
وَكَمْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
اَهْلَكْنَاهَا
فَجَٓاءَهَا
بَأْسُنَا
بَيَاتاً
اَوْ
هُمْ
قَٓائِلُونَ
٤
فَمَا
كَانَ
دَعْوٰيهُمْ
اِذْ
جَٓاءَهُمْ
بَأْسُنَٓا
اِلَّٓا
اَنْ
قَالُٓوا
اِنَّا
كُنَّا
ظَالِم۪ينَ
٥
Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti. Azabımız kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk” demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.
وَمَنْ
خَفَّتْ
مَوَاز۪ينُهُ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
خَسِرُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
بِمَا
كَانُوا
بِاٰيَاتِنَا
يَظْلِمُونَ
٩
Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
اَوْ
كَذَّبَ
بِاٰيَاتِه۪ۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
يَنَالُهُمْ
نَص۪يبُهُمْ
مِنَ
الْكِتَابِۜ
حَتّٰٓى
اِذَا
جَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُنَا
يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ
قَالُٓوا
اَيْنَ
مَا
كُنْتُمْ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
قَالُوا
ضَلُّوا
عَنَّا
وَشَهِدُوا
عَلٰٓى
اَنْفُسِهِمْ
اَنَّهُمْ
كَانُوا
كَافِر۪ينَ
٣٧
Kim, Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?” derler. Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
لَهُمْ
مِنْ
جَهَنَّمَ
مِهَادٌ
وَمِنْ
فَوْقِهِمْ
غَوَاشٍۜ
وَكَذٰلِكَ
نَجْزِي
الظَّالِم۪ينَ
٤١
Onlar için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
وَنَادٰٓى
اَصْحَابُ
الْجَنَّةِ
اَصْحَابَ
النَّارِ
اَنْ
قَدْ
وَجَدْنَا
مَا
وَعَدَنَا
رَبُّنَا
حَقاًّ
فَهَلْ
وَجَدْتُمْ
مَا
وَعَدَ
رَبُّكُمْ
حَقاًّۜ
قَالُوا
نَعَمْۚ
فَاَذَّنَ
مُؤَذِّنٌ
بَيْنَهُمْ
اَنْ
لَعْنَةُ
اللّٰهِ
عَلَى
الظَّالِم۪ينَۙ
٤٤
اَلَّذ۪ينَ
يَصُدُّونَ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَيَبْغُونَهَا
عِوَجاًۚ
وَهُمْ
بِالْاٰخِرَةِ
كَافِرُونَۜ
٤٥
Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir. Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.
وَاتَّخَذَ
قَوْمُ
مُوسٰى
مِنْ
بَعْدِه۪
مِنْ
حُلِيِّهِمْ
عِجْلاً
جَسَداً
لَهُ
خُوَارٌۜ
اَلَمْ
يَرَوْا
اَنَّهُ
لَا يُكَلِّمُهُمْ
وَلَا
يَهْد۪يهِمْ
سَب۪يلاًۢ
اِتَّخَذُوهُ
وَكَانُوا
ظَالِم۪ينَ
١٤٨
Mûsâ’nın kavmi onun (Tur’a gitmesinin) ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan bir buzağı heykeli (yaparak ilâh) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara hiçbir yol göstermediğini görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilâh) edindiler de zalim kimseler oldular.
فَلَمَّا
نَسُوا
مَا
ذُكِّرُوا
بِه۪ٓ
اَنْجَيْنَا
الَّذ۪ينَ
يَنْهَوْنَ
عَنِ
السُّٓوءِ
وَاَخَذْنَا
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
بِعَذَابٍ
بَـ۪ٔيسٍ
بِمَا
كَانُوا
يَفْسُقُونَ
١٦٥
Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.
كَدَأْبِ
اٰلِ
فِرْعَوْنَۙ
وَالَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۜ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِ
رَبِّهِمْۚ
فَاَهْلَكْنَاهُمْ
بِذُنُوبِهِمْ
وَاَغْرَقْـنَٓا
اٰلَ
فِرْعَوْنَۚ
وَكُلٌّ
كَانُوا
ظَالِم۪ينَ
٥٤
Bunların durumu, tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlar, biz de onları günahları sebebiyle helâk etmiştik ve Firavun ailesini de suda boğmuştuk. Hepsi de zalim kimselerdi.
اَجَعَلْتُمْ
سِقَايَةَ
الْحَٓاجِّ
وَعِمَارَةَ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
كَمَنْ
اٰمَنَ
بِاللّٰهِ
وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِ
وَجَاهَدَ
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِۜ
لَا
يَسْتَوُ۫نَ
عِنْدَ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَۢ
١٩
Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
تَتَّخِذُٓوا
اٰبَٓاءَكُمْ
وَاِخْوَانَكُمْ
اَوْلِيَٓاءَ
اِنِ
اسْتَحَبُّوا
الْكُفْرَ
عَلَى
الْا۪يمَانِۜ
وَمَنْ
يَتَوَلَّهُمْ
مِنْكُمْ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٢٣
Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.
اَلَمْ
يَأْتِهِمْ
نَبَاُ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
قَوْمِ
نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَ
وَقَوْمِ
اِبْرٰه۪يمَ
وَاَصْحَابِ
مَدْيَنَ
وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ
اَتَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِۚ
فَمَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيَظْلِمَهُمْ
وَلٰكِنْ
كَانُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ
٧٠
Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
اَفَمَنْ
اَسَّسَ
بُنْيَانَهُ
عَلٰى
تَقْوٰى
مِنَ
اللّٰهِ
وَرِضْوَانٍ
خَيْرٌ
اَمْ
مَنْ
اَسَّسَ
بُنْيَانَهُ
عَلٰى
شَفَا
جُرُفٍ
هَارٍ
فَانْهَارَ
بِه۪
ف۪ي
نَارِ
جَهَنَّمَۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ
١٠٩
Binasını takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.
وَلَقَدْ
اَهْلَكْنَا
الْقُرُونَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
لَمَّا
ظَلَمُواۙ
وَجَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
وَمَا
كَانُوا
لِيُؤْمِنُواۜ
كَذٰلِكَ
نَجْزِي
الْقَوْمَ
الْمُجْرِم۪ينَ
١٣
Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri hâlde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız.
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
اَوْ
كَذَّبَ
بِاٰيَاتِه۪ۜ
اِنَّهُ
لَا
يُفْلِحُ
الْمُجْرِمُونَ
١٧
Artık, Allah’a karşı yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki (böyle) suçlular asla kurtuluşa ermezler.
بَلْ
كَذَّبُوا
بِمَا
لَمْ
يُح۪يطُوا
بِعِلْمِه۪
وَلَمَّا
يَأْتِهِمْ
تَأْو۪يلُهُۜ
كَذٰلِكَ
كَذَّبَ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الظَّالِم۪ينَ
٣٩
Hayır öyle değil. Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve kendilerine yorumu gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de (peygamberleri ve onlara indirilen kitapları) böyle yalanlamışlardı. Bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu.
وَلَوْ
اَنَّ
لِكُلِّ
نَفْسٍ
ظَلَمَتْ
مَا
فِي
الْاَرْضِ
لَافْتَدَتْ
بِه۪ۜ
وَاَسَرُّوا
النَّدَامَةَ
لَمَّا
رَاَوُا
الْعَذَابَۚ
وَقُضِيَ
بَيْنَهُمْ
بِالْقِسْطِ
وَهُمْ
لَا يُظْلَمُونَ
٥٤
(O gün) zulmetmiş olan herkes, eğer yeryüzündeki her şeye sahip olsa, kendini kurtarmak için onu fidye verir. Azabı gördüklerinde, için için derin bir pişmanlık duyarlar. Onlara zulmedilmeksizin aralarında adaletle hükmedilir.
وَلَا
تَدْعُ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَا يَنْفَعُكَ
وَلَا
يَضُرُّكَۚ
فَاِنْ
فَعَلْتَ
فَاِنَّكَ
اِذاً
مِنَ
الظَّالِم۪ينَ
١٠٦
105,106. Yine bana şöyle emredildi: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun.”
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباًۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
يُعْرَضُونَ
عَلٰى
رَبِّهِمْ
وَيَقُولُ
الْاَشْهَادُ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
الَّذ۪ينَ
كَذَبُوا
عَلٰى
رَبِّهِمْۚ
اَلَا
لَعْنَةُ
اللّٰهِ
عَلَى
الظَّالِم۪ينَۙ
١٨
اَلَّذ۪ينَ
يَصُدُّونَ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَيَبْغُونَهَا
عِوَجاًۜ
وَهُمْ
بِالْاٰخِرَةِ
هُمْ
كَافِرُونَ
١٩
اُو۬لٰٓئِكَ
لَمْ
يَكُونُوا
مُعْجِز۪ينَ
فِي
الْاَرْضِ
وَمَا
كَانَ
لَهُمْ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مِنْ
اَوْلِيَٓاءَۢ
يُضَاعَفُ
لَهُمُ
الْعَذَابُۜ
مَا
كَانُوا
يَسْتَط۪يعُونَ
السَّمْعَ
وَمَا
كَانُوا
يُبْصِرُونَ
٢٠
اُو۬لٰٓئِكَ
الَّذ۪ينَ
خَسِرُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
وَضَلَّ
عَنْهُمْ
مَا
كَانُوا
يَفْتَرُونَ
٢١
لَا
جَرَمَ
اَنَّهُمْ
فِي
الْاٰخِرَةِ
هُمُ
الْاَخْسَرُونَ
٢٢
Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir. Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir. Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah’tan başka sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar için kat kat artırılacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem de görmüyorlardı. İşte bunlar, kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerini yüz üstü bırakıp kaybolup gitmiştir. Şüphesiz bunlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.
وَاصْنَعِ
الْفُلْكَ
بِاَعْيُنِنَا
وَوَحْيِنَا
وَلَا
تُخَاطِبْن۪ي
فِي
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُواۚ
اِنَّهُمْ
مُغْرَقُونَ
٣٧
“Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”
وَق۪يلَ
يَٓا
اَرْضُ
ابْلَع۪ي
مَٓاءَكِ
وَيَا
سَمَٓاءُ
اَقْلِع۪ي
وَغ۪يضَ
الْمَٓاءُ
وَقُضِيَ
الْاَمْرُ
وَاسْتَوَتْ
عَلَى
الْجُودِيِّ
وَق۪يلَ
بُعْداً
لِلْقَوْمِ
الظَّالِم۪ينَ
٤٤
“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.
وَاَخَذَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
الصَّيْحَةُ
فَاَصْبَحُوا
ف۪ي
دِيَارِهِمْ
جَاثِم۪ينَۙ
٦٧
كَاَنْ
لَمْ
يَغْنَوْا
ف۪يهَاۜ
اَلَٓا
اِنَّ
ثَمُودَا۬
كَفَرُوا
رَبَّهُمْۜ
اَلَا
بُعْداً
لِثَمُودَ۟
٦٨
Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.
فَلَمَّا
جَٓاءَ
اَمْرُنَا
جَعَلْنَا
عَالِيَهَا
سَافِلَهَا
وَاَمْطَرْنَا
عَلَيْهَا
حِجَارَةً
مِنْ
سِجّ۪يلٍۙ
مَنْضُودٍۙ
٨٢
مُسَوَّمَةً
عِنْدَ
رَبِّكَۜ
وَمَا
هِيَ
مِنَ
الظَّالِم۪ينَ
بِبَع۪يدٍ۟
٨٣
82,83. (Azap) emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir.
وَلَمَّا
جَٓاءَ
اَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
شُعَيْباً
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا
وَاَخَذَتِ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
الصَّيْحَةُ
فَاَصْبَحُوا
ف۪ي
دِيَارِهِمْ
جَاثِم۪ينَۙ
٩٤
كَاَنْ
لَمْ
يَغْنَوْا
ف۪يهَاۜ
اَلَا
بُعْداً
لِمَدْيَنَ
كَمَا
بَعِدَتْ
ثَمُودُ۟
٩٥
(Azap) emrimiz gelince, Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı.
ذٰلِكَ
مِنْ
اَنْـبَٓاءِ
الْقُرٰى
نَقُصُّهُ
عَلَيْكَ
مِنْهَا
قَٓائِمٌ
وَحَص۪يدٌ
١٠٠
وَمَا
ظَلَمْنَاهُمْ
وَلٰكِنْ
ظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَـمَٓا
اَغْنَتْ
عَنْهُمْ
اٰلِهَتُهُمُ
الَّت۪ي
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مِنْ
شَيْءٍ
لَمَّا
جَٓاءَ
اَمْرُ
رَبِّكَۜ
وَمَا
زَادُوهُمْ
غَيْرَ
تَتْب۪يبٍ
١٠١
وَكَذٰلِكَ
اَخْذُ
رَبِّكَ
اِذَٓا
اَخَذَ
الْقُرٰى
وَهِيَ
ظَالِمَةٌۜ
اِنَّ
اَخْذَهُٓ
اَل۪يمٌ
شَد۪يدٌ
١٠٢
(Ey Muhammed!) Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilâhları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı. Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.
فَلَوْلَا
كَانَ
مِنَ
الْقُرُونِ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
اُو۬لُوا
بَقِيَّةٍ
يَنْهَوْنَ
عَنِ
الْفَسَادِ
فِي
الْاَرْضِ
اِلَّا
قَل۪يلاً
مِمَّنْ
اَنْجَيْنَا
مِنْهُمْۚ
وَاتَّبَعَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
مَٓا
اُتْرِفُوا
ف۪يهِ
وَكَانُوا
مُجْرِم۪ينَ
١١٦
Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.
وَرَاوَدَتْهُ
الَّت۪ي
هُوَ
ف۪ي
بَيْتِهَا
عَنْ
نَفْسِه۪
وَغَلَّقَتِ
الْاَبْوَابَ
وَقَالَتْ
هَيْتَ
لَكَۜ
قَالَ
مَعَاذَ
اللّٰهِ
اِنَّهُ
رَبّ۪ٓي
اَحْسَنَ
مَثْوَايَۜ
اِنَّهُ
لَا
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ
٢٣
Evinde bulunduğu kadın (gönlünü ona kaptırıp) ondan arzuladığı şeyi elde etmek istedi ve kapıları kilitleyerek, “Haydi gelsene!” dedi. O ise, “Allah’a sığınırım, çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana iyi baktı. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler” dedi.
قَالُوا
فَمَا
جَزَٓاؤُ۬هُٓ
اِنْ
كُنْتُمْ
كَاذِب۪ينَ
٧٤
قَالُوا
جَزَٓاؤُ۬هُ
مَنْ
وُجِدَ
ف۪ي
رَحْلِه۪
فَهُوَ
جَزَٓاؤُ۬هُۜ
كَذٰلِكَ
نَجْزِي
الظَّالِم۪ينَ
٧٥
Onlar, “Eğer yalancı iseniz, hırsızlığın cezası nedir?” dediler. Onlar da: “Cezası, su kabı kimin yükünde bulunursa, o kimsenin kendisi(nin alıkonması) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız” dediler.
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لِرُسُلِهِمْ
لَنُخْرِجَنَّكُمْ
مِنْ
اَرْضِنَٓا
اَوْ
لَتَعُودُنَّ
ف۪ي
مِلَّتِنَاۜ
فَاَوْحٰٓى
اِلَيْهِمْ
رَبُّهُمْ
لَنُهْلِكَنَّ
الظَّالِم۪ينَۙ
١٣
İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.”
وَقَالَ
الشَّيْطَانُ
لَمَّا
قُضِيَ
الْاَمْرُ
اِنَّ
اللّٰهَ
وَعَدَكُمْ
وَعْدَ
الْحَقِّ
وَوَعَدْتُكُمْ
فَاَخْلَفْتُكُمْۜ
وَمَا
كَانَ
لِيَ
عَلَيْكُمْ
مِنْ
سُلْطَانٍ
اِلَّٓا
اَنْ
دَعَوْتُكُمْ
فَاسْتَجَبْتُمْ
ل۪يۚ
فَلَا
تَلُومُون۪ي
وَلُومُٓوا
اَنْفُسَكُمْۜ
مَٓا
اَنَا۬
بِمُصْرِخِكُمْ
وَمَٓا
اَنْتُمْ
بِمُصْرِخِيَّۜ
اِنّ۪ي
كَفَرْتُ
بِمَٓا
اَشْرَكْتُمُونِ
مِنْ
قَبْلُۜ
اِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٢٢
İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.”
يُثَبِّتُ
اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
بِالْقَوْلِ
الثَّابِتِ
فِي
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَا
وَفِي
الْاٰخِرَةِۚ
وَيُضِلُّ
اللّٰهُ
الظَّالِم۪ينَ
وَيَفْعَلُ
اللّٰهُ
مَا
يَشَٓاءُ۟
٢٧
Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.
وَلَا
تَحْسَبَنَّ
اللّٰهَ
غَافِلاً
عَمَّا
يَعْمَلُ
الظَّالِمُونَۜ
اِنَّمَا
يُؤَخِّرُهُمْ
لِيَوْمٍ
تَشْخَصُ
ف۪يهِ
الْاَبْصَارُۙ
٤٢
مُهْطِع۪ينَ
مُقْنِع۪ي
رُؤُ۫سِهِمْ
لَا
يَرْتَدُّ
اِلَيْهِمْ
طَرْفُهُمْۚ
وَاَفْـِٔدَتُهُمْ
هَوَٓاءٌۜ
٤٣
وَاَنْذِرِ
النَّاسَ
يَوْمَ
يَأْت۪يهِمُ
الْعَذَابُۙ
فَيَقُولُ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
رَبَّـنَٓا
اَخِّرْنَٓا
اِلٰٓى
اَجَلٍ
قَر۪يبٍۙ
نُجِبْ
دَعْوَتَكَ
وَنَتَّبِـعِ
الرُّسُلَۜ
اَوَلَمْ
تَكُونُٓوا
اَقْسَمْتُمْ
مِنْ
قَبْلُ
مَا
لَكُمْ
مِنْ
زَوَالٍۙ
٤٤
وَسَكَنْتُمْ
ف۪ي
مَسَاكِنِ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
وَتَبَيَّنَ
لَكُمْ
كَيْفَ
فَعَلْنَا
بِهِمْ
وَضَرَبْنَا
لَكُمُ
الْاَمْثَالَ
٤٥
وَقَدْ
مَكَرُوا
مَكْرَهُمْ
وَعِنْدَ
اللّٰهِ
مَكْرُهُمْۜ
وَاِنْ
كَانَ
مَكْرُهُمْ
لِتَزُولَ
مِنْهُ
الْجِبَالُ
٤٦
Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor. O gün başlarını dikerek (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri de bomboştur. (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek: “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?” “Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik.” Onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak olsa bile, tuzakları Allah katındadır (Allah, onu bilir).
اَلَّذ۪ينَ
تَتَوَفّٰيهُمُ
الْمَلٰٓئِكَةُ
ظَالِم۪ٓي
اَنْفُسِهِمْۖ
فَاَلْقَوُا
السَّلَمَ
مَا
كُنَّا
نَعْمَلُ
مِنْ
سُٓوءٍۜ
بَلٰٓى
اِنَّ
اللّٰهَ
عَل۪يمٌ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
٢٨
O kâfirler, nefislerine zulmederlerken melekler onların canlarını alır da onlar teslim olup, “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” derler. (Melekler de şöyle diyecekler:) “Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir.”
وَاِذَا
رَاَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
الْعَذَابَ
فَلَا
يُخَفَّفُ
عَنْهُمْ
وَلَا
هُمْ
يُنْظَرُونَ
٨٥
O zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez.
وَضَرَبَ
اللّٰهُ
مَثَلاً
قَرْيَةً
كَانَتْ
اٰمِنَةً
مُطْمَئِنَّةً
يَأْت۪يهَا
رِزْقُهَا
رَغَداً
مِنْ
كُلِّ
مَكَانٍ
فَكَفَرَتْ
بِاَنْعُمِ
اللّٰهِ
فَاَذَاقَهَا
اللّٰهُ
لِبَاسَ
الْجُوعِ
وَالْخَوْفِ
بِمَا
كَانُوا
يَصْنَعُونَ
١١٢
وَلَقَدْ
جَٓاءَهُمْ
رَسُولٌ
مِنْهُمْ
فَكَذَّبُوهُ
فَاَخَذَهُمُ
الْعَذَابُ
وَهُمْ
ظَالِمُونَ
١١٣
Allah, şöyle bir kenti misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık, Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı. Andolsun, onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Böylece zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.
وَنُنَزِّلُ
مِنَ
الْقُرْاٰنِ
مَا
هُوَ
شِفَٓاءٌ
وَرَحْمَةٌ
لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
وَلَا
يَز۪يدُ
الظَّالِم۪ينَ
اِلَّا
خَسَاراً
٨٢
Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.
اَوَلَمْ
يَرَوْا
اَنَّ
اللّٰهَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
قَادِرٌ
عَلٰٓى
اَنْ
يَخْلُقَ
مِثْلَهُمْ
وَجَعَلَ
لَهُمْ
اَجَلاً
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِۜ
فَاَبَى
الظَّالِمُونَ
اِلَّا
كُفُوراً
٩٩
Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu görmediler mi? Allah onlar için, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bir ecel belirlemiştir. Fakat zalimler ancak inkârda direttiler.
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
قَوْمُنَا
اتَّخَذُوا
مِنْ
دُونِه۪ٓ
اٰلِهَةًۜ
لَوْلَا
يَأْتُونَ
عَلَيْهِمْ
بِسُلْطَانٍ
بَيِّنٍۜ
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباًۜ
١٥
14,15. Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O’ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.
وَقُلِ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكُمْ
فَمَنْ
شَٓاءَ
فَلْيُؤْمِنْ
وَمَنْ
شَٓاءَ
فَلْيَكْفُرْۙ
اِنَّٓا
اَعْتَدْنَا
لِلظَّالِم۪ينَ
نَاراًۙ
اَحَاطَ
بِهِمْ
سُرَادِقُهَاۜ
وَاِنْ
يَسْتَغ۪يثُوا
يُغَاثُوا
بِمَٓاءٍ
كَالْمُهْلِ
يَشْوِي
الْوُجُوهَۜ
بِئْسَ
الشَّرَابُۜ
وَسَٓاءَتْ
مُرْتَفَقاً
٢٩
De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir.
وَدَخَلَ
جَنَّتَهُ
وَهُوَ
ظَالِمٌ
لِنَفْسِه۪ۚ
قَالَ
مَٓا
اَظُنُّ
اَنْ
تَب۪يدَ
هٰذِه۪ٓ
اَبَداًۙ
٣٥
Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.”
وَاِذْ
قُلْنَا
لِلْمَلٰٓئِكَةِ
اسْجُدُوا
لِاٰدَمَ
فَسَجَدُٓوا
اِلَّٓا
اِبْل۪يسَۜ
كَانَ
مِنَ
الْجِنِّ
فَفَسَقَ
عَنْ
اَمْرِ
رَبِّه۪ۜ
اَفَتَتَّخِذُونَهُ
وَذُرِّيَّتَهُٓ
اَوْلِيَٓاءَ
مِنْ
دُون۪ي
وَهُمْ
لَكُمْ
عَدُوٌّۜ
بِئْسَ
لِلظَّالِم۪ينَ
بَدَلاً
٥٠
مَٓا
اَشْهَدْتُهُمْ
خَلْقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلَا
خَلْقَ
اَنْفُسِهِمْۖ
وَمَا
كُنْتُ
مُتَّخِذَ
الْمُضِلّ۪ينَ
عَضُداً
٥١
Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir! Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
ذُكِّرَ
بِاٰيَاتِ
رَبِّه۪
فَاَعْرَضَ
عَنْهَا
وَنَسِيَ
مَا
قَدَّمَتْ
يَدَاهُۜ
اِنَّا
جَعَلْنَا
عَلٰى
قُلُوبِهِمْ
اَكِنَّةً
اَنْ
يَفْقَهُوهُ
وَف۪ٓي
اٰذَانِهِمْ
وَقْراًۜ
وَاِنْ
تَدْعُهُمْ
اِلَى
الْهُدٰى
فَلَنْ
يَهْتَدُٓوا
اِذاً
اَبَداً
٥٧
وَرَبُّكَ
الْغَفُورُ
ذُوالرَّحْمَةِۜ
لَوْ
يُؤَاخِذُهُمْ
بِمَا
كَسَبُوا
لَعَجَّلَ
لَهُمُ
الْعَذَابَۜ
بَلْ
لَهُمْ
مَوْعِدٌ
لَنْ
يَجِدُوا
مِنْ
دُونِه۪
مَوْئِلاً
٥٨
وَتِلْكَ
الْقُرٰٓى
اَهْلَكْنَاهُمْ
لَمَّا
ظَلَمُوا
وَجَعَلْنَا
لِمَهْلِكِهِمْ
مَوْعِداً۟
٥٩
Kim, kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları için, kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayet bulamazlar. Rabbin, çok bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir. Eğer yaptıkları yüzünden onları (dünyada) cezaya çarptırsaydı, elbette azaplarını çarçabuk verirdi. Hayır, onlar için belirlenmiş bir gün vardır ki (o gün gelince) hiçbir kurtuluş çaresi bulamazlar. İşte zulmettiklerinde yok ettiğimiz memleketler.. Helâk edilmeleri için de belli bir zaman tayin etmiştik.
قَالَ
اَمَّا
مَنْ
ظَلَمَ
فَسَوْفَ
نُعَذِّبُهُ
ثُمَّ
يُرَدُّ
اِلٰى
رَبِّه۪
فَيُعَذِّبُهُ
عَذَاباً
نُكْراً
٨٧
Zülkarneyn, “Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
اَسْمِعْ
بِهِمْ
وَاَبْصِرْۙ
يَوْمَ
يَأْتُونَنَاۚ
لٰكِنِ
الظَّالِمُونَ
الْيَوْمَ
ف۪ي
ضَلَالٍ
مُب۪ينٍ
٣٨
Bize gelecekleri gün (gerçekleri) ne iyi işitip ne iyi görecekler! Ama zalimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.
ثُمَّ
نُنَجِّي
الَّذ۪ينَ
اتَّقَوْا
وَنَذَرُ
الظَّالِم۪ينَ
ف۪يهَا
جِثِياًّ
٧٢
Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız.
وَعَنَتِ
الْوُجُوهُ
لِلْحَيِّ
الْقَيُّومِۜ
وَقَدْ
خَابَ
مَنْ
حَمَلَ
ظُلْماً
١١١
Bütün yüzler; diri, yaratıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten Allah’a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen, mutlaka hüsrana uğramıştır.
لَاهِيَةً
قُلُوبُهُمْۜ
وَاَسَرُّوا
النَّجْوٰىۗ
اَلَّذ۪ينَ
ظَلَمُواۗ
هَلْ
هٰذَٓا
اِلَّا
بَشَرٌ
مِثْلُكُمْۚ
اَفَتَأْتُونَ
السِّحْرَ
وَاَنْتُمْ
تُبْصِرُونَ
٣
2,3. Rab’lerinden kendilerine yeni bir öğüt (bir uyarı) gelmez ki, onlar mutlaka onu alaya alarak, kalpleri de gaflette olarak dinlemesinler. O zulmedenler gizlice şöyle konuştular: “Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız?”
وَكَمْ
قَصَمْنَا
مِنْ
قَرْيَةٍ
كَانَتْ
ظَالِمَةً
وَاَنْشَأْنَا
بَعْدَهَا
قَوْماً
اٰخَر۪ينَ
١١
فَلَمَّٓا
اَحَسُّوا
بَأْسَنَٓا
اِذَا
هُمْ
مِنْهَا
يَرْكُضُونَۜ
١٢
لَا
تَرْكُضُوا
وَارْجِعُٓوا
اِلٰى
مَٓا
اُتْرِفْتُمْ
ف۪يهِ
وَمَسَاكِنِكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تُسْـَٔلُونَ
١٣
قَالُوا
يَا
وَيْلَنَٓا
اِنَّا
كُنَّا
ظَالِم۪ينَ
١٤
فَمَا
زَالَتْ
تِلْكَ
دَعْوٰيهُمْ
حَتّٰى
جَعَلْنَاهُمْ
حَص۪يداً
خَامِد۪ينَ
١٥
Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik. Onlar azabımızı hissedince, hemen oradan süratle kaçıyorlardı. Onlara, “Kaçmayın, o içinde şımartıldığınız bolluğa ve yurtlarınıza dönün. Çünkü sorulacaksınız” denildi. “Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik” dediler. Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti.
وَمَنْ
يَقُلْ
مِنْهُمْ
اِنّ۪ٓي
اِلٰهٌ
مِنْ
دُونِه۪
فَذٰلِكَ
نَجْز۪يهِ
جَهَنَّمَۜ
كَذٰلِكَ
نَجْزِي
الظَّالِم۪ينَ۟
٢٩
İçlerinden her kim, “Allah’tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım” derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
اِنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
وَيَصُدُّونَ
عَنْ
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَالْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
الَّذ۪ي
جَعَلْنَاهُ
لِلنَّاسِ
سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ
ف۪يهِ
وَالْبَادِۜ
وَمَنْ
يُرِدْ
ف۪يهِ
بِـاِلْحَادٍ
بِظُـلْمٍ
نُذِقْهُ
مِنْ
عَذَابٍ
اَل۪يمٍ۟
٢٥
İnkâr edenler ile Allah’ın yolundan ve içinde, yerli, misafir bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir.) Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse, biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız.
وَكَاَيِّنْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
اَمْلَيْتُ
لَهَا
وَهِيَ
ظَالِمَةٌ
ثُمَّ
اَخَذْتُهَاۚ
وَاِلَيَّ
الْمَص۪يرُ۟
٤٨
Zalim oldukları hâlde, mühlet verdiğim, sonra da kendilerini azabımla yakaladığım nice memleket halkları vardır. Dönüş yalnız banadır.
لِيَجْعَلَ
مَا
يُلْقِي
الشَّيْطَانُ
فِتْنَةً
لِلَّذ۪ينَ
ف۪ي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ
وَالْقَاسِيَةِ
قُلُوبُهُمْۜ
وَاِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
لَف۪ي
شِقَاقٍ
بَع۪يدٍۙ
٥٣
Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler.
وَيَعْبُدُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَمْ
يُنَزِّلْ
بِه۪
سُلْطَاناً
وَمَا
لَيْسَ
لَهُمْ
بِه۪
عِلْمٌۜ
وَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
نَص۪يرٍ
٧١
Onlar, Allah’ı bırakıp, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, kendilerinin de hakkında hiçbir bilgilerinin bulunmadığı şeylere kulluk ederler. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.
فَاَوْحَيْنَٓا
اِلَيْهِ
اَنِ
اصْنَعِ
الْفُلْكَ
بِاَعْيُنِنَا
وَوَحْيِنَا
فَاِذَا
جَٓاءَ
اَمْرُنَا
وَفَارَ
التَّنُّورُۙ
فَاسْلُكْ
ف۪يهَا
مِنْ
كُلٍّ
زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ
وَاَهْلَكَ
اِلَّا
مَنْ
سَبَقَ
عَلَيْهِ
الْقَوْلُ
مِنْهُمْۚ
وَلَا
تُخَاطِبْن۪ي
فِي
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُواۚ
اِنَّهُمْ
مُغْرَقُونَ
٢٧
Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”
فَاَخَذَتْهُمُ
الصَّيْحَةُ
بِالْحَقِّ
فَجَعَلْنَاهُمْ
غُـثَٓاءًۚ
فَبُعْداً
لِلْقَوْمِ
الظَّالِم۪ينَ
٤١
Derken onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!
وَيَقُولُونَ
اٰمَنَّا
بِاللّٰهِ
وَبِالرَّسُولِ
وَاَطَعْنَا
ثُمَّ
يَتَوَلّٰى
فَر۪يقٌ
مِنْهُمْ
مِنْ
بَعْدِ
ذٰلِكَۜ
وَمَٓا
اُو۬لٰٓئِكَ
بِالْمُؤْمِن۪ينَ
٤٧
وَاِذَا
دُعُٓوا
اِلَى
اللّٰهِ
وَرَسُولِه۪
لِيَحْكُمَ
بَيْنَهُمْ
اِذَا
فَر۪يقٌ
مِنْهُمْ
مُعْرِضُونَ
٤٨
وَاِنْ
يَكُنْ
لَهُمُ
الْحَقُّ
يَأْتُٓوا
اِلَيْهِ
مُذْعِن۪ينَۜ
٤٩
اَف۪ي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ
اَمِ
ارْتَابُٓوا
اَمْ
يَخَافُونَ
اَنْ
يَح۪يفَ
اللّٰهُ
عَلَيْهِمْ
وَرَسُولُهُۜ
بَلْ
اُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ۟
٥٠
(Münâfıklar), “Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik” derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.
وَقَالُوا
مَالِ
هٰذَا
الرَّسُولِ
يَأْكُلُ
الطَّعَامَ
وَيَمْش۪ي
فِي
الْاَسْوَاقِۜ
لَوْلَٓا
اُنْزِلَ
اِلَيْهِ
مَلَكٌ
فَيَكُونَ
مَعَهُ
نَذ۪يراًۙ
٧
اَوْ
يُلْقٰٓى
اِلَيْهِ
كَنْزٌ
اَوْ
تَكُونُ
لَهُ
جَنَّةٌ
يَأْكُلُ
مِنْهَاۜ
وَقَالَ
الظَّالِمُونَ
اِنْ
تَتَّبِعُونَ
اِلَّا
رَجُلاً
مَسْحُوراً
٨
اُنْظُرْ
كَيْفَ
ضَرَبُوا
لَكَ
الْاَمْثَالَ
فَضَلُّوا
فَلَا
يَسْتَط۪يعُونَ
سَب۪يلاً۟
٩
Dediler ki: “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!” “Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya ürününden yiyeceği bir bahçesi olsaydı ya!” Zalimler, (inananlara): “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediler. (Ey Muhammed!) Senin hakkında bak nasıl da temsiller getirdiler de (haktan) saptılar. Artık onlar doğru yolu bulamazlar.
فَقَدْ
كَذَّبُوكُمْ
بِمَا
تَقُولُونَۙ
فَمَا
تَسْتَط۪يعُونَ
صَرْفاً
وَلَا
نَصْراًۚ
وَمَنْ
يَظْلِمْ
مِنْكُمْ
نُذِقْهُ
عَذَاباً
كَب۪يراً
١٩
(İlâh edindikleriniz) söyledikleriniz konusunda sizi yalancı çıkardılar. Artık kendinizden azabı savmaya gücünüz yetmeyecek ve kendinize yardım da edemeyeceksiniz. Sizden kim de zulüm ve haksızlık ederse, ona büyük bir azap tattırırız.
وَيَوْمَ
يَعَضُّ
الظَّالِمُ
عَلٰى
يَدَيْهِ
يَقُولُ
يَا
لَيْتَنِي
اتَّخَذْتُ
مَعَ
الرَّسُولِ
سَب۪يلاً
٢٧
يَا
وَيْلَتٰى
لَيْتَن۪ي
لَمْ
اَتَّخِذْ
فُلَاناً
خَل۪يلاً
٢٨
لَقَدْ
اَضَلَّن۪ي
عَنِ
الذِّكْرِ
بَعْدَ
اِذْ
جَٓاءَن۪يۜ
وَكَانَ
الشَّيْطَانُ
لِلْاِنْسَانِ
خَذُولاً
٢٩
O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!” “Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!” “Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”
وَقَوْمَ
نُوحٍ
لَمَّا
كَذَّبُوا
الرُّسُلَ
اَغْرَقْنَاهُمْ
وَجَعَلْنَاهُمْ
لِلنَّاسِ
اٰيَةًۜ
وَاَعْتَدْنَا
لِلظَّالِم۪ينَ
عَـذَاباً
اَل۪يماًۚ
٣٧
Nûh kavmini de, Peygamberleri yalanladıkları vakit suda boğduk. Onları insanlara bir ibret yaptık ve zalimlere elem dolu bir azap hazırladık.
اِلَّا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
وَذَكَرُوا
اللّٰهَ
كَث۪يراً
وَانْتَصَرُوا
مِنْ
بَعْدِ
مَا
ظُلِمُواۜ
وَسَيَعْلَمُ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُٓوا
اَيَّ
مُنْقَلَبٍ
يَنْقَلِبُونَ
٢٢٧
Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.
وَاَلْقِ
عَصَاكَۜ
فَلَمَّا
رَاٰهَا
تَهْتَزُّ
كَاَنَّهَا
جَٓانٌّ
وَلّٰى
مُدْبِراً
وَلَمْ
يُعَقِّبْۜ
يَا
مُوسٰى
لَا
تَخَفْ
اِنّ۪ي
لَا
يَخَافُ
لَدَيَّ
الْمُرْسَلُونَۗ
١٠
اِلَّا
مَنْ
ظَلَمَ
ثُمَّ
بَدَّلَ
حُسْناً
بَعْدَ
سُٓوءٍ
فَاِنّ۪ي
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ
١١
“Değneğini at.” (Mûsâ değneğini attı.) Onu yılanmış gibi hareket eder görünce, dönüp ardına bakmadan kaçtı. (Allah, şöyle dedi): “Ey Mûsâ, korkma! Benim katımda peygamberler korkmazlar.” “Ancak kim zulmeder de sonra (yaptığı) kötülüğün yerine iyilik yaparsa bilsin ki şüphesiz ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet edenim.”
ق۪يلَ
لَهَا
ادْخُلِي
الصَّرْحَۚ
فَلَمَّا
رَاَتْهُ
حَسِبَتْهُ
لُجَّةً
وَكَشَفَتْ
عَنْ
سَاقَيْهَاۜ
قَالَ
اِنَّهُ
صَرْحٌ
مُمَرَّدٌ
مِنْ
قَوَار۪يرَۜ
قَالَتْ
رَبِّ
اِنّ۪ي
ظَلَمْتُ
نَفْس۪ي
وَاَسْلَمْتُ
مَعَ
سُلَيْمٰنَ
لِلّٰهِ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ۟
٤٤
Ona “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi. Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.
وَمَكَرُوا
مَكْراً
وَمَكَرْنَا
مَكْراً
وَهُمْ
لَا
يَشْعُرُونَ
٥٠
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
مَكْرِهِمْۙ
اَنَّا
دَمَّرْنَاهُمْ
وَقَوْمَهُمْ
اَجْمَع۪ينَ
٥١
فَتِلْكَ
بُيُوتُهُمْ
خَاوِيَةً
بِمَا
ظَلَمُواۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَةً
لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ
٥٢
Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu. Bak, onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve kavimlerini topyekûn helâk ettik. İşte zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için bir ibret vardır.
وَيَوْمَ
نَحْشُرُ
مِنْ
كُلِّ
اُمَّةٍ
فَوْجاً
مِمَّنْ
يُكَذِّبُ
بِاٰيَاتِنَا
فَهُمْ
يُوزَعُونَ
٨٣
حَتّٰٓى
اِذَا
جَٓاؤُ۫
قَالَ
اَكَذَّبْتُمْ
بِاٰيَات۪ي
وَلَمْ
تُح۪يطُوا
بِهَا
عِلْماً
اَمَّاذَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
٨٤
وَوَقَعَ
الْقَوْلُ
عَلَيْهِمْ
بِمَا
ظَلَمُوا
فَهُمْ
لَا
يَنْطِقُونَ
٨٥
Her ümmetten âyetlerimizi yalanlayanlarından bir grubu toplayacağımız ve bunların (topluca hesap yerine) sevk edilecekleri günü hatırla. Hesap yerine geldiklerinde Allah şöyle der: “Siz benim âyetlerimi, onları ilmen kavramamışken yalanladınız öyle mi? Yoksa ne yapıyordunuz ki?!” Zulümlerinden dolayı sözü edilen azap tepelerine iner de artık konuşamazlar.
وَقَالَ
مُوسٰى
رَبّ۪ٓي
اَعْلَمُ
بِمَنْ
جَٓاءَ
بِالْهُدٰى
مِنْ
عِنْدِه۪
وَمَنْ
تَكُونُ
لَهُ
عَاقِبَةُ
الدَّارِۜ
اِنَّهُ
لَا
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ
٣٧
Mûsâ, “Katından kimin hidayet getirdiğini ve bu yurdun (güzel) sonucunun kimin olacağını Rabbim daha iyi bilir. Doğrusu zalimler kurtuluşa eremezler” dedi.
فَاَخَذْنَاهُ
وَجُنُودَهُ
فَنَبَذْنَاهُمْ
فِي
الْيَمِّۚ
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الظَّالِم۪ينَ
٤٠
وَجَعَلْنَاهُمْ
اَئِمَّةً
يَدْعُونَ
اِلَى
النَّارِۚ
وَيَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
لَا
يُنْصَرُونَ
٤١
وَاَتْبَعْنَاهُمْ
ف۪ي
هٰذِهِ
الدُّنْيَا
لَعْنَةًۚ
وَيَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
هُمْ
مِنَ
الْمَقْبُوح۪ينَ۟
٤٢
Biz de onu ve askerlerini yakaladık ve onları denize attık (Orada boğuldular). Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bak! Biz onları, ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine yardım edilmeyecektir. Bu dünyada onları lânete uğrattık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kılınmış kimselerden olacaklardır.
فَاِنْ
لَمْ
يَسْتَج۪يبُوا
لَكَ
فَاعْلَمْ
اَنَّمَا
يَتَّبِعُونَ
اَهْوَٓاءَهُمْۜ
وَمَنْ
اَضَلُّ
مِمَّنِ
اتَّبَعَ
هَوٰيهُ
بِغَيْرِ
هُدًى
مِنَ
اللّٰهِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ
٥٠
Eğer (bu konuda) sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin arzularına uymaktadırlar. Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.
وَمَا
كَانَ
رَبُّكَ
مُهْلِكَ
الْقُرٰى
حَتّٰى
يَبْعَثَ
ف۪ٓي
اُمِّهَا
رَسُولاً
يَتْلُوا
عَلَيْهِمْ
اٰيَاتِنَاۚ
وَمَا
كُنَّا
مُهْلِكِي
الْقُرٰٓى
اِلَّا
وَاَهْلُهَا
ظَالِمُونَ
٥٩
Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe oraları helâk edici değildir. Zaten biz, halkları zalim olmadıkça memleketleri helâk etmeyiz.
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحاً
اِلٰى
قَوْمِه۪
فَلَبِثَ
ف۪يهِمْ
اَلْفَ
سَنَةٍ
اِلَّا
خَمْس۪ينَ
عَاماًۜ
فَاَخَذَهُمُ
الطُّوفَانُ
وَهُمْ
ظَالِمُونَ
١٤
Andolsun, biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi.
وَلَمَّا
جَٓاءَتْ
رُسُلُـنَٓا
اِبْرٰه۪يمَ
بِالْبُشْرٰىۙ
قَالُٓوا
اِنَّا
مُهْلِكُٓوا
اَهْلِ
هٰذِهِ
الْقَرْيَةِۚ
اِنَّ
اَهْلَهَا
كَانُوا
ظَالِم۪ينَۚ
٣١
قَالَ
اِنَّ
ف۪يهَا
لُـوطاًۜ
قَالُوا
نَحْنُ
اَعْلَمُ
بِمَنْ
ف۪يهَاۘ
لَنُنَجِّيَنَّهُ
وَاَهْلَـهُٓ
اِلَّا
امْرَاَتَهُۘ
كَانَتْ
مِنَ
الْغَابِر۪ينَ
٣٢
وَلَمَّٓا
اَنْ
جَٓاءَتْ
رُسُلُنَا
لُـوطاً
س۪ٓيءَ
بِهِمْ
وَضَـاقَ
بِهِمْ
ذَرْعاً
وَقَالُوا
لَا
تَخَفْ
وَلَا
تَحْزَنْ۠
اِنَّا
مُنَجُّوكَ
وَاَهْلَكَ
اِلَّا
امْرَاَتَكَ
كَانَتْ
مِنَ
الْغَابِر۪ينَ
٣٣
Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz, bu memleket halkını helâk edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler. İbrahim, “Ama orada Lût var” dedi. Onlar, “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz, onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O, geri kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.”
بَلْ
هُوَ
اٰيَاتٌ
بَيِّنَاتٌ
ف۪ي
صُدُورِ
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْعِلْمَۜ
وَمَا
يَجْحَدُ
بِاٰيَاتِنَٓا
اِلَّا
الظَّالِمُونَ
٤٩
Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin kalplerindeki apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
كَذِباً
اَوْ
كَذَّبَ
بِالْحَقِّ
لَمَّا
جَٓاءَهُۜ
اَلَيْسَ
ف۪ي
جَهَنَّمَ
مَثْوًى
لِلْكَافِر۪ينَ
٦٨
Allah’a karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde, gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için bir yer mi yok?
اَوَلَمْ
يَس۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۜ
كَانُٓوا
اَشَدَّ
مِنْهُمْ
قُوَّةً
وَاَثَارُوا
الْاَرْضَ
وَعَمَرُوهَٓا
اَكْثَرَ
مِمَّا
عَمَرُوهَا
وَجَٓاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِۜ
فَمَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيَظْلِمَهُمْ
وَلٰكِنْ
كَانُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَۜ
٩
(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
بَلِ
اتَّبَعَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُٓوا
اَهْوَٓاءَهُمْ
بِغَيْرِ
عِلْمٍۚ
فَمَنْ
يَهْد۪ي
مَنْ
اَضَلَّ
اللّٰهُۜ
وَمَا
لَهُمْ
مِنْ
نَاصِر۪ينَ
٢٩
Fakat, zulmedenler bilgisizce nefislerinin arzularına uydular. Allah’ın (bu şekilde) saptırdığı kimseleri kim doğru yola iletir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.
فَيَوْمَئِذٍ
لَا يَنْفَعُ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
مَعْذِرَتُهُمْ
وَلَا
هُمْ
يُسْتَعْتَبُونَ
٥٧
O gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz, Allah’ı razı edecek amelleri işleme istekleri de kabul edilmez.
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
بِغَيْرِ
عَمَدٍ
تَرَوْنَهَا
وَاَلْقٰى
فِي
الْاَرْضِ
رَوَاسِيَ
اَنْ
تَم۪يدَ
بِكُمْ
وَبَثَّ
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
دَٓابَّةٍۜ
وَاَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَاَنْبَتْنَا
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
زَوْجٍ
كَر۪يمٍ
١٠
هٰذَا
خَلْقُ
اللّٰهِ
فَاَرُون۪ي
مَاذَا
خَلَقَ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
دُونِه۪ۜ
بَلِ
الظَّالِمُونَ
ف۪ي
ضَلَالٍ
مُب۪ينٍ۟
١١
Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. İşte Allah’ın yarattıkları! Haydi, Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın yarattığını bana gösterin! Hayır, zalimler açık bir sapıklık içindedirler.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
ذُكِّرَ
بِاٰيَاتِ
رَبِّه۪
ثُمَّ
اَعْرَضَ
عَنْهَاۜ
اِنَّا
مِنَ
الْمُجْرِم۪ينَ
مُنْتَقِمُونَ۟
٢٢
Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız.
فَقَالُوا
رَبَّنَا
بَاعِدْ
بَيْنَ
اَسْفَارِنَا
وَظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَجَعَلْنَاهُمْ
اَحَاد۪يثَ
وَمَزَّقْنَاهُمْ
كُلَّ
مُمَزَّقٍۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ
١٩
Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَنْ
نُؤْمِنَ
بِهٰذَا
الْقُرْاٰنِ
وَلَا
بِالَّذ۪ي
بَيْنَ
يَدَيْهِۜ
وَلَوْ
تَرٰٓى
اِذِ
الظَّالِمُونَ
مَوْقُوفُونَ
عِنْدَ
رَبِّهِمْۚ
يَرْجِعُ
بَعْضُهُمْ
اِلٰى
بَعْضٍۨ
الْقَوْلَۚ
يَقُولُ
الَّذ۪ينَ
اسْتُضْعِفُوا
لِلَّذ۪ينَ
اسْتَكْبَرُوا
لَوْلَٓا
اَنْتُمْ
لَكُنَّا
مُؤْمِن۪ينَ
٣١
قَالَ
الَّذ۪ينَ
اسْتَكْبَرُوا
لِلَّذ۪ينَ
اسْتُضْعِفُٓوا
اَنَحْنُ
صَدَدْنَاكُمْ
عَنِ
الْهُدٰى
بَعْدَ
اِذْ
جَٓاءَكُمْ
بَلْ
كُنْتُمْ
مُجْرِم۪ينَ
٣٢
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
اسْتُضْعِفُوا
لِلَّذ۪ينَ
اسْتَكْبَرُوا
بَلْ
مَكْرُ
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
اِذْ
تَأْمُرُونَـنَٓا
اَنْ
نَكْفُرَ
بِاللّٰهِ
وَنَجْعَلَ
لَهُٓ
اَنْدَاداًۜ
وَاَسَرُّوا
النَّدَامَةَ
لَمَّا
رَاَوُا
الْعَذَابَۜ
وَجَعَلْنَا
الْاَغْلَالَ
ف۪ٓي
اَعْنَاقِ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُواۜ
هَلْ
يُجْزَوْنَ
اِلَّا
مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
٣٣
İnkâr edenler, “Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
فَالْيَوْمَ
لَا
يَمْلِكُ
بَعْضُكُمْ
لِبَعْضٍ
نَفْعاً
وَلَا
ضَراًّۜ
وَنَقُولُ
لِلَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
ذُوقُوا
عَذَابَ
النَّارِ
الَّت۪ي
كُنْتُمْ
بِهَا
تُكَذِّبُونَ
٤٢
İşte bugün birbirinize ne fayda ne de zarar verebilirsiniz. Zulmedenlere, “Yalanlamakta olduğunuz cehennem azabını tadın” deriz.
وَهُمْ
يَصْطَرِخُونَ
ف۪يهَاۚ
رَبَّنَٓا
اَخْرِجْنَا
نَعْمَلْ
صَالِحاً
غَيْرَ
الَّذ۪ي
كُنَّا
نَعْمَلُۜ
اَوَلَمْ
نُعَمِّرْكُمْ
مَا
يَتَذَكَّرُ
ف۪يهِ
مَنْ
تَذَكَّرَ
وَجَٓاءَكُمُ
النَّذ۪يرُۜ
فَذُوقُوا
فَمَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
نَص۪يرٍ۟
٣٧
Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
قُلْ
اَرَاَيْتُمْ
شُرَكَٓاءَكُمُ
الَّذ۪ينَ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
اَرُون۪ي
مَاذَا
خَلَقُوا
مِنَ
الْاَرْضِ
اَمْ
لَهُمْ
شِرْكٌ
فِي
السَّمٰوَاتِۚ
اَمْ
اٰتَيْنَاهُمْ
كِتَاباً
فَهُمْ
عَلٰى
بَيِّنَتٍ
مِنْهُۚ
بَلْ
اِنْ
يَعِدُ
الظَّالِمُونَ
بَعْضُهُمْ
بَعْضاً
اِلَّا
غُرُوراً
٤٠
De ki: “Allah’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?” Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaad etmezler.
اُحْشُرُوا
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
وَاَزْوَاجَهُمْ
وَمَا
كَانُوا
يَعْبُدُونَۙ
٢٢
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
فَاهْدُوهُمْ
اِلٰى
صِرَاطِ
الْجَح۪يمِۙ
٢٣
وَقِفُوهُمْ
اِنَّهُمْ
مَسْؤُ۫لُونَۙ
٢٤
مَا
لَـكُمْ
لَا
تَنَاصَرُونَ
٢٥
بَلْ
هُمُ
الْيَوْمَ
مُسْتَسْلِمُونَ
٢٦
وَاَقْبَلَ
بَعْضُهُمْ
عَلٰى
بَعْضٍ
يَتَسَٓاءَلُونَ
٢٧
قَالُٓوا
اِنَّكُمْ
كُنْتُمْ
تَأْتُونَنَا
عَنِ
الْيَم۪ينِ
٢٨
قَالُوا
بَلْ
لَمْ
تَكُونُوا
مُؤْمِن۪ينَۚ
٢٩
وَمَا
كَانَ
لَنَا
عَلَيْكُمْ
مِنْ
سُلْطَانٍۚ
بَلْ
كُنْتُمْ
قَوْماً
طَاغ۪ينَ
٣٠
فَحَقَّ
عَلَيْنَا
قَوْلُ
رَبِّنَاۗ
اِنَّا
لَذَٓائِقُونَ
٣١
فَاَغْوَيْنَاكُمْ
اِنَّا
كُنَّا
غَاو۪ينَ
٣٢
فَاِنَّهُمْ
يَوْمَئِذٍ
فِي
الْعَذَابِ
مُشْتَرِكُونَ
٣٣
اِنَّا
كَذٰلِكَ
نَفْعَلُ
بِالْمُجْرِم۪ينَ
٣٤
اِنَّهُمْ
كَانُٓوا
اِذَا
ق۪يلَ
لَهُمْ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
اللّٰهُ
يَسْتَكْبِرُونَۙ
٣٥
وَيَقُولُونَ
اَئِنَّا
لَتَارِكُٓوا
اٰلِهَتِنَا
لِشَاعِرٍ
مَجْنُونٍۜ
٣٦
بَلْ
جَٓاءَ
بِالْحَقِّ
وَصَدَّقَ
الْمُرْسَل۪ينَ
٣٧
اِنَّكُمْ
لَذَٓائِقُوا
الْعَذَابِ
الْاَل۪يمِۚ
٣٨
وَمَا
تُجْزَوْنَ
اِلَّا
مَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَۙ
٣٩
22,23,24. Allah, meleklere şöyle emreder: “Zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. Onlara, “Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?” denir. Hayır, onlar bugün teslim olmuş kimselerdir. Birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler). Şöyle derler: “Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz.” Diğerleri de onlara şöyle derler: “Hayır, siz zaten mü’min kimseler değildiniz.” “Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz.” “Artık Rabbimizin sözü (azap) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız.” “Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik.” Artık onlar o gün azapta ortaktırlar. İşte biz suçlulara böyle yaparız. Çünkü onlar, kendilerine, “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı. “Biz, deli bir şair için ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?” diyorlardı. Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) peygamberleri de tasdik etmiştir. Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız. Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız.
اَفَمَنْ
يَتَّق۪ي
بِوَجْهِه۪
سُٓوءَ
الْعَذَابِ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
وَق۪يلَ
لِلظَّالِم۪ينَ
ذُوقُوا
مَا
كُنْتُمْ
تَكْسِبُونَ
٢٤
Kıyamet günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse, (o gün) azaptan emin olan kimse gibi midir? Zalimlere, “Kazandıklarınızı tadın” denir.
فَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
كَذَبَ
عَلَى
اللّٰهِ
وَكَذَّبَ
بِالصِّدْقِ
اِذْ
جَٓاءَهُۜ
اَلَيْسَ
ف۪ي
جَهَنَّمَ
مَثْوًى
لِلْكَافِر۪ينَ
٣٢
Kim, Allah’a karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu (Kur’an’ı) yalanlayandan daha zalimdir? Cehennemde kâfirler için kalacak bir yer mi yok!?
وَلَوْ
اَنَّ
لِلَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
مَا
فِي
الْاَرْضِ
جَم۪يعاً
وَمِثْلَهُ
مَعَهُ
لَافْتَدَوْا
بِه۪
مِنْ
سُٓوءِ
الْعَذَابِ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
وَبَدَا
لَهُمْ
مِنَ
اللّٰهِ
مَا
لَمْ
يَكُونُوا
يَحْتَسِبُونَ
٤٧
وَبَدَا
لَهُمْ
سَيِّـَٔاتُ
مَا
كَسَبُوا
وَحَاقَ
بِهِمْ
مَا
كَانُوا
بِه۪
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
٤٨
Eğer yeryüzünde bulunan her şey tümüyle ve onlarla beraber bir o kadarı da zulmedenlerin olsa, kıyamet günü kötü azaptan kurtulmak için elbette onları verirlerdi. Artık, hiç hesap etmedikleri şeyler Allah tarafından karşılarına çıkmıştır. (Dünyada) kazandıkları şeylerin kötülükleri karşılarına çıkmış, alay etmekte oldukları şey onları kuşatmıştır.
فَاَصَابَهُمْ
سَيِّـَٔاتُ
مَا
كَسَبُواۜ
وَالَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
مِنْ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
سَيُص۪يبُهُمْ
سَيِّـَٔاتُ
مَا
كَسَبُواۙ
وَمَا
هُمْ
بِمُعْجِز۪ينَ
٥١
Nihayet kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. Onlardan zulmedenler var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. Onlar Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.
وَاَنْذِرْهُمْ
يَوْمَ
الْاٰزِفَةِ
اِذِ
الْقُلُوبُ
لَدَى
الْحَنَاجِرِ
كَاظِم۪ينَۜ
مَا
لِلظَّالِم۪ينَ
مِنْ
حَم۪يمٍ
وَلَا شَف۪يعٍ
يُطَاعُۜ
١٨
Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.
اِنَّا
لَنَنْصُرُ
رُسُلَنَا
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
فِي
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَا
وَيَوْمَ
يَقُومُ
الْاَشْهَادُۙ
٥١
يَوْمَ
لَا
يَنْفَعُ
الظَّالِم۪ينَ
مَعْذِرَتُهُمْ
وَلَهُمُ
اللَّعْنَةُ
وَلَهُمْ
سُٓوءُ
الدَّارِ
٥٢
Şüphesiz ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da onlaradır.
وَكَذٰلِكَ
اَوْحَيْنَٓا
اِلَيْكَ
قُرْاٰناً
عَرَبِياًّ
لِتُنْذِرَ
اُمَّ
الْقُرٰى
وَمَنْ
حَوْلَهَا
وَتُنْذِرَ
يَوْمَ
الْجَمْعِ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِۜ
فَر۪يقٌ
فِي
الْجَنَّةِ
وَفَر۪يقٌ
فِي
السَّع۪يرِ
٧
وَلَوْ
شَٓاءَ
اللّٰهُ
لَجَعَلَهُمْ
اُمَّةً
وَاحِدَةً
وَلٰكِنْ
يُدْخِلُ
مَنْ
يَشَٓاءُ
ف۪ي
رَحْمَتِه۪ۜ
وَالظَّالِمُونَ
مَا
لَهُمْ
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلَا
نَص۪يرٍ
٨
اَمِ
اتَّخَذُوا
مِنْ
دُونِه۪ٓ
اَوْلِيَٓاءَۚ
فَاللّٰهُ
هُوَ
الْوَلِيُّ
وَهُوَ
يُحْـيِ
الْمَوْتٰىۘ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ۟
٩
Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir. Allah dileseydi, onları (aynı dine mensup) bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine sokar. Zalimlerin ise bir dost ve yardımcısı yoktur. Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Hâlbuki gerçek dost Allah’tır. O, ölüleri diriltir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
اَمْ
لَهُمْ
شُرَكٰٓؤُ۬ا
شَرَعُوا
لَهُمْ
مِنَ
الدّ۪ينِ
مَا
لَمْ
يَأْذَنْ
بِهِ
اللّٰهُۜ
وَلَوْلَا
كَلِمَةُ
الْفَصْلِ
لَقُضِيَ
بَيْنَهُمْۜ
وَاِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٢١
تَرَى
الظَّالِم۪ينَ
مُشْفِق۪ينَ
مِمَّا
كَسَبُوا
وَهُوَ
وَاقِـعٌ
بِهِمْۜ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
ف۪ي
رَوْضَاتِ
الْجَنَّاتِۚ
لَهُمْ
مَا
يَشَٓاؤُ۫نَ
عِنْدَ
رَبِّهِمْۜ
ذٰلِكَ
هُوَ
الْفَضْلُ
الْكَب۪يرُ
٢٢
Yoksa, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu bir azap vardır. Sen, zalimlerin yaptıkları şeyler tepelerine inerken bu yüzden korku ile titrediklerini göreceksin. İnanıp yararlı işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu büyük lütuftur.
وَجَزٰٓؤُ۬ا
سَيِّئَةٍ
سَيِّئَةٌ
مِثْلُهَاۚ
فَمَنْ
عَفَا
وَاَصْلَحَ
فَاَجْرُهُ
عَلَى
اللّٰهِۜ
اِنَّهُ
لَا
يُحِبُّ
الظَّالِم۪ينَ
٤٠
وَلَمَنِ
انْتَصَرَ
بَعْدَ
ظُلْمِه۪
فَاُو۬لٰٓئِكَ
مَا
عَلَيْهِمْ
مِنْ
سَب۪يلٍۜ
٤١
اِنَّمَا
السَّب۪يلُ
عَلَى
الَّذ۪ينَ
يَظْلِمُونَ
النَّاسَ
وَيَبْغُونَ
فِي
الْاَرْضِ
بِغَيْرِ
الْحَقِّۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
٤٢
وَلَمَنْ
صَبَرَ
وَغَفَرَ
اِنَّ
ذٰلِكَ
لَمِنْ
عَزْمِ
الْاُمُورِ۟
٤٣
وَمَنْ
يُضْلِلِ
اللّٰهُ
فَمَا
لَهُ
مِنْ
وَلِيٍّ
مِنْ
بَعْدِه۪ۜ
وَتَرَى
الظَّالِم۪ينَ
لَمَّا
رَاَوُا
الْعَذَابَ
يَقُولُونَ
هَلْ
اِلٰى
مَرَدٍّ
مِنْ
سَب۪يلٍۚ
٤٤
وَتَرٰيهُمْ
يُعْرَضُونَ
عَلَيْهَا
خَاشِع۪ينَ
مِنَ
الذُّلِّ
يَنْظُرُونَ
مِنْ
طَرْفٍ
خَفِيٍّۜ
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُٓوا
اِنَّ
الْخَاسِر۪ينَ
الَّذ۪ينَ
خَسِرُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
وَاَهْل۪يهِمْ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
اَلَٓا
اِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
ف۪ي
عَذَابٍ
مُق۪يمٍ
٤٥
وَمَا
كَانَ
لَهُمْ
مِنْ
اَوْلِيَٓاءَ
يَنْصُرُونَهُمْ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
وَمَنْ
يُضْلِلِ
اللّٰهُ
فَمَا
لَهُ
مِنْ
سَب۪يلٍۜ
٤٦
Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez. Zulme uğradıktan sonra, kendini savunup hakkını alan kimseye (ceza vermek için) bir yol yoktur. Ceza yolu ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler içindir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır. Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir. Allah, kimi saptırırsa artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zâlimlerin, “Dünyaya dönmek için bir yol var mı?” dediklerini görürsün. Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün. İnananlar da, “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır” diyecekler. İyi bilin ki zâlimler, sürekli bir azap içindedirler. Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir çıkar yol yoktur.
وَلَنْ
يَنْفَعَكُمُ
الْيَوْمَ
اِذْ
ظَلَمْتُمْ
اَنَّكُمْ
فِي
الْعَذَابِ
مُشْتَرِكُونَ
٣٩
Onlara, “(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız” denir.
وَلَمَّا
جَٓاءَ
ع۪يسٰى
بِالْبَيِّنَاتِ
قَالَ
قَدْ
جِئْتُكُمْ
بِالْحِكْمَةِ
وَلِاُبَيِّنَ
لَكُمْ
بَعْضَ
الَّذ۪ي
تَخْتَلِفُونَ
ف۪يهِۚ
فَاتَّقُوا
اللّٰهَ
وَاَط۪يعُونِ
٦٣
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
رَبّ۪ي
وَرَبُّكُمْ
فَاعْبُدُوهُۜ
هٰذَا
صِرَاطٌ
مُسْتَق۪يمٌ
٦٤
فَاخْتَلَفَ
الْاَحْزَابُ
مِنْ
بَيْنِهِمْۚ
فَوَيْلٌ
لِلَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
مِنْ
عَذَابِ
يَوْمٍ
اَل۪يمٍ
٦٥
هَلْ
يَنْظُرُونَ
اِلَّا
السَّاعَةَ
اَنْ
تَأْتِيَهُمْ
بَغْتَةً
وَهُمْ
لَا
يَشْعُرُونَ
٦٦
İsa, apaçık mucizeleri getirdiği zaman şöyle demişti: “Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyle ise, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte bu doğru bir yoldur. Ama aralarından çıkan gruplar ayrılığa düştüler. Elem dolu bir günün azâbından vay o zulmedenlerin hâline! Onlar (bu tavırlarıyla) ancak, kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini beklemektedirler, hâlbuki bunun farkında değillerdir.
اِنَّ
الْمُجْرِم۪ينَ
ف۪ي
عَذَابِ
جَهَنَّمَ
خَالِدُونَۚ
٧٤
لَا
يُفَتَّرُ
عَنْهُمْ
وَهُمْ
ف۪يهِ
مُبْلِسُونَۚ
٧٥
وَمَا
ظَلَمْنَاهُمْ
وَلٰكِنْ
كَانُوا
هُمُ
الظَّالِم۪ينَ
٧٦
Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklardır. Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.
ثُمَّ
جَعَلْنَاكَ
عَلٰى
شَر۪يعَةٍ
مِنَ
الْاَمْرِ
فَاتَّبِعْهَا
وَلَا
تَتَّبِـعْ
اَهْوَٓاءَ
الَّذ۪ينَ
لَا
يَعْلَمُونَ
١٨
اِنَّهُمْ
لَنْ
يُغْنُوا
عَنْكَ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاًۜ
وَاِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
بَعْضُهُمْ
اَوْلِيَٓاءُ
بَعْضٍۚ
وَاللّٰهُ
وَلِيُّ
الْمُتَّق۪ينَ
١٩
Sonra da seni din işi konusunda açık bir yola koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma. Çünkü onlar, Allah’a karşı sana asla bir fayda sağlayamazlar. Şüphesiz zalimler birbirinin dostlarıdır. Allah ise kendisine karşı gelmekten sakınanların dostudur.
قُلْ
اَرَاَيْتُمْ
اِنْ
كَانَ
مِنْ
عِنْدِ
اللّٰهِ
وَكَفَرْتُمْ
بِه۪
وَشَهِدَ
شَاهِدٌ
مِنْ
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
عَلٰى
مِثْلِه۪
فَاٰمَنَ
وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ۟
١٠
De ki: “Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini (Tevrat’ta görerek) şahitlik edip inandığı hâlde, siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.”
وَمِنْ
قَبْلِه۪
كِتَابُ
مُوسٰٓى
اِمَاماً
وَرَحْمَةًۜ
وَهٰذَا
كِتَابٌ
مُصَدِّقٌ
لِسَاناً
عَرَبِياًّ
لِيُنْذِرَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُواۗ
وَبُشْرٰى
لِلْمُحْسِن۪ينَ
١٢
Bundan önce bir rehber ve bir rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı da vardı. Bu ise, onu doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak, iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır.
يَٓا
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
لَا
يَسْخَرْ
قَوْمٌ
مِنْ
قَوْمٍ
عَسٰٓى
اَنْ
يَكُونُوا
خَيْراً
مِنْهُمْ
وَلَا
نِسَٓاءٌ
مِنْ
نِسَٓاءٍ
عَسٰٓى
اَنْ
يَكُنَّ
خَيْراً
مِنْهُنَّۚ
وَلَا
تَلْمِزُٓوا
اَنْفُسَكُمْ
وَلَا
تَنَابَزُوا
بِالْاَلْقَابِۜ
بِئْسَ
الِاسْمُ
الْفُسُوقُ
بَعْدَ
الْا۪يمَانِۚ
وَمَنْ
لَمْ
يَتُبْ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
١١
Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.
فَاِنَّ
لِلَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
ذَنُوباً
مِثْلَ
ذَنُوبِ
اَصْحَابِهِمْ
فَلَا
يَسْتَعْجِلُونِ
٥٩
Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.
وَاِنَّ
لِلَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
عَذَاباً
دُونَ
ذٰلِكَ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَهُمْ
لَا
يَعْلَمُونَ
٤٧
Şüphesiz zulmedenlere bundan başka bir azap daha var. Fakat onların çoğu bilmezler.
وَاَنَّـهُٓ
اَهْلَكَ
عَاداًۨ
الْاُو۫لٰىۙ
٥٠
وَثَمُودَا۬
فَمَٓا
اَبْـقٰىۙ
٥١
وَقَوْمَ
نُوحٍ
مِنْ
قَبْلُۜ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
هُمْ
اَظْلَمَ
وَاَطْغٰىۜ
٥٢
50,51. Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helâk etti ve hiç kimseyi bırakmadı. Daha önce de Nûh’un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi.
فَكَانَ
عَاقِبَتَهُمَٓا
اَنَّهُمَا
فِي
النَّارِ
خَالِدَيْنِ
ف۪يهَاۜ
وَذٰلِكَ
جَزٰٓؤُا
الظَّالِم۪ينَ۟
١٧
Nihayet ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.
اِنَّمَا
يَنْهٰيكُمُ
اللّٰهُ
عَنِ
الَّذ۪ينَ
قَاتَلُوكُمْ
فِي
الدّ۪ينِ
وَاَخْرَجُوكُمْ
مِنْ
دِيَارِكُمْ
وَظَاهَرُوا
عَلٰٓى
اِخْرَاجِكُمْ
اَنْ
تَوَلَّوْهُمْۚ
وَمَنْ
يَتَوَلَّهُمْ
فَاُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
٩
Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرٰى
عَلَى
اللّٰهِ
الْـكَذِبَ
وَهُوَ
يُدْعٰٓى
اِلَى
الْاِسْلَامِۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ
٧
يُر۪يدُونَ
لِيُطْفِؤُ۫ا
نُورَ
اللّٰهِ
بِاَفْوَاهِهِمْ
وَاللّٰهُ
مُتِمُّ
نُورِه۪
وَلَوْ
كَرِهَ
الْـكَافِرُونَ
٨
Kim, İslâm’a davet olunduğu hâlde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.
مَثَلُ
الَّذ۪ينَ
حُمِّلُوا
التَّوْرٰيةَ
ثُمَّ
لَمْ
يَحْمِلُوهَا
كَمَثَلِ
الْحِمَارِ
يَحْمِلُ
اَسْفَاراًۜ
بِئْسَ
مَثَلُ
الْقَوْمِ
الَّذ۪ينَ
كَذَّبُوا
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِۜ
وَاللّٰهُ
لَا
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِم۪ينَ
٥
Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّبِيُّ
اِذَا
طَلَّقْتُمُ
النِّسَٓاءَ
فَطَلِّقُوهُنَّ
لِعِدَّتِهِنَّ
وَاَحْصُوا
الْعِدَّةَۚ
وَاتَّقُوا
اللّٰهَ
رَبَّكُمْۚ
لَا
تُخْرِجُوهُنَّ
مِنْ
بُيُوتِهِنَّ
وَلَا
يَخْرُجْنَ
اِلَّٓا
اَنْ
يَأْت۪ينَ
بِفَاحِشَةٍ
مُبَيِّنَةٍۜ
وَتِلْكَ
حُدُودُ
اللّٰهِۜ
وَمَنْ
يَتَعَدَّ
حُدُودَ
اللّٰهِ
فَقَدْ
ظَلَمَ
نَفْسَهُۜ
لَا
تَدْر۪ي
لَعَلَّ
اللّٰهَ
يُحْدِثُ
بَعْدَ
ذٰلِكَ
اَمْراً
١
Ey peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.
قَالُوا
سُبْحَانَ
رَبِّنَٓا
اِنَّا
كُنَّا
ظَالِم۪ينَ
٢٩
Onlar, “Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz” dediler.
وَمَا
تَشَٓاؤُ۫نَ
اِلَّٓا
اَنْ
يَشَٓاءَ
اللّٰهُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
كَانَ
عَل۪يماً
حَك۪يماًۗ
٣٠
يُدْخِلُ
مَنْ
يَشَٓاءُ
ف۪ي
رَحْمَتِه۪ۜ
وَالظَّالِم۪ينَ
اَعَدَّ
لَهُمْ
عَذَاباً
اَل۪يماً
٣١
Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. O, dilediği kimseyi rahmetine sokar. Zalimlere ise elem dolu bir azap hazırlamıştır.