اَوْ
كَصَيِّبٍ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
ف۪يهِ
ظُلُمَاتٌ
وَرَعْدٌ
وَبَرْقٌۚ
يَجْعَلُونَ
اَصَابِعَهُمْ
ف۪ٓي
اٰذَانِهِمْ
مِنَ
الصَّوَاعِقِ
حَذَرَ
الْمَوْتِۜ
وَاللّٰهُ
مُح۪يطٌ
بِالْكَافِر۪ينَ
١٩
Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
اَلَّذ۪ي
جَعَلَ
لَكُمُ
الْاَرْضَ
فِرَاشاً
وَالسَّمَٓاءَ
بِنَٓاءًۖ
وَاَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَاَخْرَجَ
بِه۪
مِنَ
الثَّمَرَاتِ
رِزْقاً
لَكُمْۚ
فَلَا
تَجْعَلُوا
لِلّٰهِ
اَنْدَاداً
وَاَنْتُمْ
تَعْلَمُونَ
٢٢
O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.
هُوَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
لَكُمْ
مَا
فِي
الْاَرْضِ
جَم۪يعاً
ثُمَّ
اسْتَوٰٓى
اِلَى
السَّمَٓاءِ
فَسَوّٰيهُنَّ
سَبْعَ
سَمٰوَاتٍۜ
وَهُوَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ۟
٢٩
O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
قَالَ
يَٓا
اٰدَمُ
اَنْبِئْهُمْ
بِاَسْمَٓائِهِمْۚ
فَلَمَّٓا
اَنْبَاَهُمْ
بِاَسْمَٓائِهِمْۙ
قَالَ
اَلَمْ
اَقُلْ
لَكُمْ
اِنّ۪ٓي
اَعْلَمُ
غَيْبَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَاَعْلَمُ
مَا
تُبْدُونَ
وَمَا
كُنْتُمْ
تَكْتُمُونَ
٣٣
Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.
وَاِذْ
نَجَّيْنَاكُمْ
مِنْ
اٰلِ
فِرْعَوْنَ
يَسُومُونَكُمْ
سُٓوءَ
الْعَذَابِ
يُذَبِّحُونَ
اَبْنَٓاءَكُمْ
وَيَسْتَحْيُونَ
نِسَٓاءَكُمْۜ
وَف۪ي
ذٰلِكُمْ
بَلَٓاءٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
عَظ۪يمٌ
٤٩
Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı.
اَلَمْ
تَعْلَمْ
اَنَّ
اللّٰهَ
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَمَا
لَكُمْ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلَا
نَص۪يرٍ
١٠٧
Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
وَقَالُوا
اتَّخَذَ
اللّٰهُ
وَلَداًۙ
سُبْحَانَهُۜ
بَلْ
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
كُلٌّ
لَهُ
قَانِتُونَ
١١٦
بَد۪يعُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاِذَا
قَضٰٓى
اَمْراً
فَاِنَّمَا
يَقُولُ
لَهُ
كُنْ
فَيَكُونُ
١١٧
“Allah, çocuk edindi” dediler. O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na boyun eğmiştir. O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.
اِنَّ
ف۪ي
خَلْقِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَاخْتِلَافِ
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَالْفُلْكِ
الَّت۪ي
تَجْر۪ي
فِي
الْبَحْرِ
بِمَا
يَنْفَعُ
النَّاسَ
وَمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مِنْ
مَٓاءٍ
فَاَحْيَا
بِهِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا
وَبَثَّ
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
دَٓابَّةٍۖ
وَتَصْر۪يفِ
الرِّيَاحِ
وَالسَّحَابِ
الْمُسَخَّرِ
بَيْنَ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ
١٦٤
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.
اَللّٰهُ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۚ
اَلْحَيُّ
الْقَيُّومُۚ
لَا
تَأْخُذُهُ
سِنَةٌ
وَلَا
نَوْمٌۜ
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
مَنْ
ذَا
الَّذ۪ي
يَشْفَعُ
عِنْدَهُٓ
اِلَّا
بِاِذْنِه۪ۜ
يَعْلَمُ
مَا
بَيْنَ
اَيْد۪يهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْۚ
وَلَا
يُح۪يطُونَ
بِشَيْءٍ
مِنْ
عِلْمِه۪ٓ
اِلَّا
بِمَا
شَٓاءَۚ
وَسِعَ
كُرْسِيُّهُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَۚ
وَلَا
يَؤُ۫دُهُ
حِفْظُهُمَاۚ
وَهُوَ
الْعَلِيُّ
الْعَظ۪يمُ
٢٥٥
Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاِنْ
تُبْدُوا
مَا
ف۪ٓي
اَنْفُسِكُمْ
اَوْ
تُخْفُوهُ
يُحَاسِبْكُمْ
بِهِ
اللّٰهُۜ
فَيَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٢٨٤
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
قُلْ
اِنْ
تُخْفُوا
مَا
ف۪ي
صُدُورِكُمْ
اَوْ
تُبْدُوهُ
يَعْلَمْهُ
اللّٰهُۜ
وَيَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٢٩
De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
اَفَغَيْرَ
د۪ينِ
اللّٰهِ
يَبْغُونَ
وَلَهُٓ
اَسْلَمَ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
طَوْعاً
وَكَرْهاً
وَاِلَيْهِ
يُرْجَعُونَ
٨٣
Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
تُرْجَعُ
الْاُمُورُ۟
١٠٩
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
غَفُورٌ
رَح۪يمٌ۟
١٢٩
Göklerdeki her şey ve yerdeki her şey Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
وَسَارِعُٓوا
اِلٰى
مَغْفِرَةٍ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَجَنَّةٍ
عَرْضُهَا
السَّمٰوَاتُ
وَالْاَرْضُۙ
اُعِدَّتْ
لِلْمُتَّق۪ينَۙ
١٣٣
Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
وَلَا
يَحْسَبَنَّ
الَّذ۪ينَ
يَبْخَلُونَ
بِمَٓا
اٰتٰيهُمُ
اللّٰهُ
مِنْ
فَضْلِه۪
هُوَ
خَيْراً
لَهُمْۜ
بَلْ
هُوَ
شَرٌّ
لَهُمْۜ
سَيُطَوَّقُونَ
مَا
بَخِلُوا
بِه۪
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
وَلِلّٰهِ
م۪يرَاثُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَب۪يرٌ۟
١٨٠
Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ۟
١٨٩
اِنَّ
ف۪ي
خَلْقِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَاخْتِلَافِ
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
لَاٰيَاتٍ
لِاُو۬لِي
الْاَلْبَابِۚ
١٩٠
اَلَّذ۪ينَ
يَذْكُرُونَ
اللّٰهَ
قِيَاماً
وَقُعُوداً
وَعَلٰى
جُنُوبِهِمْ
وَيَتَفَكَّرُونَ
ف۪ي
خَلْقِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
رَبَّنَا
مَا
خَلَقْتَ
هٰذَا
بَاطِلاًۚ
سُبْحَانَكَ
فَقِنَا
عَذَابَ
النَّارِ
١٩١
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
مُح۪يطاً۟
١٢٦
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَلَقَدْ
وَصَّيْنَا
الَّذ۪ينَ
اُو۫تُوا
الْكِتَابَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
وَاِيَّاكُمْ
اَنِ
اتَّقُوا
اللّٰهَۜ
وَاِنْ
تَكْفُرُوا
فَاِنَّ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
غَنِياًّ
حَم۪يداً
١٣١
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَكَفٰى
بِاللّٰهِ
وَك۪يلاً
١٣٢
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere de, size de “Allah’a karşı gelmekten sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkâr ederseniz, (bilin ki) göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, zengindir, övülmeye lâyıktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
يَسْـَٔلُكَ
اَهْلُ
الْكِتَابِ
اَنْ
تُنَزِّلَ
عَلَيْهِمْ
كِتَاباً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
فَقَدْ
سَاَلُوا
مُوسٰٓى
اَكْبَرَ
مِنْ
ذٰلِكَ
فَقَالُٓوا
اَرِنَا
اللّٰهَ
جَهْرَةً
فَاَخَذَتْهُمُ
الصَّاعِقَةُ
بِظُلْمِهِمْۚ
ثُمَّ
اتَّخَذُوا
الْعِجْلَ
مِنْ
بَعْدِ
مَا
جَٓاءَتْهُمُ
الْبَيِّنَاتُ
فَعَفَوْنَا
عَنْ
ذٰلِكَۚ
وَاٰتَيْنَا
مُوسٰى
سُلْطَاناً
مُب۪يناً
١٥٣
Kitap ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!) Mûsâ’dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göster” demişlerdi. Böylece zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı edindiler. Biz bunu da affettik ve Mûsâ’ya apaçık bir güç ve yetki verdik.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
قَدْ
جَٓاءَكُمُ
الرَّسُولُ
بِالْحَقِّ
مِنْ
رَبِّكُمْ
فَاٰمِنُوا
خَيْراً
لَكُمْۜ
وَاِنْ
تَكْفُرُوا
فَاِنَّ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَل۪يماً
حَك۪يماً
١٧٠
يَٓا
اَهْلَ
الْكِتَابِ
لَا
تَغْلُوا
ف۪ي
د۪ينِكُمْ
وَلَا
تَقُولُوا
عَلَى
اللّٰهِ
اِلَّا
الْحَقَّۜ
اِنَّمَا
الْمَس۪يحُ
ع۪يسَى
ابْنُ
مَرْيَمَ
رَسُولُ
اللّٰهِ
وَكَلِمَتُهُۚ
اَلْقٰيهَٓا
اِلٰى
مَرْيَمَ
وَرُوحٌ
مِنْهُۘ
فَاٰمِنُوا
بِاللّٰهِ
وَرُسُلِه۪ۚ
وَلَا
تَقُولُوا
ثَلٰثَةٌۜ
اِنْتَهُوا
خَيْراً
لَكُمْۜ
اِنَّمَا
اللّٰهُ
اِلٰهٌ
وَاحِدٌۜ
سُبْحَانَهُٓ
اَنْ
يَكُونَ
لَهُ
وَلَدٌۢ
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَكَفٰى
بِاللّٰهِ
وَك۪يلاً۟
١٧١
Ey insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde, kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Ey Kitab ehli! Dininizde sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin. Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
لَقَدْ
كَفَرَ
الَّذ۪ينَ
قَالُٓوا
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْمَس۪يحُ
ابْنُ
مَرْيَمَۜ
قُلْ
فَمَنْ
يَمْلِكُ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاً
اِنْ
اَرَادَ
اَنْ
يُهْلِكَ
الْمَس۪يحَ
ابْنَ
مَرْيَمَ
وَاُمَّهُ
وَمَنْ
فِي
الْاَرْضِ
جَم۪يعاًۜ
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۜ
يَخْلُقُ
مَا
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١٧
وَقَالَتِ
الْيَهُودُ
وَالنَّصَارٰى
نَحْنُ
اَبْنَٓاءُ
اللّٰهِ
وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُۜ
قُلْ
فَلِمَ
يُعَذِّبُكُمْ
بِذُنُوبِكُمْۜ
بَلْ
اَنْتُمْ
بَشَرٌ
مِمَّنْ
خَلَقَۜ
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۘ
وَاِلَيْهِ
الْمَص۪يرُ
١٨
Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.
اَلَمْ
تَعْلَمْ
اَنَّ
اللّٰهَ
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
يُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٤٠
Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O, dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
جَعَلَ
اللّٰهُ
الْكَعْبَةَ
الْبَيْتَ
الْحَرَامَ
قِيَاماً
لِلنَّاسِ
وَالشَّهْرَ
الْحَرَامَ
وَالْهَدْيَ
وَالْقَلَٓائِدَۜ
ذٰلِكَ
لِتَعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
٩٧
Allah; Ka’be’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini ve Allah’ın (zaten) her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.
اِذْ
قَالَ
الْحَوَارِيُّونَ
يَا
ع۪يسَى
ابْنَ
مَرْيَمَ
هَلْ
يَسْتَط۪يعُ
رَبُّكَ
اَنْ
يُنَزِّلَ
عَلَيْنَا
مَٓائِدَةً
مِنَ
السَّمَٓاءِۜ
قَالَ
اتَّقُوا
اللّٰهَ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِن۪ينَ
١١٢
Hani havariler de, “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. İsa da, “Eğer mü’minler iseniz, Allah’a karşı gelmekten sakının” demişti.
قَالَ
ع۪يسَى
ابْنُ
مَرْيَمَ
اللّٰهُمَّ
رَبَّنَٓا
اَنْزِلْ
عَلَيْنَا
مَٓائِدَةً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
تَكُونُ
لَنَا
ع۪يداً
لِاَوَّلِنَا
وَاٰخِرِنَا
وَاٰيَةً
مِنْكَۚ
وَارْزُقْنَا
وَاَنْتَ
خَيْرُ
الرَّازِق۪ينَ
١١٤
Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.
لِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
ف۪يهِنَّۜ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١٢٠
Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah’ındır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
اَلْحَمْدُ
لِلّٰهِ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَجَعَلَ
الظُّلُمَاتِ
وَالنُّورَۜ
ثُمَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
بِرَبِّهِمْ
يَعْدِلُونَ
١
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.
وَهُوَ
اللّٰهُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَفِي
الْاَرْضِۜ
يَعْلَمُ
سِرَّكُمْ
وَجَهْرَكُمْ
وَيَعْلَمُ
مَا
تَكْسِبُونَ
٣
Hâlbuki O, göklerde de Allah’tır, yerde de. Sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. Sizin daha ne kazanacağınızı da bilir.
اَلَمْ
يَرَوْا
كَمْ
اَهْلَكْنَا
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنْ
قَرْنٍ
مَكَّنَّاهُمْ
فِي
الْاَرْضِ
مَا
لَمْ
نُمَكِّنْ
لَكُمْ
وَاَرْسَلْنَا
السَّمَٓاءَ
عَلَيْهِمْ
مِدْرَاراًۖ
وَجَعَلْنَا
الْاَنْهَارَ
تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهِمْ
فَاَهْلَكْنَاهُمْ
بِذُنُوبِهِمْ
وَاَنْشَأْنَا
مِنْ
بَعْدِهِمْ
قَرْناً
اٰخَر۪ينَ
٦
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helâk ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.
قُلْ
لِمَنْ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
قُلْ
لِلّٰهِۜ
كَتَبَ
عَلٰى
نَفْسِهِ
الرَّحْمَةَۜ
لَيَجْمَعَنَّكُمْ
اِلٰى
يَوْمِ
الْقِيٰمَةِ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِۜ
اَلَّذ۪ينَ
خَسِرُٓوا
اَنْفُسَهُمْ
فَهُمْ
لَا
يُؤْمِنُونَ
١٢
De ki: “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” “Allah’ındır” de. O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
قُلْ
اَغَيْرَ
اللّٰهِ
اَتَّخِذُ
وَلِياًّ
فَاطِرِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَهُوَ
يُطْعِمُ
وَلَا
يُطْعَمُۜ
قُلْ
اِنّ۪ٓي
اُمِرْتُ
اَنْ
اَكُونَ
اَوَّلَ
مَنْ
اَسْلَمَ
وَلَا
تَكُونَنَّ
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَ
١٤
De ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim.” De ki: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma (denildi).”
وَهُوَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّۜ
وَيَوْمَ
يَقُولُ
كُنْ
فَيَكُونُۜ
قَوْلُهُ
الْحَقُّۜ
وَلَهُ
الْمُلْكُ
يَوْمَ
يُنْفَخُ
فِي
الصُّورِۜ
عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِۜ
وَهُوَ
الْحَك۪يمُ
الْخَب۪يرُ
٧٣
O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah’ın “ol” deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün de mülk (hükümranlık) O’nundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
وَكَذٰلِكَ
نُر۪ٓي
اِبْرٰه۪يمَ
مَلَكُوتَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلِيَكُونَ
مِنَ
الْمُوقِن۪ينَ
٧٥
İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.
اِنّ۪ي
وَجَّهْتُ
وَجْهِيَ
لِلَّذ۪ي
فَطَرَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
حَن۪يفاً
وَمَٓا
اَنَا۬
مِنَ
الْمُشْرِك۪ينَۚ
٧٩
“Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.”
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۚ
فَاَخْرَجْنَا
بِه۪
نَبَاتَ
كُلِّ
شَيْءٍ
فَاَخْرَجْنَا
مِنْهُ
خَضِراً
نُخْرِجُ
مِنْهُ
حَباًّ
مُتَرَاكِباًۚ
وَمِنَ
النَّخْلِ
مِنْ
طَلْعِهَا
قِنْوَانٌ
دَانِيَةٌ
وَجَنَّاتٍ
مِنْ
اَعْنَابٍ
وَالزَّيْتُونَ
وَالرُّمَّانَ
مُشْتَبِهاً
وَغَيْرَ
مُتَشَابِهٍۜ
اُنْظُـرُٓوا
اِلٰى
ثَمَرِه۪ٓ
اِذَٓا
اَثْمَرَ
وَيَنْعِه۪ۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكُمْ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ
٩٩
O, gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) ibretler vardır.
بَد۪يعُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اَنّٰى
يَكُونُ
لَهُ
وَلَدٌ
وَلَمْ
تَكُنْ
لَهُ
صَاحِبَةٌۜ
وَخَلَقَ
كُلَّ
شَيْءٍۚ
وَهُوَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
١٠١
O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
اِنَّ
رَبَّكُمُ
اللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِ
يُغْشِي
الَّيْلَ
النَّهَارَ
يَطْلُبُهُ
حَث۪يثاًۙ
وَالشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
وَالنُّجُومَ
مُسَخَّرَاتٍ
بِاَمْرِه۪ۜ
اَلَا
لَهُ
الْخَلْقُ
وَالْاَمْرُۜ
تَبَارَكَ
اللّٰهُ
رَبُّ
الْعَالَم۪ينَ
٥٤
Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş’a kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır. Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.
وَلَوْ
اَنَّ
اَهْلَ
الْقُرٰٓى
اٰمَنُوا
وَاتَّقَوْا
لَفَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ
بَرَكَاتٍ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِ
وَلٰكِنْ
كَذَّبُوا
فَاَخَذْنَاهُمْ
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ
٩٦
Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik.
قُلْ
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اِنّ۪ي
رَسُولُ
اللّٰهِ
اِلَيْكُمْ
جَم۪يعاًۨ
الَّذ۪ي
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَ
يُحْـي۪
وَيُم۪يتُۖ
فَاٰمِنُوا
بِاللّٰهِ
وَرَسُولِهِ
النَّبِيِّ
الْاُمِّيِّ
الَّذ۪ي
يُؤْمِنُ
بِاللّٰهِ
وَكَلِمَاتِه۪
وَاتَّبِعُوهُ
لَعَلَّكُمْ
تَهْتَدُونَ
١٥٨
(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”
فَبَدَّلَ
الَّذ۪ينَ
ظَلَمُوا
مِنْهُمْ
قَوْلاً
غَيْرَ
الَّذ۪ي
ق۪يلَ
لَهُمْ
فَاَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ
رِجْزاً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
بِمَا
كَانُوا
يَظْلِمُونَ۟
١٦٢
Onlardan zulmedenler hemen sözü, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik.
اَوَلَمْ
يَنْظُرُوا
ف۪ي
مَلَكُوتِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
خَلَقَ
اللّٰهُ
مِنْ
شَيْءٍۙ
وَاَنْ
عَسٰٓى
اَنْ
يَكُونَ
قَدِ
اقْتَرَبَ
اَجَلُهُمْۚ
فَبِاَيِّ
حَد۪يثٍ
بَعْدَهُ
يُؤْمِنُونَ
١٨٥
Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?
يَسْـَٔلُونَكَ
عَنِ
السَّاعَةِ
اَيَّانَ
مُرْسٰيهَاۜ
قُلْ
اِنَّمَا
عِلْمُهَا
عِنْدَ
رَبّ۪يۚ
لَا
يُجَلّ۪يهَا
لِوَقْتِهَٓا
اِلَّا
هُوَۜ
ثَقُلَتْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
لَا
تَأْت۪يكُمْ
اِلَّا
بَغْتَةًۜ
يَسْـَٔلُونَكَ
كَاَنَّكَ
حَفِيٌّ
عَنْهَاۜ
قُلْ
اِنَّمَا
عِلْمُهَا
عِنْدَ
اللّٰهِ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَ
النَّاسِ
لَا
يَعْلَمُونَ
١٨٧
Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir.” Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.”
اِذْ
يُغَشّ۪يكُمُ
النُّعَاسَ
اَمَنَةً
مِنْهُ
وَيُنَزِّلُ
عَلَيْكُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
لِيُطَهِّرَكُمْ
بِه۪
وَيُذْهِبَ
عَنْكُمْ
رِجْزَ
الشَّيْطَانِ
وَلِيَرْبِطَ
عَلٰى
قُلُوبِكُمْ
وَيُثَبِّتَ
بِهِ
الْاَقْدَامَۜ
١١
Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu.
وَاِذْ
قَالُوا
اللّٰهُمَّ
اِنْ
كَانَ
هٰذَا
هُوَ
الْحَقَّ
مِنْ
عِنْدِكَ
فَاَمْطِرْ
عَلَيْنَا
حِجَارَةً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
اَوِ
ائْتِنَا
بِعَذَابٍ
اَل۪يمٍ
٣٢
Hani onlar, “Ey Allah’ım, eğer şu (Kur’an) senin katından inmiş hak (kitap) ise hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir” demişlerdi.
اِنَّ
عِدَّةَ
الشُّهُورِ
عِنْدَ
اللّٰهِ
اثْنَا
عَشَرَ
شَهْراً
ف۪ي
كِتَابِ
اللّٰهِ
يَوْمَ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
مِنْهَٓا
اَرْبَعَةٌ
حُرُمٌۜ
ذٰلِكَ
الدّ۪ينُ
الْقَيِّمُ
فَلَا
تَظْلِمُوا
ف۪يهِنَّ
اَنْفُسَكُمْ
وَقَاتِلُوا
الْمُشْرِك۪ينَ
كَٓافَّةً
كَمَا
يُقَاتِلُونَكُمْ
كَٓافَّةًۜ
وَاعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
مَعَ
الْمُتَّق۪ينَ
٣٦
Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.
اِنَّ
اللّٰهَ
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
يُحْـي۪
وَيُم۪يتُۜ
وَمَا
لَكُمْ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلَا
نَص۪يرٍ
١١٦
Şüphesiz göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
اِنَّ
رَبَّكُمُ
اللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِ
يُدَبِّرُ
الْاَمْرَۜ
مَا
مِنْ
شَف۪يعٍ
اِلَّا
مِنْ
بَعْدِ
اِذْنِه۪ۜ
ذٰلِكُمُ
اللّٰهُ
رَبُّكُمْ
فَاعْبُدُوهُۜ
اَفَلَا
تَذَكَّرُونَ
٣
Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?
اِنَّ
فِي
اخْتِلَافِ
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَمَا
خَلَقَ
اللّٰهُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَتَّقُونَ
٦
Şüphesiz gece ve gündüzün ard arda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır.
وَيَعْبُدُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَا
يَضُرُّهُمْ
وَلَا
يَنْفَعُهُمْ
وَيَقُولُونَ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
شُفَعَٓاؤُ۬نَا
عِنْدَ
اللّٰهِۜ
قُلْ
اَتُنَبِّؤُ۫نَ
اللّٰهَ
بِمَا
لَا
يَعْلَمُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَلَا
فِي
الْاَرْضِۜ
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالٰى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ
١٨
Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”.
اِنَّمَا
مَثَلُ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَا
كَمَٓاءٍ
اَنْزَلْنَاهُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
فَاخْتَلَطَ
بِه۪
نَبَاتُ
الْاَرْضِ
مِمَّا
يَأْكُلُ
النَّاسُ
وَالْاَنْعَامُۜ
حَتّٰٓى
اِذَٓا
اَخَذَتِ
الْاَرْضُ
زُخْرُفَهَا
وَازَّيَّـنَتْ
وَظَنَّ
اَهْلُهَٓا
اَنَّهُمْ
قَادِرُونَ
عَلَيْهَٓاۙ
اَتٰيهَٓا
اَمْرُنَا
لَيْلاً
اَوْ
نَهَاراً
فَجَعَلْنَاهَا
حَص۪يداً
كَاَنْ
لَمْ
تَغْنَ
بِالْاَمْسِۜ
كَذٰلِكَ
نُفَصِّلُ
الْاٰيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ
٢٤
Dünya hayatının hâli, ancak gökten indirdiğimiz bir yağmurun hâli gibidir ki, insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri onunla yetişip birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün zinet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. İşte düşünen bir toplum için, âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
قُلْ
مَنْ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِ
اَمَّنْ
يَمْلِكُ
السَّمْعَ
وَالْاَبْصَارَ
وَمَنْ
يُخْرِجُ
الْحَيَّ
مِنَ
الْمَيِّتِ
وَيُخْرِجُ
الْمَيِّتَ
مِنَ
الْحَيِّ
وَمَنْ
يُدَبِّرُ
الْاَمْرَۜ
فَسَيَقُولُونَ
اللّٰهُۚ
فَقُلْ
اَفَلَا
تَتَّقُونَ
٣١
De ki: “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisi üzerinde kim mutlak hâkimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşleri kim yürütüyor?” “Allah” diyecekler. De ki: “O hâlde, Allah’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?”
اَلَٓا
اِنَّ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اَلَٓا
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَهُمْ
لَا
يَعْلَمُونَ
٥٥
Bilesiniz ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Yine bilesiniz ki, Allah’ın va’di haktır. Fakat onların çoğu bunu bilmez.
وَمَا
تَكُونُ
ف۪ي
شَأْنٍ
وَمَا
تَتْلُوا
مِنْهُ
مِنْ
قُرْاٰنٍ
وَلَا
تَعْمَلُونَ
مِنْ
عَمَلٍ
اِلَّا
كُنَّا
عَلَيْكُمْ
شُهُوداً
اِذْ
تُف۪يضُونَ
ف۪يهِۜ
وَمَا
يَعْزُبُ
عَنْ
رَبِّكَ
مِنْ
مِثْقَالِ
ذَرَّةٍ
فِي
الْاَرْضِ
وَلَا
فِي
السَّمَٓاءِ
وَلَٓا
اَصْغَرَ
مِنْ
ذٰلِكَ
وَلَٓا
اَكْبَرَ
اِلَّا
ف۪ي
كِتَابٍ
مُب۪ينٍ
٦١
(Ey Muhammed!) Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı)dır.
اَلَٓا
اِنَّ
لِلّٰهِ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَنْ
فِي
الْاَرْضِۜ
وَمَا
يَتَّبِعُ
الَّذ۪ينَ
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
شُرَكَٓاءَۜ
اِنْ
يَتَّبِعُونَ
اِلَّا
الظَّنَّ
وَاِنْ
هُمْ
اِلَّا
يَخْرُصُونَ
٦٦
Bilesiniz ki göklerde kim var, yerde kim varsa, hep Allah’ındır. Allah’tan başkasına tapanlar (gerçekte) Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Şüphesiz onlar ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.
قَالُوا
اتَّخَذَ
اللّٰهُ
وَلَداً
سُبْحَانَهُۜ
هُوَ
الْغَنِيُّۜ
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
اِنْ
عِنْدَكُمْ
مِنْ
سُلْطَانٍ
بِهٰذَاۜ
اَتَقُولُونَ
عَلَى
اللّٰهِ
مَا
لَا تَعْلَمُونَ
٦٨
“Allah, bir çocuk edindi” dediler. O, bundan uzaktır. O, her bakımdan sınırsız zengindir. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Bu konuda elinizde hiçbir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
قُلِ
انْظُرُوا
مَاذَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَمَا
تُغْنِي
الْاٰيَاتُ
وَالنُّذُرُ
عَنْ
قَوْمٍ
لَا
يُؤْمِنُونَ
١٠١
De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.” Fakat âyetler ve uyarılar, inanmayan bir topluma hiçbir fayda sağlamaz.
وَهُوَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
وَكَانَ
عَرْشُهُ
عَلَى
الْمَٓاءِ
لِيَبْلُوَكُمْ
اَيُّكُمْ
اَحْسَنُ
عَمَلاًۜ
وَلَئِنْ
قُلْتَ
اِنَّكُمْ
مَبْعُوثُونَ
مِنْ
بَعْدِ
الْمَوْتِ
لَيَقُولَنَّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اِنْ
هٰذَٓا
اِلَّا
سِحْرٌ
مُب۪ينٌ
٧
O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.
وَق۪يلَ
يَٓا
اَرْضُ
ابْلَع۪ي
مَٓاءَكِ
وَيَا
سَمَٓاءُ
اَقْلِع۪ي
وَغ۪يضَ
الْمَٓاءُ
وَقُضِيَ
الْاَمْرُ
وَاسْتَوَتْ
عَلَى
الْجُودِيِّ
وَق۪يلَ
بُعْداً
لِلْقَوْمِ
الظَّالِم۪ينَ
٤٤
“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.
وَيَا
قَوْمِ
اسْتَغْفِرُوا
رَبَّكُمْ
ثُمَّ
تُوبُٓوا
اِلَيْهِ
يُرْسِلِ
السَّمَٓاءَ
عَلَيْكُمْ
مِدْرَاراً
وَيَزِدْكُمْ
قُوَّةً
اِلٰى
قُوَّتِكُمْ
وَلَا تَتَوَلَّوْا
مُجْرِم۪ينَ
٥٢
“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.”
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَا
مَا
دَامَتِ
السَّمٰوَاتُ
وَالْاَرْضُ
اِلَّا
مَا
شَٓاءَ
رَبُّكَۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
فَعَّالٌ
لِمَا
يُر۪يدُ
١٠٧
وَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
سُعِدُوا
فَفِي
الْجَنَّةِ
خَالِد۪ينَ
ف۪يهَا
مَا
دَامَتِ
السَّمٰوَاتُ
وَالْاَرْضُ
اِلَّا
مَا
شَٓاءَ
رَبُّكَۜ
عَطَٓاءً
غَيْرَ
مَجْذُوذٍ
١٠٨
Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır. Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.
وَلِلّٰهِ
غَيْبُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَاِلَيْهِ
يُرْجَعُ
الْاَمْرُ
كُلُّهُ
فَاعْبُدْهُ
وَتَوَكَّلْ
عَلَيْهِۜ
وَمَا
رَبُّكَ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ
١٢٣
Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
رَبِّ
قَدْ
اٰتَيْتَن۪ي
مِنَ
الْمُلْكِ
وَعَلَّمْتَن۪ي
مِنْ
تَأْو۪يلِ
الْاَحَاد۪يثِۚ
فَاطِرَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
اَنْتَ
وَلِيّ۪
فِي
الدُّنْيَا
وَالْاٰخِرَةِۚ
تَوَفَّن۪ي
مُسْلِماً
وَاَلْحِقْن۪ي
بِالصَّالِح۪ينَ
١٠١
Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”
وَكَاَيِّنْ
مِنْ
اٰيَةٍ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
يَمُرُّونَ
عَلَيْهَا
وَهُمْ
عَنْهَا
مُعْرِضُونَ
١٠٥
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
رَفَعَ
السَّمٰوَاتِ
بِغَيْرِ
عَمَدٍ
تَرَوْنَهَا
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَۜ
كُلٌّ
يَجْر۪ي
لِاَجَلٍ
مُسَمًّىۜ
يُدَبِّرُ
الْاَمْرَ
يُفَصِّلُ
الْاٰيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
بِلِقَٓاءِ
رَبِّكُمْ
تُوقِنُونَ
٢
Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.
وَيُسَبِّحُ
الرَّعْدُ
بِحَمْدِه۪
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
مِنْ
خ۪يفَتِه۪ۚ
وَيُرْسِلُ
الصَّوَاعِقَ
فَيُص۪يبُ
بِهَا
مَنْ
يَشَٓاءُ
وَهُمْ
يُجَادِلُونَ
فِي
اللّٰهِۚ
وَهُوَ
شَد۪يدُ
الْمِحَالِۜ
١٣
Gök gürlemesi O’na hamd ederek tespih eder. Melekler de O’nun korkusundan tespih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.
وَلِلّٰهِ
يَسْجُدُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
طَوْعاً
وَكَرْهاً
وَظِلَالُهُمْ
بِالْغُدُوِّ
وَالْاٰصَالِ
١٥
قُلْ
مَنْ
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
قُلِ
اللّٰهُۜ
قُلْ
اَفَاتَّخَذْتُمْ
مِنْ
دُونِه۪ٓ
اَوْلِيَٓاءَ
لَا
يَمْلِكُونَ
لِاَنْفُسِهِمْ
نَفْعاً
وَلَا
ضَراًّۜ
قُلْ
هَلْ
يَسْتَوِي
الْاَعْمٰى
وَالْبَص۪يرُۙ
اَمْ
هَلْ
تَسْتَوِي
الظُّلُمَاتُ
وَالنُّورُۚ
اَمْ
جَعَلُوا
لِلّٰهِ
شُرَكَٓاءَ
خَلَقُوا
كَخَلْقِه۪
فَتَشَابَهَ
الْخَلْقُ
عَلَيْهِمْۜ
قُلِ
اللّٰهُ
خَالِقُ
كُلِّ
شَيْءٍ
وَهُوَ
الْوَاحِدُ
الْقَهَّارُ
١٦
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَسَالَتْ
اَوْدِيَةٌ
بِقَدَرِهَا
فَاحْتَمَلَ
السَّيْلُ
زَبَداً
رَابِياًۜ
وَمِمَّا
يُوقِدُونَ
عَلَيْهِ
فِي
النَّارِ
ابْتِغَٓاءَ
حِلْيَةٍ
اَوْ
مَتَاعٍ
زَبَدٌ
مِثْلُهُۜ
كَذٰلِكَ
يَضْرِبُ
اللّٰهُ
الْحَقَّ
وَالْبَاطِلَۜ
فَاَمَّا
الزَّبَدُ
فَيَذْهَبُ
جُفَٓاءًۚ
وَاَمَّا
مَا
يَنْفَعُ
النَّاسَ
فَيَمْكُثُ
فِي
الْاَرْضِۜ
كَذٰلِكَ
يَضْرِبُ
اللّٰهُ
الْاَمْثَالَۜ
١٧
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a boyun eğer. De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allah’tır” de. De ki: “O'nu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet sahibidir.” O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır. İşte Allah, böyle misaller verir.
اَللّٰهِ
الَّذ۪ي
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَوَيْلٌ
لِلْكَافِر۪ينَ
مِنْ
عَذَابٍ
شَد۪يدٍۙ
٢
1,2. Elif Lâm Râ. Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin hâline.
قَالَتْ
رُسُلُهُمْ
اَفِي
اللّٰهِ
شَكٌّ
فَاطِرِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
يَدْعُوكُمْ
لِيَغْفِرَ
لَكُمْ
مِنْ
ذُنُوبِكُمْ
وَيُؤَخِّرَكُمْ
اِلٰٓى
اَجَلٍ
مُسَمًّىۜ
قَالُٓوا
اِنْ
اَنْتُمْ
اِلَّا
بَشَرٌ
مِثْلُنَاۜ
تُر۪يدُونَ
اَنْ
تَصُدُّونَا
عَمَّا
كَانَ
يَعْبُدُ
اٰبَٓاؤُ۬نَا
فَأْتُونَا
بِسُلْطَانٍ
مُب۪ينٍ
١٠
Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin” dediler.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّۜ
اِنْ
يَشَأْ
يُذْهِبْكُمْ
وَيَأْتِ
بِخَلْقٍ
جَد۪يدٍۙ
١٩
Allah’ın, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.
اَلَمْ
تَرَ
كَيْفَ
ضَرَبَ
اللّٰهُ
مَثَلاً
كَلِمَةً
طَيِّبَةً
كَشَجَرَةٍ
طَيِّبَةٍ
اَصْلُهَا
ثَابِتٌ
وَفَرْعُهَا
فِي
السَّمَٓاءِۙ
٢٤
Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَاَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَاَخْرَجَ
بِه۪
مِنَ
الثَّمَرَاتِ
رِزْقاً
لَكُمْۚ
وَسَخَّرَ
لَكُمُ
الْفُلْكَ
لِتَجْرِيَ
فِي
الْبَحْرِ
بِاَمْرِه۪ۚ
وَسَخَّرَ
لَكُمُ
الْاَنْهَارَۚ
٣٢
Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.
رَبَّـنَٓا
اِنَّكَ
تَعْلَمُ
مَا
نُخْف۪ي
وَمَا
نُعْلِنُۜ
وَمَا
يَخْفٰى
عَلَى
اللّٰهِ
مِنْ
شَيْءٍ
فِي
الْاَرْضِ
وَلَا
فِي
السَّمَٓاءِ
٣٨
“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”
يَوْمَ
تُبَدَّلُ
الْاَرْضُ
غَيْرَ
الْاَرْضِ
وَالسَّمٰوَاتُ
وَبَرَزُوا
لِلّٰهِ
الْوَاحِدِ
الْقَهَّارِ
٤٨
O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar (her şeyin üzerinde yegâne hâkim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
وَلَوْ
فَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ
بَاباً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
فَظَلُّوا
ف۪يهِ
يَعْرُجُونَۙ
١٤
14,15. Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar, yine “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz” derlerdi.
وَلَقَدْ
جَعَلْنَا
فِي
السَّمَٓاءِ
بُرُوجاً
وَزَيَّنَّاهَا
لِلنَّاظِر۪ينَۙ
١٦
Andolsun, biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik.
وَاَرْسَلْنَا
الرِّيَاحَ
لَوَاقِـحَ
فَاَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ
وَمَٓا
اَنْتُمْ
لَهُ
بِخَازِن۪ينَ
٢٢
Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz.
وَمَا
خَلَقْنَا
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَٓا
اِلَّا
بِالْحَقِّۜ
وَاِنَّ
السَّاعَةَ
لَاٰتِيَةٌ
فَاصْفَحِ
الصَّفْحَ
الْجَم۪يلَ
٨٥
Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et.
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّۜ
تَعَالٰى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ
٣
Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.
هُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
لَكُمْ
مِنْهُ
شَرَابٌ
وَمِنْهُ
شَجَرٌ
ف۪يهِ
تُس۪يمُونَ
١٠
O, gökten sizin için su indirendir. İçilecek su ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla meydana gelir.
وَلِلّٰهِ
يَسْجُدُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
مِنْ
دَٓابَّةٍ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
وَهُمْ
لَا
يَسْتَكْبِرُونَ
٤٩
Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler (boyun eğerler).
وَلَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلَهُ
الدّ۪ينُ
وَاصِباًۜ
اَفَغَيْرَ
اللّٰهِ
تَتَّقُونَ
٥٢
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?
لِيَكْفُرُوا
بِمَٓا
اٰتَيْنَاهُمْۜ
فَتَمَتَّعُوا۠
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ
٥٥
Kendilerine verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmek için böyle yaparlar. Bir süre daha faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz!
وَيَعْبُدُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مَا
لَا
يَمْلِكُ
لَهُمْ
رِزْقاً
مِنَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
شَيْـٔاً
وَلَا
يَسْتَط۪يعُونَۚ
٧٣
Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar.
وَلِلّٰهِ
غَيْبُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَمَٓا
اَمْرُ
السَّاعَةِ
اِلَّا
كَلَمْحِ
الْبَصَرِ
اَوْ
هُوَ
اَقْرَبُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٧٧
Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyamet’in kopması, bir göz kırpması gibi veya daha az bir zamandır. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
تُسَبِّحُ
لَهُ
السَّمٰوَاتُ
السَّبْعُ
وَالْاَرْضُ
وَمَنْ
ف۪يهِنَّۜ
وَاِنْ
مِنْ
شَيْءٍ
اِلَّا
يُسَبِّحُ
بِحَمْدِه۪
وَلٰكِنْ
لَا
تَفْقَهُونَ
تَسْب۪يحَهُمْۜ
اِنَّهُ
كَانَ
حَل۪يماً
غَفُوراً
٤٤
Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.
وَرَبُّكَ
اَعْلَمُ
بِمَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَلَقَدْ
فَضَّلْنَا
بَعْضَ
النَّبِيّ۪نَ
عَلٰى
بَعْضٍ
وَاٰتَيْنَا
دَاوُ۫دَ
زَبُوراً
٥٥
Hem Rabbin göklerde ve yerde kim varsa daha iyi bilir. Andolsun, peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.
اَوْ
تُسْقِطَ
السَّمَٓاءَ
كَمَا
زَعَمْتَ
عَلَيْنَا
كِسَفاً
اَوْ
تَأْتِيَ
بِاللّٰهِ
وَالْمَلٰٓئِكَةِ
قَب۪يلاًۙ
٩٢
اَوْ
يَكُونَ
لَكَ
بَيْتٌ
مِنْ
زُخْرُفٍ
اَوْ
تَرْقٰى
فِي
السَّمَٓاءِۜ
وَلَنْ
نُؤْمِنَ
لِرُقِيِّكَ
حَتّٰى
تُنَزِّلَ
عَلَيْنَا
كِتَاباً
نَقْرَؤُ۬هُۜ
قُلْ
سُبْحَانَ
رَبّ۪ي
هَلْ
كُنْتُ
اِلَّا
بَشَراً
رَسُولاً۟
٩٣
90,91,92,93. Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.”
قُلْ
لَوْ
كَانَ
فِي
الْاَرْضِ
مَلٰٓئِكَةٌ
يَمْشُونَ
مُطْمَئِنّ۪ينَ
لَنَزَّلْنَا
عَلَيْهِمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَلَكاً
رَسُولاً
٩٥
De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
اَوَلَمْ
يَرَوْا
اَنَّ
اللّٰهَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
قَادِرٌ
عَلٰٓى
اَنْ
يَخْلُقَ
مِثْلَهُمْ
وَجَعَلَ
لَهُمْ
اَجَلاً
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِۜ
فَاَبَى
الظَّالِمُونَ
اِلَّا
كُفُوراً
٩٩
Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu görmediler mi? Allah onlar için, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bir ecel belirlemiştir. Fakat zalimler ancak inkârda direttiler.
قَالَ
لَقَدْ
عَلِمْتَ
مَٓا
اَنْزَلَ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
اِلَّا
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
بَصَٓائِرَۚ
وَاِنّ۪ي
لَاَظُنُّكَ
يَا
فِرْعَوْنُ
مَثْبُوراً
١٠٢
Mûsâ ise, “İyi biliyorsun ki, bunları ancak, göklerin ve yerin Rabbi apaçık deliller olarak indirmiştir. Ey Firavun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi olarak görüyorum” demişti.
قُلِ
اللّٰهُ
اَعْلَمُ
بِمَا
لَبِثُواۚ
لَهُ
غَيْبُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اَبْصِرْ
بِه۪
وَاَسْمِـعْۜ
مَا
لَهُمْ
مِنْ
دُونِه۪
مِنْ
وَلِيٍّۘ
وَلَا
يُشْرِكُ
ف۪ي
حُكْمِه۪ٓ
اَحَداً
٢٦
De ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”
فَعَسٰى
رَبّ۪ٓي
اَنْ
يُؤْتِيَنِ
خَيْراً
مِنْ
جَنَّتِكَ
وَيُرْسِلَ
عَلَيْهَا
حُسْبَاناً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
فَتُصْبِحَ
صَع۪يداً
زَلَقاًۙ
٤٠
39,40. “Bağına girdiğinde ‘Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!. Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.”
وَاضْرِبْ
لَهُمْ
مَثَلَ
الْحَيٰوةِ
الدُّنْيَا
كَمَٓاءٍ
اَنْزَلْنَاهُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
فَاخْتَلَطَ
بِه۪
نَبَاتُ
الْاَرْضِ
فَاَصْبَحَ
هَش۪يماً
تَذْرُوهُ
الرِّيَاحُۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
مُقْتَدِراً
٤٥
Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.
مَٓا
اَشْهَدْتُهُمْ
خَلْقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلَا
خَلْقَ
اَنْفُسِهِمْۖ
وَمَا
كُنْتُ
مُتَّخِذَ
الْمُضِلّ۪ينَ
عَضُداً
٥١
Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
فَاعْبُدْهُ
وَاصْطَبِرْ
لِعِبَادَتِه۪ۜ
هَلْ
تَعْلَمُ
لَهُ
سَمِياًّ۟
٦٥
(Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?
تَكَادُ
السَّمٰوَاتُ
يَتَفَطَّرْنَ
مِنْهُ
وَتَنْشَقُّ
الْاَرْضُ
وَتَخِرُّ
الْجِبَالُ
هَداًّۙ
٩٠
90,91. Rahman’a çocuk isnat etmelerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir!
اِنْ
كُلُّ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
اِلَّٓا
اٰتِي
الرَّحْمٰنِ
عَبْداًۜ
٩٣
Göklerdeki ve yerdeki herkes Rahman’a kul olarak gelecektir.
تَنْز۪يلاً
مِمَّنْ
خَلَقَ
الْاَرْضَ
وَالسَّمٰوَاتِ
الْعُلٰىۜ
٤
(O) yüksek gökleri yaratanın katından peyderpey indirilmiştir.
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
وَمَا
تَحْتَ
الثَّرٰى
٦
Göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O’nundur.
اَلَّذ۪ي
جَعَلَ
لَكُمُ
الْاَرْضَ
مَهْداً
وَسَلَكَ
لَكُمْ
ف۪يهَا
سُبُلاً
وَاَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۜ
فَاَخْرَجْنَا
بِه۪ٓ
اَزْوَاجاً
مِنْ
نَبَاتٍ
شَتّٰى
٥٣
“Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten yağmur indirendir.” Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.
قَالَ
رَبّ۪ي
يَعْلَمُ
الْقَوْلَ
فِي
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۘ
وَهُوَ
السَّم۪يعُ
الْعَل۪يمُ
٤
Peygamber, onlara dedi ki: “Rabbim yerdeki ve gökteki her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
وَمَا
خَلَقْنَا
السَّمَٓاءَ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
لَاعِب۪ينَ
١٦
Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
وَلَهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
لَا
يَسْتَكْبِرُونَ
عَنْ
عِبَادَتِه۪
وَلَا
يَسْتَحْسِرُونَۚ
١٩
Göklerde ve yerde kim varsa hep O’nundur. O’nun katındakiler, ne O’na ibadetten çekinir (ve büyüklenir) ne de yorgunluk (ve bıkkınlık) duyarlar.
اَوَلَمْ
يَرَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُٓوا
اَنَّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
كَانَتَا
رَتْقاً
فَفَتَقْنَاهُمَاۜ
وَجَعَلْنَا
مِنَ
الْمَٓاءِ
كُلَّ
شَيْءٍ
حَيٍّۜ
اَفَلَا
يُؤْمِنُونَ
٣٠
İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
وَجَعَلْنَا
السَّمَٓاءَ
سَقْفاً
مَحْفُوظاًۚ
وَهُمْ
عَنْ
اٰيَاتِهَا
مُعْرِضُونَ
٣٢
Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler.
قَالَ
بَلْ
رَبُّكُمْ
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
الَّذ۪ي
فَطَرَهُنَّۘ
وَاَنَا۬
عَلٰى
ذٰلِكُمْ
مِنَ
الشَّاهِد۪ينَ
٥٦
İbrahim, dedi ki: “Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları yaratandır ve ben de buna şahitlik edenlerdenim.”
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يَسْجُدُ
لَهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَنْ
فِي
الْاَرْضِ
وَالشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ
وَالنُّجُومُ
وَالْجِبَالُ
وَالشَّجَرُ
وَالدَّوَٓابُّ
وَكَث۪يرٌ
مِنَ
النَّاسِۜ
وَكَث۪يرٌ
حَقَّ
عَلَيْهِ
الْعَذَابُۜ
وَمَنْ
يُهِنِ
اللّٰهُ
فَمَا
لَهُ
مِنْ
مُكْرِمٍۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
يَفْعَلُ
مَا
يَشَٓاءُ
١٨
Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
حُنَفَٓاءَ
لِلّٰهِ
غَيْرَ
مُشْرِك۪ينَ
بِه۪ۜ
وَمَنْ
يُشْرِكْ
بِاللّٰهِ
فَكَاَنَّمَا
خَرَّ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
فَتَخْطَفُهُ
الطَّيْرُ
اَوْ
تَهْو۪ي
بِهِ
الرّ۪يحُ
ف۪ي
مَكَانٍ
سَح۪يقٍ
٣١
Allah’a yönelen, O’na ortak koşmayan kimseler (olun). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۘ
فَتُصْبِـحُ
الْاَرْضُ
مُخْضَرَّةًۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَط۪يفٌ
خَب۪يرٌۚ
٦٣
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاِنَّ
اللّٰهَ
لَهُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَم۪يدُ۟
٦٤
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
سَخَّرَ
لَكُمْ
مَا
فِي
الْاَرْضِ
وَالْفُلْكَ
تَجْر۪ي
فِي
الْبَحْرِ
بِاَمْرِه۪ۜ
وَيُمْسِكُ
السَّمَٓاءَ
اَنْ
تَقَعَ
عَلَى
الْاَرْضِ
اِلَّا
بِاِذْنِه۪ۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
بِالنَّاسِ
لَرَؤُ۫فٌ
رَح۪يمٌ
٦٥
Allah’ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Şüphesiz ki Allah elbette zengindir, elbette övgüye lâyıktır. Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
اَلَمْ
تَعْلَمْ
اَنَّ
اللّٰهَ
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
ف۪ي
كِتَابٍۜ
اِنَّ
ذٰلِكَ
عَلَى
اللّٰهِ
يَس۪يرٌ
٧٠
Bilmez misin ki, kuşkusuz Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz bunların hepsi bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da)dır. Şüphesiz bu, Allah’a göre çok kolaydır.
وَاَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
بِقَدَرٍ
فَاَسْكَنَّاهُ
فِي
الْاَرْضِۗ
وَاِنَّا
عَلٰى
ذَهَابٍ
بِه۪
لَقَادِرُونَۚ
١٨
Biz, gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.
وَلَوِ
اتَّبَعَ
الْحَقُّ
اَهْوَٓاءَهُمْ
لَفَسَدَتِ
السَّمٰوَاتُ
وَالْاَرْضُ
وَمَنْ
ف۪يهِنَّۜ
بَلْ
اَتَيْنَاهُمْ
بِذِكْرِهِمْ
فَهُمْ
عَنْ
ذِكْرِهِمْ
مُعْرِضُونَۜ
٧١
Eğer hak onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’an’ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.
اَللّٰهُ
نُورُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
مَثَلُ
نُورِه۪
كَمِشْكٰوةٍ
ف۪يهَا
مِصْبَاحٌۜ
اَلْمِصْبَاحُ
ف۪ي
زُجَاجَةٍۜ
اَلزُّجَاجَةُ
كَاَنَّهَا
كَوْكَبٌ
دُرِّيٌّ
يُوقَدُ
مِنْ
شَجَرَةٍ
مُبَارَكَةٍ
زَيْتُونَةٍ
لَا
شَرْقِيَّةٍ
وَلَا
غَرْبِيَّةٍۙ
يَكَادُ
زَيْتُهَا
يُض۪ٓيءُ
وَلَوْ
لَمْ
تَمْسَسْهُ
نَارٌۜ
نُورٌ
عَلٰى
نُورٍۜ
يَهْدِي
اللّٰهُ
لِنُورِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَيَضْرِبُ
اللّٰهُ
الْاَمْثَالَ
لِلنَّاسِۜ
وَاللّٰهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌۙ
٣٥
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يُسَبِّـحُ
لَهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَالطَّيْرُ
صَٓافَّاتٍۜ
كُلٌّ
قَدْ
عَلِمَ
صَلَاتَهُ
وَتَسْب۪يحَهُۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
بِمَا
يَفْعَلُونَ
٤١
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
وَاِلَى
اللّٰهِ
الْمَص۪يرُ
٤٢
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يُزْج۪ي
سَحَاباً
ثُمَّ
يُؤَلِّفُ
بَيْنَهُ
ثُمَّ
يَجْعَلُهُ
رُكَاماً
فَتَرَى
الْوَدْقَ
يَخْرُجُ
مِنْ
خِلَالِه۪ۚ
وَيُنَزِّلُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مِنْ
جِبَالٍ
ف۪يهَا
مِنْ
بَرَدٍ
فَيُص۪يبُ
بِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَصْرِفُهُ
عَنْ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
يَكَادُ
سَنَا
بَرْقِه۪
يَذْهَبُ
بِالْاَبْصَارِۜ
٤٣
Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır. Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.
اَلَٓا
اِنَّ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
قَدْ
يَعْلَمُ
مَٓا
اَنْتُمْ
عَلَيْهِۜ
وَيَوْمَ
يُرْجَعُونَ
اِلَيْهِ
فَيُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
عَمِلُواۜ
وَاللّٰهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
٦٤
Bilmiş olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah’a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah’ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
اَلَّذ۪ي
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلَمْ
يَتَّخِذْ
وَلَداً
وَلَمْ
يَكُنْ
لَهُ
شَر۪يكٌ
فِي
الْمُلْكِ
وَخَلَقَ
كُلَّ
شَيْءٍ
فَقَدَّرَهُ
تَقْد۪يراً
٢
O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.
قُلْ
اَنْزَلَهُ
الَّذ۪ي
يَعْلَمُ
السِّرَّ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنَّهُ
كَانَ
غَفُوراً
رَح۪يماً
٦
(Ey Muhammed!) De ki: “O kitabı göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
وَهُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَرْسَلَ
الرِّيَاحَ
بُشْراً
بَيْنَ
يَدَيْ
رَحْمَتِه۪ۚ
وَاَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
طَهُوراًۙ
٤٨
48,49. O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik.
اَلَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِۚۛ
اَلرَّحْمٰنُ
فَسْـَٔلْ
بِه۪
خَب۪يراً
٥٩
Gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulan Rahmân’dır. Sen bunu haberdar olana sor!
تَبَارَكَ
الَّذ۪ي
جَعَلَ
فِي
السَّمَٓاءِ
بُرُوجاً
وَجَعَلَ
ف۪يهَا
سِرَاجاً
وَقَمَراً
مُن۪يراً
٦١
Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı çok yücedir.
اِنْ
نَشَأْ
نُنَزِّلْ
عَلَيْهِمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
اٰيَةً
فَظَلَّتْ
اَعْنَاقُهُمْ
لَهَا
خَاضِع۪ينَ
٤
Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.
قَالَ
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۜ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُوقِن۪ينَ
٢٤
Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.”
فَاَسْقِطْ
عَلَيْنَا
كِسَفاً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
اِنْ
كُنْتَ
مِنَ
الصَّادِق۪ينَۜ
١٨٧
“Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür.”
اَلَّا
يَسْجُدُوا
لِلّٰهِ
الَّذ۪ي
يُخْرِجُ
الْخَبْءَ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَيَعْلَمُ
مَا
تُخْفُونَ
وَمَا
تُعْلِنُونَ
٢٥
“Göklerde ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah’a secde etmesinler diye (şeytan onları yoldan çıkarmış.)”
اَمَّنْ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَاَنْزَلَ
لَكُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۚ
فَاَنْبَتْنَا
بِه۪
حَدَٓائِقَ
ذَاتَ
بَهْجَةٍۚ
مَا
كَانَ
لَكُمْ
اَنْ
تُنْبِتُوا
شَجَرَهَاۜ
ءَاِلٰهٌ
مَعَ
اللّٰهِۜ
بَلْ
هُمْ
قَوْمٌ
يَعْدِلُونَۜ
٦٠
Yahut gökleri ve yeri yaratan ve size gökten yağmur indirip, onunla, ağaçlarını sizin yetiştiremeyeceğiniz gönül alıcı güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah ile birlikte başka ilâh mı var!? Hayır, onlar (Allah’a) eş tutan bir kavimdir.
اَمَّنْ
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُع۪يدُهُ
وَمَنْ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۜ
ءَاِلٰهٌ
مَعَ
اللّٰهِۜ
قُلْ
هَاتُوا
بُرْهَانَكُمْ
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٦٤
Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile birlikte başka bir ilâh mı var!? De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin delilinizi getirin.”
وَمَا
مِنْ
غَٓائِبَةٍ
فِي
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِ
اِلَّا
ف۪ي
كِتَابٍ
مُب۪ينٍ
٧٥
Gökte ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) olmasın.
وَيَوْمَ
يُنْفَخُ
فِي
الصُّورِ
فَفَزِ
عَ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَنْ
فِي
الْاَرْضِ
اِلَّا
مَنْ
شَٓاءَ
اللّٰهُۜ
وَكُلٌّ
اَتَوْهُ
دَاخِر۪ينَ
٨٧
Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler.
وَمَٓا
اَنْتُمْ
بِمُعْجِز۪ينَ
فِي
الْاَرْضِ
وَلَا
فِي
السَّمَٓاءِۘ
وَمَا
لَكُمْ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلَا
نَص۪يرٍ۟
٢٢
Siz, yerde de gökte de (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır.
اِنَّا
مُنْزِلُونَ
عَلٰٓى
اَهْلِ
هٰذِهِ
الْقَرْيَةِ
رِجْزاً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
بِمَا
كَانُوا
يَفْسُقُونَ
٣٤
Şüphesiz biz, bu memleket halkı üzerine, fasıklık ettiklerinden dolayı gökten bir azap indireceğiz.
خَلَقَ
اللّٰهُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَةً
لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟
٤٤
Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. İşte bunda inananlar için bir ibret vardır.
قُلْ
كَفٰى
بِاللّٰهِ
بَيْن۪ي
وَبَيْنَكُمْ
شَه۪يداًۚ
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
بِالْبَاطِلِ
وَكَفَرُوا
بِاللّٰهِۙ
اُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْخَاسِرُونَ
٥٢
De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanları bilir. Batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler var ya; işte onlar asıl ziyana uğrayanlardır.”
وَلَئِنْ
سَاَلْتَهُمْ
مَنْ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
لَيَقُولُنَّ
اللّٰهُۚ
فَاَنّٰى
يُؤْفَكُونَ
٦١
Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?
وَلَئِنْ
سَاَلْتَهُمْ
مَنْ
نَزَّلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَاَحْيَا
بِهِ
الْاَرْضَ
مِنْ
بَعْدِ
مَوْتِهَا
لَيَقُولُنَّ
اللّٰهُۜ
قُلِ
الْحَمْدُ
لِلّٰهِۜ
بَلْ
اَكْثَرُهُمْ
لَا
يَعْقِلُونَ۟
٦٣
Andolsun, eğer onlara, “Gökten yağmuru kim indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” diye soracak olsan, mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar.
اَوَلَمْ
يَتَفَكَّرُوا
ف۪ٓي
اَنْفُسِهِمْ۠
مَا
خَلَقَ
اللّٰهُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَٓا
اِلَّا
بِالْحَقِّ
وَاَجَلٍ
مُسَمًّىۜ
وَاِنَّ
كَث۪يراً
مِنَ
النَّاسِ
بِلِقَٓائِ۬
رَبِّهِمْ
لَكَافِرُونَ
٨
Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah, gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.
وَلَهُ
الْحَمْدُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَعَشِياًّ
وَح۪ينَ
تُظْهِرُونَ
١٨
Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine girdiğinizde Allah’ı tespih edin.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪
خَلْقُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَاخْتِلَافُ
اَلْسِنَتِكُمْ
وَاَلْوَانِكُمْۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِلْعَالِم۪ينَ
٢٢
Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪
يُر۪يكُمُ
الْبَرْقَ
خَوْفاً
وَطَمَعاً
وَيُنَزِّلُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَيُحْـي۪
بِهِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَاۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ
٢٤
Korku ve ümit kaynağı olarak şimşeği size göstermesi, gökten yağmur indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette ibretler vardır.
وَلَهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
كُلٌّ
لَهُ
قَانِتُونَ
٢٦
وَهُوَ
الَّذ۪ي
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُع۪يدُهُ
وَهُوَ
اَهْوَنُ
عَلَيْهِۜ
وَلَهُ
الْمَثَلُ
الْاَعْلٰى
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ۟
٢٧
Göklerde ve yerde kim varsa yalnızca O’na âittir. Hepsi O’na boyun eğmektedirler. O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu, O’na göre (ilk yaratmadan) daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
يُرْسِلُ
الرِّيَاحَ
فَتُث۪يرُ
سَحَاباً
فَيَبْسُطُهُ
فِي
السَّمَٓاءِ
كَيْفَ
يَشَٓاءُ
وَيَجْعَلُهُ
كِسَفاً
فَتَرَى
الْوَدْقَ
يَخْرُجُ
مِنْ
خِلَالِه۪ۚ
فَاِذَٓا
اَصَابَ
بِه۪
مَنْ
يَشَٓاءُ
مِنْ
عِبَادِه۪ٓ
اِذَا
هُمْ
يَسْتَبْشِرُونَ
٤٨
Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları harekete geçirir. Allah, onları dilediği gibi, (bazen) yayar ve (bazen) yoğunlaştırır. Nihayet yağmurun onların arasından çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediklerine uğrattığı zaman bir de bakarsın sevinirler.
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
بِغَيْرِ
عَمَدٍ
تَرَوْنَهَا
وَاَلْقٰى
فِي
الْاَرْضِ
رَوَاسِيَ
اَنْ
تَم۪يدَ
بِكُمْ
وَبَثَّ
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
دَٓابَّةٍۜ
وَاَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَاَنْبَتْنَا
ف۪يهَا
مِنْ
كُلِّ
زَوْجٍ
كَر۪يمٍ
١٠
Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.
يَا
بُنَيَّ
اِنَّـهَٓا
اِنْ
تَكُ
مِثْقَالَ
حَبَّةٍ
مِنْ
خَرْدَلٍ
فَتَكُنْ
ف۪ي
صَخْرَةٍ
اَوْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
اَوْ
فِي
الْاَرْضِ
يَأْتِ
بِهَا
اللّٰهُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
لَط۪يفٌ
خَب۪يرٌ
١٦
(Lokmân, öğütlerine şöyle devam etti:) “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.”
اَلَمْ
تَرَوْا
اَنَّ
اللّٰهَ
سَخَّرَ
لَكُمْ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
وَاَسْبَغَ
عَلَيْكُمْ
نِعَمَهُ
ظَاهِرَةً
وَبَاطِنَةًۜ
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُجَادِلُ
فِي
اللّٰهِ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
وَلَا
هُدًى
وَلَا
كِتَابٍ
مُن۪يرٍ
٢٠
Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır.
وَلَئِنْ
سَاَلْتَهُمْ
مَنْ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
لَيَقُولُنَّ
اللّٰهُۜ
قُلِ
الْحَمْدُ
لِلّٰهِۜ
بَلْ
اَكْثَرُهُمْ
لَا
يَعْلَمُونَ
٢٥
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَم۪يدُ
٢٦
Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. De ki: “Hamd, Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu bilmezler. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz Allah, her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye lâyık olandır.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِۜ
مَا
لَكُمْ
مِنْ
دُونِه۪
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلَا
شَف۪يعٍۜ
اَفَلَا
تَتَذَكَّرُونَ
٤
يُدَبِّرُ
الْاَمْرَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
اِلَى
الْاَرْضِ
ثُمَّ
يَعْرُجُ
اِلَيْهِ
ف۪ي
يَوْمٍ
كَانَ
مِقْدَارُهُٓ
اَلْفَ
سَنَةٍ
مِمَّا
تَعُدُّونَ
٥
Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız? Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir.
اِنَّا
عَرَضْنَا
الْاَمَانَةَ
عَلَى
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَالْجِبَالِ
فَاَبَيْنَ
اَنْ
يَحْمِلْنَهَا
وَاَشْفَقْنَ
مِنْهَا
وَحَمَلَهَا
الْاِنْسَانُۜ
اِنَّهُ
كَانَ
ظَلُوماً
جَهُولاًۙ
٧٢
Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.
اَلْحَمْدُ
لِلّٰهِ
الَّذ۪ي
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
وَلَهُ
الْحَمْدُ
فِي
الْاٰخِرَةِۜ
وَهُوَ
الْحَك۪يمُ
الْخَب۪يرُ
١
يَعْلَمُ
مَا
يَلِجُ
فِي
الْاَرْضِ
وَمَا
يَخْرُجُ
مِنْهَا
وَمَا
يَنْزِلُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَمَا
يَعْرُجُ
ف۪يهَاۜ
وَهُوَ
الرَّح۪يمُ
الْغَفُورُ
٢
وَقَالَ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
لَا
تَأْت۪ينَا
السَّاعَةُۜ
قُلْ
بَلٰى
وَرَبّ۪ي
لَتَأْتِيَنَّكُمْ
عَالِمِ
الْغَيْبِۚ
لَا
يَعْزُبُ
عَنْهُ
مِثْقَالُ
ذَرَّةٍ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَلَا
فِي
الْاَرْضِ
وَلَٓا اَصْغَرُ
مِنْ
ذٰلِكَ
وَلَٓا
اَكْبَرُ
اِلَّا
ف۪ي
كِتَابٍ
مُب۪ينٍۙ
٣
Hamd, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisinin olan Allah’a mahsustur. Hamd ahirette de O’na mahsustur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır. Allah, yere gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, çok merhamet edicidir, çok bağışlayıcıdır. İnkâr edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
اَفَلَمْ
يَرَوْا
اِلٰى
مَا
بَيْنَ
اَيْد۪يهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنْ
نَشَأْ
نَخْسِفْ
بِهِمُ
الْاَرْضَ
اَوْ
نُسْقِطْ
عَلَيْهِمْ
كِسَفاً
مِنَ
السَّمَٓاءِۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَةً
لِكُلِّ
عَبْدٍ
مُن۪يبٍ۟
٩
Onlar, önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Bunda, Rabbine yönelen her kul için bir ibret vardır.
قُلِ
ادْعُوا
الَّذ۪ينَ
زَعَمْتُمْ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۚ
لَا
يَمْلِكُونَ
مِثْقَالَ
ذَرَّةٍ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَلَا
فِي
الْاَرْضِ
وَمَا
لَهُمْ
ف۪يهِمَا
مِنْ
شِرْكٍ
وَمَا
لَهُ
مِنْهُمْ
مِنْ
ظَه۪يرٍ
٢٢
(Ey Muhammed!) De ki: “Allah’ı bırakıp da ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir. Onların yerde ve gökte hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.
قُلْ
مَنْ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
قُلِ
اللّٰهُۙ
وَاِنَّٓا
اَوْ
اِيَّاكُمْ
لَعَلٰى
هُدًى
اَوْ
ف۪ي
ضَلَالٍ
مُب۪ينٍ
٢٤
De ki: “Size göklerden ve yerden kim rızık verir?” De ki: “Allah. O hâlde, ya biz hidayet veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz!”
اَلْحَمْدُ
لِلّٰهِ
فَاطِرِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
جَاعِلِ
الْمَلٰٓئِكَةِ
رُسُلاً
اُو۬ل۪ٓي
اَجْنِحَةٍ
مَثْنٰى
وَثُلٰثَ
وَرُبَاعَۜ
يَز۪يدُ
فِي
الْخَلْقِ
مَا
يَشَٓاءُۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
يَٓا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اذْكُرُوا
نِعْمَتَ
اللّٰهِ
عَلَيْكُمْۜ
هَلْ
مِنْ
خَالِقٍ
غَيْرُ
اللّٰهِ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۜ
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَۘ
فَاَنّٰى
تُؤْفَكُونَ
٣
Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءًۚ
فَاَخْرَجْنَا
بِه۪
ثَمَرَاتٍ
مُخْتَلِفاً
اَلْوَانُهَاۜ
وَمِنَ
الْجِبَالِ
جُدَدٌ
ب۪يضٌ
وَحُمْرٌ
مُخْتَلِفٌ
اَلْوَانُهَا
وَغَرَاب۪يبُ
سُودٌ
٢٧
Görmüyor musun ki, Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var.
اِنَّ
اللّٰهَ
عَالِمُ
غَيْبِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
اِنَّهُ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
٣٨
Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
قُلْ
اَرَاَيْتُمْ
شُرَكَٓاءَكُمُ
الَّذ۪ينَ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِۜ
اَرُون۪ي
مَاذَا
خَلَقُوا
مِنَ
الْاَرْضِ
اَمْ
لَهُمْ
شِرْكٌ
فِي
السَّمٰوَاتِۚ
اَمْ
اٰتَيْنَاهُمْ
كِتَاباً
فَهُمْ
عَلٰى
بَيِّنَتٍ
مِنْهُۚ
بَلْ
اِنْ
يَعِدُ
الظَّالِمُونَ
بَعْضُهُمْ
بَعْضاً
اِلَّا
غُرُوراً
٤٠
اِنَّ
اللّٰهَ
يُمْسِكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
اَنْ
تَزُولَاۚ
وَلَئِنْ
زَالَتَٓا
اِنْ
اَمْسَكَهُمَا
مِنْ
اَحَدٍ
مِنْ
بَعْدِه۪ۜ
اِنَّهُ
كَانَ
حَل۪يماً
غَفُوراً
٤١
De ki: “Allah’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?” Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaad etmezler. Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor. Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O’ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.
اَوَلَمْ
يَس۪يرُوا
فِي
الْاَرْضِ
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
وَكَانُٓوا
اَشَدَّ
مِنْهُمْ
قُوَّةًۜ
وَمَا
كَانَ
اللّٰهُ
لِيُعْجِزَهُ
مِنْ
شَيْءٍ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَلَا
فِي
الْاَرْضِۜ
اِنَّهُ
كَانَ
عَل۪يماً
قَد۪يراً
٤٤
Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Göklerdeki ve yerdeki hiçbir şey, Allah’ı âciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.
وَمَٓا
اَنْزَلْنَا
عَلٰى
قَوْمِه۪
مِنْ
بَعْدِه۪
مِنْ
جُنْدٍ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَمَا
كُنَّا
مُنْزِل۪ينَ
٢٨
Kendisinden sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.
اَوَلَيْسَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِقَادِرٍ
عَلٰٓى
اَنْ
يَخْلُقَ
مِثْلَهُمْۜ
بَلٰى
وَهُوَ
الْخَلَّاقُ
الْعَل۪يمُ
٨١
Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
وَرَبُّ
الْمَشَارِقِۜ
٥
O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir.
اَمْ
لَهُمْ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا۠
فَلْيَرْتَقُوا
فِي
الْاَسْبَابِ
١٠
Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı onların mıdır? Öyle ise sebeplere yapışarak yükselsinler (bakalım!)
وَمَا
خَلَقْنَا
السَّمَٓاءَ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
بَاطِلاًۜ
ذٰلِكَ
ظَنُّ
الَّذ۪ينَ
كَفَرُواۚ
فَوَيْلٌ
لِلَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
مِنَ
النَّارِۜ
٢٧
Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkâr edenlerin hâline!
رَبُّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
الْعَز۪يزُ
الْغَفَّارُ
٦٦
“O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّۚ
يُكَوِّرُ
الَّيْلَ
عَلَى
النَّهَارِ
وَيُكَوِّرُ
النَّهَارَ
عَلَى
الَّيْلِ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَۜ
كُلٌّ
يَجْر۪ي
لِاَجَلٍ
مُسَمًّىۜ
اَلَا
هُوَ
الْعَز۪يزُ
الْغَفَّارُ
٥
Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
اَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
فَسَلَكَهُ
يَنَاب۪يعَ
فِي
الْاَرْضِ
ثُمَّ
يُخْرِجُ
بِه۪
زَرْعاً
مُخْتَلِفاً
اَلْوَانُهُ
ثُمَّ
يَه۪يجُ
فَـتَرٰيهُ
مُصْفَراًّ
ثُمَّ
يَجْعَلُهُ
حُطَاماًۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَذِكْرٰى
لِاُو۬لِي
الْاَلْبَابِ۟
٢١
Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp hâline getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.
وَلَئِنْ
سَاَلْتَهُمْ
مَنْ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
لَيَقُولُنَّ
اللّٰهُۜ
قُلْ
اَفَرَاَيْتُمْ
مَا
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
اِنْ
اَرَادَنِيَ
اللّٰهُ
بِضُرٍّ
هَلْ
هُنَّ
كَاشِفَاتُ
ضُرِّه۪ٓ
اَوْ
اَرَادَن۪ي
بِرَحْمَةٍ
هَلْ
هُنَّ
مُمْسِكَاتُ
رَحْمَتِه۪ۜ
قُلْ
حَسْبِيَ
اللّٰهُۜ
عَلَيْهِ
يَتَوَكَّلُ
الْمُتَوَكِّلُونَ
٣٨
Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette, “Allah”, derler. De ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.”
قُلْ
لِلّٰهِ
الشَّفَاعَةُ
جَم۪يعاًۜ
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
ثُمَّ
اِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ
٤٤
De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
قُلِ
اللّٰهُمَّ
فَاطِرَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
عَالِمَ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
اَنْتَ
تَحْكُمُ
بَيْنَ
عِبَادِكَ
ف۪يمَا
كَانُوا
ف۪يهِ
يَخْتَلِفُونَ
٤٦
De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin.”
لَهُ
مَقَال۪يدُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ
اُو۬لٰٓئِكَ
هُمُ
الْخَاسِرُونَ۟
٦٣
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
وَمَا
قَدَرُوا
اللّٰهَ
حَقَّ
قَدْرِه۪ۗ
وَالْاَرْضُ
جَم۪يعاً
قَبْضَتُهُ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
وَالسَّمٰوَاتُ
مَطْوِيَّاتٌ
بِيَم۪ينِه۪ۜ
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالٰى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ
٦٧
وَنُفِـخَ
فِي
الصُّورِ
فَصَعِقَ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَنْ
فِي
الْاَرْضِ
اِلَّا
مَنْ
شَٓاءَ
اللّٰهُۚ
ثُمَّ
نُفِـخَ
ف۪يهِ
اُخْرٰى
فَاِذَا
هُمْ
قِيَامٌ
يَنْظُرُونَ
٦٨
Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir. Sûr’a üflenir ve Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar.
هُوَ
الَّذ۪ي
يُر۪يكُمْ
اٰيَاتِه۪
وَيُنَزِّلُ
لَكُمْ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
رِزْقاًۜ
وَمَا
يَتَذَكَّرُ
اِلَّا
مَنْ
يُن۪يبُ
١٣
O, size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O’na yönelen, düşünüp ibret alır.
اَسْبَابَ
السَّمٰوَاتِ
فَاَطَّلِعَ
اِلٰٓى
اِلٰهِ
مُوسٰى
وَاِنّ۪ي
لَاَظُنُّهُ
كَاذِباًۜ
وَكَذٰلِكَ
زُيِّنَ
لِفِرْعَوْنَ
سُٓوءُ
عَمَلِه۪
وَصُدَّ
عَنِ
السَّب۪يلِۜ
وَمَا
كَيْدُ
فِرْعَوْنَ
اِلَّا
ف۪ي
تَبَابٍ۟
٣٧
36,37. Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı.
لَخَلْقُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
اَكْبَرُ
مِنْ
خَلْقِ
النَّاسِ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَ
النَّاسِ
لَا
يَعْلَمُونَ
٥٧
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
جَعَلَ
لَكُمُ
الْاَرْضَ
قَرَاراً
وَالسَّمَٓاءَ
بِنَٓاءً
وَصَوَّرَكُمْ
فَاَحْسَنَ
صُوَرَكُمْ
وَرَزَقَكُمْ
مِنَ
الطَّيِّبَاتِۜ
ذٰلِكُمُ
اللّٰهُ
رَبُّكُمْۚ
فَـتَبَارَكَ
اللّٰهُ
رَبُّ
الْعَالَم۪ينَ
٦٤
Allah, yeryüzünü sizin için karar kılma yeri, göğü de binâ yapan; size şekil verip de şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
ثُمَّ
اسْتَوٰٓى
اِلَى
السَّمَٓاءِ
وَهِيَ
دُخَانٌ
فَقَالَ
لَهَا
وَلِلْاَرْضِ
ائْتِيَا
طَوْعاً
اَوْ
كَرْهاًۜ
قَالَـتَٓا
اَتَيْنَا
طَٓائِع۪ينَ
١١
فَقَضٰيهُنَّ
سَبْعَ
سَمٰوَاتٍ
ف۪ي
يَوْمَيْنِ
وَاَوْحٰى
ف۪ي
كُلِّ
سَمَٓاءٍ
اَمْرَهَاۜ
وَزَيَّنَّا
السَّمَٓاءَ
الدُّنْيَا
بِمَصَاب۪يحَۗ
وَحِفْظاًۜ
ذٰلِكَ
تَقْد۪يرُ
الْعَز۪يزِ
الْعَل۪يمِ
١٢
Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَهُوَ
الْعَلِيُّ
الْعَظ۪يمُ
٤
تَكَادُ
السَّمٰوَاتُ
يَتَفَطَّرْنَ
مِنْ
فَوْقِهِنَّ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ
يُسَبِّحُونَ
بِحَمْدِ
رَبِّهِمْ
وَيَسْتَغْفِرُونَ
لِمَنْ
فِي
الْاَرْضِۜ
اَلَٓا
اِنَّ
اللّٰهَ
هُوَ
الْغَفُورُ
الرَّح۪يمُ
٥
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir, büyüktür. Neredeyse gökler (O’nun azametinden) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler ise, Rablerini hamd ile tespih ederler ve yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
فَاطِرُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
جَعَلَ
لَكُمْ
مِنْ
اَنْفُسِكُمْ
اَزْوَاجاً
وَمِنَ
الْاَنْعَامِ
اَزْوَاجاًۚ
يَذْرَؤُ۬كُمْ
ف۪يهِۜ
لَيْسَ
كَمِثْلِه۪
شَيْءٌۚ
وَهُوَ
السَّم۪يعُ
الْبَص۪يرُ
١١
لَهُ
مَقَال۪يدُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَقْدِرُۜ
اِنَّهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
١٢
O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi üretiyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.
وَمِنْ
اٰيَاتِه۪
خَلْقُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَثَّ
ف۪يهِمَا
مِنْ
دَٓابَّةٍۜ
وَهُوَ
عَلٰى
جَمْعِهِمْ
اِذَا
يَشَٓاءُ
قَد۪يرٌ۟
٢٩
Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun varlığının delillerindendir. O, dilediği zaman, onları bir araya getirmeye de gücü yetendir.
لِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
يَخْلُقُ
مَا
يَشَٓاءُۜ
يَهَبُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
اِنَاثاً
وَيَهَبُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
الذُّكُورَۙ
٤٩
Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.
صِرَاطِ
اللّٰهِ
الَّذ۪ي
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
اَلَٓا
اِلَى
اللّٰهِ
تَص۪يرُ
الْاُمُورُ
٥٣
52,53. İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.
وَلَئِنْ
سَاَلْتَهُمْ
مَنْ
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
لَيَقُولُنَّ
خَلَقَهُنَّ
الْعَز۪يزُ
الْعَل۪يمُۙ
٩
Andolsun, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka, “Onları mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen (Allah) yarattı” diyeceklerdir.
وَالَّذ۪ي
نَزَّلَ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
بِقَدَرٍۚ
فَاَنْشَرْنَا
بِه۪
بَلْدَةً
مَيْتاًۚ
كَذٰلِكَ
تُخْرَجُونَ
١١
O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık. İşte siz de, böyle diriltileceksiniz.
سُبْحَانَ
رَبِّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
رَبِّ
الْعَرْشِ
عَمَّا
يَصِفُونَ
٨٢
Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır.
وَهُوَ
الَّذ۪ي
فِي
السَّمَٓاءِ
اِلٰهٌ
وَفِي
الْاَرْضِ
اِلٰهٌۜ
وَهُوَ
الْحَك۪يمُ
الْعَل۪يمُ
٨٤
وَتَبَارَكَ
الَّذ۪ي
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۚ
وَعِنْدَهُ
عِلْمُ
السَّاعَةِۚ
وَاِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ
٨٥
O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah yücedir! Kıyametin bilgisi de yalnız O’nun katındadır ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz.
رَبِّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۢ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُوقِن۪ينَ
٧
4,5,6,7. Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
فَمَا
بَكَتْ
عَلَيْهِمُ
السَّمَٓاءُ
وَالْاَرْضُ
وَمَا
كَانُوا
مُنْظَر۪ينَ۟
٢٩
Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
وَمَا
خَلَقْنَا
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
لَاعِب۪ينَ
٣٨
Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.
اِنَّ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
لَاٰيَاتٍ
لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ
٣
Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır.
وَاخْتِلَافِ
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مِنْ
رِزْقٍ
فَاَحْيَا
بِهِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا
وَتَصْر۪يفِ
الرِّيَاحِ
اٰيَاتٌ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ
٥
Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.
وَسَخَّرَ
لَكُمْ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
جَم۪يعاً
مِنْهُۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ
١٣
Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.
وَخَلَقَ
اللّٰهُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّ
وَلِتُجْزٰى
كُلُّ
نَفْسٍ
بِمَا
كَسَبَتْ
وَهُمْ
لَا
يُظْلَمُونَ
٢٢
Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulm edilmez.
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ
يَوْمَئِذٍ
يَخْسَرُ
الْمُبْطِلُونَ
٢٧
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.
فَلِلّٰهِ
الْحَمْدُ
رَبِّ
السَّمٰوَاتِ
وَرَبِّ
الْاَرْضِ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ
٣٦
وَلَهُ
الْكِبْرِيَٓاءُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۖ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
٣٧
Hamd, göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Göklerde ve yerde ululuk O’na aittir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
مَا
خَلَقْنَا
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَٓا
اِلَّا
بِالْحَقِّ
وَاَجَلٍ
مُسَمًّىۜ
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
عَمَّٓا
اُنْذِرُوا
مُعْرِضُونَ
٣
قُلْ
اَرَاَيْتُمْ
مَا
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
اَرُون۪ي
مَاذَا
خَلَقُوا
مِنَ
الْاَرْضِ
اَمْ
لَهُمْ
شِرْكٌ
فِي
السَّمٰوَاتِۜ
ا۪يتُون۪ي
بِكِتَابٍ
مِنْ
قَبْلِ
هٰذَٓا
اَوْ
اَثَارَةٍ
مِنْ
عِلْمٍ
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٤
Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler. De ki: “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer doğru söyleyenler iseniz bundan önceki bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana!”
اَوَلَمْ
يَرَوْا
اَنَّ
اللّٰهَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَلَمْ
يَعْيَ
بِخَلْقِهِنَّ
بِقَادِرٍ
عَلٰٓى
اَنْ
يُحْيِيَ
الْمَوْتٰىۜ
بَلٰٓى
اِنَّهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٣٣
Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
هُوَ
الَّـذ۪ٓي
اَنْزَلَ
السَّك۪ينَةَ
ف۪ي
قُلُوبِ
الْمُؤْمِن۪ينَ
لِيَزْدَادُٓوا
ا۪يمَاناً
مَعَ
ا۪يمَانِهِمْۜ
وَلِلّٰهِ
جُنُودُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَل۪يماً
حَك۪يماًۙ
٤
O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَلِلّٰهِ
جُنُودُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
عَز۪يزاً
حَك۪يماً
٧
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ
غَفُوراً
رَح۪يماً
١٤
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
قُلْ
اَتُعَلِّمُونَ
اللّٰهَ
بِد۪ينِكُمْ
وَاللّٰهُ
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
١٦
(Ey Muhammed!) De ki: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”
اِنَّ
اللّٰهَ
يَعْلَمُ
غَيْبَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
بَص۪يرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
١٨
Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
اَفَلَمْ
يَنْظُرُٓوا
اِلَى
السَّمَٓاءِ
فَوْقَهُمْ
كَيْفَ
بَنَيْنَاهَا
وَزَيَّنَّاهَا
وَمَا
لَهَا
مِنْ
فُرُوجٍ
٦
Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık! Onda hiçbir düzensizlik ve eksiklik yoktur.
وَنَزَّلْنَا
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مَٓاءً
مُبَارَكاً
فَاَنْبَتْنَا
بِه۪
جَنَّاتٍ
وَحَبَّ
الْحَص۪يدِۙ
٩
9,10,11. Gökten de bereketli bir su indirip onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek taneler (ekinler), birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte (dirilip kabirlerden) çıkış da böyledir.
وَلَقَدْ
خَلَقْنَا
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍۗ
وَمَا
مَسَّنَا
مِنْ
لُغُوبٍ
٣٨
فَاصْبِرْ
عَلٰى
مَا
يَقُولُونَ
وَسَبِّـحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
قَبْلَ
طُلُوعِ
الشَّمْسِ
وَقَبْلَ
الْغُرُوبِۚ
٣٩
Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. O hâlde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tespih et.
وَالسَّمَٓاءِ
ذَاتِ
الْحُبُكِۙ
٧
اِنَّكُمْ
لَف۪ي
قَوْلٍ
مُخْتَلِفٍۙ
٨
7,8. Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
وَفِي السَّمَٓاءِ
رِزْقُكُمْ
وَمَا
تُوعَدُونَ
٢٢
Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
وَالسَّمَٓاءَ
بَنَيْنَاهَا
بِاَيْدٍ
وَاِنَّا
لَمُوسِعُونَ
٤٧
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
وَالسَّقْفِ
الْمَرْفُوعِۙ
٥
1,2,3,4,5,6,7. Tûr’a, yayılmış ince deri sayfalara düzenle yazılmış kitaba, “Beyt-i Ma’mur”a, yükseltilmiş tavana (göğe), kabaran denize andolsun ki, şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir.
يَوْمَ
تَمُورُ
السَّمَٓاءُ
مَوْراًۙ
٩
O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.
اَمْ
خَلَقُوا
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَۚ
بَلْ
لَا
يُوقِنُونَۜ
٣٦
Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.
وَاِنْ
يَرَوْا
كِسْفاً
مِنَ
السَّمَٓاءِ
سَاقِطاً
يَقُولُوا
سَحَابٌ
مَرْكُومٌ
٤٤
Gökten düşmekte olan parçalar görseler, “Bunlar, üst üste yığılmış bulutlardır” derler.
وَكَمْ
مِنْ
مَلَكٍ
فِي
السَّمٰوَاتِ
لَا
تُغْن۪ي
شَفَاعَتُهُمْ
شَيْـٔاً
اِلَّا
مِنْ
بَعْدِ
اَنْ
يَأْذَنَ
اللّٰهُ
لِمَنْ
يَشَٓاءُ
وَيَرْضٰى
٢٦
Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
وَلِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۙ
لِيَجْزِيَ
الَّذ۪ينَ
اَسَٓاؤُ۫ا
بِمَا
عَمِلُوا
وَيَجْزِيَ
الَّذ۪ينَ
اَحْسَنُوا
بِالْحُسْنٰىۚ
٣١
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.
وَالسَّمَٓاءَ
رَفَعَهَا
وَوَضَعَ
الْم۪يزَانَۙ
٧
Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.
يَسْـَٔلُهُ
مَنْ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
كُلَّ
يَوْمٍ
هُوَ
ف۪ي
شَأْنٍۚ
٢٩
Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.
يَا
مَعْشَرَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
اِنِ
اسْتَطَعْتُمْ
اَنْ
تَنْفُذُوا
مِنْ
اَقْطَارِ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
فَانْفُذُواۜ
لَا تَنْفُذُونَ
اِلَّا
بِسُلْطَانٍۚ
٣٣
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.
فَاِذَا
انْشَقَّتِ
السَّمَٓاءُ
فَكَانَتْ
وَرْدَةً
كَالدِّهَانِۚ
٣٧
Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman (hâliniz ne olur?)
سَبَّحَ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
١
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
يُحْـي۪
وَيُم۪يتُۚ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
٢
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca O’nundur. Diriltir, öldürür. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
هُوَ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
ف۪ي
سِتَّةِ
اَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوٰى
عَلَى
الْعَرْشِۜ
يَعْلَمُ
مَا
يَلِجُ
فِي
الْاَرْضِ
وَمَا
يَخْرُجُ
مِنْهَا
وَمَا
يَنْزِلُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
وَمَا
يَعْرُجُ
ف۪يهَاۜ
وَهُوَ
مَعَكُمْ
اَيْنَ
مَا
كُنْتُمْۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَص۪يرٌ
٤
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاِلَى
اللّٰهِ
تُرْجَعُ
الْاُمُورُ
٥
O, gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratan, sonra Arş’a kurulandır. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Bütün işler ancak O’na döndürülür.
وَمَا
لَكُمْ
اَلَّا
تُنْفِقُوا
ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِ
وَلِلّٰهِ
م۪يرَاثُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
لَا
يَسْتَو۪ي
مِنْكُمْ
مَنْ
اَنْفَقَ
مِنْ
قَبْلِ
الْفَتْحِ
وَقَاتَلَۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
اَعْظَمُ
دَرَجَةً
مِنَ
الَّذ۪ينَ
اَنْفَقُوا
مِنْ
بَعْدُ
وَقَاتَلُواۜ
وَكُلاًّ
وَعَدَ
اللّٰهُ
الْحُسْنٰىۜ
وَاللّٰهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَب۪يرٌ۟
١٠
Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
سَابِقُٓوا
اِلٰى
مَغْفِرَةٍ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَجَنَّةٍ
عَرْضُهَا
كَعَرْضِ
السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِۙ
اُعِدَّتْ
لِلَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
بِاللّٰهِ
وَرُسُلِه۪ۜ
ذٰلِكَ
فَضْلُ
اللّٰهِ
يُؤْت۪يهِ
مَنْ
يَشَٓاءُۜ
وَاللّٰهُ
ذُوالْفَضْلِ
الْعَظ۪يمِ
٢١
Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resûlüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
اَلَمْ
تَرَ
اَنَّ
اللّٰهَ
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۜ
مَا
يَكُونُ
مِنْ
نَجْوٰى
ثَلٰثَةٍ
اِلَّا
هُوَ
رَابِعُهُمْ
وَلَا
خَمْسَةٍ
اِلَّا
هُوَ
سَادِسُهُمْ
وَلَٓا
اَدْنٰى
مِنْ
ذٰلِكَ
وَلَٓا
اَكْثَرَ
اِلَّا
هُوَ
مَعَهُمْ
اَيْنَ
مَا
كَانُواۚ
ثُمَّ
يُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
عَمِلُوا
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِۜ
اِنَّ
اللّٰهَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَل۪يمٌ
٧
Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.
سَبَّحَ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۚ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
١
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
هُوَ
اللّٰهُ
الْخَالِقُ
الْبَارِئُ
الْمُصَوِّرُ
لَهُ
الْاَسْمَٓاءُ
الْحُسْنٰىۜ
يُسَبِّـحُ
لَهُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۚ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
٢٤
O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
سَبَّحَ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۚ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
١
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
يُسَبِّـحُ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
الْمَلِكِ
الْقُدُّوسِ
الْعَز۪يزِ
الْحَك۪يمِ
١
Göklerdeki ve yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ı tespih eder.
هُمُ
الَّذ۪ينَ
يَقُولُونَ
لَا
تُنْفِقُوا
عَلٰى
مَنْ
عِنْدَ
رَسُولِ
اللّٰهِ
حَتّٰى
يَنْفَضُّواۜ
وَلِلّٰهِ
خَزَٓائِنُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَلٰكِنَّ
الْمُنَافِق۪ينَ
لَا
يَفْقَهُونَ
٧
Onlar, “Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar.
يُسَبِّحُ
لِلّٰهِ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِۚ
لَهُ
الْمُلْكُ
وَلَهُ
الْحَمْدُۘ
وَهُوَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌ
١
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih eder. Mülk yalnızca O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
خَلَقَ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّ
وَصَوَّرَكُمْ
فَاَحْسَنَ
صُوَرَكُمْۚ
وَاِلَيْهِ
الْمَص۪يرُ
٣
يَعْلَمُ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَيَعْلَمُ
مَا
تُسِرُّونَ
وَمَا
تُعْلِنُونَۜ
وَاللّٰهُ
عَل۪يمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ
٤
Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş yalnız O’nadır. Göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
خَلَقَ
سَبْعَ
سَمٰوَاتٍ
وَمِنَ
الْاَرْضِ
مِثْلَهُنَّۜ
يَتَنَزَّلُ
الْاَمْرُ
بَيْنَهُنَّ
لِتَعْلَمُٓوا
اَنَّ
اللّٰهَ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَد۪يرٌۙ
وَاَنَّ
اللّٰهَ
قَدْ
اَحَاطَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عِلْماً
١٢
Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah’ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki, Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.
اَلَّذ۪ي
خَلَقَ
سَبْعَ
سَمٰوَاتٍ
طِبَاقاًۜ
مَا
تَرٰى
ف۪ي
خَلْقِ
الرَّحْمٰنِ
مِنْ
تَفَاوُتٍۜ
فَارْجِعِ
الْبَصَرَۙ
هَلْ
تَرٰى
مِنْ
فُطُورٍ
٣
O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?
وَلَقَدْ
زَيَّنَّا
السَّمَٓاءَ
الدُّنْيَا
بِمَصَاب۪يحَ
وَجَعَلْنَاهَا
رُجُوماً
لِلشَّيَاط۪ينِ
وَاَعْتَدْنَا
لَهُمْ
عَذَابَ
السَّع۪يرِ
٥
Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık.
ءَاَمِنْتُمْ
مَنْ
فِي
السَّمَٓاءِ
اَنْ
يَخْسِفَ
بِكُمُ
الْاَرْضَ
فَاِذَا
هِيَ
تَمُورُۙ
١٦
اَمْ
اَمِنْتُمْ
مَنْ
فِي
السَّمَٓاءِ
اَنْ
يُرْسِلَ
عَلَيْكُمْ
حَاصِباًۜ
فَسَتَعْلَمُونَ
كَيْفَ
نَذ۪يرِ
١٧
Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor. Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!
وَانْشَقَّتِ
السَّمَٓاءُ
فَهِيَ
يَوْمَئِذٍ
وَاهِيَةٌۙ
١٦
Gök de yarılmış ve artık o gün o da çökmeye yüz tutmuştur.
يَوْمَ
تَكُونُ
السَّمَٓاءُ
كَالْمُهْلِۙ
٨
8,9. Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
يُرْسِلِ
السَّمَٓاءَ
عَلَيْكُمْ
مِدْرَاراًۙ
١١
‘(Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.’
اَلَمْ
تَرَوْا
كَيْفَ
خَلَقَ
اللّٰهُ
سَبْعَ
سَمٰوَاتٍ
طِبَاقاًۙ
١٥
وَجَعَلَ
الْقَمَرَ
ف۪يهِنَّ
نُوراً
وَجَعَلَ
الشَّمْسَ
سِرَاجاً
١٦
‘Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?’ ‘Onların içinde nasıl ayı, bir ışık, güneşi de bir kandil yapmıştır?’
اَلسَّمَٓاءُ
مُنْفَطِرٌ
بِه۪ۜ
كَانَ
وَعْدُهُ
مَفْعُولاً
١٨
O günle gök (bile) yarılır, Allah’ın va’di gerçekleşir.
وَبَنَيْنَا
فَوْقَـكُمْ
سَبْعاً
شِدَاداًۙ
١٢
وَجَعَلْنَا
سِرَاجاً
وَهَّاجاًۖ
١٣
Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık.
وَفُتِحَتِ
السَّمَٓاءُ
فَـكَانَتْ
اَبْوَاباًۙ
١٩
Gök açılır ve kapı kapı olur.
رَبِّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۙ
الرَّحْمٰنِ
لَا يَمْلِكُونَ
مِنْهُ
خِطَاباًۙ
٣٧
36,37,38. Bunlar kendilerine; Rabbinden, göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbinden, Rahmân’dan bir mükâfat, yeterli bir ihsan olarak verilmiştir. Onlar, Ruh’un (Cebrail’in) ve meleklerin saf duracakları gün Allah’a hitap edemeyeceklerdir. Sadece Rahmân’ın izin vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilecektir.
ءَاَنْتُمْ
اَشَدُّ
خَلْقاً
اَمِ
السَّمَٓاءُۜ
بَنٰيهَا۠
٢٧
رَفَعَ
سَمْكَهَا
فَسَوّٰيهَاۙ
٢٨
وَاَغْطَشَ
لَيْلَهَا
وَاَخْرَجَ
ضُحٰيهَاۖ
٢٩
(Ey inkârcılar!) Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah kurmuştur. Onu yükseltmiş ve ona düzen ve âhenk vermiştir. O göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı.
وَاِذَا
السَّمَٓاءُ
كُشِطَتْۙۖ
١١
Gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman,
اِذَا
السَّمَٓاءُ
انْشَقَّتْۙ
١
1,2. Gök yarıldığı ve Rabbine boyun eğdiği zaman -ki ona yaraşan budur-,
اَلَّذ۪ي
لَهُ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَاللّٰهُ
عَلٰى
كُلِّ
شَيْءٍ
شَه۪يدٌۜ
٩
8,9. Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir.
وَاِلَى
السَّمَٓاءِ
كَيْفَ
رُفِعَتْ۠
١٨
Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!
وَالسَّمَٓاءِ
وَمَا
بَنٰيهَاۙۖ
٥
وَالْاَرْضِ
وَمَا
طَحٰيهَاۙۖ
٦
Göğe ve onu bina edene andolsun, Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun,